445 entry daha
  • bölüm 15 (rusya seferi'nin sonuçları, müttefikleri napoleon'u terk ediyor, imparator fransa'ya dönüyor, papa'nın ve kardinal pacca'nın inadı, avrupa kaynıyor; napoleon'a karşı yeniden ancak bu kez daha emin bir şekilde birleşiyor)

    vilnius'te birtakım yahudiler evvelce mülk hırsıyla evlerine almış oldukları fransız hastaları rusların ayakları altına atıyorlardı. paneriai hizalarında son bir bozgun fransızların geri kalanlarını da kırıp geçirdi. nihayet neman’a varılmıştı, fransız ordusunun vaktiyle üstünden geçmiş olduğu üç köprüden eser yoktu, düşmanın kurduğu bir köprü buz tutmuş suların üstünde yükseliyordu. ağustos ayında nehri geçmiş olan 500.000 kişiden ve sayısız toplardan, kaunas'ta ters yönde köprüyü topu topu 1.000 düzenli piyade ile birkaç top ve yara bere içinde 30.000 perişan insanın geçtiği görüldü. artık ne mızıka vardı, ne zafer türküleri; donmuş kirpikleri gözlerini açık durmak zorunda bırakan mosmor yüzlü insan sürüsü köprüde sessizce yürüyor ya da buz parçalarının birinden ötekine atlayarak polonya yakasına doğru sürünüyordu. sobalarla ısıtılmış evlere varınca biçareler can verdiler: üstlerini kaplayan karla birlikte canları da eriyip gitti. general gourgaud, neman'ı geçenlerin 127.000 kişi olduğunu söyler. bu hesap doğru kabul edilse bile dört aylık bir seferde en az 373.000 kişi kaybedilmiş demektir.

    gusev'e varınca, napoli kralı joachim murat subaylarını topladı ve onlara: "bu zıvanasıza hizmet etmeye bundan böyle imkan kalmamıştır, onun davası artık çıkar yol değildir; avrupa’nın hiçbir hükümdarı onun sözlerine ve antlaşmalarına inanmıyor" dedi. oradan poznan’a gitti ve 16 ocak 1813'de ortadan kayboldu. yirmi üç gün sonra schwartzenberg prensi karl philipp ordudan ayrıldı, prens eugène’in emri altına girdi. önce friedrich wilhelm tarafından apaçık ayıplanmış ve sonradan onunla barışmış olan general ludwig yorck von wartenburg, prusyalıları alıp çekildi: avrupa napoleon’u yüzüstü bırakmaya başlamıştı.

    bütün bu sefer sırasında napoleon, generalleri kadar ve özellikle mareşal michel ney derecesinde kabiliyet göstermemiştir. bonaparte’ın kaçmasını mazur göstermek için ileri sürülen sebepler kabul edilir şeyler değildir: kanıtı meydanda çünkü hareketiyle her şeyi kurtarması gerekirken hiçbir şeyi kurtaramadı. ordusunu bırakması, felaketleri tamir etmek şöyle dursun, büsbütün artırdı ve ren federasyonu'nun dağılmasını hızlandırdı.

    grande armee'nin molodetşino'da 3 aralık 1812'de çıkarılan yirmi dokuzuncu ve son bildirisi ayın 18’inde, napoleon’dan iki gün önce paris’e erişti: öyle övdükleri gibi açık sözlü olmaktan çok uzak bulunmasına rağmen bu emir fransa’yı şaşkınlığa uğrattı; bildiride göze çarpan apaçık çelişmeler kendini belli eden gerçeği gizlemeye yetmemektedir. bonaparte, sainte-helene’de daha açık bir dil kullanıyordu çünkü açığa vurduğu gerçekler başından düşmüş olan bir tacı tehlikeye sokamazdı. ama zorbayı bir kere daha dinleyelim. 3 aralık 1812 tarihli bildiri der ki:

    "ayın 6’sında mükemmel bir halde olan bu ordu, ayın 14’ünde pek farklıydı. süvari, topçu ve nakliyeden hemen tamamıyla mahrum bir halde, bir çeyrek saatlik yerleri keşiften aciz bir duruma düşmüştük.

    kaderin ve talihin bütün cilvelerine karşı kayıtsız davranacak kadar güçlü bir yaradılışta olmayanlar sarsılmış göründüler, neşeleri ve keyifleri kaçtı, gözleri sefalet ve felaketlerden başka bir şey görmez oldu; üstün bir yaradılışı olanların keyifleri yerinde kaldı, eski tabiatları değişmedi ve aşılması için çeşitli gayretler isteyen güçlükler onlara yeni yeni bir şeref ve şan konusu gibi göründü.

    bütün bu günlerde imparator daima, süvarisine istriya dükü mareşal jean-baptiste bessières'nin ve piyadesine danzig dükü mareşal françois joseph lefebvre'nin komuta ettikleri muhafızlarının ortasında yürüdü. haşmetli imparator muhafız kıtasının gösterdiği gayretten hoşnut kaldı; bu kıta olay ve şartların vücuduna ihtiyaç hissettireceği her yere koşmaya daima hazır bulundu ama olaylar öyle bir seyir takip etti ki, onun yalnız vücudu yetti ve savaşmak zorunda kalmadı.

    neufchâtel prensi büyük mareşal louis-alexandre berthier, saray mareşali geraud duroc, başyaver ve imparatorun sarayına mensup bütün yaverlerle subaylar haşmetlinin daima yanında kaldılar.

    süvarimiz o kadar atsız kalmıştı ki, bir atı bulunan subayları bir araya getirip 150'şer mevcutlu dört bölük teşkil etmek icap etti. bu bölüklerde generaller yüzbaşılık, albaylar erbaşlık ediyorlardı. napoli kralı'nın emri altında general grouchy’nin komuta ettiği bu kutsal tabur bir hareketini bile gözden kaçırmadan daima imparatoru gözetti. haşmetlinin sağlığı hiçbir zaman bu kadar yerinde olmamıştı."

    bunca zaferler nasıl da özetlenivermiş! bonaparte, direktuvar'lara: "hepsi de şan ve şeref yoldaşım olan 100.000 fransızı ne yaptınız? hepsi öldü!" diye haykırmıştı. fransa da bonaparte’a diyebilirdi ki, "hepsi de evlatlarım veya müttefiklerim olan neman'daki 500.000 askeri bir seferde ne yaptınız? hepsi öldü!"

    napoleon’un acındığı o 100.000 cumhuriyet askerinin kaybından sonra hiç değilse dava kaybedilmemişti; rusya seferi'nin sonuçları ise fransa’nın istilasına ve yirmi yıldan beri zaferlerinin ve fedakarlıklarının biriktirmiş olduğu ne varsa hepsinin kaybedilmesine yol açtı.

    bonaparte bir hareketini bile gözden kaçırmayan kutsal bir tabur tarafından daima korunmuş, bu feda edilmiş olan 300.000 cana bedeldir ama ne diye kuvvetli bir yaradılışta değildiler? eski tabiatları değişmeyecekti. bu sefil mezbahalık sürü, imparator gibi, hareketleri yakından incelenmeye değer miydi?

    bildiri, öteki bildirilerden birçoğu gibi şu sözlerle bitiyor: "haşmetlinin sağlığı hiçbir zaman bu kadar yerinde olmamıştı."

    analar, babalar! gözyaşlarınız dinsin, napoleon’un keyfi yerindedir.

    gazetelerde, bu raporun altında şu resmi not okunuyordu: "bu birinci sınıf bir tarihi belgedir; ksenofon'la caesar, biri on binlerin dönüşü eserini, öteki commentarii de bello gallico eserini böyle bir ifadeyle yazmışlardı." ne ahmakça bir bilgiç kıyaslaması! ama lütufkar edebi övgü bir yana bırakılsa da, napoleon’un sebep olduğu korkunç felaketler yazıcılık kabiliyetlerini meydana çıkarmasına imkan verdiği için herkes sevinmeliydi! neron roma’yı ateşe vermişti ama troia yangını üzerine de şiirler yazmıştı. fransızlar, dalkavukluğu o derece ileri vardırmıştı ki, fransa’nın ebedi yasına sövmek için ksenofon’la caesar’ı mezarlarından çıkaracak kadar vahşice bir alaydan çekinmiyorlardı.

    muhafazakar senato imparatoru karşılamaya koştu: bernard germain de lacépède demişti ki: "haşmetli imparator ve kralımızın, tebaları arasına mutlu dönüşleri vesilesiyle senato, tebrik ve saygılarını imparatorun önünde diz çökerek sunar. imparatorun baş meclisi olan, nüfuz ve itibarı hükümdarın arzu ve emirleriyle varolan senato bu krallığın ve dördüncü sülalemizi teşkil edecek hanedanınızın tahta verasetinin muhafazası için tesis olunmuştur. fransa ve gelecek nesiller, her halükarda, onu bu mukaddes vazifeye sadık bulacaklar ve bütün azası milli emniyet ve refahın bu tahtın müdafaası uğrunda nefislerini fedaya daima amade olacaklardır." senato azası, napoleon’u tahttan indiren kararnameyi çıkararak bunu nasıl da ispat edecekti!

    imparator cevap verdi: "senatörler, söyledikleriniz çok hoşuma gitti. fransa’nın şeref ve kudret’i en büyük emelimdir ama ilk işimiz iç düzeni devam ettirecek şeyleri sağlamak. bundan böyle vatanın selameti, onunla vücut bulan bu tahtı düşünmek olmalıdır. tanrıdan bir miktar daha ömür diledim. çeşitli devirlerde yapılmış olan şeyleri düşündüm, daha da düşüneceğim."

    senato azası, napoleon’u halkın refahı ve mutluluğu için kutlamaya cüret ederken bir yandan da gösterdiği cesaretten ürkmüştür, mevcut olmaktan korkmaktadır; senatonun nüfuz ve itibarı ancak napoleon’un arzu ve emriyle varolduğunu söylemeyi ihmal etmiyor. senatonun bağımsızlığı ne korkulacak şeydir!

    bonaparte, sainte-hélène’de kendini mazur göstermek içindir ki: "beni mahveden ruslar mı oldu? hayır! beni mahveden; yanlış raporlar, budalaca entrikalar, ihanet, saçmalıklar ve daha birçok şeyler ki, bir gün belki meydana çıkacak ve siyasetle savaş alanında beni suçlayabilecekleri iki büyük hatayı hafifletecek veya mazur gösterecektir."

    ancak bu savaşın ya da bir vilayetin kaybıyla sonuçlanan hatalar açıklaması geleceğe havale edilen esrarlı sözlerden ibaret mazeretleri belki götürür ama topluluğu altüst eden, bir ulusun bağımsızlığını boyunduruk altına koyan hatalar gururun baş eğmesiyle silinemez.

    bunca felaketlerden ve kahramanca hareketlerden sonra senatonun sözlerinden duyulan hissin ancak ya dehşet, ya da küçümseme olması ne acı şeydir.

    bildirinin ardından bonaparte çıkagelince herkesi bir şaşkınlık aldı. mösyö segur der ki: "artık imparatorlukta yalnız zamanın ve savaşların ihtiyarlatmış olduğu kimselerle çocuklar vardı; olgunluk çağında erkek kalmamış gibiydi! ne olmuştu bunlar? kadınların gözyaşları ve anaların çığlıkları, cevabı son derece açıklayıcı kılar! kendileri çalışmasa ekilmemiş kalacak olan toprağın üstünde iki büklüm olmuş didinen bu kadınlar, imparatorun şahsında savaşa lanet ediyorlardı."

    berezina dönüşü, her şeye rağmen, verilen emirle halk yine de hoplayıp zıplamak zorunda kaldı, louis bonaparte'ın eşi hollanda kraliçesi hortense de beauharnais'in tarihe hizmet için yazdığı anılar’ından bunu öğreniyoruz. insanlar yürekleri parçalanırken, akraba veya dostlarının kaybına içleri kan ağlarken baloya gitmek zorunda kaldılar. zorbalığın fransa’yı mahkum ettiği şerefsizlik işte bu raddeye varmıştı: salonlarda görülen bu hal her zaman sokaklarda rastlanan manzaraydı; birtakım biçareler gelip geçenleri eğlendirmek için dertlerini türkü halinde söyleyerek hayatlarının acısını avutuyorlardı.

    1811'de chateaubriand, çamlarla örtülü küçük tepesinden, geceleyin koruların ufkunda ilerleyen kuyruklu yıldızı gözleriyle izlemişti, güzel ve hazindi; bir kraliçe gibi ardında uzun duvağını sürüklüyordu. yolunu şaşırıp yanına sokulan bu yabancı kimi arıyordu? ıssız gök boşluğunda kime doğru koşuyordu?

    23 ekim 1812'de, kısa bir zaman, paris’teki saints-peres sokağında lavalette’lerin konağında bulunduğu sırada, ev sahibi sağır madam lavalette, uzun kulak borusunu alıp romantik yazarı uyandırmaya gelmişti: "mösyö! mösyö! bonaparte ölmüş! general claude françois de malet, hulin’i öldürmüş. baştakilerin hepsi değişmiş. ihtilal olup bitmiş!"

    bonaparte o kadar seviliyordu ki, gülünç bir şekilde tevkif edilmiş olan baştakiler dışında, bütün paris bir an bayram etmişti. imparatorluk bir üfürüşle adeta yere serilivermişti. gece yarısı hapisten kaçan bir asker şafak sökerken dünyanın efendisiydi; bir hayal az kalsın heybetli bir gerçek doğuruyordu. en ılımlılar bile "napoleon ölmüş değilse bile, işlediği hatalar ve uğradığı felaketler yüzünden ıslah olmuş bir halde döner, avrupa ile barış yapar, çocuklarımızdan artakalanlar kurtulur" diyorlardı. karısından iki saat sonra mösyö lavalette odasına girip malet’nin tevkif edildiğini haber verdi: her şeyin bitmiş olduğunu (bu sözü dilinden düşürmezdi) chateaubriand'den gizlemedi. gündüzle gece hemen aynı anda birbirini kovalamıştı. bonaparte’ın bu haberi smolensk yakınlarında karlarla örtülü bir ovada nasıl almış olduğu önceki bölümlerde anlatıldı.

    12 ocak 1813 tarihli senato kararı, seferden dönen napoleon’un emrine 250.000 asker verdi; bitip tükenmez fransa, yaralarından fışkıran kanından yeni askerler türediğini gördü. o zaman çoktan unutulmuş bir ses yükseldi. bazı ihtiyar fransız kulakları onu tanır gibi oldular; bu, xviii. louis’nin sesiydi; ta uzaktaki sürgün yerinden geliyordu. xvi. louis’nin kardeşi günün birinde bir meşrutiyet anayasasına konulacak prensipleri ilan ediyordu; bu, eski fransa krallarından fransızlara sunulan ilk hürriyet umutlarıydı.

    varşova’ya giren çar aleksandr, bütün avrupa’ya bir beyanname çıkardı: "kastilyalılar'ın gösterdikleri yüce çabayı kuzey de taklit ederse dünyanın yası sona erer. bir canavarın kurbanı olmasına ramak kalan avrupa hem bağımsızlığına, hem de rahatına ve sükunetine tekrar kavuşur. kıtayı canavarca ebediyetiyle tehdit eden bu kanlı devden tanrı vere de uzun bir korku ve acıma anısından başka bir şey kalmasa!"

    kıtayı canavarca ebediyetiyle tehdit eden bu kanlı dev, bu canavar, uğradığı felaketten o kadar az ibret almıştı ki, kazakların elinden kurtulur kurtulmaz kendi elinde esir olan bir ihtiyarın üstüne atıldı.

    papa’nın roma’dan kaçırıldığını, savona’da kaldığını, sonra fontainebleau’da esir tutulduğunu görmüştük. kardinaller arasında anlaşmazlık çıkmıştı: birtakım kardinaller ruhani haklar için direnmesini istiyorlardı ve yalnız kara çorap giymeleri için emir aldılar; birkaçı vilayetlere sürgüne gönderildi; fransız ruhani liderlerinden birkaçı vincennes şatosunda hapsedildi: başka birtakım kardinaller de papa’nın kesin olarak boyun eğmesi görüşündeydiler; bunlar kırmızı çoraplarını değiştirmediler: bu hal candlemas mumlarının ikinci bir temsiliydi.

    fontainebleau’da papa, kırmızı kardinallerin derdini biraz unutur gibi olduğu zamanlar birinci françois’nın galerilerinde tek başına dolaşırdı. burada kutsal şehir roma'yı kendisine hatırlatan sanatların izini buluyor ve pencerelerden, monaldeschi’nin öldürüldüğü kasvetli dairelerin karşısında xvi. louis’nin diktirdiği çamları görüyordu. bu ıssız yerden, isa peygamber gibi, yeryüzü saltanatlarına acıyabilirdi. bonaparte’ın bizzat gelip eziyet ettiği bu yarı ölmüş yetmişlik ihtiyar, o 1813 konkordato’sunu (papa, 25 ocak 1813’te, bazı kardinallerin teşviki sonucunda napoleon’la bir konkordato, yani anlaşma imzalamıştı. bu anlaşma ile papalık, eski birçok hakkından vazgeçiyordu) ne yaptığının farkında olmadan imzaladı ve kardinal pacca ile kardinal consalvi’nin gelişinden sonra bu uzlaşmayı protesto etti.

    kardinal pacca, roma’dan beraberinde ayrılmış olduğu esirin yanına vardığında, bu krallık zindanında büyük bir kalabalık bulacağını sanmıştı. halbuki sarayda seyrek hizmetkarlarla at nalı şeklindeki merdivenin üst başına dikilmiş bir nöbetçiden başka kimsecikler göremedi. sarayın kapılarıyla pencereleri kapalıydı: dairenin ilk dış odasında kardinal doria vardı, öteki salonlarda birkaç fransız piskoposu bulunuyordu. pacca’yı papa’nın yanına aldılar: papa renksiz, beli bükülmüş, zayıflamış, gözleri çukurlarına batmış bir halde ayakta hareketsiz duruyordu. kardinal, papa'ya, ayaklarına kapanmak için acele gelmiş olduğunu söyledi; papa cevap verdi: "o kardinaller bizi masaya sürüklediler ve bize imzalattılar." pacca, binanın ıssızlığından, gözlerdeki sessizlikten, yüzlerdeki umutsuzluk ifadesinden ve papanın yüzünden akan bitkinlikten utanarak kendisine ayırdıkları daireye çekildi. papa’nın yanına tekrar döndüğünde: "papa'yı, hayatı için insanı kaygıya düşüren acınacak bir halde buldum. olup bitenlerden söz ederken teselli kabul etmez bir kedere düşüyordu; bu azaplı düşünce uyumasına engel oluyor ve ancak ölmeyecek kadar bir şey yemesine müsade ediyordu: bu yüzden, diyordu ki; xiv. clemens gibi çıldırarak öleceğim."

    saint louis'nin, i. françois'nın, iv. henri’nin ve xiv. louis’nin sesleri artık işitilmeyen bu ıssız dehlizlerin esrarı içinde papa, imparatora verilecek mektubun müsveddesini yazıp temize çekmek için birkaç gün uğraştı. papa, birkaç satır ilave ettikçe kardinal pacca tehlikeli kağıdı koynunda gizleyerek götürüyordu. eser tamamlanınca papa 21 mayıs 1813’de onu albay lagrosse'a verdi ve imparatora götürmesini söyledi. aynı zamanda yanında bulunan muhtelif kardinallere bir bildiri okuttu. savona’da verdiği fermanı ve 25 ocak konkordatosunu hükümsüz sayıyordu. bildiride deniyordu ki: "rahmetini bizden esirgemeyen yüce tanrıya şükürler olsun! kurtuluşa eriştirici bir utançla bizi küçültmek istedi. ruhumuzun selameti namına utanç bize; asırlar boyunca yücelik, şeref ve şan da ona olsun!" -fontainebleau sarayı, 24 mart 1813

    bu saraydan hiçbir zaman bu kadar güzel bir bildiri çıkmamıştır. papanın vicdanı biraz rahat etmişti, mazlumun yüzü daha sakin bir hal aldı; gülüşü ve ağzı zarafetine, gözleri uykusuna kavuşmuştu.

    napoleon, ilk önce fontainebleau’daki papazlardan bazılarının boyunlarını vurdurma tehdidini savurdu, kendisini devlet dininin başkanı ilan etmek niyetindeydi. sonra yeniden her zamanki haline dönerek, papa'nın mektubundan hiç haberi yokmuş gibi davrandı. fakat ikbali azalıyordu. yoksul bir rahipler tarikatinden çıkmış, uğradığı felaketlerle yeniden halkın arasına karışmış olan papa, insanlığın sözcüsü rolünü, sıklıkla kötüye kullanılan o büyük rolü tekrar ele almış, hürriyetleri yok etmiş olan zorbanın devrilmesinin işaretini vermişti.

    talihin dönmesi ihanetlere yol açar ama bunları mazur göstermez; 1813 martında prusya, kaliste'de rusya’yla ittifak kurdu. 3 mart'ta isveç, ingiliz saint-james kabinesiyle bir antlaşma imzaladı ve 30.000 askerle destek vermeyi taahhüt etti. fransızlar hamburg’u kuşattılar, berlin’i kazaklar işgal etti, dresden’i ruslarla prusyalılar zaptetti.

    ren konfederasyonu'nun oyunbozanlığı da hazırlanıyordu; avusturya, rusya ve prusya’nın ittifakına katıldılar. prens eugène’in gittiği italya'da ise savaş başladı.

    ispanya’da ingiliz ordusu vitoria-gasteiz'de joseph bonaparte'ı bozguna uğrattı; kiliselerden ve saraylardan aşırılmış tablolar ebro nehrine döküldü. bu murillo ve raffaello eserlerinin üstünden sular ve napoleon geçmişti. durmadan ilerleyen wellington dükü arthur wellesley, roncevaux'da mareşal jean-de-dieu soult'yu yendi: büyük fransız hatıraları, yeni kaderinin sahnelerinin zeminini teşkil ediyordu.

    14 şubat'ta, yasama meclisinin açılışında bonaparte her zaman barışı istemiş olduğunu ve dünyanın barışa muhtaç olduğunu bildirdi. bu dünya sözüne artık kimse kanmıyordu. hem fransızlara tebalarım diyen adamın dilinden fransa’nın acıları üzerine en küçük bir duygulanma sözü gelmiyordu. bonaparte, fransa'nın kendisine borçlu olduğu bir vergi gibi fransızlardan acılar tahsil ederdi.

    3 nisan'da muhafazakar senato, daha önce verdiklerine 180.000 asker daha kattı: kanun yoluyla düzenlenmiş sıradan insan hasatlarına eklenen olağanüstü insan hasatları. 10 nisan'da joseph-louis lagrange öldü ; birkaç hafta sonra da şair jacques delille son nefesini verdi. ahir dünyada duygu asilliği, fikir yüksekliğinden üstün tutuluyorsa, la pitié şairinin yeri, tanrıya tnéorie des fonctions analytiques yazarından daha yakın olması gerekir. bonaparte 15 nisan'da paris’ten ayrılmıştı.

    1812'de birbirini izleyen asker toplamalar saksonya’dan ileri geçememişti. napoleon oraya da yetişiyor, mahvolmuş eski ordunun şerefi, muhafız kıtasının marengo’da dövüştüğü gibi dövüşen 200.000 acemi askerin eline bırakılıyor. 2 mayıs'ta lützen muharebesi kazanıldı: bonaparte, yeni savaşlarında hemen hemen topçudan başka kuvvet kullanmıyordu. dresden’e girince ahaliye şöyle dedi: "çar aleksandr'la prusya kralı surlarınızın içine girince nasıl sevinip bayram ettiğinizi bilmiyor değilim. genç kızlarınızın o hükümdarın yollarına serptikleri çiçeklerin döküntüleri hala sokaklarınızda, barutlarımızın rüzgarında sürünüyor." napoleon, verdun’un genç kızlarını hatırlamış mıydı? parlak devrinin bir hatırasıydı bu.

