8 entry daha
  • tamamen yanlış olsak bile (ki öyle değiliz elhamdülillah) tutarlı olalım, ciğerinizi yiyelim düsturundan hareketle, fazla sapmadan to have and have not üzerine tartışmayı iki kanala ayıralım. ilki hawks'ın genel duruşu üzerine ve ikincisi o duruştan hareketle bu film üzerine.

    evvela hawks'a bakalım mümkün mertebe. hawks'ın filmlerinde bir erkek dünyası yarattığını fakat kadınların da bu dünyaya girdikçe erkeklerden geri kalmadığını, her türlü laf ebeliği yapıp entrikalara aynı şiddetle cevap verdiklerini söyleyebiliyoruz. bu bakımdan hawks, seksist avına çıkmış sinemaseverlere diğerlerine nazaran daha az hedef teşkil ediyor. his girl friday'de, bringing up baby'de, gentlemen prefer blondes'ta ve hatta hatari'de kadınlar hiç olmadıkları kadar işin içinde, femme fatale'ın gerektirdiğinden daha aktif olarak bulunuyorlar. to have and have not için de geçerli bu durum, lauren bacall olsun, adadan kurtulan kadın olsun polemiğe girmekten zerre geri durmuyorlar, hatta etliye sütlüye karışmayan adamları bile yolundan çevirip sataşıyorlar. laf sokmaya determine olmuşlar, öyle senarize edilmişler. o halde hawks'ın içerik anlamında benzer bir tutumu olduğunu söyleyebiliyoruz, bir bakıma. çünkü filmlerinin hepsi muhakkak böyle değil. red river değil misal.

    film gramerindeyse bir tutarlılık gösterdiği, kendine has cutting planning düsturları olduğu söyleniyor. şimdi uslup denen mefhumla birlikte estetiğin dalgalı, şaibeli sularına doğru açılıyoruz ama laflarımız hazır. denmiş ki, hawks şu noktalarda cut yapar burda böyle plan keser, seyirciyi abandone etmez, o halde nasıl olur da onu üslupçu kabul etmeyiz, anlamıyorsan sende bi sorun var. şimdi hollywood'un kenarda köşede kalmış yönetmenlerinden sam wood'u örnek alalım ya da çağdaş yönetmenlerden joel schumacher mevzubahis olsun, filmlerini incelediğimizde tutarlı bir film grameri görsek, action olsun, romance olsun, dramatik sahneler olsun bunlara hep benzer bir teknikle giriştiğini ispatlasak coel şumaher üslup sahibi bir yönetmen mi olacaktır? bunu diyen adama odunla girerler. aksiyon sahnelerini öyle çekmek ki seyircinin kattiyen afallamamasını sağlamak nasıl geçerli bir argüman kabul edilebilir? bugün seyircinin talep listesinin en üst sırasındaki aksiyon sinemasını seyirci nezdinde izlenir kılan şey aksiyon sahnelerinin mükemmel bir uyumla çekilmiş olması sayılamaz, vin diesel filmleri, bir xxx veya steven saegal filmleri o muhteşem suhuletle çekildiği için değil bizatihi aksiyonu, patlamayı, kanı, sumsuğu zönk diye beyne indirdiği için izlenmektedir. aksiyon seyircisinin sinemadan böyle bir tutarlılık talebi olmamıştır.

    o halde içerik anlamında tutarlı olmasının yanısıra sentaktif manada bir devamlılığın da bir üslup yaratması söz konusu değildir. üslup nedir? bu sorunun gerçek, normatif ve nesnel bir cevabını vermek kolay değil ancak bir hitchcock üslubundan, tarkovski'den, bir antonioni üslubundan, polanski'den, godard'dan, fellini'den, wong kar wai'den söz edebilirken bir howard hawks bu üslupçular arasında değildir, yakın bir gelecekte de olacağa benzememektedir.

    to have and have not'a gelirsek bu filmin alenen ve göz göre göre bir taklit olduğunu söyledik, casablanca bir auteur işi olmadığı için taklit sayılamazmışı geçiyorum, bunun bogart'ın veya lorre'nin hep benzer karakterleri oynamasıyla uzaktan yakından bir alakası olamaz. bir oyuncuya sürekli aynı rolü oynatmanın, ona bir persona yüklemenin seyircinin beğenileriyle doğrudan alakası vardır, bir bogart filminin aşağı yukarı ne vaadettiği bellidir ve casablanca'yı sevmiş bir seyirci yine aynı adamı, aynı performansı izlemeye gidebilir ama aynı filmi izlemeye değil! remake olur, taklidi kendisini aşar belki ama to have and have not'ın casablanca'yı çok sathi şekilde taklit ettiği açıkken ve özel bir sinema sunmazken iyi bir film olduğu iddia edilemez. to have and have not'ta her şey yüzeysel bir kere. plot intihaldir, walter brennan'ın sahne doldurmaya yönelik cast'ı hemen hemen işlevsizdir, alman polis şefi 3 kollukla dolaşıp özellikle final sahnesinde kolaylıkla abandone edilirken seyirci aptal yerine konmaktadır ve bogartla bacall hobaa diyerekten kaçarlar adadan. herhangi bir film saymamak için ortada ciddi bir neden yoktur ezcümle. ama o kör olası inat, o taassup, ne geliyorsa başımıza ondan geliyor zaten.
23 entry daha
hesabın var mı? giriş yap