65 entry daha
  • (bu entiri iki bölümden oluşmaktadır: 1- hiççiliğe kusuşum, 2- nietzsche'nin nihilist olduğuna iddiasına cevap)

    bilmiyorum acaba, ben mi derdini hiççilik yani nihilizm üzerine kurduğu kendi basiretsizliğinin bir süngüsüyle anlatanları ezik bulmakta haksızım, yoksa onlar mı körler? iyimser bir tarihleme sonucunda en az beş bin, bakın yazıyla böyle ama rakamlara vurduğunuzda bu kadarı bile haşmetli; 5000 senelik bir insanlık tarihinin (ve ben her daim bu rakamın daha da artabileceğini, daha uzak tarihlere ulaşabileceğimizi sanıyorum. umarım antropoloji, kökenbilim, numizmatik ve filoloji gibi ilimlerle destekli kimi arkeolojik çalışmalar beni haklı çıkarır. beş bin sene sonra dahi olsa, kanıtlar iyimserlikten kurtulmuş rakamlar 30000'i, 60000'i bulur. boyut değiştirmiş olsam bile bunu bekleyeceğim.) ulaştığı son noktada, maddi veya manevi hiçbir şeyin olmadığını, yaşayan tüm canlıların bir şekilde, özsüz bir karakterde yok olup gideceğini, uğruna paha biçilmez hiçbir değerin olmadığını öne süren bir akımın varlığı beni şu yeryüzünde en çok rahatsız eden faktördür. yani hawkins 'in bile evrenle alakalı bilimsel kuramların ancak düşüncede olabileceğini söylediğini varsayarsak, inanç yapılarının bile aslında yok olmadığını görmemek şaşkınlık vericidir, kaldı ki hangi düşün sistemine sarılırsanız sarılın (yokçuluk yani nihilizm dışında) mevzunun ucunu tanrıya ya da tanrısızlığa bağlayın, ne derseniz deyin; var olan ile yok olan arasındaki temel zemin farklılığı, algınızda oluşturacağı herhangi bir dalgalanma, kısacası inanabildiğiniz veya düşünebildiğiniz her şey vardır, ve ona kalp veya beyin yoluyla ulaştığınız her anda var olmak zorundadır. nihilizmin kendisi bile kayalıklara işte bu açıdan vurmaktadır. zira hiçbir değerin, hiçbir şeyin olmadığını savunan düşünce de aslında yok olmalıdır, ancak bu düşünce biçimi vardır. o halde var olduğu çok net ortada olan düşüncenin hiçbir şeyin olmadığını söylemesinin bir mantığı var mıdır? yani kendisini ortadan kaldıran bir inanca sahiptir. hiçbir şeye sahip olmadığını algılamış bir yapı, bunu dile getirsin getirmesin aslında var olduğunu ispat etmektedir.

    burada bir varlık probleminden söz edebilir nihilist karındaşlarımız. varlık exsistens 'dir, çıkan, zuhur eden, ortaya konan, doğan veya hasıl olandır. varlığın varlığını duyularla idrak edebiliyoruz, ancak algılayamadıklarımıza ne demeli? var olanları yani nesneleri idrak edebiliyoruz fakat onların bütün'ü sayılan ve kavramlaşan varlık'ın kendisini niçin idrak edemiyoruz, sorusunu nihat keklik hoca başka bir soruyla yanıtlar; "acaba varlık sadece isim'den mi ibarettir ?" (nihat keklik, türk islam felsefesi açısından felsefenin ilkeleri, sf. 270) o halde nihilizme saldırmaya girişen bu entirinin çok çeşitli dallarla beslenmesi gerektiğini düşünüyorum, zira mesele benim kendi basiretsizliğiyle doğaya ayak uyduramadığı için yokçuluğun peşinden koşaradım giderken yiten, kendini kaybeden, kendini kaybettikçe de aslında hiçbir şeyin olmadığını söyleyebilen o travmatik bilincin sisyphosvari hezeyanına tepkim olmaktan çıkıp, var olanlarla (sanmayın ki sadece var olduğunu duyu organlarımızla idrak edebildiklerimizi kastediyorum. aynı zamanda her türlü inanma biçimini de katıyorum buna.) yüzleşemeyen, kendi çaresizliğinin acısını tüm evrendeki hareketlerin amaçsızlığına yoran, bu şekilde doğal masturbasyonunu tamamlayıp doğmuş olmanın ve de ölecek olmanın (attila ilhan üstadın belirttiği gibi; elektrik kesilmesi olan "ölmek" durumunun) ya da arada geçirilen onca zamanın bir değerinin olmadığını kanıksayıp, ona göre yedikçe acıkırcasına, yaşadıkça daha çok acı çekerek, çektiği acıları da yine insanların -ona göre- olmayan şeyleri abartarak yaşıyor olmak trajedisini sürdüregeldiğini düşünerek, zaman içinde başına gelmiş çeşitli azap verici olayları döndürüp dolaştırıp, aslında hiçbir şeyin olmadığı tezinden aldığı itkiyle, "dünya kötü", "insanlık kötü", "herkes kötü", "yaşama üzerine her türlü kuram kötü" sonuçlarını çıkartıp, yukarıda da dediğim gibi yaşadıkça daha çok acıya bulanan ruhsuz bedenini sonlandırarak aklınca yaşamın olmadığını kanıtladığını düşünecektir. zaten mevcut bütün değerleri hiçe saymak şöyle bir çelişkiyi doğurur; nihilistler hiç olmazsa dayandıkları; -her şey hiçtir önermesinin hiç olmadığını kabul etmek zorundadır. (nihat keklik, türkler ve felsefe, s.7) evet bununla ilgili konuşacağım bu entiride. hiççiliğin bir insanda niye canlanabildiğini, zihni kaplayabildiğinden ziyade hiççiliğin aslında ne büyük bir masturbasyon olduğu üzerine konuşacağım.

    bu akımın taraftarlarının pos bıyıklı nietzsche'yi de sanki nihilistmiş gibi göstermeye çabaladığını da görmekteyim. ona da bazı cevaplarım var ama nedir ki, önce birkaç şeyden söz etmek istiyorum. genç bir bireyi "herkes kötü o halde kabuğumda ölüp gitmeliyim" e iten asli sebep ne olursa olsun, nasıl bir travma yaşamış olursa olsun, nasıl deneyimlerle paramparça hale gelmiş olursa olsun, hangi ideolojik saplantılarından ötürü yaşıyor olma heyecanını yitirmiş olursa olsun çarptığı kayalık genel manasıyla nihilizm olmuşsa eğer, ben o halde bu öğretinin onun için yetkin bir sığınak olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini sorgulamak istiyorum. zira hepimizin belli zamanlarda sığınağa ihtiyacı olabilir, ama sığındığımız şey aslında bizim gözümüzü boyayan, kandıran, aldatan bir şey ise, o halde içine girdiğimiz sığınağın içeriden görünüşünden kendimizi rahatlamış olarak varsaymamız da gelip geçicidir. dışarıdan biri halimize baktığında; aslında yalan teknesiyle milyonlarca piranhalarla dolu suda hiçliğe doğru yol aldığımızı ve bundan kendimizi okşarcasına zevk duyduğumuzu anlayacaktır. oysa tekneden suya atladığımızda, sakındığımız piranhaların birer yanılma olduğunu anlamamıza fırsat kalmadan bu sefer başka bir korku ve şiddetli kaçma isteğini kafamızda kuracağız. bir yanılsamadan diğerine, sonra bir diğerine, devamında daha sonrakine.. bu böyle sürüp gidecek, nihil miror yani hiçbir şeye şaşırmıyorum, ölüm anı geldiğinde de "aslında ölüm yok" denmeyecektir, çünkü o da bir korkudan başka bir şey değildir, kaçış mı, hayır. ona kaçış bir zevk mi? evet. çünkü sürekli kaçışın olduğu yerde hiçbir şey olmaz, işte nihilistlerin bu kaçışlarının tümü tam bu noktada iki niteliğe sahiptir. 1/ sürekli kaçmış olandır. 2/ doğal masturbasyondur. yani söz konusu kişi var olan'ların aslında yok olduğu düşüncesine kaçtıkça korkak ve hazcıdır.