    bautzen’de bir zafer daha kazanıldı, ama istihkam
    generali françois joseph kirgener ile büyük saray mareşali geraud duroc toprağa verildi. imparator duroc'un ardından: "bunun daha öteki dünyası var, yine görüşürüz dostum" dedi. napoleon ile tekrar görüşmek acaba duroc’un umurunda mıydı?

    ayın 26 ve 27’nci günleri elbe üzerinde evvelce meşhur olmuş meydanlarda karşılaşıldı. amerika’dan dönen jean victor marie moreau'nun, stockholm’de jean bernadotte’u, prag’da da aleksandr’ı gördükten sonra, bir gülle dresden'de, rus çarının yanıbaşında, iki bacağını alıp götürdü. napoleon sayesinde elde edilen ikbalde böyle sonuçlar pek olağan şeylerdi. hohenlinden galibinin öldüğünü, fransızlar, tasmasında yeni turenne’in adı yazılı başıboş bir köpek görerek anladılar; sahipsiz kalmış olan hayvan ölüler arasında gelişigüzel koşuşuyordu: "te' janitor orci! ( vergilius’tan güzide bir alıntı: te stygii tremuere, te janitor orci. senden styx'ler korktu, orcus’un kapıcısı korktu)"

    kuzey almanya ordusu başkomutanı olan isveç prensi 15 ağustos'ta askerlerine bir bildiri çıkarmıştı: "askerler, 1792’de fransızlara rehberlik eden ve onları birleşerek topraklarını istila etmiş ordulara karşı savaşmaya sevkeden aynı duygular, bugün üstünde durduğunuz toprakları istila ettikten sonra kardeşlerinizi, karılarınızı ve çocuklarınızı da zincire vuran adama karşı cesaretinizi yöneltmelidir."

    bonaparte, genel hoşnutsuzluğu göze alarak, kendisine her yandan, türlü şekillerde hücum eden hürriyetlere karşı harekete geçiyordu. 23 ağustos tarihli bir senatus consultum bir anvers jürisinin bildirisini iptal etti: imparatorun ölçüsüz derecede büyük keyfi hareketlerinden sonra insanlık haklarına bu pek küçük bir tecavüz sayılırdı ama kanunların ruhunda öyle kutsal bir bağımsızlık vardır ki, bir halk meclisine karşı yapılan bu haksızlık fransa’nın kurban olduğu çeşitli haksızlıklardan daha çok gürültü kopardı.

    sonunda güneyde, düşman, fransız topraklarına erişmişti; bonaparte’ın saplantısı ve hemen hemen bütün hatalarının sebebi olan ingilizler, 7 ekim'de bidasoa'yı geçtiler. yakın gelecekte en önemli rolü oynayacak olan adam, demir dük wellington, bir zamanlar bütün dünyayı çiğneyen çizmeleri olan fransızların toprağına çizmesiyle ilk ayak basan oldu.

    bohemya’da vendamme’nin zaptedilmiş ve michel ney’in berlin yakınlarında bernadotte tarafından yenilmiş olmasına rağmen saksonya'da kalmakta ayak direten napoleon dresden’e döndü. o zaman landsturm (almanya ile isviçre'de, vatan tehlikeye düşünce bütün eli silah tutan erkeklerin çarpışmak için toplanmasına verilen ad) ayaklandı; ispanya’yı kurtarmış olan iç savaşa benzer bir ulusal savaşı örgütledi.

    1813 savaşlarına saksonya seferi adı verilmişti. genç almanya seferi ya da şairler seferi denseydi daha yerinde olurdu. bonaparte, zulüm ve baskılarıyla fransızları ne derece çileden çıkarmış olmalı ki, fransızlar kendi kanının aktığını görürken bir yandan da bağımsızlık adına kılıca sarılan o asil gençliği takdir etmekten de kendilerini alamıyorlardı. bu muharebelerin her biri milletlerin hakları adına yükselen bir şikayetti.
196 entry daha
hesabın var mı? giriş yap