4 entry daha
  • türkçesinin ne olduğunu tam olarak bilemediğim ama gavurların tanımladığı bu haliyle kültürlerden bağımsız olarak dünya'nın her yerinde, en gelişmiş ülkesinde de en gelirmemiş ücra köşesinde de görünen psikolojik durum.

    kısmen ben de bu sikko şeyden yıllarca çektim. 2 sene önce 33 yaşında bir dizi tesadüf ve bir terapi ile büyük oranda kurtuldum bundan. kurtulana kadar ellerimden, ayaklarımdan, kulaklarımdan ve dahi çükümden zincirli bir tutsak gibiydim. uzun süre bu şekilde yaşadığınızda bu sikko bakış açısını normalleştiriyorsunuz ve kendinize yaptığınız işkencenin hayatın normal akışı olduğuna inanıyorsunuz.

    hayatınızdan neleri götürdüğünü farkedemiyorsunuz bu durumun kölesiyken. o yüzden de uzun bir süre buna çözüm aramıyorsunuz. ben bir takım tesadüfler, travmalar sonucu bir şeyler yanlış gidiyor deyip terapiste gitmeye karar verince aydınlanıp kendimi nasıl zincire vurduğumu anladım.

    siz böyle misiniz değil misiniz bilemiyorum. ya da belki sevdiğiniz biri böyledir. arkadaşınız, eşiniz, kardeşiniz, dayınız, yengeniz...

    ben size people pleaser'ı tanıtayım kendi yaşadıklarım ve yaptığım hatalar üzerinden.

    people pleaser denen kişi özgüveni düşük (farkında olmayabilir), sınırları olmayan, onaylanma ihtiyacı içinde olan (farkında olmayabilir), insanların kendisini sevmesi için her şeyden vazgeçebilen (farkında olmayabilir), duygularını ve hislerini içine atmış, dışarı çıkmasına izin vermeyen (farkında olmayabilir), herkesi mutlu etmeye çalışan (kendisini mutsuz, huzursuz etmek pahasına) kendi kendine büyük işkenceler eden bir insan. bu saydığım şeylerden bazıları sebep bazıları ise sonuç tabii ki.

    özgüvenin düşük olması şu tarz şeylere yol açıyor:

    - bir sohbet sırasında birisi sizi övdüğünde kendinizi o kişiyi o övgüyü haketmediğinize ikna etmeye çalışırken buluyorsunuz. istemsizce. misal birisi bana "lev ne güzel gözlerin var ya" derse hemen aslında gözlerimin güzel olmadığına, bana bunu söyleyen kişinin gözlerinin daha güzel olduğuna ikna çabaları içinde buluyordum kendimi. normal bir insan iltifata teşekkür eder mevzuyu kapatır. benim için karşıdakini o iltifatı haketmediğime inandırmak namus meselesiydi. çünkü iyi bir şeyi kendime asla yakıştıramıyordum.

    - bir konu, bir kişi, bir olay hakkında bir fikriniz oluyor. tecrübeniz sayesinde olabilir, zekanız sayesinde olabilir, eğitiminiz sayesinde olabilir. bunu kendiniz dile getiremiyorsunuz. bir başkasının söylemesini bekliyorsunuz. o kişi bunu söylerse o zaman açılıp, onaylıyorsunuz. ya da o kişi sizin düşüncenizin tam tersini söylerse siz de düşüncenizin tam tersini söyleyip o kişiyi onaylıyorsunuz. çünkü o kişi mükemmel, siz ise sürekli hatalar yapan, doğru bir şey söylemesi olası olmayan bir insansınız.

    sınırlarınızın olmaması ise şöyle bir şey:

    - diyelim ki normalde yapmayı hiç istemediğiniz bir şey teklif edildi size. "lev gel bilmem nereye gidip çokomel sikkiyato içelim". normalde çokomel sikkiyato'dan hiç hoşlanmıyorsunuz, hatta bu teklifin yapıldığı anda evden çıkasınız yok, tek isteğiniz huzurla evde oturup zaman geçirmek. fakat sanki tam dilinizin ucunda o teklifi yapmak varmışcasına, "ya kusura bakma hiç çıkasım yok bugün" demiyorsunuz. çünkü sizin duygularınızın, isteklerinizin, hislerinizin bir önemi yok. önemli olan hayatınızdaki kişileri mutlu etmek. size işkence gibi geliyor, sizi mutsuz mu ediyor bu etkinlik. hiiiiiç problem değil. yeter ki onlar mutlu olsun. gidiyorsunuz. hiç sevmediğiniz bir şeyleri her gün yapıp duruyorsunuz. sırf başkaları mutlu olsun diye.

    - birisi sizi üzecek, kıracak bir espri mi yaptı? çok ciddiye aldığınız bir şeyle daşak mı geçti? hiç sorun değil. çünkü o kırılmasın diye asla üzüldüğünüzü, kırıldığınızı belli edemeyeceksiniz. hatta güleceksiniz. bakın manyaklığa bakın. kalbiniz kırılıyor karşıdaki sizi üzen kişi üzülmesin diye gülüyorsunuz.

    onaylanma/takdir edilme ihtiyacı şöyle bir şey:

    - sizin kendi duygularınız, zevkleriniz, hisleriniz sizin için değersiz. çünkü siz kendinizi eksik, diğer insanlardan düşük seviyede görüyorsunuz. diyelim ki çocukluktan beri bütün hobileriniz, zevkleriniz, keyif aldığınız şeyler edebiyatla ilgili. aşırı mutlu oluyorsunuz edebiyatla ve yabancı dillerle ilgili şeylere. deli gibi okuyor, mutlu oluyor, yaşınızın seviyesinin çok çok çok üstünde edebiyat bilgisiyle dolusunuz. ortaokula başlarken bütün rus klasiklerini zaten okumuş, bunlara dair eleştiriler yapabilecek seviyeye gelmişsiniz. ve bunları sırf zevk aldığınız için yapıyorsunuz. ama ailenizden en ufak bir takdir görmediniz. komşunun oğlu tıp fakültesini kazanmış yıllarca övülüyor anneniz babanız tarafından. kuzeniniz mühendis olmuş, yıllarca övüle övüle bitirilemiyor, aşırı takdir ediliyor. siz de lisede tıp fakültesi için uğraşıyorsunuz. hiç alakanız da yok üstelik. eğer kafanız da azıcık çalışıyorsa tıp fakültesini kazanıyorsunuz. annenizin babanızın suratında büyük bir gülümseme. herkese sizi anlatıyorlar. tıp fakültesini yazarken bir kere bile kendinize dönüp "ben bunu istiyor muyum" diye sormuyorsunuz. neden? çünkü annenizin babanızın takdirini kazanmak, onları mutlu etmek sizin duygularınızdan, isteklerinizden, hislerinizden önemli.

    bu sadece üniversite tercihinde böyle değil. her alanda böyle. hiç istemediğiniz, aşırı sıkıldığınız etkinlikler için davet edildiğinizde bile kabul ediyorsunuz ve gidiyorsunuz. her gidişinizde sıkılsanız da başkası kırılmasın üzülmesin diye gidiyorsunuz. sonunda duyduğunuz "lev süper adamsın ya nereye çağırsak geliyorsun" lafı sizi tatmin ediyor. halbuki o laf aslında "ne karaktersiz adamsın lan sen, ne bok desek yapıyon mal gibi" demek. ama sizin için takdir edilmek önemli olan. o kadar takdire açsınız ki böyle hastalıklı, yanlış takdir edilmelerin bile kölesi oluyor, onların bile peşinden koşuyorsunuz.

    people pleaserın bir başka sorunu da sevgi dilenmek. o da şöyle bir şey:

    - küçükken sevgiyi yanlış öğreniyor bu people pleaser denen kardeşlerimiz. büyüyünce de olay, zayıf olursam daha çok sevilirim o yüzden zayıf olmalıyım, şunları şunları giyersem daha çok sevilirim o yüzden onları giymeliyim, bunları dersem daha çok sevilirim... şeklinde devam ediyor.

    yaptığı çoğu şeyi keyif için yapmıyor. spor yapan insanların daha fazla sevildiğini görmüşse, gram zevk almasa da spor yapıyor. zayıf insanın daha çok sevildiğini düşünmüşse hayattan aldığı bütün zevkleri reddedip, kendisine işkence edip mutsuz olmak pahasına zayıflamaya çalışıyor. çünkü kendisine ettiği işkence, kendisini mutsuz etmesi mühim değil. yeter ki azıcık sevilsin.

    bu bence sevgi dilenciliği.

    sevginin de sağlıklı olanı var sağlıksız olanı var.

    anne babanız 70 kilo yerine 75 kilo oldunuz diye sizi daha az sevmez. sikerim senin gibi evladı git zayıfla gel demez. eğer arada sağlıklı bir sevgi varsa demez.

    e başka bir insan sizi 75 kiloyken sevmiyor, 70 kiloyken seviyorsa bu yine sağlıksız bir sevgiye işaret ediyor. ama siz sevgiye o kadar açsınız ki sağlıklı sağlıksız farketmez sevildiğini hissetmek için elinizden geleni yapıyorsunuz.

    hoşlandığınız kişi kaslı erkekleri seviyor diye, hiç sevmeyerek, her gün nefret ederek gidip spor yapıyorsunuz kas yapmaya çalışıyorsunuz. eğer kas yaparsanız sizi seveceğini düşünüyorsunuz. ve bu hayatın doğal haliymiş gibi geliyor. böyle saçma sevgi olmaz. kaslısınız diye sevildiğinizi varsayalım. ciddi bir sakatlık ya da hastalık geçirdiniz ve kaslarınız gitti düz adam oldunuz. o sevgi de bitecek mi? normalde sağlıklı bir sevgi böyle bitmez. eğer bitiyorsa, siktir etmen lazım zaten. demek ki sağlıksız bir şeymiş. ama people pleaser o kadar sevgiye muhtaç ki sağlıksız bile olsa en ufak sevgi kırıntısının peşinden kendisini huzursuzluğa, mutsuzluğa mahkum etmekte sorun görmüyor.

    ben de eskinin people pleaser'ı olarak eminim ki bunları yaşayan çok insan var. eskiden sadece ben böyleyim zannederdim. çünkü benim gözümde ben hariç herkes aşırı değerli, kusursuz, mükemmel insanlardı. ben ise beceriksiz, eksik, çok kusurlu biriydim. onların arasına karışabilmek için kusursuz olmam gerektiğini, kusurlarımın hepsini değiştirmem gerektiğini düşünürdüm.

    bütün bunları yaşayan da tek kişi ben olduğumu zannederdim. o kadar utanırdım ki kusursuz insanların dünyasında kusurlu olmaktan kimseye bahsedemezdim kusurlarımdan.

    misal hani hep sınava hiç çalışmadım deyip iyi not alan insanlardan bahsederiz kıl oluruz. ben oydum işte. her zaman iyi not almazdım orası ayrı tabii ama hep çalışmadım derdim. neden? çünkü çalışıp da kötü not alırsam insanlar bana "ahahaha gerizekalıya bak ya, tam bir mal hem çalışmış hem de kötü not almış" diyecek diye korkardım. yalan söylerdim. milyonlarca buna benzer gereksiz yalan söyledim hayatım boyunca. hiçbiri aslında birisini aldatıp çıkar sağlamak ya da karşımdakine zarar vermek için değildi. 1 tanesi bile. hepsi sadece ve sadece kusurlarımdan utandığım için kusurlarımı gizleme çabalarımdandı.

    misal erkek olduğum için toplum tarafından asla duygularımın olmaması gerektiği inancıyla büyüdüm. erkek adamın duyguları olmaz. aksi gibi de ortalamanın çok üstünde duygusal bir erkeğim anasını satayım. 35 yaşımdayım ve içimde resmen bir çocuk var. hem çok duygusal hem de sevgi kelebeği bir çocuk. ama ben 33 sene bu duyguların hepsini gizledim. kimseye, en yakın arkadaşıma bile seni seviyorum dememiştim, kimseye özledim diyemedim. niye? çünkü toplumun benden beklentileri vardı ve ben bu beklentileri karşılamak zorundaydım. normalde aşırı özlüyorum ama bir kere bile söylemiyorum. çok duygsalım ama asla belli etmiyorum. e o zaman bu yaşadığım hayatın baş rolü ben değilim. çünkü o 33 senelik hayatımda direksiyonda olan kişi hiç duygularını belli etmedi, asla kimseye özlediğini söylemedi, hislerinden duygularından bahsetmedi. e ben o 33 seneyi kim için yaşadım? hep başkası için yaşadım. son 2 sene kendim için yaşayınca anladım nasıl kendi kendime ihanet ettiğimi.

    bu yazıyı okuyup bir kısmınız yargılayacak. lan ne kadar mal mal şeyler yapmış diyecek. gerizekalı herhalde diyecek. hiç umrumda değil. eskiden elalem ne der hapishanesi'nin demirbaşıydım artık değilim.

    bir kısmınız ise bir dakika lan ben de bunları yapıyor muyum diyecek kendisini sorgulayacak, bir kısmınız da hassiktir ben bunu çok yapıyorum diyecek çıkış yolu arayacak. işte ben de 2 sene önce o aydınlanmayı yaşamaya başladım.

    eğer siz de elalem ne der hapishanesi'nde debeleniyorsanız yapmayın etmeyin kendinizi kurtarın. hayatınızın senaristi siz değilsiniz evet milyarlarca faktör etki ediyor hayatımıza ama başrolü siz olun. fatma abla'nın kalbi kırılmasın diye kendi kalbinizi kırıp kendinize işkence etmeyin. faruk dayınızın gözüne girmek için hiç sevmediğiniz, her gün hayattan soğudun bir yaşamı kabullenmeyin.

    sevgi uğrunda müthiş fedakarlıklar yapmanız gereken, kendizi yıpratmanız gereken bir şey değil. sizi değersizleştiren bir sevgi de sağlıklı bir sevgi olamaz.

    siz kendinizi sevin. ben 33 sene kendime ihanet ettim. siz etmeyin. hayatınızın baş rolü siz olun. o zaman anlıyorsunuz ki gerçekten sizi sağlıklı bir şekilde seven çok fazla insan var. üstelik kendiniz olduğunuz için. bak düşün, hiç kendini strese sokup, sevmediğin yüzlerce şeyi yapmak zorunda kalmıyorsun ve yine de bu insanlar seni inanılmaz seviyor. bunun nasıl huzur verici, doyurucu, mutlu edici bir sevgi olduğunu bilemezsin.

    bunu hem benim iki yıl öncesine kadarki halim gibi debelenen insanlar için bir umut ışığı olarak hem de kendime ara sıra okuyup eski halime dönmemek için yazıyorum.

    önemli not: hiç psikoloji ya da sosyoloji eğitimi almadım. dolayısıyla yukarıda yazdığım şeylere akademik/bilimsel kanıt gösterebilmem mümkün değil. sadece tecrübelerimdir.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap