1683 entry daha
  • kaleme aldıklarını okumaya korktuğum yazar. insan bir yazardan neden korkar ki dediğinizi duyar gibiyim. gelin neden korktuğumu anlatayım. ben anlatayım, siz hayal edin.

    içimizdeki şeytan kitabında
    "bazen insan "ben iyiyim" dediğinde gözlerinin içine bakıp "iyi değilsin biliyorum" diyecek birine çok ihtiyaç duyar." diyordu.

    bu cümleyi üç sene evvel ankara metrosunda okumuştum. üzerimde üniversitemin adının yazılı olduğu kapşonum, yanımda bana bakan birkaç hayran göz ve elimde üç tane roman vardı. yolumun uzun süreceğini bildiğim için hediye olarak aldığım kitapları inceleme fırsatını da bulmuştum. en ince olan kitabı okumaya başladım. okuduğum kitap ne anlatıyor diye sorsanız cevap veremem. fakat hissettirdiği duyguları 3 sene sonra farklı bir ülkede, gece yarısı entry girecek kadar iyi hatırlıyorum. o gün sevdiğim birini ziyarete gidiyordum, canım sıkkın dışarıda karlı bir ankara havası ve elimde acaba ulaştırabilir miyim tedirginliği içinde taşıdığım 3 tane roman vardı. biri monte kristo kontu, diğeri sefiller, öteki içimizdeki şeytan'dı. diğer iki kitabın ortak özelliği, başkahramanların cezaevine giren zeki insanlardan oluşmasıydı. jan valjan'a bakarak umudumu kaybetmiyordum. edmond dantés ile her türlü zorluğa göğüs gerebileceğimi hayal ediyordum. zaten okumuş olduğum için bu kitapları hediye olarak seçerken tereddüt etmemiştim. ama içimizdeki şeytan'da tereddütlerim vardı. sabahattin ali'nin yaşadıklarını çok iyi biliyordum. edmond dantés ve jan valjan'ın yaşadıklarına benzer olayları hayatında yaşamıştı. edmond dantés hapishaneden kurtulmak için farya dayının ceset torbasına girdiği zaman ne hissediyorsa, jan valjan bir rahip'in evinden şamdan'ı çaldığında nasıl korku duyuyorsa, sabahattin ali de ülkesini terk ederken onu hissediyordu. ne yazık ki her şey masallarda yazıldığı gibi güzel sonlanmıyordu. sabahattin ali bulgaristan'a kaçmaya çalışırken öldürüldü. eskiden bir insan neden ülkesinden kaçar diye çok sorgulardım, hatta sabahattin ali'yi eleştirenlere bu sebeple cevap veremezdim. vatanını terk etmek, sevdiklerinden ayrı kalmak hele ki yazdıklarını okuduğum zaman fark ettiğim "sevda insanı" nasıl kaçar diye çok düşünürdüm. işte o gün metro yolculuğunda bu sorunun cevabını bulmuştum. zaten kendisi cevabını (bkz: kürk mantolu madonna) adlı eserinde vermiş. ne kadar üzücü ki kimse yazdıklarını anlayamamış.

    "yalnız söyleyebilsem...
    bir kişiye olsun içimdekileri dökebilsem...
    bunu sahiden istesem bile artık böyle bir insan bulmama imkân yok..."

    ağzımızdan çıkan her kelime, her cümle bizi anlatır aslında. bu bir roman kahramanının ağzındanda olsa böyledir, bir şiirin mısrasında olsa da böyledir. küfür de olsa böyledir, dua da olsa böyledir. belki bu yüzden küfürlü konuşan insanları sık sık uyarıyorum, belki de onlara olan saygımın azalmasını ve beni hayal kırıklığına uğratmalarını istemiyorum. bilmiyorum ama kendimi sabahattin ali'ye yakın hissediyorum. bir metro yolculuğu tadında bir hayat yaşıyorum. bazı duraklarda birileri biniyor, bazılarında şen şakrak çocuklar görüyorum. etrafı seyrediyorum sessizce, köşeme çekilmiş çayımı yudumluyorum. diyor ya sabahattin ali:
    "sonra tutmuş 'çay içme' diyor.
    allah allah...
    çaydan da zarar geldiği görülmüş mü?"

    bak yine benzer özelliğimiz gözüme çarpıyor. çay insana zarar verir mi hiç? deli saçması der, geçer köşeme tavşan kanı çayımı yudumlamaya devam ederim. şaka bir yana korkuyorum okumaktan sabahattin ali'yi çünkü gelecekten haber veriyor gibi hissediyorum. senaryoyu okumak istemiyorum. sadece filmi seyrederken tadına varmayı arzu etmek belki de benim yaptığım. metrodan ineceğim durağın zamanını bilmek istemiyorum. çünkü sabahattin ali'de kendimden izler görüyorum. sabahattin ali "anlaşılmak istiyorum" diyor. anlaşılmak istiyorum cümlesi aklıma sinop cezaevini getiriyor. sinop cezaevini gezerken kaldığı koğuş gözümün önüne geliyor. dışarıda akıp giden hayatı kaçırması, denizin sesini duymasına rağmen, denizi görememesi ne demek artık çok iyi biliyorum. aldırma gönül aldırma diye bağırasım geliyor.

    kitabı bitirmem ile birlikte metro da son durağa geliyor. içimizdeki şeytan'dan hiçbir şey hatırlamıyorum ama kitabı okuduğumu çok iyi hatırlıyorum. o kitabı verip vermemekte çok kararsız kalmıştım ama verdim. bir gün sincan cezaevine yolunuz düşerse (umarım hiçkimsenin yolu düşmez) içimizdeki şeytan kitabını okuyun. sefiller ve monte kristo kontu gibi uzun olmayabilir ve umut aşılamayabilir ama en içten armağanım o kitaptı.
1038 entry daha
hesabın var mı? giriş yap