5 entry daha
  • aslında formatı zorlamak istemiyorum, her entiri başlı başına birdir, ikinci, üçüncü veya dördüncüyle bir bütün şekilde sunulması sözlük anayasasına aykırıdır, ama 'doğa ya da var olan' başlığını biraz bu statüsünden ayrı değerlendirmeye ve sınırı biraz zorlamaya çalıştım; çalışıyorum, ilkçağ filozoflarının doğa ya da var olan üzerine düşün yapıları üzerine bu başlıkta konuşuyorum, fikirlerimi arzediyorum, kendi fikirlerimi o filozoflarınkiyle karıştırıyorum. bu uyarıyı yaptıktan sonra bu entirimde neden bahsedeceksem ona geçeyim;

    efendim aylar önce; ama en az bir-bir buçuk sene oldu heralde; yıllar önce diyemem sanırım, arif'le bir sohbetimizde; hayatımızdaki zıt vakaların nasıl böyle uyum içinde olabildiğini herakleitos bahsinden hareketle değerlendirmeye girişmiştik; kendimize bakıyorduk sadece, üstad'ın tabiat kokan fragmanlarına da bakıyorduk elbet ama daha çok kendi hayatımıza yönelmiştik;
    zira çok ilginçti; en kendimizi dinç hissettiğimiz dakikalar aslında en yorulduğumuz anlara denk geliyordu. istisnasız her insanda böyle olabilir; bahsettiğim şey de zaten salt fiziksel yorgunluk olarak düşünülmemeli;
    örneğin sabahın 6-7 sinde, gün yeni yeni ağarmış bedia hoca 'nın * sabah dersleri gereğince yollarda, öyle böyle değil, bu yakadan beyazıt'a gitmek hele sabah saatlerinde elzemdir, sürünmemiz, kendimizi bitkin, güne hazırlıksız, hatta umutsuz, sadece kişisel günlük davaları düşünmeyin, ülkenin gidişatı, geleceğimiz, bireysel geleceğimiz hep o sabah mahmurluğunun da verdiği etkiyle kara bulutlar tarafından örtülüyordu, ya da şöyle fiilendireyim; örtülebiliyordu. zira her zaman olmuyordu bu, içimizi daraltan, sıkan o kara düşünceler, umutsuzluğumuz kimi zaman yok oluyordu, gayet neşeli ve kahkahalar eşliğinde güne başladığımız da oluyordu. işte üzerinde asıl durmak istediğim de bu. ben herakleitos 'la ilk karşılaştığım zamandan beri hep; onun harmonia'sını, başka bir deyişle; doğrudan fragmanından alıntılarsam; 'tanrı gece ve gündüz, yaz ve kış, savaş ve barış, tokluk ve açlıktır.' yanit anrı denilen varlık; karşıt şeylerden oluşur. (67) inancını kendimle özdeş hesaplamaktayım. bir entirimde daha bahsetmiştim; beni en çok yaralayan şeyler, zamanında beni en çok mutlu eden şeylerdi. bunun şu izahı da mümkündür; beni en çok mutlu eden şey'lerin ortadan kalkması, beni mutsuz etmesinin sebebi, olabilirdi. fakat baktığım zaman hayatıma; eğer tanrı hem barış hem savaşsa; o halde zamanlar arasında da bir uyum olmalıydı; yani ben hem geceyihem gündüzü aynı anda yaşamıyordum, beni en çok mutlu eden şey ile en çok mutsuz eden şey aynı olmasına rağmen, arada bir anakronizm vardı, ve bu zaman kopukluğunun başka türlü yani tek bir nokta gibi değil de, başka türlü açıklanmalıydı; biraz düşünerek hakikate erebilirim, fakat düşünmeme bile gerek kalmadan yine çareyi herakleitos'da buldum; zira onun harmonia 'sı yani uyum kavramı, bir dairesel döngüydü. tanrı kral kültünün doğudan batıya yolculuğu başlığında antik çağ düşünce sisteminde çağlar efsanesinin bir döngü şeklinde birbirini takip eden çağlardan oluştuğunu söylemiştim; tıpkı o efsanede olduğu gibi, ki o efsane bir çok kültürde hafif değişikliklerle vardır tıpkı tüm kültürlerde o dönem bir kahraman beklentisi mevcut olduğu gibi, efendime söyliyeyim; insanoğlu en kötü çağda yaşıyordu; 'insanlık yaratıldığından bugüne dört ya da beş çağ yaşamıştı, beş soy izlemişti birbirini; birincisi altın soyu, ikincisi gümüş soyu, üçüncüsü tunç soyu, sonuncusu da demir soyudur ki, üçüncü ile beşinci soylar arasına adları madenle nitelenmeyen bir kahramanlar kuşağı geliyordu.' ve bu süreç devam edecekti; hesiodos 'a göre döngü işleyecek; ve vergilius'a göre kahraman çocuğun doğmasıyla yeniden altın çağı 'na dönülecekti; tıpkı bu döngü gibi; doğa da bir döngü içindeydi; gece gündüzü takip ediyordu, siyah beyazı, barış savaşı takip ediyordu. o halde beni mutsuz kılan şey de, mutlu kılan şeyi takip edebilirdi pekala. her ne kadar beni mutlu edenle mutsuz eden aynı şey de olsa, zaman farklılığı ve kişi olarak benim üstümde yer alması bir döngü olarak değerlendirilebilirdi, ki herakleitos bunu şöyle dillendiriyordu; "ateşin ölümü havanın doğumudur; havanın ölümü suyun doğumudur." (76) yani beni mutlu eden şey olmasaydı, ben mutsuz da olmayacaktım; gece olmasaydı gündüz de olmayacaktı. o halde şöyle bir durum ortaya çıkıyor; ben mutsuzluğu isteyemem, onun varlığını reddedemem çünkü buna muktedir değilim ve onu reddediş mutluluğu da ortadan kaldırmak manasına gelir, bu da işime gelmez.
    yani 'doğa ya da var olan' a göre konuşursam; olan şeyler, 'başka olan' karşıt şeylere -birbirlerine zıt olanların - muhtaçtır, onsuz olamaz, onsuz kendi doğasını yaşayamaz. farklı bir şey olurdu karşıtı olmasaydı, o durumda başka bir karşıtı olurdu. işte mesele bu; problemimi çözmüş de sayılmıyorum aslında, zira bir uyum sorunu, yani gece ile gündüzün, beni mutlu kılan şey ile mutsuz kılan şeyin uyumuna ya çomak sokulursa?
    yani acı eşiğini atlatırsam; ve mutsuz olmam gereken yerde ben bu hissimi yitirirsem; hatta daha mutlu olursam? ya da geceler uzarsa, gündüz olmazsa? hayatın sadece geceden ibaret olduğunu düşünün, bütün yıldızlar parlatıyor geceyi, aydınlatıyor fakat hepsi aynı anda gelip, aynı anda gidiyorlar. burada da bir zıtlık yok mu? yıldızlı gecenin zıddı yıldızsız gece olabilir mi? benim aydınlanmam ile aydınlanmamam karşıtlık olarak değerlendirilebilir mi?

    'aynı şeydir yaşayan ve ölen, uyanık ve uyuyan, genç ve yaşlı. çünkü sonrakiler öncekilerle, öncekiler sonrakilerle yer değiştirir.' (88)

    felsefe soruların ilmidir, soruları sorup kaçabilirim ve bu önermeye sırtımı dayayabilirim, cevaplar kimin umrundaki; bir düşünün düzen bir'dir, yani yer değiştirenler bir'dir, bir'i oluşturur, başlı başına bir'dir. birçokturlar ama bir 'dir.
    yıldızlar aydınlatır, yıldızlar aydınlatmaz bu da bir'dir, çünkü önce aydınlatıyorlar, sonra toplu halde çekiliyorlar, gidiyorlar. o halde bu bir'dir.
    'doğa ya da var olan' bu birlikten oluşur. benim karakterim, benim yaşamım zıtlıklardan oluşur.
    nietzsche 'nin dediği gibi, 'en çelişkili adam en bilge adamdır.' bunu söylerken dengesizliğe vurgu yapıyor fakat, bu dengesizlik bir 'dir, bir bütün'dür, 'dengesizlikler' olarak görülen, parça parça bölündüğünde de aslında başka zıtlıklar doğuran bu bütünün varlığı insanın umududur bence.
    düşünsenize; sizi en mutlu eden şey artık hayatınızda yok, o halde bu son değildir ki, bu bir başlangıç da değildir, bu sizin mutluluğunuzla, mutsuzluğunuzun bütün halde durması, bir olmasıdır, metapesonta yani yer değiştiren şey'ler, birbirleri olmadan olamazlar. mutsuzluk olmasaydı mutluluk olmazdı, o güzel gülümseme olmasaydı, o güzel gülümse olmadığında oluşan boşluk ve huzursuzluk da olmazdı, belki huzursuzluğun yok edilmesi için, o gülümsemeyi de kafadan silmeyi tercih edebilirsiniz, ama buna ne gücünüz var, ne de bir 'liğin natura'sı, yani doğa ya da var olan durumu buna izin verir.

    içinizde veya dışınızda olan ne varsa, biraz da kaybettikleriniz ve olmayan'ların sonucudur, bir de bu gözle bakınız. nimium ne crede colori yani vergilius 'un eclogae 2. 17 de dediği gibi; 'renklere fazla güvenme'yin, hepsi var olan'la yok olan'dır aslında.
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap