513 entry daha
  • insan beyni neden bu kadar büyük ve karmaşık evrimleşmiştir, doğada neden bizim bilişsel yeteneklerimize sahip başka bir canlı türü yoktur hiç merak ettiniz mi?

    celal şengör’ün “bilgiyle sohbet” kitabında aktardığına göre 10 milyon yıl önce afrika’nın doğusundaki tropik ormanların yok olup yüksek otlu savan ortamlarının oluşmasıyla birlikte atalarımız aslan gibi yırtıcı hayvanlardan korunabilmek için ayağa kalkıp etrafı gözlemek zorunda kaldı. bu şekilde ön ayakları(elleri) serbest kaldı ve alet edevat geliştirmeye başlayarak canlılar aleminde görülmemiş bir beyin gelişiminin tetiğine basmış oldular.
    doğal seçilimi esas alan birçok görüş benzer açıklamalar üretmektedir. bu açıklamanın ne kadar tatmin edici olduğuna bakalım: ellerimizi kullanma becerimiz diğer primatlardan çok farklı değildir. alet edevat geliştirme konusunda beyin kapasitesi haricinde benzer potansiyele sahibiz. ama diyelim ki yürümek, ağaç dallarına asılmak gibi eylemlerden muaf kalan eller farklı bir beceri geliştirme ihtiyacı hissetti ve diğer primatların sahip olmadığı bu özelliğe böylece sahip olduk; bu hipotez primat kuzenlerimizden 3 kat daha büyük bir beyne sahip olmamızı açıklıyor mu?

    bunu görmek için insanların geçmişte beyin işlevlerini ne derecede kullandıklarına bakmak gerekiyor. beyin hacmimizin 3 katına çıkması son 3 milyon yıl içinde gerçekleşti. human evolution türümüz olan homo sapiense ait bulduğumuz en eski fosil 300 bin yıl öncesine aittir. yani türümüzün ortaya çıkış tarihinin muhtemelen 350-400 bin yıl öncesi olduğunu söyleyebiliriz. mağara çizimlerine ilk olarak üst paleolitik çağ dediğimiz son 50 bin yılı kapsayan dönemde rastlıyoruz. yani homo sapiens türü büyük beyne kavuştuktan sonra 300 bin yıl boyunca karmaşık becerilerden muaf sayılırdı. bundan öncesinde milyonlarca yıla yayılmış bir alet yapma becerimiz var ama yaptığımız bu aletlerin zaman içindeki değişimi beyin gelişimimizle doğru orantılı ilerlemiyor. yakın tarihlere kadar oldukça ilkel silahlar kullanıyorduk.

    açıkçası tarım devrimine kadar geçen sürece baktığımızda bu kadar büyük beyinlere sahip olmamızın hayatta kalma başarısı açısından tamamen elverişsiz olduğunu görüyoruz. dış tehlikelerden kendimizi korumak ve basit aletler geliştirmek için bu kadar büyük beyin hacmine ihtiyacımız yoktu. son yapılan bulgular goril ve şempanzelerin bile basit aletler yaptığını gösteriyor. goril taş devri vücut ağırlığımızın %2’sini oluşturmakla birlikte harcadığımız enerjinin %20 ila 25’inin sorumlusu olan bu organımızın enerjimizi müsrifçe sömürerek hayatta kalma başarımızı düşürdüğünü bile söyleyebiliriz. o halde beynimizin bize nasıl bir fayda sağlamış olabileceğine farklı açıdan bakmamız gerekiyor.

    james de wall 1982 yılında makyavelist zeka hipotezini ortaya attı. bu görüşe göre beyin gelişimimiz yoğun rekabet, etkileşim, politika gibi karmaşık sosyal ilişkilerin ve yırtıcılardan korunma, alet kullanma, türler arası rekabet gibi hayatta kalma becerilerinin gerektiği bilişsel talepler sonucunda ivme kazandı. sosyal başarının manipülasyon, yalan ve aldatma stratejilerine dayalı olması bilişsel esnekliğimizi arttırdı. bu hipotez, tür içi rekabete dikkat çekip diğer görüşlere kıyasla daha elle tutulur veriler verse de farklı türlerin sahip olmadığı beyin kapasitesine sahip olmamızı tam olarak açıklamıyor. toplu halde yaşayan, karmaşık sosyal becerileri olan, manipülasyonu kullanan tek tür değiliz. daha küçük bir primat beyni de bunları yerine getirmek için yeterli olabilirdi.

    olayı tamamen tür içi rekabete taşıyan bir görüş ise, richard alexander’ın grup savaşı teorisidir. bu teori büyük beyinlilerin daha küçük beyinli rakiplerini alt ettiği soykırımsal bir şiddet yoluyla evrimleştiğini söyler. büyük beyinliler daha iyi teknolojiler öğrenerek silik beyinlilerden önce kaynakları ele geçirdiler ve onları açlığa, hastalığa ya da yırtıcılara kurban ederek soylarının tükenmesini sağladılar. bu fikri incelemeden önce şunu akılda tutmanın faydası var: beyin büyüklüğü, zekanın temel etmeni değildir. daha fazla nörona sahip olmak, yeni beceriler geliştirme konusunda yararlı olabilirken beynin fonksiyonelliğini belirleyen asıl şey bu nöronlar arası bağlantılardır.
    yani iç savaş yoluyla beyin evrimi yaşanması olasıdır fakat bu evrimde beyin hacminin büyümesi belli düzeyde olacak ve epey vakit alacaktır. %20’lik bir büyümeden bahsediyor olsaydık bu teori yeterli olabilirdi ama bu kadar kısa sürede %200’lük hacim artışını yalnızca klan savaşlarına bağlayamayız. öte yandan bu teori beyin gelişimini tam olarak açıklamasa da başka birçok şeyi açıklayabilecek bir potansiyel kapsıyor. insanın savaşa diğer bütün canlı türlerinden daha istekli olması, zeki beyinlerin ürettiği yeni teknolojilerin savaş alanında kullanılması belki de bu sürecin bize mirasıdır.

    tüm bu hipotezlerin eksiği nedir? biyoloji biliminde sıkça yapılan bir hata: cinsel seçilimi yok saymak. charles darwin, 1859 yılında “the origin of species” kitabını yayınladı. evrim teorisinin anlatıldığı bu kitap, insanın kökenini yaratılış haricinde açıklayan ilk eserdi. bilim camiasının çoğu karşı çıksa da 2 yıl sonra bulunan arkeopteriks fosili tartışmaya son noktayı koydu. dinozorlarla kuşlar arasındaki bir ara geçiş formu olan bu canlı, evrimi doğruluyordu. canlılığa ve türleri dair mükemmel açıklama getiren bu teorinin bir çıkmazı vardı. öyle ki darwin bu çıkmazla ilgili oğlu francis’e “her gördüğümde beni hasta ediyor” demişti. darwin’i hasta eden şey tavus kuşunun kuyruğuydu.

    türlerin kökeni kitabında canlıların hayatta kalmak ve neslini sürdürmek üzerine evrimleştiğini anlatmıştı. oysa tavus kuşlarının gösterişli kuyrukları ve birçok türün ilgi çekici, rengârenk yapıları hayatta kalmayla açıklanamazdı. bilakis yırtıcılara kolay yem olmalarına sebep olabilirdi.
    bunun üzerine darwin, cinsel seçilim teorisini geliştirdi ve 1971 yılında bu teorisini açıkladığı “the descent of man” kitabını yayınladı. evrimin iki ana unsurundan biri olan “üreme”nin mekanizmalarını anlatan bu teori, dişilerin çiftleşeceği erkeği seçmesinden dolayı seçilemeyen erkeklerin yok olması ve üreme fırsatı bulanların çoğalmasına dayalı bir evrimden bahsediyordu. dönemin ingiliz kültüründe bu kabul edilebilir değildi. önemsemedikleri, yok saydıkları kadınların erkek seçimi yapıp evrimin gidişatını belirlemesi deli zırvası olarak görülmüştü. bu tabular yüzünden cinsel seçilim 100 yıl boyunca görmezden gelindi. doğal seçilimle ilgili sayısız kitap, makale yazılmasına rağmen cinsel seçilimi anlatan kitap sayısı iki elin parmağını geçmiyordu.
    40 yıl önce bir şey oldu ve cinsel seçilim teorisi tekrar dirilerek biyoloji bilimine yön vermeye başladı. cinsel seçilim, sorumuzun cevabını bulmamıza yardımcı olacak mı, bakalım.

    beynimizin evrimini açıklamak için cevaplanması gereken üç soru var:
    ilki: evrim tarihinde büyük beyin eğilimi bir yana, sahip olduğumuz türden bir zeka hor görülmüştür. küçük beyinlere sahip sayısız canlının milyarlarca yıllık evrim tarihinden sonra neden bir anda ve birkaç türde büyük beyin tercih edildi?
    ikinci soru: büyük beyinlere kavuşmamızdan sonra bunların elle tutulur bir faydasını görmemiz için çok uzun zaman geçmesi gerekti. beyindeki hızlı büyümeyi kapsayan evrimsel sürecin büyük bir kısmında atalarımız aynı tür baltalar yapmayı sürdürdüler, teknolojik gelişme olmadı. hayatta kalmayla ilgili çok faydası görülmeyen böylesine maliyetli bir organ neden himaye edildi?
    son mesele ise neden mizah, resim, müzik, muhakeme yeteneği, yaratıcı fikirler, din ve ahlak gibi hayatta kalma çabasıyla açıklanamayacak kadar karmaşık beceriler geliştirdiğimiz.

    darwin’in cinsel seçilim fikrinden oldukça etkilenen ronald fisher, bu teoriyi iyice geliştirerek 1930 yılında “the genetical theory of natural selection” kitabını yazdı. bu kitapta denetimsiz süreç diye bir kavramdan bahsediyordu. eğer süslü, çekici erkekler birçok kadını eş olarak alır çok sayıda çocuğa sahip olursa doğacak süslü çocuklar sonraki nesilde dişilere daha da çekici gelecek(çünkü bu süsleri beğenme geni anneden dişi yavrulara da aktarılacak), süreç devam ettikçe erkeğin süsleri artacak ve dişinin gitgide daha çok süsü arzulayacaktı. hayatta kalma bedeli seksüel getirilerin önüne geçmeye başlayana kadar bu süreç zincirleme bir hızda sürüyordu. fisher’a göre ne kadar küçük bir noktadan başlarsa başlasın bu döngü kontrol edilemez hızlara çıkardı. birkaç dişi kuşun renkli erkekleri arzulaması ve onların beğenisine hitap edecek bir erkek olması, bir domino taşına yapılan ilk dokunuş gibiydi. bunun sonraki aşamalarda çok büyük etkileri olmalıydı. kelebek etkisi de diyebilirsiniz.

    peki denetimsiz süreci başlatan etmen ne olabilirdi, dişiler neden süslü erkekleri tercih etme ihtiyacı duyuyordu? fisher bunun cevabını 1915’te yazdığı bir makalede vermişti:
    “parlak tüylerin oluşturduğu açık seçik ve belirgin desenin doğal üstünlük için iyi bir işaret olması durumunda ne olur diye düşünelim. bu özelliği en fazla geliştiren adayları seçme eğilimi dişi kuş için çok kârlı bir içgüdü olur ve bu “amaca hizmet eden zevk” tamamen yerleşir.” fisher bu süslerin uyum yeteneği, sağlık ve enerji göstergesi olarak evrildiğini söylüyordu. sağlıksız bir kuşun büyük kuyruğu taşımaya yetecek gücü ve o kuyruğu fark edip kendisine saldıracak yırtıcılardan kaçmaya yetecek enerjisi olamazdı.

    20. yüzyılın büyük bir bölümünde cinsel seçilimin dişilerin erkekleri süslerine bakarak seçtiği iddiasını test etmek için birçok deneysel teknik oluşturuldu. malte andersson tarafından dulkuşlarında, linda partridge tarafından meyve sineklerinde ve michael ryan tarafından tungara kurbağalarında yapılan deneyler sonucu her bir türde dişilerin eşlerini seçerken güzel süsleri olanları, bakımsız ve kirli olanlara; uyum yeteneği yüksek olanları ise sosyal yeteneği düşük olanlara tercih ettiği gözlemlendi. ünlü evrim psikologu david buss, bu bulguları daha da genişleterek insanlardaki eş seçimine dair kanıtlar sundu. buss’ın elde ettiği bulgulara göre erkekler ve kadınlar eş tercihlerini hala evrimsel bazı kurallara göre yapmaktadır. erkekler geniş kalçalı, büyük göğüslü doğurganlık ihtimali yüksek olan genç kadınları tercih etmektedirler. kadınlar ise döllenmeyi sağlayabilecek olan yapıya sahip, doğuracağı bebeğine sağlıklı genler aktarabilecek ve doğumdan sonra oluşabilecek tehlikelerde yavruyu koruyabilecek erkekleri seçmektedirler. erkeklerde bunun belirtileri kaslılık, sağlıklı cilt gibi niteliklerdir.

    peki, cinsel seçilim teorileri beyin gelişimimizi nasıl açıklar? kuşlarda parlak renklerin dişiler tarafından tercih edilen süsler olması gibi zeki beyin becerilerinin de insanlar için bir seksüel süs olduğunu düşünebiliriz. uyum yeteneği göstergesi olan bu süsler dişiler tarafından tercih edilmeye başlayınca hızlı bir evrim sürecine girdi. peki kadınların beyni neden erkeklerle eşit düzeyde gelişti diye soracaksınız. aslında sorulması gereken birkaç soru daha var, hepsini listeleyelim:
    büyük ve zeki beyinler dişileri tavlamak için evrimleştiyse erkeklerin kadınlara oranla çok daha büyük ve zeki beyinlere sahip olması beklenirdi. oysa erkek beyni kadınınkinden biraz daha büyük olmakla birlikte zeka açısından pek bir fark bulunmamaktadır(deliler ve dahileri kapsayan uç kısımlarda erkekler daha yoğunken genel dağılıma baktığımızda eşit bir iq seviyesinden bahsedebiliriz).
    ikinci soru: beyin hacmimizin 3 katına çıkması için 2-3 milyon yıllık bir süreç gerekmiş olmasıdır. bu süreç kabaca 100 bin nesile tekabül eder. yani nesil başına 0.01 gramlık ağırlık artışı olmuştur. oysa denetimsiz süreç çok daha hızlı ilerler. bu süreci anlatırken domino taşı benzetmesi yapmıştık. böyle bir döngüde nesil başına ortalama 1 gramlık artışı öngörülür ki bu durumda beynimizi modern haline getiren evrimimizin 20-30 bin yılda tamamlanmış olması gerekirdi.

    bir de lek paradoksu denilen bir olay var ki o da şudur: adaçayı tavukları her çiftleşme döneminde leklerde toplanırlar. erkek tavuklar dans ederek, cıvıldayarak ve hünerlerini göstererek dişileri etkilemeye çalışır. dişiler ise sonrasında çiftleşmek için en iyi olan erkeği aklında tutar. bu gösterilerden sonra genellikle bütün dişi tavuklar tek bir erkeğe gider.
    bu durumda sadece en iyi erkeklerin genleri aktarmasından dolayı sonraki nesillerin gittikçe mükemmelleşmesi ve uyum yeteneği göstermesi beklenirdi. uyum yeteneği olmayan erkekler genlerini aktaramayıp yok olacağı için dişilerin eş seçme derdi kalmazdı ve bu gösterilere zaman harcamak zorunda olmazlardı. oysa adaçayı tavukları binlerce yıldır bu geleneği sürdürüyorlar.
    ünlü evrimsel psikolog geoffrey miller bu durumla ilgili şöyle söylüyor:

    "eğer dişilerin tercihleri bizim türümüzde uzun boylu erkekleri öne çıkarıyorsa, bütün erkekler eşit derecede uzun olmalıydı. eğer erkek tercihi daha büyük göğüsleri öne çıkarıyorsa, bu gün kadınlar aynı biçimde büyük göğüslü olmalıydılar. eğer her iki cinsiyet de zeka ve güzel yüzleri öne çıkarıyorsa, bütün insanların eşit derecede zeki ve güzel olmaları gerekiyordu. ancak bizler böyle değiliz. farklılıklar sürmektedir ve bunlar hala genetik olarak aktarılmaktadır. o zaman seçilim neden bu tür farklılıkların sürmesine izin veriyor?"

    belki de bu soruların cevabını bulmak için evrimsel tarihimizin en başına gitmek gerekiyordur: 3.9 milyar yıl öncesine. richard dawkins, ünlü “gen bencildir” kitabında canlılığın başlangıcını şöyle açıklar:
    dünyanın oluşum döneminde yeryüzündeki okyanuslara gök taşları vasıtasıyla farklı elementler girdi ve “kimyasal çorba” dediğimiz bir yapı ortaya çıktı. bu yapıyla birlikte amino asit dediğimiz moleküller ortaya çıktı. evrim tarihimiz bu moleküllerle birlikte başlamıştır. konuyu dağıtmamak için çok kısa geçeceğim. detaylı bilgi için kitabı okumanızı öneririm.
    o dönemde okyanusun içinde rastgele birçok molekül dolaşıyor. oluşup yok olan, belli bir ömre sahip cansız yapılar birkaç atomun birbirine bağlanması ile oluşuyorlar. uzun bir süreçten sonra bir veya birkaç tanesi tesadüf eseri kendini kopyalama becerisi ediniyor. bunların sürekli ürettiği kopyalar milyonlarca yıl sonra artık diğer moleküllerin sayıca önüne geçerek asıl popülasyonu oluşturuyor. bu amino asitler sürekli çoğaldığı için yeni kopyalarda ister istemez hata olabiliyor bazen. bu hatalar olumsuz özellikler taşıyorsa hatalı kopya zamanla yok oluyor, eğer çoğalma hızını veya yaşam süresini arttırıyorsa yaşıyorlar, diğer moleküllerden hızlı yayılıyorlar ve onların önüne geçiyorlar. bu mutasyonlar sonucu ilk olarak dna, sonra dna’da meydana gelen hatalarla birlikte proteinler ve en nihayetinde bir veya birkaç hücreli ilkel yaşam formları oluşarak canlılık başlıyor. dna dediğimiz bu yapılar canlılığı başlattığı gibi günümüzde de devam ettiriyor. evrim için türler arası rekabet gibi tanımlar yapsak da olay genlerin hayatta kalma savaşından ibaret, koşulsuz şartsız tek kazanan onlar. beyin gibi karmaşık bir yapıyı açıklarken de genleri göz ardı etmek büyük bir hata olur.

    lek paradoksundaki bu “çeşitliliği” sağlayan etmenin ne olduğuna dair iki hipotez ortaya çıktı. bunların ilki genlere dikkat çekiyordu. biyologların ve genetik bilimcilerinin yaptığı çalışmalar sonucunda her nesilde anne babada olmayan ortalama 1.5 ila 3 arasında yeni mutasyon ortaya çıktığı saptandı. insanda yaklaşık 80 bin gen olduğu düşünülünce bu mutasyonların nesiller içinde birçok zararlı etkiye sebep olması, hatta türü yok oluşa götürmesi kaçınılmazdı. cinsel seçilim, bu mutasyonların verebileceği zararları önlemek için ortaya çıkmış olmalıydı. dna’mızı başka birininkiyle karıştırınca birinden gelen zararlı mutasyonu diğerinden gelen sağlıklı gen maskeleyecek ve çocuk sağlıklı olacaktır. akraba evliliklerinin engelli doğumlara sebep olması da bizimle benzer genlere sahip yakınlarımızla çocuk yapınca bu perdeleme özelliğinin kullanılamıyor oluşudur.
    insan genomunun yaklaşık yarısını doğrudan beyinle ilgili genlerin oluşturduğunu göz önünde bulundurursak karşı cinse genetik sağlığımızı göstermek için gelişmiş beyinden daha iyi bir kanıt olamazdı.
    cinsel seçilimdeki çeşitliliği açıklayan diğer hipotez ise uyum yeteneğinin ortama göre şekillendiğini söylüyordu. büyük vücuda sahip canlılarda parazitler her zaman sorun olmuştur. bu küçük varlıkların evrimleşme hızı büyük canlılara göre çok daha yüksek olduğu için bugün parazitlere karşı dirençli olan genler yarın aynı etkide olmayabilir. parlak uzun kuyruğa sahip bir tavus kuşu “bak ben parazitlerimi yendim, aksi halde kuyruğum küçük ve donuk renkli olurdu. benimle çiftleşirsen çocuklarına sağlıklı genlerimi aktarmış olursun” mesajı veriyordu. bu teori cinsel seçilimle ilgili önemli bulgular veriyor. ama beyin, parazitler tarafından çok tercih edilen bir organ olmadığı için beyin gelişimimizi açıklama konusunda dna fikri kadar başarılı olamıyor.

    sağlıklı beyinler iyi genetiğin göstergesiydi peki neden bu kadar abartılı şekilde evrimleştiler?
    1975 yılında israilli biyolog amotz zavahi “handikap ilkesi” adıyla yeni bir fikir ortaya attı. zavahi birçok cinsel süsün çok maliyetli olmasının, o süslerim uyum yeteneği göstergesi olduklarını kanıtladığını iddia etti. tavus kuşları tüylerini büyütmek, düzeltmek ve taşımak için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyar. sağlıklı olmayan ve uyum yeteneği gösteremeyen bireylerin bu süslü kuyruklara sahip olmaya güçleri yetmez. dişinin, çiftleşeceği erkeğin sağlıklı olup olmadığını anlamasının en iyi yolu bu gibi handikaplardır.
    bunu anlayabilmek için kendi davranışlarımızı gözlemlememiz gerekiyor. neden pahalı kıyafet ve aksesuarlar alırız, neden lüks arabalara binip ilişki yaşayacağımız kişiye mal varlığımızın, fiziğimizin ya da kültürel birikimimizin reklamını yaparız? dawkins ve krebs, 1978’de yazdıkları bir makalede hayvanların birbiriyle olan iletişiminin tamamen bencilce olduğunu savunuyorlardı. örneğin yırtıcılar avlarını tuzağa çekmek için yem kullanır, erkekler dişilerle çiftleşebilmek için manipülasyon uygular ve olduğundan daha iyi görünmeye çalışır. bunun sonucunda avlar yemlere karşı ve kadınlar erkeklerin yaptığı bu kur davranışlarına karşı duyarsızlaşmaya başlar. bir erkeğin dişiye kendisini kanıtlamak için yapabileceği en etkili şey fedakarlıktır.
    örneğin bir gold diggerı düşünelim: takıldığı adam iyi bir işi olduğunu söylüyor, reklamını iyi yapıyor ve kendisini zengin biri gibi pazarlıyor. gold diggerın karşısındaki kişinin yalancı olup olmadığını anlamasının basit bir yolu var, ne kadar harcadığına bakmak. pahalı markalardan giyiniyorsa, büyük tektaş gibi hediyeler veriyorsa ve lüks mekanlarda yemeğe götürüyorsa muhtemelen zengin biridir. aksi durumda maddi durumu bunları karşılamaya yetmeyecektir. aynı şekilde, çok gösterişli cinsel süslere sahip bir erkek sağlıklı demektir. sağlıksız bir insan glikozun %40’ını tüketen bir beyinin maliyetini karşılayamaz, sağlıksız bir tavuskuşu uzun parlak kuyruğun getirdiği tehlikelerle baş edemez. bu handikaplar canlının uyum yeteneği düzeyinde gelişir.

    gelelim beyinlerimiz dişilere sağlıklı genlere sahip olduğumuzu göstermek için geliştiyse neden erkeklerin kadınlardan çok daha zeki olmadığına:
    zekayı kullanma biçimimize bakınca cinsel seçilimin izlerini görürüz. erkeklerin politikada, resim, müzik ve yaratıcı girişimlerde, yüksek kazançlı ve riskli işlerde daha iyi başarı göstermesi bunu destekler. ama kadınların da birçok alanda erkeklerden öndedir. kadınların erkekler kadar zeki olmasının bir sebebi var: uyum yeteneği göstergelerini anlamak. bir erkek çok iyi konuşma becerisine sahip olabilir, eğer kadının bilişsel yetenekleri bu beceriyi anlamaya yetmiyorsa erkeğin dil becerisi geliştirmesinin bir anlamı kalmaz. üst düzey bir sanat eseri yapabiliriz ama onu anlayacak kimse yoksa reel bir değerinden söz edemeyiz..
    michael ryan, orta amerika’da yaptığı bir araştırmada dişi kurbağaların kulaklarının en çok erkek sevişme çağrılarına uygun frekanslara duyarlı olduğunu buldu. cinsel seçilimin işleyebilmesi için dişinin, erkeğin sahip olduğu becerileri anlayabiliyor olması gerekir. bu da birçok durumda cinsiyetler arasında paralel bir gelişime yol açar.

    haz mekanizması da yok sayılmaması gereken bir mevzudur. canlılarda haz duyuları ortaya çıkmıştır çünkü doğal seçilim açısından birçok avantaj sağlar. canlı avlandıktan sonra yediği yemekten haz duyarsa tekrar o hazza ulaşmak için yine başarılı şekilde avlanmaya güdülenir, çekici bir eşle çiftleşmekten haz duyarsa bağlılık gelişir ve bu da gelecek nesillerin üretilmesinde ve yetişmesinde avantaj sağlar. günümüzdeki göstergeler de bu hipotezi desteklemektedir. bağlılık ve bağımlılıklar dopamin, oksitoksin gibi hazza yönelik hormonların yoğun salgılanması sonucunda oluşur.
    başka bir perspektiften bakacak olursak haz duyusu evrimi öngörülemez bir kaotikliğe sürüklemiş olabilir. haz ilkesini açıklayan süsleyici zihin teorisi, genlerini sağlıklı şekilde aktarmak isteyen canlıların karşı cinsin haz duyularına hitap edecek, hatta manipüle edecek davranışlar geliştirdiğini ve böylece evrimin bazı aşamalarının hayatta kalmayla açıklanamayacak bir seyirde ilerlediğini söyler. yani şöyle ki: ilk başta hayatta kalmaya veya sağlıklı genlere sahip eş bulmaya yardım eden davranışlar için haz duyusu gelişir. örneğin sağlıklı bir eşle sevişmekten zevk alırız. daha sonra karşı cinsten bazı bireyler bizim seks denilen zevk duyumuza hitap edecek beceriler geliştirir. hazza dayalı seçilimin sonucunda ise bize zevk veren şey üremek ve sağlıklı genler aktarmak değil, sadece seks yapmak olur. tabi bu durum hayatta kalmamızı olumsuz etkileseydi doğal seçilim tarafından elenirdi. sahip olduğumuza göre zevk güdülerimiz bize dezavantaj sağlamamış olmalı. süsleyici zihin teorisinin açıklayabileceği bir nokta daha var:

    doğadaki hemen her canlıda eş seçimini dişiler yapmaktayken insanlarda durum biraz daha farklıdır. doug kenrick gibi evrimsel psikologlar uzun süreli ilişkilerde erkek ve kadınların hemen hemen aynı düzeyde seçici olduklarını saptamışlar. süsleyici zihin teorisi, dişilerin haz duyularını uyaran erkeklerin seçileceği gibi erkeklerde de haz duyusu gelişeceği için dişilerin de seçilime uğrayacağını söyler.
    yani yüksek haz veren erkekler dişilerin gözdesi olacağı için seçim hakkına sahip olacak ve yüksek haz veren dişileri tercih edecektir. geri kalan düşük veya orta haz veren dişiler ya bekar kalacak ya da daha düşük seviyedeki erkeklerle çiftleşmek zorunda kalacaktır. insan türünde diğer canlılardan farklı olarak erkeklerin seçim yapabilmesinin sebebi belki de insanın sadece zevk için sevişebilen tek canlı olarak evrimleşmiş olmasıdır.

    peki haz ilkesi beyin gelişimimizi nasıl açıklıyor? hayatta kalmaya hiçbir katkısı olmayan sanatsal ve dilsel beceriler kazanmamızın, kültür ve gelenekler üretmemizin asıl sebebi karşı cinse haz verecek renklilikler sunmak olabilir. kimimiz bunun için müzik yaptı, kimimiz resim, kimimiz ön sevişmenin inceliklerini öğrendi, kimimiz estetik vücutlarını sergiledi. tüm bunlar haz denilen şeyin sonucudur.

    görüldüğü üzere hiçbir teori tek başına beyin evrimimizi tamamen açıklayamıyor. ama bu teorilerden bir sentez oluşturduğumuz takdirde taşlar yerine oturacaktır.
    daha büyük beyne sahip olan atalarımız zekice kur yetenekleri geliştirerek(dil, sanat vs.) bunu dişilere göstermiş ve sağlıklı genlere sahip olduklarını ispatlamıştır bu uyum ilkesidir. büyük beyne yönelen topluluklar daha karmaşık sosyal ilişkiler geliştirmiş ve diğer toplulukları yok etmiştir bu makyavelist zeka ve grup savaşı teorilerileriyle örtüşür. çok zeki olmayıp, gruptaki zeki kişileri taklit eden ve dişilere manipülasyon uygulayan erkeklere karşı atalarımız daha büyük beyinler ve taklit edilememesi için daha karmaşık beceriler edinmişlerdir, bu handikap ilkesidir. bu karmaşık becerileri anlamak için dişilerin de beyni büyümüştür. karşı cinsin haz duyularına hitap edebilmek için farklı zihinsel beceriler geliştirdik. karşı cinsin haz duyularına hitap etmek için resim, müzik, siyaset gibi bireysel yetenekler kazandık. bu da süsleyici zihin teorisinin söylediğidir. büyük beyinlerle geçen yüz binlerce yıldan sonra tarım devrimiyle birlikte yüksek zeka bizi besin zincirinin tepesine çıkarmış, cinsel seçilim farkında olmadan doğal seçilime hizmet etmiştir. son birkaç yüz yıldır insan medeniyetinin tarihte görülmemiş hızda ilerleyişi ise denetimsiz sürece güzel bir örnektir.

    kısacası beynimiz çok sayıda evrimsel sürecin sonunda bu halini almıştır. yazıda bu süreçleri kısaca özetlemek istedim. bizim özetlediğimiz bu süreçler son birkaç yüz bin yılı kapsayan değişimlerken insan beyni primat olarak en az 65 milyon, bir canlı olarak ise milyarlarca yıllık bir evrimin eseridir. kararlarımız, ürettiklerimiz, düşüncelerimiz her ne kadar tamamen kontrolümüzde olan bilinçli şeyler olarak görünse de aslında beynimiz üzerindeki kontrolümüz şaşıracağınız kadar azdır. zevk ve beğenilerimiz atalarımızın evrimi sonucu bize aktarılmış dna’larımızın sonucudur. verdiğimiz kararlar milyonlarca yılda gelişen beyin mekanizmalarımızın bizi yönlendirdiği şeylerdir ve en önemlisi tüm bu gelişimin büyük bir kısmından cinsel güdülerimiz sorumludur. tarih boyunca birçok davranışı eş bulmak için yaptık, hala biz farkında olmadan bu süreç devam ediyor.
    tüketim çılgınlıkları, dopdolu fitness salonları, doyumsuz para kazanma hırsımız, sanat, bilim, teknoloji… hepsinin tek bir amacı var. türümüz düşündüğünüzden daha ilkel.

    bir sonraki yazımda cinsel seçilimin ve evrimsel psikolojinin günümüzde olan ilişkilerimizi nasıl etkilediğini anlatacağım. takip edin.
134 entry daha
hesabın var mı? giriş yap