80 entry daha
  • audioslave hep bir hesap kitap grubuydu aslında. hep hassasti, ve biliyorduk ki uzun ömürlü olmayacaktı. daha grup resmi olarak kurulmadan önce yaptıkları çalışmaları ve demo olarak bir kaç şarkıyı kaydettikleri dönemi hatırlayın, daha o günlerden projenin başarısızlığa uğradığı, fikir ayrılıklarına düştükleri haberleri yayılıyordu. chris cornell'in müzikal birikimi, soyut şarkı sözleri, karamsarlığı, içe dönüklüğü, besteleri, rage against the machine'in, zack de la rocha kadar tom morellotarafından da bayrağı taşınan politik duruşuna, müzik hakkındaki görüşlerine, beste yapılarına son derece uyumsuzdu, ve bunlar bir grup için en temel konular.

    sonunda ilk albüm audioslave çıktı ortaya. satış sloganı "soundgarden'ın sesi ve ratm'nin gücü bir arada" idi, ki zaten albüm de tamamen buydu. zack de la rocha söz yazıp söylese bir ratm şarkısı olacak (belki de o amaçla bestelenmiş) cochise ve show me how to live ile başlayıp albümü kapatan bir steel rain ve like suicide potpurisi hissi veren the last remaining light'la biten albümün her şarkısı slogandaki iki gruptan birine ait gibi duruyordu. öyle ki grubun bestelediği ilk şarkı, like a stone'un iki bambaşka versiyonu mevcuttu. birisi albümde duyduğumuz, temeli akor mu yoksa riff mi olacak bir sürüncemede kalmış ritm gitar, az notalı bol efektli güzel bir gitar solo, ortanın biraz üstü bir tempo... herşey ratm karakterine uygundu. oysa chris cornell'in isveç konseri ile iyice yayılan, ama daha 2003'te pearl jam'in santa barbara konserine misafir olarak çıktığında solo olarak sadece bir gitar çalarak söylediği diğer yavaş versiyon. (ki bu versiyonda sözler söylenene, hatta nakarata gelene kadar dinleyiciler hangi şarkıyı dinlediklerini anlamadılar) grubun uyumsuzluğuna daha somut bir örnek olabilir mi bilmiyorum. bu durumda neden bu albüm çıktı? neden grubun kaynaşması beklenmedi ki? nedenleri var tabii.

    "audioslave ilk albümünü ikinci seferde çıkaracak" diye bir beklenti oluştu (en azından bende). chris cornell bu arada soundgarden döneminden beri dinlendirdiği, solo albümünde harika kullandığı sesini yokedercesine şarkı söylemeye girişti ve sadece bir turnede yine harap olmaya başladı. (halbuki solo turnesinde her mission söyleyişinde, o sesin asla zayıflamadığını gösteriyordu)

    ikinci albüm out of exile çıktı sonunda. ilk şarkı olarak yine like a stone kıvamında, iki arada bir derede kalmış, ritm gitarları biraz zorlanarak çıkarılmış bir riff üzerine kurulu, ortasında chris cornell'in karakteristiği olan akorlarla yavaşlayan bir şarkı olan be yourself seçilmişti. grubun iki kanadının da kariyerlerindeki en başarısız albüm olduğu, konserlerinde bu albüme olabilecek en az yeri verip, kalan boşluğu mecburiyetten eski gruplarının (bence orijinal gruplarıyla çalınmamaları büyük hata olan) şarkılarını konserlerde çalmaya başladılar. sahnedekiler de bu şarkıların hakkını veremeyerek çalınmalarına rağmen seyircilerin en merak ettikleri ve çalınmasına sevindikleri şarkılar olması karşısında audioslave'i devam ettirmenin sadece bir acı ve cepten yeme olduğunu hissettirmişlerdir sanırım. gerçekten bu kötü albümün içinde number 1 zero gibi bir şaheser olmasına rağmen bunu sadece bir iki konserde çaldılar ve single olarak çıkarmadılar ya, benim içimde kalan tek şey bu olmuştur audioslave hakkında.

