126 entry daha
  • güya saat dört gibi çıkacaktım evden. beşe çeyrek vardı aptal kutusunun önündeyken hala, ev hali kıyafetlerle. derken bir telaş hazırlanıp çıktım yola. kuğulu park’a doğru. birkaç saat boş boş oturup arkadaşlarımla buluşacağım.

    kuğulu’ya vardığımda in cin çift kale maç. mümkün değil bu, hem de akşam üstü. kimse yok mu, gittiler mi, koca şehir nerede derken recep abi fırlıyor birden. recep abi diyorum ama tanımıyorum aslında. park müdavimlerinden emekli bir beyamcaymış. taksi durağının küçük kulübesinde hamit altıntop’un maçına bakıyor ntv’de. kaç kaç gidiyor derken muhabbet açılıyor, yarım saat hoşbeş ısınma turları. ntv iyi çekmiyor ama, uzun boyum sayesinde anteni düzeltiyor ve taksi durağında prim yapıyorum. taze demlenmiş çay bile ikram ediliyor. derken irfan amcalar da geliyor. recep ağabeyin abisiymiş. ntv’nin haber spikerlerinden dem vuruyor, "ecnebilerle evli bunlar hep" diyor, "ama haberlerine güvenirim, bir bunlar bir de trt".

    havuzun çevresinde tur atıyoruz, gezer ayak muhabbetteyiz. yapraklar dökülmeye başlamış. park görevlisi çöpleri topluyor ama yapraklara ilişmiyor. akşam olacak yine. sıcak, yatan güneşle azalıyor. en sevdiğim saatleri bu parkın..

    bu sırada arkadaşlarımdan biri geliyor, normalden erken. recep abilere vedalaşıp sakin bir banka oturuyoruz (bu arada park kalabalıklaşmış bir hayli). havadan sudan selam fasılları önce, tatilden gelirken iki şişe şarap getirmiş bana, çantasında şişeler. bir yandan konuşuyoruz, bir yandan da getirdiği şarapları tadıyoruz. ilk yarım bardak o kadar yakışıklı değil. hafif koyu kahverengi bir rengi var. pek öyle berrak da değil. ne var ki tadı kavaklıdereyi aratmıyor. ikinci yarım bardak –her zaman olduğu gibi- ilk bardaktan daha güzel. sonra ikinci şieden bir bardak deniyorum. daha koyu morumsu bi rengi var ve daha berrak. ama tadı o kadar güzel değil. alkolü daha az diyor arkadaşım ve ekliyor: "ilk içtiğin nevşehir üzümündendi. hangisi daha iyiydi?".. "tabi ki ilki" diyorum belli belirsiz iç anadolusal milliyetçiliğimle.

    ağır bir koku var bulvar tarafında, adeta park yanıyor. melih’in geçitleri zehirliyor kuğuların asaletini. ağaç yaprakları üstünde ince bir tabaka sis adeta. evet, bir akşam önce park yanmış sanki.

    diğer arkadaşım da geldi biz laklak ederken. biz merhabalaşırken yanımızdaki çim alandan bir yemek muhabbeti geliyor. yaprak sarması ve kabak çiçeği dolması, semiz salatası ki yoğurt altında kalmış, taze fasulye zeytinyağlı, soğan salatası ve ezme salata ve en son patlıcan salatası. diğer teyze de boş değil. tatlılardan laz böreği –ya da tatlısı-, kıvrım börek ve -onun deyimiyle en modern duruyor aralarında- krem şantili armut tatlısı. ve adana kebap yaparken önemli noktalar: sadece kuzu eti kullanılacak, pul biber cezve marifeti ile kaynatılacak suda ve ete karıştırıldıktan sonra bir gün bekleyecek dolapta, ondan sonra tuz atılacak sadece. şişler çok temiz ve soğuk olacak. teyzenin kebap bilgisini sorgulamıyor bilakis birkaç kere teşekkür ediyorum kendisine. iki porsiyona yakın adana muhabbeti acıktığımı anlamama yetiyor.

    üç biz iki de sonradan gelen arkadaşım, beş kişi, parkı gören bir yerde yemeğe oturuyoruz. yemekler gelene kadar eskilerden bahsediyoruz. her şeyin değer kazanıp kaybetmesinden ve yıkılmış şekillerden. ne kadar meyve varmış eskiden, bu sene hiç yokmuş. eski mahallesi ne güzelmiş herkesin. eski ne güzelmiş bence. sessizce dinliyorum. birinin annannesinin annesi şunu yapmış. öbürünün dedesinin dayısı varmış, annesin babannesi, savaş yılları anıları...

    yemeye başlıyoruz nihayet. tabağımı duvardan duvara yemekle dolduruyorum. en tepede közlenmiş domates ve biberler, tatları midye dolmaya benziyor. nefis. yoğurt semiz salatasına karışır gibi. patlıcan salatası bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruyor (patlıcan sevmiyorum, ona fazla dokunmuyorum) patlıcan dışındaki tüm güzellikler için ne yazık ki çok geç artık hepsi mideme gidecek benim tabağıma düştüklerine yansınlar. tavuk kokusu alıyorum. büyük kentliyim ya bio dizel çekiyor canım. tavukları biraz önceki arkadaşlarla beraber depoya yolluyorum. çünkü yemek daha yeni başlıyor.

    tatlıları yerken yemeğin ağırlığını hissetmemem tuhaf. biraz eskiden kalma da olsa muhabbet devam ediyor ve dinliyorum büyük bir keyifle. aç karnına tattığım şaraplardan mı yemeğe fazla kaçırmamdan mı bilmiyorum hafif bir dönme hissi bir keyif bir tokluk. "nasılsın?" diyor arkadaşım, "benden iyisi yok" diyorum. hep beraber ve sağlıklıyız, olabileceği kadar. parktaki teyzelerden duyunca canımızın çekip istediği laz böreği de, kıvrım börek de en güzel baklavayı aratmıyor hatta ortalama baklavalara da beş çekiyorlar.

    makuluz hala, bu kadar güzel şeyin üzerine "çay içelim biz, çay yeter" diyoruz. kuğulu’ya çıkıp birer çay içelim..
477 entry daha
hesabın var mı? giriş yap