8 entry daha
  • 56 yapımı robert wise 'ın yönetmenliğini yaptığı troya filmi.
    odak noktasını helene ve paris'in aşkı olarak belirlemişler; tıpkı joseph l. mankiewicz 'in 63 yılı cleopatra 'sında marcus antonius ve kleopatra aşkının mevzubahis edilmesi, altının çizilmesi gibi. ve adım gibi eminim ki büyük bütçeli bir aeneis projesinde aeneas ve dido aşkı gözümüzün içine sokulacaktır. eh kentler yıkılıyor, altta derin felsefeler var, doğu ile batının, yunanistan barbarlığının, emperyalist kaygılarının pisliği var, troya ve akha karşılaşmasında, aslında athena ile aphrodite çatışması söz konusu, ama hepsi bir kenara onca görkemli sahne sonunda, helene 'nin, ölmüş sevgilisine "yaşanmış şeyler kaybolmaz değil mi paris?" diyerek seslendiğini görüyoruz, filmin odak noktası aşk olunca tabi, ki her dönem aşk konusu insanların ticari emellerine ulaşmalarında kullanılıyormuş demek, cepler doluyor, sıkıcı troya savaşı (!) ve tanrıçaların çarpışması boşveriliyor.
    hızlı hızlı filmle alakalı konuşup, işin dinsel felsefesine gireceğim;
    troya'da tıpkı hesiodos 'un çağlar efsanesinin ilk aşaması olan altın çağını andıran bir mutluluk hakimdir. herkes işinde gücünde, barış içinde, refah içinde yaşamaktadır. fakat troya sarayında, bir tek paris, dışa açılımdan yanadır. onun dışında herkes bu halden memnundur, ne var ki paris 'in yunanistan'a işbirliği/barış teklifi götürme isteği, tüm muhalefete rağmen (örneğin savaş meaklısı polydorus, kendisine gelecekten sahneler gösterilen cassandra gibi) babası priamus tarafından kabul edilir. hatta paris 'in tanrılar içinde bir tek aphrodite 'e tapındığının athena 'yı ihmal ettiğinin söylenmesi bile kendisine gelen muhalefetlerden biridir. şüphecilere göre; paris birileriyle barış yapmadan önce athena ile barışmalıdır. zira olması gerekeni kimse değiştiremez, tıpkı ölümlü hercules 'in tanrılar katındaki krallığının, hera'nın tüm çabasına rağmen engellenememesi gibi. aslında şüphecilerin paris'in aphrodite sevdası üzerine söyledikleri doğru gibidir. zira yunanistan'da paris, helene ile ilk karşılaştığında aphrodite ile karşılaştığını sanmıştır, o derece estetik ve güzelliğe meraklıdır. zaten estetiğin ve güzelliğin merkezi de bir nevi yunanistan değil midir? paris 'in kaderi işte burada, sadece troya'ya değil yunanistan'a da barış götürmek istediği anda çizilmiştir. (bkz: sadece türklere değil rumlara da barış götürmek) *