    üçüncü albüm revelations ise sanırım geçen albüm ve turnenin gösterdikleri doğrultusunda kaçış planı hazırlanırken yapılan bir kamuflaj oldu. hem dinleyicilerden, hem de grubun kanatlarının birbirlerinden sakladıkları planları vardı belli ki. çünkü albümün çıkmasının ardından olması gereken patlama, turne vs bir türlü olmuyordu. zaten grubun vokalisti hayat tarzını tamamen değiştirmiş, paris'e yerleşmiş, orada bacanağı ile kafe açmış bir insandı artık. grubunun elemanları ile aynı kıtada bile yaşamıyordu.

    böylesine ayrılıkların ve sorunların bulunduğu bir ortamda, daha başlamadan "bu iş olmayacak" deyip bırakan chris cornell'i sonunda "tamam yapalım bu işi" demeye iten sebepler vardı elbette. solo kariyerine "soundgarden vokalisti" yapıştırmasıyla başladı. tarzı soundagrden'dan tamamen farklı bir albüm* yapması herkesi şaşırttı. mükemmel eleştiriler almasına rağmen farklı tarz yüzünden takip edenlerinin ilgisi yokoldu, hatta antipati duydular ve ticari anlamda tam bir facia yaşadı. öyle ki, bu albümün aslında ne kadar güzel bir albüm olduğunu insanlar audioslave kurulurken chris cornell'in adı tekrar popüler olduğunda farkedip kerhen, kendilerini bu albümü defalarca zorla dinleyip sevmeye çalıştıktan, hatta zorladıktan sonra hakkını verebildi. bu noktada chris cornell'in hayran kitlesini genişletmek, daha doğrusu esnetmeye ihtiyacı vardı. hem yeni dinleyicilere ulaşabilmesi, hem de tekrar ismi anılan popüler bir şarkıcı olabilmesi gerekiyordu ki, günün birinde kaldığı yerden solo kariyerine devam edebilsin. audioslave işte bu boşluğu doldurmak için mükemmel taştı. biraz da chris cornell baştan resti çekerek o taşı yonttu ve istediği şekle girmesini sağladı. ve taş duvarda yerine sağlamca oturduktan, yerinden oynamaz hale geldikten sonra üzerine yeni taşlar koyarak inşaata devam etmek gerekiyordu; audioslave çapında bir grubun düşünülen potansiyele asla ulaşmadan sadece küçük adımlarla ilerleyebildiği bu noktada o taşları da yerleştirmenin zamanı gelmişti.

    ratm kanadının perspektifini çok inceleyemiyorum, çünkü onlar, baştan chris cornell'in restini görerek pasif durumu kabullendiler. cornell'e "tamam politik müzik yapmayız, yeter ki sen vokalistimiz ol" dedikleri anda grubun hiyerarşisi belli olmuştu bile. ama inkar edilemeyecek şey ratm'nin artık çok tahmin edilebilir, kalıplaşmış ve kendini tekrar etmeye başlamış müziğinin dışına çıkabileceklerini hem kendi kendilerine hem de dinleyicilerine ıspat edebilmiş olmaları. ilk defa bu tayfanın yeni bir albümünde neler yapabileceğini biliyoruz, ama bir o kadar da bilmiyoruz. üzerinde mühendis gibi çalışarak uzun zamanda şekillendirdikleri wake up, freedom, know your enemy gibi sert ve eklemli şarkıların aksine getaway car, jewel of the summertime, number 1 zero, broken citygibi şarkılar yapabildiler, en azından tarzlarına entegre edebildiler.

    bir araya geldiklerinde sadece beğenileri doğrultusunda, üzerlerinde beklenti olmadan özgürce müzik yapan, beraber yaşayan dostlar, can yoldaşları değillerdi. deneseler de olamadıklarını gördüler. sonuçta bence iki kanat da birşeyler kazandılar, ve o an için hayatlarında gerekli olan şeyi yapıp audioslave'de çaldılar. iki taraftan biri daha önce grubu bırakacaktı, ve bu muhtemelen chris cornell olacaktı (hem grup dağıtma sabıkası, hem de son zamanlardaki müzik içi ve dışı hareketleri bunu gösteriyordu) öyle de oldu. hesap kapandı.
67 entry daha
hesabın var mı? giriş yap