7 entry daha
  • “çalınmış bir hayatın bedeli olmaz, ama elimizden geldiğince ödeteceğiz.”

    bundan 26 yıl önce; yeşil üniformalarınızla gelip, annemin gençliğini, babamın güleryüzlülüğünü, köyümüz kızlarının kısa eteklerle gezme özgürlüğünü, kaplamak zorunda kalmadan kitap okuma hakkımızı, korkmadan konuşma huyumuzu, komşumuz açken tok yatamama alışkanlığımızı, bundan 26 sene öncenin gençlerinin çocukları olarak bizim; korkmadan büyüme hürriyetimizi çaldınız.

    henüz bir kızın elini tutma şansı tanımadan astığınız erdal eren’in aşık olma ihtimalini, deniz gezmiş’ in belki bir gün parti kurup, yasallaşıp iktidara gelme olasılığını, mahir’ in baba olma hakkını, adını teker teker bildiğimiz ama saymaya kalktığımızda dinleyecek merci bulamadığımız binlerce insanın, sayamadığımız kadar bol olan umutlarını çaldınız.

    sesimizi yükseltme hakkımızı çaldınız, korku saldınız tüm neslimize. fikrimizi kendimize saklamamız gerektiğini soktunuz kafamıza doğduğumuz günden beri.

    kitaptan, türküden, yan ranzada yatan oda arkadaşından korkan bir nesil istediniz, fikri olmayan, vicdanını kullanmayan bir nesil. şimdi küflenmiş yeşil üniformalarınızın yerini bahçeli yazlıklarda giydiğiniz şortlar aldı. insanlık suçu işlemiş gibi değil de meyve toplamaktan dönmüş gibi rahatsınız yıktığınız bir ülkenin magazinsel gündemini, gül kokan bahçenizden seyrederken.

    bilesiniz isterim; hayat bir armağan değil haktır insan için. nasıl biteceğine de hayatın kendisi karar verir. sudan ucuz sanıp elektrik verip kavurduğunuz, hadım ettiğiniz, falakalarda ayak tabanları patlayan, nerede sona erdiği hala bilinmeyen, cesedi bile bulunamayan, kadınlık onurunu onursuz maşalarınızla almaya çalıştığınız, henüz 6 aylık ceninken işkencelerde merhaba diyemeden giden, konuşmamak için dilini koparacak kadar kararlı, ölse de suyunuza gitmeyen, sizin elinizden düşmeyen viskiye dudağını bile değiremeden bu dünyadan geçen, sayenizde göçen tüm hayatlar bir gün yapışacak yakanıza.

    bilesiniz isterim; belki 26 senedir kimse kışt demedi tavuğunuza ama en azından son nefesleriniz çok uzun olacak. dünyanın en acı ölümlerini yaşayacaksınız ecel ile gelse bile. hani geçmiş gözlerinin önünden geçer ya insanın; tüm kararttığınız hayatları bir bir seyredeceksiniz. yaşadıkları yaşamayı hak ettiklerinin yanından bile geçemeyen bu güzel gözlü, özgür gülüşlü renkli etekli kızların, bir gece apar topar evden alınıp götürüldüklerinde yaşadığı korkuyu göreceğiz ölmekte olan gözbebeklerinizde. o memleket sevdalısı oğlanların, ipten kurtulamasın diye arkasında bağladığınız elleri boğazınıza oturacak.

    belki de tek kurşunla ölmeyi tercih edeceksiniz bu geçit törenini izlemektense.

    bilesiniz isterim; başaramadınız!

    işte biz buradayız; nüfus kağıdında ister yetmişli ister seksenli bir yıl yazsın; taksim meydanındaki bir mayısların resmi hafızasından hiç çıkmayan, sesi gür, vicdanı hür, ellerini yumruk yapmaktan ve o yumruğu havada tutmaktan korkmayan bizler varız, çav belayı teklemeden söyleyen, bir mayıs marşını 26 yıldır tek satırını değiştirmeden ezbere okuyan bizler.

    hani 8 mart dünya emekçi kadınların hakkını ararken, 12 martta gazi olaylarını, 16 martta katliamları kınarken, 1 mayıslarda meydanlara sığmazken, 6 kasımlarda yökün saltanatını sallarken seyreyleyin bizi.

    beynimize vurduğunuz mührü kırdık biz, bir değiliz binlerceyiz, siz öldürdük sandıkça çoğalıyoruz, adlarımız birer şiir oluyor tarihin sayfalarında. ölmekten korkmamak ne denli büyük bir erdemdir düşündünüz mü, kendinden sonrakilere güzel bir dünya bırakabilmek için. yeri geldiğinde sarılıp veda ederek sevdiklerimize, 26 yıldır her sene çıkıyoruz meydanlara. üstelik ümitle, aşkla süslü, özgür yaşamlarımıza ölüm, sizin karanlık ruhunuzla kıyaslandığında hiç yakışmazken.

    çalınmış bir hayatın bedeli olmaz, ama elimizden geldiğince ödeteceğiz. bu kısassa kısasla olmayacak; güvenle yatın metrelerce duvarla koruduğunuz evlerinizde; manen biteceksiniz.

    bu ülkeye yeniden güven getireceğiz, dostluğu, dinin, dilin, ırkın, anlamsızlaştığı, renkleri gözünüzü alacak bir ülke yaratacağız, hastaya ilacı, öğrenciye kitabı eşit dağıtan, kimsenin mukavva kutularda yatmadığı, kimsenin bir fabrika dolusu işçinin maaşı kadar paraya araba almadığı, isteyenin anadilinde, istediği için okuduğu, doktorun idealistinin aç, vicdansızının trilyoner olmadığı, avukatın para için kendini satmadığı, silaha değil kitaba yatırım yapan, dostunu tüm dünyanın düşmanından seçmeyen bir ülke yaratacağız; işte o zaman biteceksiniz.

    bilesiniz ki, kazanan biz olacağız; insan olmak kazanacak bu kavgayı.

    duyun sesimizi taksimde, beyazıtta, çağlayanda, kadıköyde…

    işbu hitabı 3. çoğul kişi ile yazmamızın sebebi sadece çoğula seslenmiş olmamızdır. sanılmasın ki en iyi bildiğimiz korku filminin başrolüne yazılmıştır bu yazı.

    netekim bu çoğula sadece 80 darbesinin askeri kanadı değil, plazalarında alkışı bol tutan medya patronları, kadrolaşan muhafazakarlık tüccarları ve onların yeşil sermayeleri, ama diye başlayan cümlelerle hala direnişten korkanlar, fabrikasına sendika sokmayan patronlar, yaşanan insanlık ayıbının üstünü kedi pisliği örtercesine kapatmaya çalışanlar, geçmişini bir macera filmi sanıp, bu prodüksiyonla yağlı medyadan kocaman dilim kapanlar, dönekler, muhbirler, bu topraklarda yaşayı da 12 eylül’ ü 11 eylül ikiz kule saldırısının ertesi günü sananlar da dahildir.

    sair bir kış günü, bir avuç genç bu ülkenin kalbinden ince belli çay bardaklarını ve kadehlerini kaldıracaklar, 12 eylül zindanlarına yolu düşen, hala aramızda olan ya da olamayan direnişçiler için, yaktığınız, yaktırdığınız kitaplar için.

    ben izmirde aynı saatlerde çav bella çaldığında ağlamayı kesen iki küçük bebeğimle istanbula doğru kadeh kaldıracağım; onlara 3 adamın resmini göstereceğim; hep genç kalan 3 adamın; deniz cici diyeceğim, yusuf cici, hüseyin cici...
    unutturmayacağım.
27 entry daha
hesabın var mı? giriş yap