    şimdi bakalım bir kaynakta nietzsche de dahil edilerek, nihilizm nasıl tanımlanmış; "1. 1860'lı yıllar rus aydın tabakasının devrimci eğilimi. (belirgin özelliği bir önceki kuşaktan kalma değerlerin sistemli bir biçimde reddedilmesidir. terimi bu anlamıyla ilk kez turgenyev, babalar ve oğullar adlı romanındaki 'yeni insan' bazarov'u nitelemek için kullandı.) 2. toplumsal bir grubun ortak düşünsel ve ahlaki değerlerini yadsımaya, bu grubun kolektif ülküsünü kabul etmemeye dayanan tutum. nietzsche 'ye göre; yüksek ideallerin değerlerini yitirmelerinden kaynaklanan olumsuz düşünsel tutum. nietzsche'ye göre; nihilizmin öğretisel anlatımı, 'kendinde doğruluk yoktur, şeylerin özü yoktur, kendinde şeyler yoktur.' düşüncesine dayanmaktadır. kısacası nihilizm, 'şeylerin değerini hiçbir gerçekliğin bu değerlere hiçbir zaman karşılık düşmediği olgusuna bağlar; değerleri saptayan, gücün bir belirtisinden, yaşamın ereğine yardımcı olan bir basitleştirmeden başka bir şey değildir bu değerler.' (der wille zur macht - güçlülük istenci) nietzsche, 'son insan' ın edilgin, bıkkın ve daha açıkçası gücünü yitirmiş nihilizminin karşısına, 'üst insan'la gelecek olan 'etkin' nihilizmi çıkarır; ona göre; bu nihilizm zorunlu olarak gelecektir. 'çünkü daha önceki değerlerimiz bile kendi ereklerini onda bulmakta, çünkü nihilizm, en yüksek değer ve ülkülerimizin mantıksal sonucunu oluşturmaktadır. (ay.ypt.)" (büyük larousse, cilt: 17, sf: 8645 , ilgili madde)

    eğer belli açımlamalardan kaçarak, kabataslak konuşursak yukarıdaki tanımın son kısmından pos bıyıklıyı nihilizmin savunucusu olarak görebiliriz. ancak üstadın "etkin nihilizm" diye adlandırdığı şifanın üstün insan'la birlikte geleceğini anlıyoruz. ancak nietzsche 'nin eleştirilerinin iki yönlü olduğunu unutmamalıyız. eğer onun eleştirilerinin muhataplarını ortaya koymazsak yanlış çıkarımlar da bulunmamız olasıdır; tıpkı "nietzsche de nihilisttir" de olduğu gibi. nihat keklik hoca da, yukarıda adı geçen eserinde, onu "nihilist'tir, fakat materyalist değildir." diye tanıtmıştır. (a.g.e., sf:138) oysa nietzsche 'nin reddedişinde "yerine koyuş" söz konusudur. yani değeri ayaklarının altına alıp çiğneyip, tanrı öldü derken aslında problemin buraya geliş sebebini ve çözümünü bilmektedir. çok nettir ki; "nietzsche 'ye göre; evripidesçi drama ve sokratesçi diyalektik, tragedyayı yok etmiştir. "..evripides, tragedyanın konusunu kahramanlıklardan (bkz: hero), yaşam hakkındaki bilgeliğin sonuçlarının ele alındığı ulvi temalardan sıradan yurttaşların gündelik kişisel ilişkilerine, yaşadığı aksiliklere ve komik olaylara kaydırır; sokrates ise; tragedyayı aklın parmaklıklarının ardına hapseder ve insan yaşamı tanımını, rasyonel bir anlatıma ayak dirediği gerekçesiyle inandırıcı bulmaz.
    evripides 'in dramalarında, ender rastlanan şeylerden alınan haz, sıradanlıklardan alınanlara yenik düşer. insan doğasının yozluğunun sınırsız seçenekleriyle ilgilenmek, insan doğasının mükemmeliğinden büyülenmenin yerini alır. (peter berkowitz,nietzsche*)

    tragedyanın doğuşu'ndaki trajik bilgeliğin en saf antitezi olan şeytan veya euripides'in ağzından konuşan tanrı, bir "sokratik eğilim", tragedya "ile savaşan ve onu yenen" sahte bir bilgeliktir (td 12).

    nietzsche'nin geleneksel olmayan bilgelik görüşü, yani silenuscu bilgelik veya kaos bilgisi, onun bilgeliğin insan mükemmeliyetinin temeli olduğu şeklindeki geleneksel düşüncesiyle birleşerek, nietzsche'yi sokrates'in geleneksel itibarını yeniden değerlendirmeye zorlar. sokratik tini, görüngüleri özenli bir analitik araştırmaya tabi tutma ve konuşmalara, edimlere, yaratılara ve doğaya, sadece onların iç tutarlılıklarına ve kesin bir şekilde belirlenmiş rasyonel kriterlere uygunluklarına bakarak saygı gösterme itkisi olarak tanimlar. nietzsche sokratik tini lanetler, çünkü sözümona bu tin dünyayı gerçekte olduğu gibi görme ve trajik bilgeliğin gö- rünür kıldıklarını kavrama konusunda devasa bir yetersizliği ifade etmektedir. bu yüzden çelişkili bir şekilde, "estetik sokratizm"i ve onun yüce kriterini ("bir şeyin güzel olması için anlaşılabilir olması gerekir") böyle bir genel bakış açısının cehaletten kaynaklandığı ve varoluşun gerçek mahiyetini gizlediği gerekçesiyle kınar (td 12).

    nietzsche'nin, sokrates'i şiire ihanet eden bir tür şair olarak tasvir etmesi, dionysosca tragedyayı felsefenin üstün bir şekli olarak ele almasıyla bağdaşır. felsefe ve şiir arasındaki çekişmeyi, insan bilgeliğinin anlamının birbiriyle yarış içindeki iki yorumu arasındaki vahim savaş olarak tasvir ederken, bilgeliğin davranışları belirlemesi veya insanoğlunun özlemlerinin nesnesi olması gerektiğini hiçbir zaman sorgulamaz. nietzsche'nin kuram insanına yönelttiği en büyük eleştiri onun sahte bir bilgelik peşinden koştuğu ve insanlık durumu hakkındaki hakikati gizlediğidir.

    sokrates'in, dünyanın insan zihnince tam anlamıyla kavranılabilecek bir kâinat düzenine (bkz: logos) (bkz: inen ve çıkan yol bir ve aynıdır) (bkz: #10289537) veya rasyonel bir yapıya sahip olduğuna duyduğu sözde inancını incelemek ve eleştirmek için nietzsche, yunan tragedyasının doğuşunu incelerken uyguladığı ve daha sonra soykütük'ie ahlâkı ve deccal'de dini değerlendirirken izlediği aşamaların aynısını takip eder.

    nietzsche eserlerinden birinde; güya yaşam üzerine kapsamlı bir genel bakışın yaratılmasını teşvik eden insani ihtiyacı araştırır. bununla birlikte, nietzsche tüm kapsamlı genel bakışlara aynı şekilde yaklaşmaz; onların psikolojik ve fiziki kökenlerini belirleyerek, ipliğini pazara çıkarır. özellikle, kendi iddiasına göre, sokrates'in rasyonel düzenin varlığına duyduğu inancın metafizik bir yanılsama olduğunu keşfetmiştir ve bu yanılsama doğal olmayan güçlü bir anlama arzusundan kaynaklanmaktadır. bununla birlikte trajik içgörü insanlık durumu hakkında görünüşte karşı çıkılması imkânsız bir anlayıştan doğar veya en azından nietzsche'nin karşı çıkmaktan kaçındığı bir anlayıştan.. sokrates'in içindeki şeytan (kendini kutsal bir sesin ardına gizleyen içgüdüleri) sadece onu tehlikeli bir seyir alan bir eyleme devam etmekten vazgeçirmek için konuşur. sokrates "kelimenin tam anlamıyla per defectum bir canavardır", çünkü onun muazzam içgüdüsel güçleri yanlış yönlendirilmiştir (td 13). bu yüzden sokrates'in acı çekmesinin nedeni, tininin doğal, sağlıklı işleyişini yerine getirememesidir: bu durum sakatlayıcı (ve etrafına zehir saçacak kadar bulaşıcı) bir hale ulaşmıştır. (berkowitz,a.g.e.)

    inancı böyle kemik kırar gibi kıran, mitosların kaçınılmaz uygarlaşma süreci; bizzat sokrates eliyle kendinden sonraki hayranları tarafından, özellikle de protagoras ve herakleitos kırması (olmasına rağmen) olduğu söylenen platon tarafından, daha da azmış bir biçimde hızlandırılacaktır.

    ..

    jean brun ise ilginç bir noktaya temas eder; nietzsche, sokrates 'te, erdemin bir bilgi olduğu ve ancak bilgisizlik yüzünden günah işlendiği fikrinden sorumlu filozofu görür; sokrates 'i eleştirilere boğar, bunlar çoğu kez oldukça haksız eleştirilerdir, ama belki de şu belirtmeyle açıklanabilir: "itiraf etmem gerekir ki; sokrates, bana o denli yakın olduğu için, ona karşı, nerdeyse durmaksızın savaşıyorum." (nietzsche, la naissance de la philos. a l'epque de la tragedie grecque; çev: g. bianquis [gallimard, 1938], s.19; jean brun, stoacılık, iletişim yay., sf: 112)" (kaynak: #10306832)

    nietzsche'nin ilk etapta (benim buradaki anlatım sıralamama göre) vurduğu aiskhylos, euripides ve sophokles üçlüsünün inşa ettiği tragedya yerine (aslında pos bıyıklının euripides'i aynı zamanda tragedyayı yok eden dramanın baş mimarı da sayar.) sokrates, platon ve aristo üçlüsünün mantığının konmasıdır. işte bu eleştirisinden çıkarılabilecek en temel yargı, nietzsche 'nin dionsyiak tavrıyla yunan tragedyalarına değer verdiğidir. zaten yunan mucizesini sokrates'le sonlandıran nietzsche'nin zihni, sokrates'i tümden monstrum in fronte, monstrum in animo (görününde canavar, ruhunda canavar) diye nitelendirerek tüm nefretini kusmaktadır. o yitip giden değerin (o eşsiz yunan tragedyasının) katillerine nefret kusmaktadır, ancak yüreğinde heyecanı, sevdası olan bir bilgeye yaraşandır bu kusuş durumu. o nietzsche ki, ikinci olarak kiliseyi eleştirirken, umutsuzluğunu dile getirirken tümden bir hiçliğin peşinde olamaz. (zaten ilk örnek olan; tragedya sevdası bile yeter bu hiççi olduğuna dair fikrin çökmesine.) zira onu umutsuz kılan, yaşamı daraltan kilisenin insanlar üstündeki etkisidir. kilisenin katili olabilir nietzsche ama asla hiççilik hastası değil. zaten ecce homo'daki şu dizeler bile üstadın heyecanını dile getirir, böyle bir heyecanı, sorgulama aşkını herhangi bir hiççi'de göremezsiniz.

    "..ödevim, insanlığn en yüksek anlamda kendine döneceği, geriye bakacağı, ileriye bakacağı, rastlantının, rahiplerin boyunduruğundan kurtulup, niçin, neden sorularını ilk kez toptan ortaya koyacağı o ânı, o büyük öğle'yi hazırlamak olan ödevim, şu kanının zorunlu sonucudur: insanlık doğru yolu bulmamıştır kendi başına; yönetilişi hiç de tanrısal değildir; tersine, o yadsıyan, o bozucu içgüdüler, décadence içgüdüsü onu baştan çıkarmış, hem de en kutsal değerleri arasında hüküm sürmüştür. törel değerlerin kaynağı sorusu bu yüzden benim için en başta gelen sorulardan biridir; insanlığın geleceği bunun yanıtına bağlıdır çünkü. aslında herşeyin en iyi ellerde yürütüldüğüne, tek bir kitabın, kutsal kitap'ın bize insan yazgısını yöneten tanrısal bilgelik üstüne en son çözümleri getirdiğine, ötesini düşünmemek gerektiğine inanmamızı istemek, gerçekci bir dile çevrildiğinde şuraya varır: bunun tam tersinin -o acınacak durumun- doğru olduğu, yani bugüne dek insanlığın en kötü ellerde kaldığı, en yeteneksizlerin, düzencilerin, öç güdücülerin, o "ermiş" dedikleri, dünyaya kara çalan, insanlığı lekeleyen kimselerin onu yönettikleri inancı su yüzüne çıksın istemiyorlar. rahiplerin (o kılık değiştirmiş rahipler, yani feylosoflar da buraya giriyor) yalnız belli bir cemaat içinde değil, hepten dizginleri ele geçirdiklerinin, décadence töresiyle bitiş isteminin gerçek töre sayıldığının en şaşmaz belirtisi, çıkar gözetmezliğe verilen yüzde yüz değer ve bencilliğe her yerde duyulan düşmanlıktır. bu konuda benden başka türlü düşüneni mikrop bulaşmışlardan sayıyorum..."

    nietzsche 'nin değerbilirliğine daha bir çok örnek verebilirim, o nihilizmin kayalıklarına hiçbir zaman vurmadı, çağına taşınmış olan baskılarla insanlığı karalayan, üretici yeteneğini kısıtlayan hem kiliseyi hem de sonuç itibariyle homeros'u devlet dışı bırakan platon'un ağababası sokrates'in şüpheciliğini masaya yatırdı. mitosunu yitiren dünyaya baktı, çıldırdı sonunda, çünkü "herkles benden başka türlü düşünüyor ne yazık ki..." (http://www.ayrinti.net/…tzsche/nietzsche/e-tank.htm) diye iç geçirmek zorundaydı.

    artık entiriye bir nokta koymanın zamanı geldi; evet o noktayı nasıl koyacağım bilmiyorum, çok laf etmiş olmanın verdiği çeyrek-sarhoşluk haliyle, tüm bu yazdıklarımı tahaffuz edemeyecek durumda da olabilirim, ama sonuç itibariyle biliyorum ki; yaratıcı yeteneğini, dionsyiak nefesini salt yaşadığı acılardan ötürü kendi eliyle kısan, korkakça kaçan, yaşıyor olma 'nın kendisiyle yüzleşemeyen, bu yüzleşemeyişiyle masturbatif bir zevk duyan, olan'ı, olmayan'ı tümden yok ederken, tümden yok edişinin de o halde olamayacağını akledemeyen nihilist bünyenin, doğaya uyum sağlama vakti gelmiştir diye düşünüyorum. çünkü tekneden suya umarsızca dalışın tek bedeli belki boğulmaktır, ancak o tekneyle sudaki piranhalar korkusuyla hiçliğe yol almaktansa böylesi bir boğulma sadece bir nimettir, değerini bilelim.

    sıkıldım bu entiriden. bittiii.
493 entry daha
hesabın var mı? giriş yap