2 entry daha
  • dilinden "padre commune" lafını eksik etmeyen papa'ya bakar mısınız, katılmamak (!) elde mi kendisine:
    "...günümüz felsefesi ile hiristiyan geleneğinin geliştirdiği felsefi düşünce arasında sıkı bir ilişki var olması gerekliliği konusundaki ısrar, özellikle günümüzde yaygın olan birtakım düşünce tarzlarının içlerinde barındırdıkları riskleri önlemek içindir." ("...this insistence on the need for a close relationship of continuity between contemporary philosophy and the philosophy developed in the christian tradition is intended to avert the danger which lies hidden in some currents of thought which are especially prevalent today." , fides et ratio, vii, 86)

    gerçekten de yaşadığımız şu ordan burdan koparılmış (genelde bu koparmalar da kendi çerçevelerini belirlemeye ve modanın gereğince özel bir adla anılmaya başlamadılar mı? erdemli adam yerini metroseksüel adama bıraktı mesela. tanımın içine girseniz de girmeseniz de, moda olan tanımın yönetimi altında bir değersiniz artık. en azından adınız "metroseksüel olmayan erkek"tir.) hap niyetine günde birkaç öğün alındığında insanları daha modern, daha açık görüşlü ve daha özgür aydın yapan parçacıklardan oluşan abukluklar çağına dair güzel bir tespit. sadece parantez içinde verdiğim gerzekçe adlandırma ve benzerleriyle kalsa yine iyi, kökünün bu başlıkta incelediğimiz eserin yazarı ve yakın ilişkilerine dayandığını sandığımız bir adet ılımlı islam şurubu türk vandallığına / demokrasisine iyi gelir durumdadır. ben yine papa'nın iman ve akıl çerçevesinde felsefe ile hiristiyanlık teorisini omuz omuza görmek istemesindeki pragmatik niyete ("birtakım düşünce tarzlarının içlerinde barındırdıkları riskleri önlemek" için) dönersem; yine söz konusu metne sadık giderek papa'nın "birtakım düşünce tarzları" diye kastettiklerinden ilkinin eklektizm olduğunu söylemeliyim. ("...the first goes by the name of eclecticism...") ona göre modern dünyanın yönelişlerinden ilki olan eklektizm yüzünden (ki bu olgunun burada yer alması demek, hiristiyanlıkla felsefenin yeniden kol kola girmesine engel değilse de, önüne geçilmesi gereken bir hastalık olması demektir) kişiler araştırmalarında, öğretimlerinde, tartışmalarında hatta ilahiyatta tutarlı ve belli bir sisteme ait olamıyorlar, çeşitli felsefelerden farklı düşünceleri alıp uyarlama alışkanlığı içinde kaybolup gidiyorlar. böylelikle bir düşüncenin taşıyabileceği hakikat payı ile yanlışlığını, uygunsuzluğunu ayırt edemeden öylece sürükleniyorlar. hatta bazı ilahiyatçılar da kendilerini retorik sanatına kaptırıp, ne kadar çok felsefi ifade kullanırlarsa, o kadar ilgi, alaka görmektedirler. papaya göre bu tür bir kullanım, hakikatin araştırılmasında katkı sağlamaz, ilahiyat veya felsefi aklı ciddi ve bilimsel ispatlandırma konusunda hazırlıklı kılmaz. ("...they therefore run the risk of being unable to distinguish the part of truth of a given doctrine from elements of it which may be erroneous or ill-suited to the task at hand. an extreme form of eclecticism appears also in the rhetorical misuse of philosophical terms to which some theologians are given at times. such manipulation does not help the search for truth and does not train reason—whether theological or philosophical—to formulate arguments seriously and scientifically.") burada temel husus, aklı başında ve kendi içinde tutarlı ve sağlam bir felsefi yapının papanın deyimiyle "eklektizm risklerinin üstesinden gelmede" yararlı olacağı ve bununla da kalmayıp, teolojik argümantasyon ile uygun bir şekilde bütünleşmesini de sağlayacağıdır. ("...the rigorous and far-reaching study of philosophical doctrines, their particular terminology and the context in which they arose, helps to overcome the danger of eclecticism and makes it possible to integrate them into theological discourse in a way appropriate to the task.")

    papa'nın gözünde eklektik düşünce biçiminin metot hatası olması aslında geçmişin koşullarına uygun olarak güçlenmiş değerlerin zamanla güçlerini yitirmesi ve yeni bir çağda yerlerini başka değerlere bırakmasından duyulan acıyı gösterir bize. burada "değerler"den kastımın roma kilisesinin değerleri olduğu açıktır, zaten kilisenin gücünü yitirmesi hikayesi, papa'nın bu bakış açısının da baz bas bağırdığı gibi; bir yunan tragedyası değildir, burada iyi ile kötü iç içe girmemiştir, orada, oedipus'un tragedyasında "oyun başkadır, insani değer yargıları ile tartışılmaz" (navisalvia 2004, cemil güzey, sf. 81) bununla birlikte silenosçu trajedimiz yani "zaten zalim bir dünyaya doğmuş olmamız" sanki isa'nın çilesiyle bağdaşıyor gibi görünse de, aslında bu iki durum taban tabana zıttır. bunu papa görmüyor mu? ya da daha açık bir ifadeyle sorayım; "papa, koca bir yeni çağ din dışı batı düşünce sistemini elinin tersiyle bir kenara iterek, modern dünyanın değerlendirme yetisindeki eklektik tavrın uzaydan bir mekikle indiğini mi sanmaktadır?" ortada bir tragedya yok ki, başı, ortası ve sonu belli olan bir filmi izledik biz. descartes'a kadar, hatta çok kafa yormuş üstadlarımıza göre xiv. yy.'ların başlarına dek götürebileceğimiz bir sürece kadar varlık problemini değerler ve varlığın kendisi açısından yorumlayan kafa artık yerini "varlığa yönelen ben kimim?" diye soran şüpheci kafaya bırakmıştır. yani papa'nın dediği gibi buradaki eklektik tavır daha o zamanlarda döllenmişti, ama papa biraz sonra bahsedeceğim gibi "tarihselcilik"te de bir hata bulma eğilimindedir, çünkü onun gözü imanla yani fides perdesiyle örtülüdür, akılla yani ratio'yla değil. ha bunun da sorgulanamayacağını düşünüyorum; insanların inançlarının sezgisel kabullenişleri alanına girdiğinden herkesin her şeyi söyleyebilme ve kabul etme veya etmeme yetilerinin saklılığından susmam gerek ama susmayı da düşünmüyorum aynı sebeplerden ötürü.

    şöyle demiştim yeni çağ felsefesi entirilerimden birinde; "...şüphe duymak? ama ne kadar şüphe duymak? niçin şüphe duymak? bu soruların cevabı cogito ergo sum 'dadır. yani insan artık düşünen bir varlık olduğu için var olduğunu sorgulayabildiğinin farkında olandır. yeni çağ felsefesi ve düşünce biçiminde artık bu nettir. insan düşünerek diğerlerinden ayrılır. diğerlerinden ayrılan, baconcı bir kafa yapısıyla doğaya yani kendisi gibi düşünemeyen her şeye egemen olmak durumundadır. bu egemenlik matematiksel bir niteliktedir. herhangi bir insani değere yer vermez içinde, o makine gibi işler, makineleştikçe de sistemi daha bir sağlam hale gelir." artık descartes'ın kendisinden ve tanrı'dan da şüphe duyan tavrı aslında papa'nın fides et ratio'daki sızlanmalarının pınarını oluşturuyor. aslında tarih o kadar birbirini tamamlayan evrelerden oluşuyor ki, insanın yaşamına benzetmek mümkün onu. doğuyor, gençleşiyor, olgunlaşıyor, yaşlanıyor ve her yaşlanmış olan şey gibi düşüyor. bu düşüş salt genel tarihin muzdarip olduğu bir hakikat değil. papa ve kilise mercii de yaşlı bir adam gibi çöküyordu, çökmüştü hatta çöktü. çünkü çok yazdım; kilisenin egemenliği insanın egemenliğiyle yer değiştiriyor, bunun çok ama çok net dile geldiğini rönesans gibi insanın kendini keşfetmesi olarak değerlendirilen bir olgunun dölleyicilerinden francis bacon'da rahatlıkla görüyoruz. rantın insana kayması, "nam et ipsa scientia potestas est" sözünde bas bas bağırır, kendini belli eder. bilgili olandır güçlü olan, iman sahibi olan değildir artık. kilise bunu kaldırabildi veyahut kaldıramadı, orası bizi ilgilendirmiyor ama bu başlıkta papa'nın "tarihselci, bir dönemde hakikat olan şeyin başka bir dönemde hakikat olamayabileceğini savunur... tarihselcilik, ilahiyatta daha çok modernizm suretinde ortaya çıkar." ("... what was true in one period, historicists claim, may not be true in another. thus for them the history of thought becomes little more than an archeological resource useful for illustrating positions once held, but for the most part outmoded and meaningless now... in theological enquiry, historicism tends to appear for the most part under the guise of “modernism”.") diyerek tarihselciliği, "...bilimcilik, dikkate alınması gereken başka bir tehlikedir... maalesef bilimcilik, hayatın anlamı sorunu ile alakalı olan her şeyi akıldışı olarak kabul eder." ("...another threat to be reckoned with is scientism... regrettably, it must be noted, scientism consigns all that has to do with the question of the meaning of life to the realm of the irrational or imaginary.") diyerek bilimciliği, "...aynı şekilde, birçok tehlikeler sunan pragmatizm, tercihlerini gerçekleştirirken, ahlaki ilkelere dayalı teorik düşünce veya değerlendirmelere başvurmayı dışta bırakan zihniyete sahip olanların tavrıdır... özellikle axiolojik düzeyde olan ve bu yüzden de değişmez temellere yapılan referansı dikkate almayan bir demokrasi kavramı bile bu bakış açısıyla savunulabilir." ("...no less dangerous is pragmatism, an attitude of mind which, in making its choices, precludes theoretical considerations or judgements based on ethical principles. the practical consequences of this mode of thinking are significant. in particular there is growing support for a concept of democracy which is not grounded upon any reference to unchanging values: whether or not a line of action is admissible is decided by the vote of a parliamentary majority. ") diyerek pragmatizmi eleştirmesi ve en nihayetinde "...tanrının kelamının gerekli kıldığı şeylere ve onun muhtevasına karşı gelmeden önce, insanın insanlığının ve bizzat onun kimliğinin reddedilmesidir" diyerek tanımladığı nihilizmi de kendi deyimiyle bir risk olarak görmesinin aslında papa'nın bütün bunlara çare olarak felsefeden yine o eski günlerde olduğu gibi teolojinin hizmetçi kızı (bkz: philosophia ancilla theologiae) olmasını beklemesi biraz felsefeye ihanet gibi geliyor bana, zira teolojiye hizmetçilik eden felsefenin bu hali orta çağ'a yetişememiş ilk çağ kafalarının kemiklerini, bugün papa'nın sızlandığı gibi sızlatmamış mıydı?

    bu kafa yapısına göre; yeni dünya (bu yeni dünyanın kuruluş tarihi hususunda papayla anlaşamayabiliriz, "-bilirdik" ya da) değerleri adeta harcamıştır, değerler de dünden hazırlıklıymış meğer çil yavrusu gibi dağılmaya, en sonunda nihilizm dahil olmak üzere bütün düşünce sistemleri bütün tabuları yıkıvermiş, tanrıyı kilisenin kalın duvarları arkasına itivermiş,yine yeni dünya düzeni profanlaşmışlıktan memnun bir şekilde kendi buhranlarına kendi adlarını takarak (postmodern mesela) papa'yı daha da kızdırmıştır: "...bu yüzyılın sonunda meydana gelen en ciddi tehditlerden bir tanesi de ümitsizlik yanılgısıdır." ("...and now, at the end of this century, one of our greatest threats is the temptation to despair.")

    ümitsizlik... nereden bakarsanız bakın, nereye bakarsanız bakın hakikati aramada çağlardaki her değer yitimi, her değer değiş tokuşu mutlaka ama mutlaka ümitsizlik doğurmuştur. insanın trajik bir canlı olması da bundandır diye düşünüyorum, papa'nın yakaladığı, altını çizdiği ancak bu yüzden çare olarak öne sürdüğü ilaçlar ve çözüm yolları, onun kendi ve ilahiyatı adına pragmatik nedenlerine katılmadan salt "trajik olan = özgür olan" eşitliğinden ötürü, belki de silenusçu bir kavrayışla; zalim bir dünyaya gelmiş olmamızla, belki de ibrahim'in dini gereğince; cennetten kovulmuşluğumuzla, belki de seninde sonunda herhangi bir felsefi akımın çileci bir ahlaka getirdiği övgüde, mutlaka bu ümitsizliğe yer var.

    papa ve "fides et ratio" hakkında daha sonra tekrar konuşalım.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap