151 entry daha
  • ahmet hamdi tanpınar'ın yayımlanmayı bekleyen, arşivinden çıkan senaryo taslağı.

    handan inci'nin yazısından :

    “yüzük” adını taşıyan ikinci senaryo taslağı, “iki sevgi arasında”ya göre daha iyi işlenmiş ve özgün bir çalışmadır. günlüğünün 21 kasım 1961 (not: yanlış yazılmış, 21 kasım 1960 olmalı) tarihli sayfasından tanpınar’a polisiye bir senaryo sipariş edildiğini öğreniyoruz. bunun üzerine daha önce başladığı bir taslağı geliştirmeyi düşünür. bu senaryo, arşivindeki notlar arasında eksik bir halde bulunan “yüzük”tür. aşağıdaki cümlelere bakılırsa tanpınar, biraz para kazanmak hevesiyle giriştiği bu senaryodan çok da memnun değildir:

    “21kasım 1960: dün mazhar’la* park otel kahvesinde. benden bir polis romanı senaryosu istedi. ben evvelki sene yaptığım senaryo taslağını buldum. yazık ki biraz lymphatique*. sadece intime* sensation’lar* ahenk ve ahenk kırılışları var. bir polis romanının esasını yapan örgü, renoument’a (canlanma?) giden akış ve suspend* yok. biraz düşünmek lazım. yahut birinin yardımı. olursa ve biraz para gelirse beni bir yükten kurtarır” (günlüklerin ışığında tanpınar’la başbaşa, i. enginün – z. kerman, dergah yayınları, 2007, s. 238).

    siparişten sonra tanpınar’ın elindeki taslak üzerinde ne gibi değişiklikler yaptığını kesin olarak söylemek mümkün değil, ancak bu senaryoda önceki çalışmasından farklı olarak sinema diline ve tekniğine daha hakim olduğu görülüyor. tanpınar sadece bir hikaye anlatmakla yetinmemiş, kameranın atmosfer yaratmak için hangi açılardan hareket edeceğine, kişilerin yüzünde, hangi psikolojilerin yakalanması gerektiğine, gerilimi yönlendirecek melodinin devreye nasıl gireceğine kadar ayrıntılı notlar almıştır.

    senaryonun hikayesi şu andaki bilgimize göre yarım olmakla birlikte (sürmekte olan arşiv çalışmasından konuyu bütünlüğe ulaştırabileceğimiz başka sayfalar da çıkabilir), elimizdeki haliyle dahi tanpınar’ın ne yapmak istediği rahatça anlaşılıyor.

    hikayenin en çarpıcı özelliği tamamen boğaziçi’nde geçen bir polisiye olmasıdır. olayın merkezinde tanpınar roman kahramanlarını hatırlatan bir erkek vardır. beylerbeyi’nde oturan, sinema meraklısı, tarihe ilgi duyan, aynı zamanda iyi bir fotoğrafçı olan ibrahim görgeç, işiyle gücüyle meşgul modern bir adamdır. portresindeki özellikler “sakin, biraz romanesk, balığa düşkün, etrafında olup bitene meraklı biri” olarak devam ettirilir. en çarpıcı yönü ise “senaryo yazarak geçinmeyi aklına koymuş” olmasıdır. tanpınar, romanlarında olduğu gibi burada da baş kişisine otobiyografik bir özellik eklemiştir. ibrahim, o günlerde kabakçı mustafa isyanı üzerine bir senaryo yazmaktadır.

    hikayenin akışında birbirini izleyecek epizotların, olayların geçeceği mekanların, sahneye dahil olacak kişilerin maddelenerek notlanması, bitirilmemiş bile olsa senaryolu takip edebilmemizi kolaylaştırıyor. ilk üç epizotun birden fazla şekillerde yazılması, tanpınar’ın bunlar üzerinde çok çalıştığını gösteriyor. belki de bu çeşitlemeler, siparişten sonra eski taslak üzerinde çalışırken yapılmıştır. sonraki epizotlar giderek sadece kısa notlar halinde sıralanır. onları geliştirmeye zaman bulamamış olabileceği gibi yazmaktan vazgeçmesi de mümkündür.