    bu arada yunan kralları (agamemnon, menelaus, odysseus, achilles) toplanmışlar ve troya'ya saldırmak için ahlaki bir sebep aramaktadırlar. oysa herkes farklı düşünmektedir; agamemnon, altın ve liderlik peşindeyken, menelaus 'un kafası karışıktır, zaten düşünebilecek kadar akıllı biri de değildir, hafif salaktır, odysseus zaten karısının ve çocuğunun yanından koparılmış ve bu konseye getirilmiştir, savaş onun kurnazlığı içindir, kurnazlığıyladır fakat pek de umrunda değildir, achilles'e gelirsek, onun için savaş, şandır, şöhrettir. kişisel şanı için savaşır. fakat bütün bunlar ahlaki bir sebep doğurmaz, hepsini toplasanız bir tane sebep çıkmaz, o halde yunanistan meclisine fütursuzca gelip, troya'nın barış isteğini sunan paris 'in, menelaus 'un karısı helene'ye aşık olması ve onu kaçırması tam da bu dönemde imdatlarına yetişir, artık ahlaki bir sebepleri vardır; helene'yi kaçıran troyalı prensin peşinden gidip troya'yı yakıp yıkarak, altınlara konacaklardır. zira helene'nin kaçırılması demek, tüm yunan kadınlarına tecavüz demektir. kışkırtıcı agamemnon, kardeşi menelaus'u daha da gazlayarak, troya 'ya karşı resmi bir savaş kararı almasını sağlar. işte burada belirtmeliyim ki; filmde çizildiğine göre; menelaus daha ön plandadır. diğer troya filmlerinde özellikle son wolfgang petersen'in troy unda bile; agamemnon daha ön plandaydı, hatta homeros'da da öyledir, menelaus silik bir karakterdir, bu filmde de öyle ama sonuçta odak noktası helene ve paris 'in aşkı ve kaçışı olunca, doğal olarak bu salak ve silik karakter de kötü bir şekilde odak noktasına serpiştirilmiş oluyor. agamemnon ise salt liderlik, altın ve emperyalist kaygılar güden perde arkasındaki kişi oluveriyor.

    bir kralın adam öldürmesi adalettir yunan düşün sistematiğinde. en azından menelaus 'un zikrettiği bu, filmde. böylesi güç ve yetki sahibi bir yunan liderin, çirkinliğini de hesaba katmalıyız, güzel karısını böylesi yakışıklı paris'e kaptırmış olması aslında kişisel bir acıdır. onun kişisel acısıyla, abisinin emperyalist kaygılarına bir de achilles 'in şan şöhret sevdasını, odysseus'un kurnazlığını eklediğinizde kocaman bir batı ordusu zaten oluşuyor. hele ki; paris in barış umuduyla gidip, düşmanlığı daha da körükleyerek, troya'ya taşıması düşünülünce troya savaşı kaçınılmaz oluyor. batı, doğuya saldıracaktır. işte bu saydığım sebepler savaşın sebebidir. homeros 'da geçen tanrılar arası ihtiraslar bu filmde yok, hatta savaşın bizzat sebebi olan paris 'in tanrıçalar arasındaki tercihi de yok, film olabildiğince insani bir çerçevede tutulmuş, bu açıdan homerik şiirden uzaklaşılmış, bu rahatsızlık verici benim için, ama yine de kurgu tümüyle başarısız denilemez. hele ki daha sonra roma 'nın atası olacak aeneas 'a neredeyse hiç yer vermeyen onca troya yapımından farklı olarak ona baya bir yer ayırması filmin artılarından. (filmde aeneas'ı ronald lewis canlandırmış.)

    paris'in içinde ikilik oluşuyor; birincisi yurdu için barış istemesi, ikincisi bu ilkini reddedecek, ortadan kaldıracak olan helene'ye duyduğu aşk, işte bu ikiliğin kendisi troya'nın yıkımını getirecektir, hatta bizzat cassandra'nın evvelden olacakları görmüş olmasına rağmen.
    bu ikilik troyalılar içine de yayılıyor, troyalılar helene'nin troya getirilmesine karşıdırlar, tepki koyarlar hatta bir ara sarayı taşlarlar. zira bilirler ki; helene 'yle birlikte, yunan ordusu da yakın zamanda gelecek ve huzurlarını bozacaktır. savaş başlayacaktır. paris'in uçkurundan dolayı bu güzel kent yıkılacaktır. troya 'da helena 'nın da içi rahat değildir. böylesi bir yıkıma sebep olmuş olması bir kenara, paris 'in ailesi tarafından kendisinin ve paris 'in hor görülmesi de onu üzmektedir; (hatta priamus 'a göre, paris troya'ya utanç getirmiştir barışı silerek.) ama aşk, aşk vardır içlerinde, tek geçerli sebepleri budur. hatta helene bir yerde der ki; "ey paris, içindeki aşk isteyen çocuk hiç büyümesin."

    geri kalan hikayeyi biliyorsunuz, görkemli sahneler eşliğinde, çarpışmalar, tahta at ve yanan troya. ben entirinin bundan sonraki bölümünü bir felsefeye ayırmak istiyorum izninizle;
    aslında bu çatışma tanrışa athena ile aphrodite arasındaki çatışmadır.
    filmde üzerinde çok durulmuyor yukarıda da belirttiğim gibi.
    önce athena 'yı incelemek istiyorum;

    zeus olympos tanrılarının egemenliğini kurduktan sonra ilkin okeanos kızı metis tanrıçayla birleşir (tab. 9). metis yunanca akıl, us, düşünme gücü demektir. tanrılar tanrısının kendine ilk eş olarak metis'i seçmesi anlamlıdır, ama onu gebe bıraktıktan sonra dölüyle birlikte kendi gövdesine alması daha da derin bir anlam taşır: akıl gücü ve ancak onun aracıyla elde edilebilen dünya egemenliği baştanrıdan ayrılamamakta, ürünleri de ancak onun kafasından çıkabilmektedir. bu kavram ve düşünceyi şöyle dile getirir hesiodos (theogonia 886 vd.):

    "tanrıların kralı zeus ilk eş olarak
    metis'i, bilge tanrıçayı seçti kendine.
    metis en çok şey bilendir
    bütün tanrılar ve ölümlüler arasında.
    ama bu tanrıça tam doğuracağı sırada
    çakır gözlü athena'yı.
    zeus toprağın ve göğün öğütlerine uyarak
    sevdalı sözlerle aldatıp eşini
    yuttu, gövdesinin içine aldı onu."

    athena, zeus'un kafasından silahlı ve elinde kargısı olarak çıkmıştır. bu da gösteriyor ki; aynı zamanda savaşçı bir karaktere de sahiptir. ilyada'da athena bir savaş tanrıçası olarak çıkar karşımıza, ama taraf tutar, akha'lardan yanadır, achilles, diomedes, odysseus ve menelaos'u her fırsatta korur, troya'lı yiğitlere karşı pis pis düzenler kurmaktan hiç çekinmez. aslında çirkin bir rol oynar ilyada'da, bu erdem tanrıçası hiç haktan yana görünmez, davranışları hep hırs ve tutkuların etkisiyle olur: athena'nın hera ve poseidon'la birlikte babası zeus'u nasıl zincire vurmak istediği anlatılır (i, 400), sevmediği, kendisine rakip gördüğü aphrodite ve ares'e karşı tutumu insafsızdır, yenilip yaralanmalarına yardım eder, sonra da yüksekten bakar onlara, babası zeus karşısında da atıp tutar, onu eleştirmekten çekinmez: akhilleus'la hektor arasındaki savaşta ölüm kurasını çekecek olan zeus'u şöyle etkiler (il. xx1i,127 vd.):

    "ne diyorsun kara bulutlu babam, ak yıldırımlı
    kaderi çoktan belli, ölümlü bir adamdır bu,
    kaçırmak mı istersin onu canlara kıyan ölümden?
    yap yapacağını ama, biz tanrılar
    onaylamayız yaptığını."

    kızının bu sert çıkışlarına yumuşakça karşılık verir tanrıların babası, uyar isteklerine, güler, okşar onu. ve burada athena deiphobos kılığına girerek aldatır hektor'u ölüme sürükler. (her ne kadar troya 'da da tapınılan bir tanrıça olmasına rağmen, o akhalardan yanadır. troya'nın en büyük, en eski ve kutsal tapınağı bugün de kalıntıları görülen athena tapınağı olduğu gibi, tanrıçanın tahtadan yapılmış ve palladion diye anılan heykeli şehir varlığının simgesi sayılırdı. bundan ötürüdür ki palladion'un kaçırılmasıyla ilgili birçok efsaneler doğmuştur. sonuç olarak belirtmeli ki; athena'nın koruyuculuğu, troya ya pek birşey getirmemiştir, yıkımdan başka!)

    aphrodite 'e gelirsek;

    homeros, bu tanrıçaya altın aphrodite diyor, altın bir değer ölçüsü olmak üzere. daha başka sıfatlarla niteler onu anlatır: bu güzeller güzeli tanrıça hep "gülümser"dir, işveli, cilveli ve gönül alıcıdır. bunun sırrını homeros tanrıçanın ak köpüklerden olma bedeninde taşıdığı bir büyülü memelikte görür. zeus'un aklını çelmeyi aklına koyan hera bu memeliği ister günün birinde aphrodite'den, şöyle seslenir ona (il. xiv, 197 vd.):

    "sende şu sevgi, şu alım var ya,
    yani şu ölümsüzleri, ölümlüleri alt ettiğin,
    işte onları bana ver bugünlük.
    ... çözdü göğsünden nakışlı memellğini,
    alacalı bulacalı bir kurdeleydi bu,
    alımlı ne varsa hepsi onun içindeydi,
    sevgi onun içindeydi, istek onun içinde,
    cilveleşme, şakalaşma onun içinde,
    en akıllı insanı ayartan aşk onun içinde."

    sevgiyi, sevişmeyi simgeleyen bu tanrıça bu büyüyü kendi kendine değil, çevresini saran başka tanrısal varlıkların aracılığıyla gerçekleştirir. eros bazı efsanelere göre onun oğludur, örneğin aeneis ve roma kültüründe, ama theogonia'da eros aphrodite'den çok önce doğmuş evrensel bir güçtür, sonradan katılır aphrodite'nin alayına.

    aphrodite'nin öfkeleri, öç almaları korkunçtur: şafak tanrıça eos'a, phaidra ve pasiphae'ya belalı aşklar esinler, kendilerine yeterince tapınmayan lemnos kadınlarına ceza olarak kocalarının bile dayanamadığı bir koku verir, kinyras'ın kızlarını kendilerini yabancılara satmaya zorlar. üç güzeller yarışmasında oynadığı rol ve paris'le helene'nın başına getirdiği bela, dillere destan olmuştur, ilyada destanında oğlu aeneas'ın koruyucusu olarak oynadığı rol bu kişi ile ilgili bölümde anlatılır. roma'da venüs genetrix olarak aeneis destanıyla ilgili rolü venüs bölümünde açıklanır. aphrodite 'nin troya için önemini vergilius 'un aeneis destanında daha iyi görebilir ve anlayabiliriz. zira troyalı aeneas bizzat onun oğludur zaten. tabi ki oğlunu greklerden ve çeşitli belalardan koruyacak ve yeni troya'yı yani roma 'yı kurmasına yardım edecektir. o halde tanrıça aphrodite ile onu kıskanan athena arasındaki bu gerilim, tıpkı aeneis/@jimi the kewl entirilerimden birinde açıkladığım; aeneas - dido aşkındaki hera ile yine aphrodite arasındaki çatışmaya benzer. yani bu dünyalar güzeli (hatta ötesi) tanrıçayı hiçbir tanrıça çekemez. ne hera, ne athena ne bir başkası. bulunduğu her yerde sorun çıkarır. daha doğrusu bulunduğu yerdeki diğer tanrıçalar sorun çıkarır!

    yanan troya 'ya, troyalı helene'ye, helene ile paris 'in aşkına, akha'ların yukarıda sıraladığım amaçlarına bir de böylesi tanrısal, kutsi çatışmayı hesaba katarak bakınız. gerçi bu filmde bu kutsi çatışma yok ama olsun, aklınızda bulunsun, filmi bir de bu gözle seyredin.
7 entry daha
hesabın var mı? giriş yap