405 entry daha
  • şairler kardeşleri hrant dink için ağlıyor

    türkçenin 73 şairi, 19 ocak günü sinsice, korkakça işlenen organize bir suikasta kurban edilen kardeşleri, cesur aydın, iyi gazeteci, mükemmel hayat arkadaşı, baba, dede ve türkiye'nin iyi kalbi hrant dink'in ardından dizelerini buluşturdu. "yetimler ağıdı", kardeşliğin, eşitliğin, özgürlüğün övgüsü; susturulmaya karşı koyan türkiye'nin, faşist katillerden korkup sinmeyen yurttaşların, tarihiyle yüzleşmekten çekinmeyen berrak zihinlerin kederli ve ama teslimiyetten son kertede uzak sesi, acı ile karılmış gür fısıltısıdır

    a.hicri izgören, adnan satici, ahmet ada, ahmet günbaş, ahmet telli, ahmet uysal, akif kurtuluş, altay öktem, altay ömer erdoğan, arif damar, asuman susam, ataman avdan, aydın şimşek, betül tariman, bilsen başaran, bülent güldal, celal soycan, cezmi ersöz, cihan oğuz, dinçer sezgin, fadıl öztürk, fergun özelli, fuat çiftçi, gonca özmen, gülten akin, gültekin emre, halim şafak, halim yazici, haydar ergülen, hayri k. yetik, hüseyin peker, hüseyin yurttaş, ilhan tülman, ilker işgören, i.mert başat, kadir aydemir, k. iskender, mahmut temizyürek, mavisel yener, mehmet atilla, mehmet can doğan, m. mahzun doğan, m. mazhar alphan, m. sadık kirimli, mehmet sarsmaz, mehmet mümtaz tuzcu, metin cengiz, metin kaygalak, mustafa özturanli, muzaffer kale, namık kuyumcu, nesimi aday, nevzat çelik, oğuztümbaş, olcay özmen, onur akyil, orhan alkaya, özkan satilmiş, özlem sezer, pelin batu, rahmi emeç, salih bolat, sedat şanver, selim temo, sennur sezer, sina akyol, tarık günersel, tuğrul keskin, turgay gönenç, veysel çolak, yunus koray, yücelay sal, zeynep uzunbay.

    yetimler ağıdı
    bunu sana nasıl söylerim

    hata benim günah benim suç benim

    dünyalar içinde dünyalar sevgilim ateşten çıkardım baktım uzunca kendimdi bir de başımın üstünde yok bir ülke; kendimdi

    dilim yola düştü pupa yelken pınarlarım yas içinde, heyhey

    yüzümde kan kalmadı kuraklık can alıyor bir yandan, dan!

    bir travmam var kenarı hareli yine hareli geçti yine zulüm beni

    meydan başaklarım kanıyor uzun bir yürüyüşüm ben; bakın anlarsınız yol yorgunu gözlerimden şiircebimden beslenen tedirgin güvercin dayamış gagasını yavrusununkine

    eyvah ki hrant, bir vakitte göğerçinleri yemlemiş ti, seninki!

    kanı gördük okul dönüşünde ders kitaplarında

    seslere karşı çok ilgiliyiz de ondan seslerden olur ölümümüz

    sonra büsbütün çıkarız raydan, her vagon kendi cehennemine

    kalbimiz doludizgin, kimse avutmasın içimizdeki tren düdüklerini

    toprak insana gömülüyor, bodina da öldü sınırlar biraz daha kırmızı

    bütün karakamuları alaşağı eden bir bun

    bir bayraktın düştüğün yerde patikalar'm açtığı

    bir kısrağın tayını emzirme sesiydi soluğun

    şimdi çığgürlemesidir aşan zamanı

    bembeyaz tırnaklarla kazdığı o görülmedik arkta

    kan ve gözyaşının birbirine değmeyen ortaklığı

    yattım yere bakıyorum toprağın hisli

    eşitliğine

    sular sınırları pasaportsuz geçer asıl azınlık yerkürenin kendisidir tek millet, gökyüzüdür ölürken yürekli

    düşünüldüğünde

    çan ve ezan arasına gerili mahyada acıyı dengeler yazı: ah-ya!

    orda hrant, başı dumanlı ararat'ta ırağı bilmez bir yağız ada vardı oraya hrant ki, külü bile nemlendirir çorak dünyayı yine de her damlada ürperir yaşlı ararat

    ne değişir hayatla karşılaşsan hemen yanında arkadaşın ölüme gülerek bakıyorsa

    gözün arkada değildi, içerideydi a hrant! gözüm

    içerdeydi ve sözcükler - ki onlardı ve öldüren idi

    ürkekliğin ürperdi karardı boz güruhun yırtık tabanaltmdan kaçtı güvercin ruhun yaslandığım duvarın uğultusuydun beni sessizlikle açıklayan

    hüznü giydiğin pabuçlarında bin ahhh! içini delmiş kuzeyli bir rüzgârın erguvan kalbine kuzu'layan bir güvercin beykoz iskelesinde karaya vuruyor göçebe

    ağarmış bir gül var yakamda içimizdeki bahçelerden goncası

    bir yağmur kenti ne kadar ıslatır?

    - kanın insanı ıslattığı kadar ancak! neden ayakta ölür aylar?

    - kim bilir!

    ölümün yüzüne gülüyorsun bedenin kurşun geçirse de

    kanamasın yaprakları güllerin üşüyen sular ırmakların tenine karışsın akımını vurdular sözcüklerden kurulu fırat'm

    beyaz bere bile ağlar çamurun işine

    iki damla göz yaşı düştü vurulunca sen pülümür'ün yaşsız kadınının gözlerinden

    oysa küçük bir çocuktum ben de tren raylarında

    bozuk para gibi ezilen, hiç gelmeyecek sandığım baba

    duydu mu mersinli balıkçı cemal, yağmurun yağdığını

    ölümsüzlük denizine sabaha karşı?

    fazlasıyla geciktin, suyu dinle, aynayla ödeş, toprağa dokun

    buluşmayı bil kemik fırtınasında;

    sancınla yüzleş

    şeytan tiryakilerinin sivilcelerindeki irin, ey! kulak zarımı kanatan antik öfke topla köpek dişlerini, düşlerini çektir ve

    git!

    ölüm saklar ölümsüzlüğü yaşamın bildik

    türküsünde; hrant dink'i de

    zehrini yağmalar karanlık sis peçesine çakılı çöller

    affet!yoksulduk, ezilmiştik; aval aval seyrettik mülk talan kavgasını

    kan revan içinde söktüğümüz hayatlar, sözde şanlar sundu bizlere

    korkumuz kutsaldı gölgemizden, gönüllü kurşun olduk düş kırımında

    sesimizi linç tutup, kazıdık vicdanı, altın ve gümüş kakmalı hançerlerle

    bu kez çatlak bulunca suyunu, yasaklandı ikinci emre kadar dökmek zehirli kanı

    ne cehennemi ne cenneti gurbeti de sılası da içindedir insanın ömrümüzün biriktirdiği onca kavram ve sözcük

    şimdi işgal altında

    son pankart sokakta gerili birazdan polis kesip atacak

    hepimizin ölümü en küçüğümüzün elinden olacak!

    ah ile eyvah ile geçiyor zaman dönsek kardeşliğimizi kutsayacak ardı-mızdaki kan

    vart'a gül demişler, ağlayan kim iki kalp, iki zehir, yüz yıllık birikim

    bin dereden kanla dolmuş kuyuları hep ıslak

    sen, ben, hrant... bu toprak püskürtüyor sevgimizi

    artık kış çiğdemleriyle anacağız seni onlara kanınla, terin karıştı yüreğindeki tohumlar rüzgârlı sözcüklerle girecek türkülere

    kırık bir zamanda uçan güvercin üzgün tutar ağzındaki zeytin dalını

    sen dostumdun benim gülünce güneşler

    açan

    bulutlara rüzgâra asarım suretini her

    akşam

    her akşam bir mektup yazarım ararat kadar unutmadım bırakıp giderken söylediğin

    sözleri

    günler mi ağdı, ah, sular mı boğuldu sisten kapılar mı var şehrin gözlerinde

    göğüslerinin arasını şiirlerle süsledim hayatın

    aranızdan geçerken incinmeler düştü payıma

    güvercin kapaklandığında, yüzüm albatros ve yağmur

    borandır, bahardır, uzar sakallarım çıtırtılarla mavi

    kuşların sabahından geçelim hrant çiçek tozları havalansın göklerimizden

    zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir

    ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi

    bu yüzden sesini düşürmüş kaldırımlar leylak

    kırmızı, kanla gül arasında gidip gelirken kanı çekilmiş yaprak

    ışık bilir vuracağı yüzü, konacağı kalbi güvercin, toprağın düşüne kanat

    kimi ölülerin ayakkabısı delik ve sakalları saklanmış ertesi güne kimi silahlı çiçek taşır öldürdüğüne bayrağa sararlar gözsüz yüzünü çorabım dikerler suç kime

    ak bir güvercin kanıyla çiziyor ölümünde ölümsüzlüğün resmini

    canlar içinde bir can

    kanlar içinde altı milyar insan!

    ve onlar vurdukça sana, alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle

    küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde

    güvercinlerin dudaklarmdaki sıcak rüya, korkularımızı dolduruyordu

    dilini susarken anlıyordum, konuşurken birden kendimi bir kardeş çavlanmda bulurken

    çatılara konan kırmızı güvercinin bıraktığı vedayı büyütüyordu gölgesi ansız çekilen bir ağaç gibi yıkılırdım

    bir elim ötekini tutmasaydı

    o ki bir fincan tuz istemişti yalnızca komşudan

    şimdi tuzlu bir nehir akıyor kalan ömürler arasından

    şimdi kim bu uzak diyen diyen bu yalan

    bu burkulan ruhun üşüme siyle kardeşliğin

    şu kurşun dökülmüş zaman

    bir ölüm şiirine eklensin diye gövdesiyle yazmıştı son dizeyi

    sürgüne okunmuş arguvan havası; ki kan

    yüzünü acıya dönmüş duduk, ah! gas-paryan

    unutulmuş; ötekinin cenneti değil miydi her insan

    kim yırttı vicdanımızı, sevgimizi kim dü-ğümledi

    kaç bin kerre öldük seni seni öyle sevdik, bağışla bizi

    bu evleri borçlu olduğumuz taş ustaları yürüyecek, ani: hiçbir şey kalmadığında su inceliğiyle gülümseyen günahsız kan masum yüzünün görüntüsüdür dağılan

    kan kabuğun altında fokurduyoryeniden usanmış acısını sokakta gezdirmekten

    şairleri dinlemek lazım: kabuk, su, tir, nazbir nar ki kırılınca hikâyemiz olacak hadi ölümü tuzlayalım sonsuz deniz hrant'tan sonra kokmasın bari ülkemiz

    aslında ne türk'üz, ne kürd'üz, ne ermeni'yiz

    öyle bir "baba"mız var ki hrant, hepimiz yetimiz!

    http://www.birgun.net/…a=72&devami=35918#haber_basi
2012 entry daha
hesabın var mı? giriş yap