    siparişi aldıktan yedi gün sonra “şayet senaryoyu oynayacak insan bulursak konuşmada hayri bey’in (komiser), yahut ibrahim’in ağzından bu söz söylenebilir” diye günlüğüne not düşmesinden senaryoyu geliştirmesinin bazı şartlara bağlı olduğu anlaşılıyor” (günlük, s. 243).

    senaryoda üzerinde ayrıntılı olarak çalıştığı epizotlardan ilki filmin açılış sahnesi olduğunu düşündüğüm bir vapur yolculuğudur. beylerbeyi’ne doğru yol alan boğaz vapurunda hikayenin başlıca kişilerini görürüz. daha sonra iskeleden evine yürümekte olan ibrahim’in mahalle esnafıyla şakalaşmasına tanık olur ve yalısında verdiği yemek davetinde hikayenin öteki kişilerini de tanırız. bu sahnenin çerçevesini şöyle çizmiş tanpınar:

    “vakit akşamdır. ilk manzara bir teşrin grubu olacaktır ve köprü’nün kalabalığı, sandalcılar, balık satıcıları, mevsim balığı satanlar… kalabalığın içinde önce sezai bey, sonra ümran görülür. bu kısımda bütün alaka vapurun anadolu tarafına bakan iki sırası arasındadır. topkapı sarayı üstünden akşam. marmara açıkları. kabataş önlerinden beyoğlu sırtları. nispeten uzaktan bir üsküdar. kuzguncuk’tan evvel vapur ışığında deniz. vapur projektörü ışığında beylerbeyi sarayı. birkaç yalının camında vapur ışıklarının akisleri.”

    aynı sahnelerin farklı şekillerde yazılmış halleri de olmakla birlikte, senaryoda aktarılan hikayeyi genel hatlarıyla şöyle özetlemek mümkün:

    ibrahim, bir sonbahar akşamı boğaz vapuru ile evinin bulunduğu beylerbeyi’ne giderken çalıştığı kütüphanelerde sık sık karşılaştığı “durgun ve kibar bir adam” olan sezai bey’in yanında boş yer bulur ve selam vererek oturur. daha önce trençkotunu çıkarmış ve hemen hemen aynı renkte iki trençkotun arasına asmıştır. ibrahim’in karşısında ise genç ve güzel bir kadın oturmaktadır. biraz korkmuşa, hatta üzülmüşe benzeyen kadının (sonradan ümran olduğunu öğreniriz) portresi şöyle çizilir: “çok hırpalanmış, güzel kadın. ömrünün meselelerinden hiç çıkamamış bir insan. onlardan kurtulduğu zaman hayatı adeta yeni bir şey gibi keşfedecektir. bunu bilir ve özler. belki de asıl güzelliği bu hasretten gelir.” ibrahim yazmayı düşündüğü senaryodaki korku sahnesi için kadının çok uygun olacağını geçirir aklından. onu seyrederken “her bekar gibi ayrıca sevebileceğini sandığı bir kadını gördüğü için mesut ve hülyalıdır.”

    vapur kalktıktan sonra kadının yüzü daha da değişir. yanında oturan adamda ise tetikte durur gibi bir hal alır. ibrahim bu dikkatleri için “sinemayla meşgulüm diye her tarafta muamma görüyorum” diye kendisiyle alay eder. fakat aynı anda vapurda genç kadını ve sezai bey’i göz hapsinde tutan tıknaz, çirkince bir başka adam daha olduğunu fark edemez. senaryoda yükselen gerilimi ve hikayeye dahil olduğu anlarda bu çiçek bozuğu yüzlü tıknaz erkeği (salim) sezdirmek amacıyla hafif bir melodi yükselecektir. salim, “silik, fakat buna rağmen hareketli (daha ziyade adele hareketi) zaman zaman yüzünde ve gözlerinde sadist bir tebessüm” olan biridir. ıslıkla iki üç notalı kısa “adeta meşum denecek bir hava” çalmakta ve bazen orkestra veya sazla verilen bu melodi filmde bir motif gibi tekrarlanmaktadır. vapur önce üsküdar’a sonra kuzguncuk’a uğrar. kamera bu sırada vapurdan inip binenlere odaklanacaktır: “yolcular, boğaz ışıkları, sis ve hafif yağmur”. tanpınar, senaryonun bu noktasına şu notları düşmüş:

    “kamera üsküdar ve kuzguncuk iskelelerinde (manzara hariç) yalnız vapurun içinde girenler ve çıkanlar üzerinde çalışacaktır. beylerbeyi iskelesinde bu çalışma daha geniş tutulacaktır: yolcular: memurlar, küçük esnaf, daktilolar, bir iki düşkün kadın: genç talebeler ve fakir insanlar. kamera vapurun salonunda ve iskelede ayrı ayrı çalışacaklar tipik çehre, yorgunluk, eve girmek korkusu, evine erişmek saadeti gibi ifadeler arayacaktır. bir küçük çocuk tespit edilir. rejisör ve operatör bu iskelede karanlık sudan bir manzara yakalamağa çalışacaktır. bu manzara sembol gibi filmin jeneriğinde de görülecektir. bu manzaranın ifadesi: bilinmez dediğimiz şey ve onun emrindeki insan kaderidir. iskelenin iki yanında beylerbeyi kahvesinin önünde birkaç sandal. rıhtımda bir yerde balık ağları.”

    yanındaki adam ibrahim’in pardösüsünün cebine bir yüzük koymuştur. yüzüğü peşindeki tıknaz adamdan kaçırmak ister gibidir. vapurdaki kadının gerginliğinden bu olaylardan haberi olduğu bellidir. kağıt üzerinde bir kaç versiyonu olan bu sahneden sonra beylerbeyi’nde vapurdan inen ibrahim, yolda gördüğü mahalle esnafıyla şakalaşarak o gece misafir ağırlayacağı yalısına gider. ibrahim yürürken cebinde bir başkasına ait bir sırrı taşıdığını bilir. vapurdaki kadını ve adamı düşünür. bir elinde şemsiyesi öbür elinde çantası vardır. yağmur başlamıştır. yüzüğün, ibrahim’in cebine konması gibi, onu farkedip saklaması da senaryoda farklı farklı şekillerde yazılmıştır.

    senaryonun en önemli mekanı olan yalı eski sayılmaz, 1927-28 yıllarında inşa edilmiştir. bu durum hikayenin akışı için önemlidir. döşenmesi konusunda da küçük notlar alınmıştır. buna göre holde büyükçe bir masa, etrafında iki üç sandalye, bir vestiyer dolabı, üst kat merediveni, olacak; l harfi şeklindeki salon üç kısma kendiliğinden ayrılacaktır. “şişman, mesut, cesur, tarafsız ve dikkatli bir kadın” olan hizmetçisi ayşe hanım, daha önceden gelen misafirleri karşılamış, sofrayı hazırlamıştır. salonda erol, pencereden denize bakmaktadır. dip pencerede tanımadığı bir kadın bahçeyle meşguldür. erol’un karısı naciye radyoda istasyon aramaktadır. ibrahim’in liseden arkadaşı olan erol, savcı yardımcısıdır. “rutinden sıkılan adam”dır, iyi hukukçudur. karısı naciye neşeli, dost bir ev kadınıdır. o gece yanlarında, ibrahim’e tanıştırmak için getirdikleri sevim de vardır. devamını tanpınar’ın cümleleriyle okuyalım:

    “sevim hanım’ın babası şazi bey’i altı ay once meçhul bir otomobil çiğnemiştir. erol o sırada üsküdar adliyesi’nde müddeiumumi muavini olduğu için sevim’i tanımıştır. ingilizce hocasıdır. iyi tahsil görmüştür. esmer veya kumral, vapurda gördüğü kadına, ümran’a benzer. fakat bu benzeyiş değişik şekillerde aynı merhalelerden geçmiş, aynı temayülleri olan insanların benzeyişidir. sanat meraklısı bir kadın. resimden, fotoğraftan çok iyi anlar. musikiyi sever. babası şazi bey, musikişinas, hattat ve tarih meraklısıdır. babasını çok sever. annesi öldükten sonra dul halasıyla ve babasıyla evinde yaşamıştır. iyi yemekten hoşlanır. çocukluğundan beri tanıdığı turgut’la evlidir. onu başlangıçta çok sevdiğini zannetmiş, sonra yanıldığını anlamıştır. babasının ani ölümü ve kocasının ortadan kaybolmasının tesiri altındadır. bu işte bir sır olduğunu bilir ve durmadan onu kurcalar. babasının notları arasında ibrahim’in ve komşusu asım bey’in oturdukları yalının adresini bulduğu için erollardan kendisini bu eve götürmelerini fakat bir şey söylememelerini rica etmiştir.”

    her iki olayın adli incelemesini erol üstlenmiş, ancak henüz bir sonuç alınamamıştır. bu ölüm ve kayıptan sonra evlerine iki defa hırsız girmesi, özellikle babasının odasını karıştırılması sevim hanım’a birtakım tuhaf olayların içinde olduğunu düşündürür. bu sırada, retrospektif bir sahneyle babasının meçhul bir araba tarafından ezilerek öldürüldüğü kaza anı gösterilir.

    sevim’in babasının notları arasında bulduğu defterde, başlangıcı ııı. selim* devrine kadar çıkan bir hazine hikayesi not edilmiştir. tanpınar’ın sonradan üstü çizdiği paragraftan okuduğumuza göre, vaka-i hayriye’den biraz evvel hüsnü baba tekkesinin şeyhi azmi efendi mühimce bir serveti bu toprağa gömerek ortadan kaybolmuş, evin yerini ve servetin gömülü yeri de bir kitabın haşiyesine yazmıştır. ailenin iki kuşak sonraki torunu şaiz bey, kitaptaki notları takip ederek ibrahim’in yalısına kadar ulaşmıştır.

    ibrahim, sevim’e babasıyla tanıştığını geçen yaz kendisini görmeye geldiğini, ve yalıyı gezdiğini anlatır. hüsnü baba tekkesi’ni arayan şazi bey, bektaşilere ait bir araştırma yaptığını söylemiştir. şazi bey’in istanbul’daki bektaşi tekkeleri hakkında hazırladığı kitabın müsveddeleri de kaza gecesi kaybolmuştur. kaybolanlar arasında öldüğü sırada parmağında olan altın yüzük de vardır. senaryoya da adını veren yüzük, o akşam vapurda ibrahim’in pardösüsünün cebine bırakılan yüzüktür. içinde esrarengiz işaretler vardır. ibrahim misafirlerine bundan söz etmez. bu arada ibrahim’in çeşitli istanbul fotoğraflarından oluşan bir albümü olduğunu ve bunların da tuhaf bir şekilde kaybolduğunu öğreniriz.

    ertesi gün ögle vakti ibrahim rıhtımda balık tutarken sezai bey yanına gelir, konuşmak için birlikte yalıya giderler. sezai bey yüzüğü geri ister. ibrahim yüzüğü verirken en azından hikayeyi anlatmasını rica eder. o sırada içeriye giren komşusu asım bey yüzünden konuşma yarıda kalır. sezai bey, tekin biri olmayan asım bey’den tedirgin olmuştur, oradan hemen ayrılır.

    senaryonun bundan sonrasında, nereye nasıl bağlanacağı belli olmayan iki sahne daha nisbeten ayrıntılı bir şekilde yazılmıştır. bunlardan biri geriye dönerek anlatılan ümran’ın hikayesidir. turgut, sevim’le evlenmeden önce ümran’la birliktedir. aralarında güçlü bir bağ vardır ama tunç bar’da dansöz olarak çalışan ümran, kendisini uyuşturucuya alıştıran salim’den kurtulamadığı için turgut’u terk etmiştir. turgut bunun üzerine sevim’le evlenmiş ve şazi bey’in öldürülmesini araştırırken ümran’dan bilgi alabileceğini düşünerek yeniden onunla görüşmeye başlamıştır. sevim’in bu ilişkiden haberi vardır.

