4 entry daha
  • tarih boyunca değişik düzlemlerde ele alınmış bir olgudur bu. alfred hitchcock, rear window ile uluorta ifşa eder röntgencilik dürtüsünü. bu bir bakıma biri bizi gözetliyor benzeri yarışmaların ve abuk subuk pembe dizilerin bir çeşit parodisi gibidir. nurse betty’de söylenen “kendi hayatı olmayan insanlar başka insanların hayatı ile yaşamaya çalışırlar” sözünü doğrular. evine hapsolmuş karakterin dürbünü ile karşıdaki evleri gözetlemesi, üstelik bir cinayeti çözmesi bize hak verilecek bir durummuş gibi gelir. üstelik tüm filmin sadece bir pencere önünde geçiyor olması, sıkmaması bunun çok bariz bir göstergesidir. gelinim olur musun evini gece 4 civarı digitürk’ten takip eden, yapımcıların bile farkedemediği ayrıntıları yakalayan izleyicilerden farkı yoktur o filmdeki karakterin. diğer yanda ise david lynch’in daha derinlere gizlediği bir gözetleme fantazisi vardır blue velvet’da. bir nevi pornografinin temelini bunun üzerine kurar. her zaman talep edilen bir pornonun temel özelliği gerçekçi olmasıdır. seks sırasında ekrana bakan bir kadın erkeğin tüm ereksiyonunu bir anda indirebilir. bu karanlık dürtülerimiz arasında bir yerlerde bulunan gözetleme isteğidir. aynı zamanda modern bir paranoyadır. bazıları yatmadan güneşliklerini çeker, bazı çiftler geceleri cinsel ilişki öncesi perdeleri sonuna kadar açarlar. 1984’te gözetleme düzenin devamlılığı için gereklidir, cia hepimizin telefonunu dinlemekte, ne halt yesek bilmektedir.
    benim kaleme almak istediğim gözetleme/gözetlenme ilişkisi biraz daha farklı. tatil için geldiğim babaevinde buldu beni. tüm çocukluğumun ve ergenliğimin geçtiği o evde geçen 5 günün sonuncusunda, gece vakti balkona çıkarak gizlice sigara içen ben, o güne kadar işlediğim günahları düşünüyordum. memlekete dönmüş olmak tüm anıları beynime sıçratmıştı. söylediğim yalanlar, yediğim kul hakları, yaptığım zinalar, örümceğin ağına tek tek atıp büyük bir sapıklıkla izlediğim karıncalar, bedenime verdiğim zararlar... şehrin bana bir dark city kadar bunaltıcı ama ilham verici gelmesinin sebebi bu olsa gerek diye düşünüyordum. hemen yanımda ilkokulum duruyordu, balkon tüm okulu ve bahçesini görebilecek pozisyondaydı. hatta annem tenefüslerde balkona çıkar benle muhabbet eder, ya da arkadaşlarımla uslu uslu oynuyor muyum diye gözetlerdi. okuldan ayrılalı yıllar olmuştu ve okulun en üst katına dev, beyaz bir ışık koymuşlardı. ışık tüm gece kör edici parlaklığı ile parlıyordu. bir süre bu günah çıkartma işlevini ona bakarak gerçekleştirdim. o an gözetlendiğimi hissettim. tanrı tarafından sürekli gözetleniyordum. sadece bedenim değil beynim de gözetleniyordu. oracıkta ürkerek bir kenara oturdum ve ışığa bakmaya devam ettim. bunu daha önce hiç bu kadar net düşünmemiştim. hiçbir zaman dindar biri olmamıştım. ama o an bu olasılığın ne kadar ürkütücü olduğunu, cia tarafından izlendiğini düşünün thom yorke’u paranoyasının bile bunun yanında hafif kalacağını farkettim.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap