7 entry daha
  • stoacı bilge için nihil mirari yani hiçbir şeye şaşırmamak durumu doğa'nın ya da var olan 'ın ta kendisidir, virtus 'udur, takip edenler biliyor, defalarca söyledim.
    aslında bu deyiş, platon 'la çatışmaktadır. zira şaşırmak ve felsefenin bundan başka bir ilkesi zaten yoktur. hatta felsefe bizzatihi soruların ilmidir, cevaplar için başka kaynaklar vardır yeteri kadar. hatta platon, sokrates 'in savunması nda zaten ideal olan'ı madem sunmaktaydı; e zaten sokrates 'i yargılayan mekanizmanın asli suçlaması; sokrates 'in sorgulamasi, tanrısızlığı, gençleri para karşılığında eğittiği değil miydi?
    hatta sokrates tümüyle hepsini sorguluyordu aslında;
    atina'da demokrasi ile felsefenin sarmaş dolaş olduğu, ya da birbirini didiklediği yıllarda sofistler arasında iki düşünce çatışıyordu: bunlardan birine göre insanlar doğuştan iyi ve eşittirler; toplumun kötü düzeni onları bozuyor; güçlüler güçsüzleri eziyor; kanunlar güçlülerin elinde güçsüzlere karşı bir silah oluyor. öteki düşünceye göre ise, insanlar doğuştan ne iyi, ne de eşittirler. yalnız güçlü ve güçsüzler vardır; güçlünün güçsüzü yönetmesi, ezmesi tabiat gereğidir ve doğrudur; insan haklı olmaya değil, kuvvetli olmaya bakmalıdır. bu iki düşünceden biri daha çok atina, öteki daha çok sparta devletinden örnek alıyordu. biri daha çok halkçıların, öteki daha çok aristokratların ya da zenginlerin ekmeğine yağ sürüyordu. sokrates her iki görüşe de muhalifti, sorgulama taraftarıydı. o devletin başına en akıllıların gelmesini istiyor, nerede olursa olsun, yalnız akla uygun olanı arıyordu. ne var ki, içinde yaşadığı atina demokrasisinin akla uymayan tarafları çoktu. sokrates de aklının dikine gittikçe durmadan düşman kazanıyordu.

    sokrates herkesin başa geçme hakkını doğru bulmakla birlikte başa geçenin en değerli yurttaş olmasını istiyor, devleti çoğunluğun değil, seçkin bir azınlığın yönetmesini istemiş oluyordu ki, bu da bir yandan halk çocuğunun bilgisizliğini yüzüne vurmak, öte yandan kendilerini en değerli azınlık sayan aristokratratların ve zenginlerin halk düşmanlığını ister istemez haklı çıkarmak demekti. (devlet, önsöz, sebahattin eyuboğlu - mehmet ali cimcoz - 1958) görüldüğü gibi sokratik bir sorgulama, kuşkucu tavır, şaşırmayı, felsefenin de özüne koymaktadır. platon 'un theiatetos 'unda; iris 'i thaumas 'ın kızı yapan kişi, soykütüğünden anlayan biridir. (155 d.)
    jean brun, işte bu noktada; yani stoacı kayıtsızlığın bilgeliği ile, şaşmanın bilgeliği arasındaki makhe durumunda, büyük üstadım, hayatımın erkeği, atın boynuna sarılan adam, yaşlı kadından kadınlara yönelik hakikatini alan adam (bkz: kadinlari cozdugunu sanan kadinlar/@jimi the kewl) nietzsche 'nin sorgucu sokrates'e saldırgan çözümlemelerine başvurur.

    nietzsche için, asıl eski yunan felsefesi, sokrates öncesi filozoflarla başladı. cengiz çakmak hocam da az bastırmaz bu konuda. hatta ömer naci soykan üstadımıza "sizinkiler mahvetti" diyebilmişti. (bkz: 27 nisan 2006 navisalvia toplantisi) (bkz: mythos tan logos a yolculuk) nerede kalmıştım; ha eski yunan felsefesi, sokrates öncesi filozoflarla başladı ve onlarla bitti.. "sokrates'le birlikte birşey değişmiştir." (nietzsche, la naissance de la philos. a l'epoque de la tragedie grecque, fr. çev. g. bianquis -gallimard, 1938-, s.19 ; jean brun, le stoicisme, çev: medar atıcı, iletişim yay., sf:111) sokrates'ten önce gelenler varlık sorununu zaten ortaya atabilmişlerdi, bunu başarmışlardı, trajik bir elemeden geçirmişlerdi; bundan dolayıdır ki; bilimin yapıtlarıyla bir alakası olmayan fakat kendisini biçimlendiren, çevreleyen aynı anda hem yakın hem uzak olan doğayla yüz yüze gelen insanın bu şaşkınlığının, şarkıyla (bkz: carmina) ortaya konduğu ezgileri, doğa ya da var olan başlığı altında incelemişlerdi.
    heidegger 'in daha sonra söyleyeceği gibi; sokrates öncesi filozoflar, ayakta kalmayı, varlığın aydınlığında aradılar. hakikat nedir sorusu, onlar için pozitivist düşünselciliğin yüzyıllarından sonra bizim için, düşüncenin mantıksal uygunluğuna ya da özne ve nesne arasında doğrulanabilir bir bağlantıya dönüştüğü haliyle cevaplanamazdı; yoksunluk belirten a eki ve saklı olma anlamına gelen lanthano 'dan oluşan aletheia sözcüğünün gösterdiği gibi; varlığın örtüsünün açılmasıydı yalnızca.

    nietzsche, "bilim insanı, bilimlerin uzmanlaşmasından da habersiz olan bu çağa yabancı biridir." (a.g.e., s.22) demekte haklıydı. aslında burada durum biraz şekilleniyor, yani bu güzide entirimin konusu, yönü belirleniyor; zira bilim insanının çağa olan barbarlığı, hemen heyecanlanmayın efendim; barbarlık kelimesini, yunanandaki manasıyla; yabancı manasıyla aldım; yabancılığı biraz da insanın doğasından ötürüdür.aslında aklın egemenmiş gibi göründüğü bu çağda;mutlak kabul edişlerimiz, zorunda kalışlarımız aslında bizim çok çok dışımızdaki tercihlere dayanmaktadır; örneğin hayvanların doğumlarını ele alayım; tabi ekşi sözlük'te böyle bir başlıkta konuyu işlerken; kaç kişinin umrundadır hayvan doğumlarından yapacağım örnek merak ediyorum; hayvan çevresine doğar, çevresinde doğar. kutup ayısı yaşayabileceği ortamda doğar; tırmaşık kuşu ağaç kabuklarının altını tercih eder, yuvası, ters çevrilmiş ince koni şeklindedir ve ağacın kabuğu ile gövdesi arasındaki ince yarıklarda kuruludur. (giovanni g. bellani, "quand l'oiseau fait son nid", s.79 ; http://www.hayvanlaralemi.net/) kimi su kaplumbağaları yumurtadan çıkar çıkmaz; suya doğru gitmeye yeltenirler, içgüdüleri gereğince yaşamalarının yolu, çaresi suya doğru gitmektedir. veya doğaya uygun kaçışları vardır hayvanların; örneğin dünyanın tropik bölgelerinde yağmurlar sele neden olduğunda, su yükseldikçe suda boğulmaktan korunmak için bazı karıncalar bedenlerini birleştirip, bir çeşit kayık şeklini alırlar. karıncalardan oluşan bu kayık suda giderken, sürekli olarak top gibi yuvarlanır. böylece, bütün karıncalar sırayla biraz suda kalıp, biraz da nefes alabilmeleri için dışarıda kalmış olurlar. (zoobooks, animal wonders, ocak 1998, vol.15 n.4 , s.10) bitkilerdense deniz üzümü sadece kurak bölgelerde yetişirken, dereotu nisan-haziran ayları arasında, sarımtrak renkli çiçeklerle açar. bunlar örnektir; ne kadar canlı varsa; doğaya uygun (bkz: secundum naturam) doğar, gelişir, korunur, yok olur. doğayla uyumu kendiliğindendir; doğanın kendiliği ise bir çemberdir; herakleitos 'a göre; çemberin çevresinde başlangıç ve son ortaktır. (herakl., fragmanlar, 103) yani kosmos anlayışı zamansaldır. çemberdeki başlangıç ve sonun ortak olması kozmik düzenin ebedi ve ezeli bir dönüş içinde bulunması anlamına gelir. kozmik düzen içinde buluna hiçbir şey kalıcı değildir. sürekli olarak ölüm ile yaşam, bolluk ile kıtlık, yaz ile kış yer değiştirir, ama kozmik düzenin kendisi her zaman var olmaya devam eder. (a.g.e.) peki o halde bu çemberde; çevresine doğan (ve orada yaşayan) hayvan ve bitkilerden farklı olarak insan nerededir? insan çevresine doğmaz mı? kanımca insan da çevresine doğar; ama bunu salt çevre olarak tanımlayamam; şöyle söylemeliyim; insan 'kültürel çevresi'ne doğar. yani hayvanlardan ve bitkilerden farklı olarak; dünyaya gelir; yani dünyanın herhangi bir yerine de gidebilir, dünyanın herhangi bir yerine gidebilme yetisine sahip insan'ın, nasıl oluyor da çemberdeki rolü hayvanlarınkinden ve bitkilerinkinden farklı olmuyor. o halde burada farklılıklara rağmen; hem de doğal ve lojik farklılıklara rağmen oluşan bir'lik durumu bir hakikattir. (bkz: rasyonel dunyada en az bedelle en fazla mutluluk)

    insanın doğasından , bilim adamının çağa neden uzak kaldığına dair parıltılar elde edebilmekteyiz; o halde sokrates öncesi filozofları, modern bilimsel uygarlığımızın, henüz acemi uzak ataları diye gören örneğin l. brunschvicg (les etaples de la philos. math.; j. brun a.g.e.), düşün sistemlerine karşı pos bıyıklı üstadın bir savaş açması gerekiyordu, cengiz hoca 'nın da banyo küvetinde balık avlamak mevzuunda, söz konusu deliyi sorguya çeken akıl doktorunun rasyonel dünyadaki baskıcı karakterine isyanı da dahil olmak üzere karşıt bir sokrates öncesi -asıl- felsefi argümanların savunuculuğu söz konusudur. mythos'unu yitirmiş modern'in, kırık sandalyesine oturmaya çalışan hantal ve iri kıyım, biçimsiz postmodernist sistem ise trajedinin bir başka boyutunu teşkil etmektedir. burger king, osmanlı usulü köftelerini, amerikan makinelerinde, türk işçilerinde pişirtirken, ne farkı var bu liberal ve rasyonalist sistemin, sokrates öncesini tukaka ilan edenlerin pespayeliğinden? postmodernist karmaşanın yarattığı kaotik çözülmeleri ibretle izleyedururken biz, beri yandan sokrates öncesi filozoflarda, kendilerine göre verimli olabilecek yanını altını çizmeye ve mitolojiyi önemsiz ya da "mantıköncesi anlayış" diye ele almaya yönelenler olacaktır ki, bu travmatik bilinç, bilim yoluyla, medeniyet için kızılderililere hastalıklı battaniyeler verecektir, o ayrı, fakat bu travmatik bilincin, bilim yoluyla, tarihi için, bir kalkış noktası olarak değerlendirilemeyeceği de aslında aşikardır. (j. brun, a.g.e.)

    nietzsche, sokrates'i, erdemin bir bilgi olduğu ve ancak bilgisizlik yüzünden günah işlendiği fikrinden sorumlu filozof görür. nietzsche, sokrates'e saldırır sorgucu olduğu için, ama akendisi de sorgucudur. ortak yönlerinin olduğunu bilir nietzsche; "itiraf etmem gerekir ki sokrates, bana o denli yakın olduğu için,ona karşı, nerdeyse durmaksızın savaşıyorum." diyebilmiştir. (nietzsche, a.g.e. s. 208) hatta eleştirilerinin çoğunun haksız olduğu bile söylenebilir, söylensin ama açımlar yaratılıyor, sorgunun sorgusu soğuk bir açı yaratıyor, serin fakat yeni.
    cengiz hoca 'nın, hocası ömer naci soykan 'a "mahvetti sizinkiler" dediği gibi; nietzsche 'ye göre; platon'dan beri filozoflarda özsel bir şeyin eksikliği vardır. büyük yalancı veya büyük melez hangisi hoşunuza gidiyorsa; platon, herakleitos 'tan ve pythagoras 'tan birşeyleri saklı tutan'dır.
    hindistan'dan çıkma ruhun göçtüğü düşüncesiyle, kosmosun kanununu ileri süren milet öğretisini birleştiren pythagoras, kosmik hareketin öncesiz-sonrasız çemberine şimdi insan ruhunun tunçtan, hiç şaşmayan bir kanuna uyarak çeitli insan ve hayvan şekillerinden geçerek aynı şekle dönüşünün çemberini kuruyor.
    doğudan aldığı diğer şey de; öğretisinin karşıtlıkları dünyanın kurucu ilkeleri olarak gören ikinci esaslı düşüncedir. bu düşünce, iran'dan gelir. (walther kranz, antik felsefe, sf:41, çev: suad y baydur) "bir gün gelecek ben elimdeki bu değnekle yine karşınızda ders vereceğim." diyen pythagoras 'tan platon 'un hem de herakleitos 'la birlikte birşeyler kapması, melez bir düşün sistematiğinin ta kendisi haline gelmesinden bahsederken; herakleitos 'un bizzat pythagoras la ilgili fikirlerini de gözardı etmemek lazımdır; hani fragmanlar çevirisine sert bir eleştiri gelmişti de , burada yaldızını döküvermiştik ya; fragmanlar/@jimi the kewl işte bakın bir kez daha bir sorunla karşılaşıyoruz, herakleitos 'un pythagoras 'la ilgili görüşlerini içeren fragmanlar diels 'e göre sahtedir. örneğin 129: "mnesarkhos oğlu pythagoras insanlar arasında en fazla araştırma yapmış kişidir. o kendi bilgeliğini bu incelemelerden seçtikleri üzerine inşa etmiştir. çok şey bilmek kötü sanattır." dediğim gibi diels 'in sahte kabul ettiği bu fragmana güvenmek yerine, sadece aklımızın bir köşesinde, herakleitos'a bu ifadenin yakıştırıldığının en azından garantisini hissedelim. ve biz tekrar konumuza dönelim; platon işte bu iki (herakleitos'la ilgili çok bahsettim, çok entiri girdim, o yüzden ayrıca bir bilgi sunumuna bu entiride gerek duymadım. inen ve çıkan yl bir ve aynıdır - kendimi keşfettim - her şeyi yıldırım yönetir - fragmanlar/@jimi the kewl - herakleitos/@jimi the kewl - güneş her gün yenidir - hybris/@jimi the kewl) platon bu melezliğine ayrıca; erdemin bilgide temellendiğini öne süren sokratesçi fikri de katmış. ve nietzsche burada yakınır işte; empedokles'in, herakleitos 'un, anaksimandros'un yapıtlarından yoksun bırakan kötü yazgıdan yakınır, bunun karşılığında "biz, stoacıların, epikuroscuların ve cicero 'nun yazılarıyla ödüllendirildik." (a.g.e. s:39) der. stoacılar, herakleitos'u "aonun, evrenin oyununa ilişkin temel estetik kavrayışını, evrenin düzeni açısından sakınımlılığa indirerek" açıklamış ve yavanlaştırmışlardır; özellikle de, elbette insanların çıkarlarına ilgi göstermişlerdir; öyle ki, onun fiziği, bu kafalarda, ona buna durmaksızın "plaudite amici" (dostları alkışlayınız) buyruğunu veren kaba bir iyimserliğe dönüşmüştür. (nietzsche, a.g.e. 71; j brun, a.g.e. sf:113)