    bir sonraki sahnede dört arkadaş, (erol, naciye, ibrahim ve sevim) bir şeyler öğrenebilmek ümidiyle tunç bar’a gider ve sahnede ümran’ın dansını seyrederler. bu bölümde iç konuşmalarla ve yüz ifadelerindeki duygulara odaklanarak iki kadın arasındaki sessiz hesaplaşma izlenir. o sırada içeriye komiser hayri bey girince, barda bulunan salim ortadan kaybolur. ertesi gün ibrahim kahvaltı yaparken, haşarı, bıçkın bir istanbul çocuğu olan gazete dağıtıcısı ömer, yanına gelir ve üsküdar nuh kuyusu civarındaki bir cinayeti haber verir. gazeteyi okuyan ibrahim bu adamın yüzüğü almak için gelen sezai bey olduğunu anlar. aynı anda erol telefon eder ve soruşturma için komiser hayri’nin onu evinde ziyaret edeceğini söyler. komiser ile ibrahim arasında uzunca bir sorgulama diyaloğu geçer.

    geliştirilmemiş, küçük bir notta, ibrahim’in ertesi gün kütüphaneye gittiği ve araştırma yaptığı yazılır. hikayenin bundan sonrası birbirine nasıl bağlanacağı kestirilemeyen notlarla doludur. bu notlardan, ümran’ın öldürüleceğini, tunç bar’ın aslında ibrahim’in komşusu asım bey’e ait olduğunu, küplüce’deki esrarengiz evi, ibrahim ve sevim’in ayrı ayrı bu eve gittiğini, salim tarafından tuzağa düşürülerek bodruma hapsedildikleri sırada ömer tarafından kurtarıldıklarını, rıhtımda bir adamın öldürüleceğini, komiser hayri bey’in araştırmasını genişletince eski bir dosyada ipuçları bulacağını ve olayları çözeceğini okuruz.

    yüzük senaryosu, sipariş edildiği gibi heyecanlı ve sürükleyici bir polisiye çizgisinde ilerlemekle birlikte, hikayenin akışında tanpınar edebiyatının tipik bazı unsurlarını görmemiz de mümkündür. bunların başında, aralarında muhtemelen bir aşk hikayesi gelişecek olan ibrahim ile sevim’in taşıdıkları özellikler geliyor. sevim’in daha önceden tanıdığı ama kendisini anlamayan, sevmediği bir erkekle evli olması (turgut), kocasının kendisine göre alt sınıftan bir kadınla (ümran) onu aldatması, hikayedeki baş kişileri bir araya getiren dost çevresi (erol ve naciye), rindmeşrep, görmüş geçirmiş bir orta yaş erkeğinin (burada komiser hayri) yemeğe, özellikle balığa olan düşkünlüğü ve bunun bir motif gibi sık sık dile getirilmesi tanpınar’ın hemen hemen bütün romanlarında karşılığını bulduğumuz bir ilişkiler ağını örnekliyor. tabii senaryoyu asıl ilgiye değer kılan, mekan olarak tamamen boğaziçi’nde geçmesi ve ııı. selim devrine, bektaşi tekkelerine, tasavvufa uzanan hikayesiyle tanpınar’ın yazmayı sevdiği temalara bağlanmasıdır.

    bu ayrıntılar bir yana, genel olarak sürükleyici bir yeşilçam polisiyesinin çerçesevsini taşıyan senaryo için keşke çekilseymiş, keşke tanpınar setlerde kameranın yanında durup özellikle istanbul’u hangi açılardan nasıl görmesi gerektiği konusunda yönlendirseymiş dememek mümkün değil. böyle bir filmin tanpınarseverlere en az yedinci sanatın sıkı bir örneğini seyretmek kadar haz vereceğini kestirmek zor olmasa gerek.

    (bkz: iki ateş arasında)
    (bkz: iki sevgi arasında)
15 entry daha
hesabın var mı? giriş yap