    nietzsche 'nin trajik kaderi de, yakındığı bahisten pek farksız da değildir esasında, zira 'nietzsche, "yaşamaya sirtini donmuş bilim adamlanm kapi dişarı etmek gerekir" derken, yaratici soluğunu yitirmis bilim adamlarını kastediyordu. bilimi kabuklastirmis, çekildiği bu kabuğun içnde ünlu, unvanlı, alımlı, çalımlı yasayan, kabuğun dısına çikmayi bilimdisi sayan, buna dayanamayan, kendisini üretecekken kendisini tüketen, bir orta çag adami gibi yasarken kendisini aydin sanan insandir bu nietzsche'nin sozünü ettiği.' (atilla erdemli, insan ya da trajik olan, navisalvia 2004) oysa ahlaksallaşan görülerine rağmen, en büyük yafta yapıştırılmıştır: ahlaksız nietzsche. sorgucu ve daimoncu sokrates 'in tanrısız olduğunun iddia edilmesi ve suçlanıp mahkemeye çıkarılması gibi, trajik bir şekilde nietzsche deyargılanıp mahkemeye çıakrılmıştır, yargılayan kilisedir, ahlakçılardır, akılcılardır, mythosunu yitirmiş fakat bunun eksikliğinde olup olmadığını bile bilemeyen konumlarında olanlardır, tanrı öldü mottosuna sırtını dayayan, birikimsiz ateistlerdir. atilla hoca 'nın bu trajik yazgıya bakışı ise tek kelimeyle enfestir:
    'nietzsche 20. yy.'ın başında öldüğünde, insanlık, barbarlignii örten maskelerinin pek cogunu henüz cikartmamişti. iki dünya savaşına, gaz odalarından atom bombasina degin bircok yontemle gercekleştirilen toplu öldürmelere, bu iki savasın dogaya ve insana getirdiği yikimlara ve 20. yy. boyunca sürüp 21. yy.'a atlayan bolgesel savaslarda, bu yikimlarin onlara, yirmilere katlanısına; insan yasamini ayakta tutan değerlerin paramparca edilisine, barbarliğin en uygar giysiler içinde siritarak ortaya cikişina tanik olmamişti. eğer insani asagilayan bütün bu olaylara nietzsche tanik olsaydi, sanıyorum "tanrı öldü!" diye bagirmazdi; "öldürün şu yeni tanrıyı! yok edin şu yeni dinin mabetlerini! tutuklayin müritlerini!" diye haykirirdi. o haykırırken, öldürülmesini istediği yeni tanrı, tutuklanmasini istediği müritleri ile ona en trajik cezayi verirdi: dünya barış odülü.'

    stoacılıkla birlikte bilgi insancılığı denebilecek olanın doğuşunu kabul etmek gerekir, zaten modern felsefenin yargı filozoflarının az çok açık bir biçimde stoacılığa başvurmuş olması yeterince anlamlıdır. stoacı için, bilge kişi, aklın yazgısına aydınlık bir biçimde boyun eğendir, bu gizemden ve teolojiden sıyrılmış fikir, çağdaş pozitivist insancılığın temelinde bulunur. bilge kişi, yani aklın yönetiminde yaşadığı için özgür olan insan, kendisine tutarlı ve yaşanılır bir evren kurmasına yol açacak olan tek şeye, doğanın ya da tarihin akla uygun yasalarını tanımaya bağlanır. özgürlük denecektir. doğal ya da tarihsel olarak nitelenen belirlenimciliğin anlaşılmasına dayanır: öyleyse bilge kişi, sonuçta bilim insanıdır. (brun, a.g.e. s.113-114)

    brun'un vardığı sonuç bu, nietzsche ters köşede, herakleitos öbür köşede, platon zaten melezdi, pythagoras yalancının teki, cicero 'yu okumak zorunda kaldık, jimi dağıldı, stoacı adam, bilim insanına dönüştü.
    oysa bu tam bir kıyımdı.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap