249 entry daha
  • felsefi dünya tarihinin genel kavramı

    felsefenin tarihe getirdiği biricik idesi akıldır. akıl, dünyaya egemendir ve dünya-tarihi akli bir süreçtir. felsefe spekülatif bilgi yoluyla şunu kanıtlar: akıl, tözdür (substance) ve sonsuz güçtür (infinite power). akıl, bütün doğal ve tinsel yaşamın sonsuz malzemesidir ve sonsuz form olarak da kendinde taşıdığı bu sonsuz malzemeyi gerçekleştirir. kısacası akıl, kendi kendisi için malzemedir ve bu malzemeyi işler. aynı zamanda akıl, kendi kendisinin tek ön koşulu ve mutlak son ereğidir. hem doğal evrende hem de tinsel evrende kuvveden fiile dönüştürür kendini. bunu da dünya-tarihinde gerçekleştirir, yani akıl dünya tarihi ile görünür hale gelir. bu idenin doğru, sonsuz ve kadir-i mutlak olduğu felsefede kanıtlanır.

    tarihte genel bir tasarımı, dünyanın son-ereğini aramalıyız ve bunu aklımızla kavramalıyız. akıl asla tikel sonlu ereklerle değil, yalnız saltık erekle ilgilenir. felsefe, istenç dünyasının rastlantıya bırakılmamış olduğu düşüncesi ve inancını tarihe getirmelidir. dünya tarihi, tek ve özgün olan aklın tezahürüdür; aklın kendisini ortaya koyduğu tikel formlardan biridir. akıl, kendine yeterdir ve ereği kendindedir; kedini var eder, gerçekleştirir. düşünce, bu aklın ereğinin bilinci olmalıdır. dünya-tini, tarihin tözünü oluşturur. bu tinin doğası hep bir ve aynıdır ve dünyanın varoluşu bu doğayı açıklar. tarihi olduğu gibi ele almak gerekir, bir başka deyişle tarihsellik ve ampirik şekilde ilerlemeliyiz.dünyaya kutsal bir istenç hakimdir.

    felsefi dünya tarihinin tinsel ilkesi bütün bakış-noktalarının (perspective) bütünlüğüdür. felsefi dünya tarihinin nesnesi, varlığın yönlerinin tümünü kapsayan dünya tinidir. bu tin her şeyi kendinde kavrar, öncesiz sonrasız olarak kendinde olduğu için her yerde bulunan, değişmeyerek daima kadir-i mutlak kalan sonsuz somut şeydir.

    tarihi düşüncemize konu yaptığımızda üç kategori ortaya çıkar. ilk kategori, bir süre var olarak ilgimizi çeken ve sonra kaybolan bireylerin, halkların ve devletlerin değişen görünümünden elde edilir. bu kategori değişim kategorisidir. bu değişme idesinin olumsuz yanı bizi üzer, bir anlamda melankoli duygusu. en zengin ve en güzel yaşam oluşumlarının kaybolması, bu anlamda mükemmelliğin yıkıntıları arasında dolaşmamız bizi yasa boğar. buna rağmen değişim idesinin bir de olumlu yanı vardır. bu bakış açısında, ölümden yeni yaşamın meydana gelmesi vardır (doğulu anlayış). batılı için tin yalnızca gençleşmiş olarak doğmaz, aynı amanda yükselmiş ve incelmiş olarak doğar. tin, kendisine karşı bölünür ve daha önce işgal ettiği biçimi tahrip eder, ancak böyle yaparak, yeni bir gelişim aşamasına yükselir. işte bu, tinin ikinci kategorisidir, gençleşme kategorisi (rejunevation). tikellikler özel ereklere göre tüketilemediklerinden hepsi bir şeyde birleşmeliler. tinsel içerikle ilgili bir son erek olmalı. bu, bizi üçüncü yani akıl kategorisine götürür. dünyaya egemen olan bu aklın varlığına inanç bu görüşün biçimidir. kanıtı, dünya tarihinin gidşidir çünkü bu gidiş aklın imgesidir ve iradesine boyun eğer.

    dünya tarihinde ele alınan bireyler halklar, devletler ve bütünlüktür. somut olaylar öngörünün (providence) izlediği yollardır. bizim yapmamız gereken ise bu olayların adı geçen genel ilkeyle ilişkisini kurmaktır. tanrı, bilincimizin ötesine yerleştirilirse, onun doğasıyla uğraşmaktan ve aklı dünya tarihinde aramaktan vazgeçeriz. tanrı’yı bilmek kibir sanılır; aksine asıl alçak gönüllülük tanrı’yı her şeyde tanımak, onu her şeyde, özellikle dünya tarihi sahnesinde saymaktır. doğa, dünya tarihine göre alttaki bir sahnedir. doğa, tanrısal ide’nin kavramsızlık içinde olduğu alandır; tinsel alan onun kendi vatanıdır, her yerden önce orada görünür olması gerekir. nasıl ateş başka bir şeyi tutuşturduğu için sönmezse, tanrı da kendini bildirmekle bir şey yitirmez.
    doğru olan içsel olarak geneldir, özseldir, tözseldir. bu sebeple, yalnızca düşüncede ve düşünçe içindir. tanrı dediğimiz tinsel ilke ise gerçekten tözsel ve kendi içinde öznel doğruluktur. bütün düşüncelerin kaynağıdır çünkü onun düşüncesi içsel olarak yaratıcıdır ve bu yaratımla dünya tarihinde karşılaşırız. doğru diye atfettiğimiz her şey, ebedi doğruluğun özel bir biçimidir, temelini bu doğruluktan alır; bu ebedi doğruluktan gelen bir ışımadır. eğer ebedi doğruyu bilmezsek, doğruyu, haklıyı ya da ahlaklıyı bilemeyiz.

    hristiyan dini ile dünya tarihinde dönüm noktasına varılır çünkü tanrı’nın doğası aşikar olur. hristiyanlar tanrı’nın sırlarıyla tanışıklık içine girdiği ölçüde, dünya tarihinin anahtarı da elime geçmiş oluyor. hristiyanlığın temel öğretilerinden birisi öngörünün dünyayı yönettiği ve yönetmeye devam ettiği olduğudur. dünyadaki her şey tanrısal devletçe yönetilir ve buna uygundur. bu öğreti, rastlantısallığa karşı olduğu ölçüde, yahudi halkının korunması gibi sınırlı ereklere de karşıdır. onun ereği, kendinde ve kendisi için olan, bütünüyle genel son erektir.

    bilmek ve inanmak arasında bir karşıtlık olduğunu düşünenler tanrı’nın bilinemez olduğunu kabul ediyorlar. aksine, bir şeye inanıyorsam, onu bildiğimden de eminimdir. bilmek, bir nesneyi bilinç karşısına koymak ve bundan emin olmak demektir, aynısı inanmak için de geçerlidir. tinselliğin doğası soyut değildir, canlıdır; genel bireydir, özneldir, kendi kendini belirler ve karar veren bir varlıktır. tanrı’nın doğası belirlenimleri tanınırsa, doğru olarak bilinir. tanrı, çocuklarının dar görüşlü ve boş kafalı olmasını istemez, aksine tanınmak ister. tarih, tanrı’nın doğasının belirli açıdan gözler önüne serilmesidir.

    peki, dünyadaki kötülük ile düşünen tinin varlığı nasıl uzlaşabilir? bu uzlaştırmaya olumlu olanın bilgisiyle varılabilir; ancak bu şekilde olumsuz olan önemini yitirir. bunun için, bir yandan dünyanın son ereği saptanmalı, öbür yandan bu son ereğin dünyada gerçekleşmiş olduğunun ama kötülüğün onun kadar gerçeklik kazanmadığının bilinmesi gerekir. tek tek erekler, kendilerini genel erekte yitirirler. akıl, var olmada ve yok olmada insan soyunun genel ereğinin ürünüolan bir yapıt görür.

    tinin tarihte gerçekleşmesi

    akıl dünya ile bağlantısı ele alındığı sürece, aklın kendi kendini belirleniminin ile dünyanın son ereğinin ne olduğu sorusu özdeştir. dünya, ruhsal ve fiziksel doğayı kendisinde bir araya getirmektedir. fiziksel doğa, dünya tarihinde rol oynasa da; tin ve onun gelişim süreci dünya tarihinin gerçek tözüdür. bu sebeple, doğayı yalnız tinle olan ilişkisine göre düşünmeliyiz. doğanın yaratılmasından sonra insan, doğanın antitezi olarak yaratılır ve insan varlığıyla ikinci bir dünya kurar. tin dünyasını insan meydana getirir. insan, hem doğa dünyasının hem de tinsel dünyanın üyesidir. tinin tabanı, insanı ilgilendirmiş ve ilgilendirmekte olan her şeyi içine alır.

    tini özsel içeriğine kavuşturan tözsel ereğin doğası nedir? bu soruya ampirik yanıt vermek kolaydır. her birey yaşadığı zamanda böyle özsel bir ilgi içindedir: bir anavatanı, belli bir dili vardır, belli bir bilgi ve yaklaşım tarafından çevrelenmektedir. ancak ampirik yaklaşım amacımıza uygun değildir. dünya tarihini son ereğine göre incelemeliyiz, bu son erek, dünyada istenen şeydir. tanrı ve onun kutsal istencinin doğası birdir ve buna felsefede ide diyoruz. bu genel olan ideyi incelememiz gerekir. bu ide etkinliğini özel olarak insan tini aracılığıyla gerçekleştirir, bu da insan özgürlüğünün idesidir. mantıkta, idenin kendini en salt anlama biçimi düşüncenin kendisidir. başka bir biçimiyle fiziksel doğadır, üçüncü ve son olarak ise mutlak anlamıyla tindir.

    a. tinin belirlenimi

    tin, insan tarafından yapılmış bir soyutlama değildir; aksine bireysel, etkin ve canlıdır. ayrıca, tin kendisinin bilincine vardığı sürece bilince sahiptir. tin, kendi doğası üzerine belirli bir tasarım edinerek kendi içeriğine erer. bu içeriği dışarıda hazır bulmaz, ancak kendini kendi için nesne ve içerik yapar. bilmek onun biçimi ve işlevidir, içeriği de tinselliğin kendisidir. sonuç olarak, tin doğası gereği kendine yeter, yani özgürdür. tin merkezini kendinde bulur. tinin kendi merkezine yakınlaşmaya çalışması, kendi özgürlüğünü yetkin kılmaya çalışmasıdır. tin, sürekli eyleyen şeydir. kendi kendinin ürünüdür, kendisinin hem başı hem de sonudur. özgürlüğü durağan bir varlık olmasında değil, özgürlüğünü tehdit eden şeylerin sürekli yadsımasıdır. tinin işi, kendi kendini üretmesi, kendisi için nesne haline gelmesi, kendi üzerine bilmesidir. böylelikle, kendisi için var olur.

    tinin doğrudan doğruya kendisine ilişkin bilgisi, insan bireyi şeklinde duyumsayan (feeling) bir varlık olmasıdır. bu aşamada hiçbir nesneyle ilişkisi yoktur. kendini bir belirlenmiş içinde bulur ve ikileşir. hislerim dış ve iç dünya olarak bölünür. böylelikle belirlenmiş doğam yeni bir aşamaya geçiyor, kendimi eksik ve olumsuz bir varlık olarak duyumsuyorum. kendimi koruyup eksikliğimi ortadan kaldırmaya çalıştığımda varlığım içgüdüye (impulse) dönüşüyor. içgüdülerimizin yöneldiği nesneler bizi dışsal görülere götürür. insan, içgüdüde kendisinin bilincini bulamaz ve hayvanla bir farkı yoktur.

    insanın kendisiyle ilgili bir bilgisi vardır; kendini düşünen bir varlık olarak bilir. reel olanı kavranılır bir şey olarak bildiği ölçüde insan hayvandan farklılaşacak, içgüdülerin kölesi olma durumundan kurtulacaktır. insan ereklere göre eylediği için içgüdülerini kontrol edebilir. insan, devinimlerini tutabildiği, dolaysızlığı engelleyebildiği için bağımsız olur. tin olarak insan dolaysız bir varlık değildir; tersine, kendi üzerine dönen bir varlıktır. özne kendine döndüğünde reel gerçeklik kazanır, tin onun sonucudur. insan olması gerektiği şeyi yalnızca eğitim ve terbiye yoluyla olur.

    hristiyanlıkta tanrı, kendini tin olarak açtı. önce baba ,evrensel ancak içine kapanık bir güç olarak; sonra da kendi nesnesi, kendinin bir başka versiyonu, kendini ikileyerek oğulu üretti. bu başka versiyonu, doğrudan doğruya kendisidir; o böylelikle kendisini bilir ve kendini temaşa eder. üçüncü olarak, bu kendini bilerek görmeyle tin kendisi olur. tek başına ne biri ne ötekidir; fakat ikisinin bütünü tindir.

    tin, özünde birey olsa da; tarihteki tin halk tinidir (volksgeist). halkın bilinci tinin kendisine ilişkin bilincine bağlıdır. tinin bilinci dünyada oluşmaktadır; bu gerçekleşmenin malzemesi halkın bilincidir. bu bilinç, halkın bütün erek ve ilgilerini kendinde taşır. bu bilinç, halkın haklarını, töresini ve dinini oluşturur. bireyler, halk tininin farkında olmasa da; birey bu hava içinde eğitim görür. hiçbir birey bu tözün dışına çıkamaz, kendini bireylerden ayırt edebilir ama halk tininden değil. tözselin önünde bireylerin anlamı yoktur; tözsel, kendi erekleri için gereksindiği bireyleri kendi bulur. bireyler, tarihte olması gereken olayın olmasını hiçbir zaman engelleyemezler. tanrı, her yerde ve her zaman olduğu ölçüde her insandadır; herkesin bilincinde ortaya çıkar, bu da dünya tinidir. bir halkın özel tini yitip gidebilir; fakat o dünya tarihinin ilerleyiş zincirinde bir halkadır; bu evrensel tin ise yok olamaz. halk tini, özel biçime girmiş genel tindir. genel tin, kendisinde bu özel tini aşar; ama var olduğu sürece de bu özel biçimiyle görünür.

    tinin ereği, din ve devleti, kendi kavramına uygun olacak, kendi kavramı ya da kendi ide’si olacak biçimde kendisinden üretmesidir. ide, kavrama tutulmuş aynadan başka bir şey olmayan gerçekliktir. tin, kendisini işleyerek, kendini gösterip açar, yani kendinde olduğu şeyin bilgisine varır.

    hegel’e göre dünya tarihinde üç moment vardır. ilk moment, doğu momenti: tinin ya da tin olarak belirlenen insanın kendinde özgür olduğu bilinmez. tek kişinin özgür olduğunu kabul ederler; ancak b tek kişi yalnızca bir despottur, özgür değildir. ikinci moment, yunan – roma momenti: özgürlük bilinci ilk olarak yunanlılarda doğmuştur. ancak onlar da romalılar gibi bazı kişilerin özgür olduğunu kabul etmişlerdir. üçüncü moment: cermen momenti: hristiyan dünyasında ilk olarak cermen ulusları, insanın insan olarak özgür olduğunun, tin özgürlüğünün insanın doğasını meydana getirdiğinin bilincine vardılar.

    özgürlük ilkesinin dünya işlerine uygulanması, tarihi meydana getiren olayların uzun zincirinin ta kendisidir. tinsel dünyanın belirleniminin ve dünyanın genel son ereğinin tinin kendi özgürlüğünün bilinci ve ancak bu bilinçle olanaklı olan özgürlüğün gerçekliği olduğunu varsayıyoruz. özgürlük, kendini bilmedir. tinin tözü özgürlüktür. dünya tininin ereğinin içerdiği bu töze herkesin özgür olmasıyla erişilir.

    halk tinleri, tinin kendi kendisini özgür olarak tanıma sürecindeki bağlantılardır. her halkın ilkesi kendinedir ve ona erişmeye çalışır. ereğine vardığı zaman dünyadaki işi sona erer. halk tini halkın tüm eylem ve eğilimlerde kendini belli eder; kendini gerçekleştirir ve kendini kavrar. bu tinin evrimi din, bilim, sanatlar, insan yazgıları ve olaylar biçiminde olur. birey, halkı hazır, olmuş bitmiş bir varlık olarak bulur; ona düşen buna katılmaktır. bireyler bu tözsel varlığı içselleştirmelidir. tinin erişebileceği en yüksek nokta kendini bilmedir, bunu yaptığında sonu gelir. tin istediğine sahip olduğunda etkinliği artık durur. halk kendi ereğine erişmişse, derindeki ilgisi sona erer. halk tini doğal bir bireydir; doğallık içinde yetişir, güçlenir, zayıflar ve ölür. tin bir yandan gerçeklikte olduğu şeyi kaldırırken, aynı zamanda olmuş olduğu şeyin özünü, düşüncesini bir sonraki halk tininde muhafaza eder. doğadaki yeniden canlanma aynı şeyin yenilmesiyken, tinin başka biçimlere girmesiyle değişen görünüşü özünde ilerlemedir. tinsel oluşum doğal bir şey gibi zamanla geçip gitmez; aksine, kendisinin bilincini kendisi gerçekleştiren ve kendisini bilen etkinliğiyle (aufgehoben) kaldırır. bu kaldırma, düşünce etkinliği söz konusu olduğu için, aynı zamanda saklama ve başkalaşımdır.

    peki, bir halk tininden ötekine geçişin sebebi nedir? kişiler kendi içlerine çekilip töreden kopunca bozulma ve çelişki başladı. ancak tin, çelişki içinde kalamaz, birleştirmeyi ister ve daha yüksek ilkeye geçiş birleşmeyle olur. tin, özgürdür, dünya tini dünya tarihinde kendi özünü gerçekleştirmeye çabalar. tin, kendisinin ne olduğunu öğrenene dek durup dinlenme nedir bilmez, başka bir şeyle ilgilenmez. dünya tarihinin amacı, tinin aslında doğasının bilgisine varması, bu bilgiyi nesnel kılması, var olan bir dünyada gerçekleştirmesi, kendini nesnel olarak meydana getirmesidir.

    tanrı, yalnızca salt iyiliğin idesi değil, aynı zamanda ereğini gerçekleştirecek de güce sahiptir. sonunda tanrı’nın istenci her zaman üstün gelecektir ve dünya tarihi tanrısal öngörünün planından başka bir şey değildir. tanrı dünyayı yönetir, onun planının uygulamaya konması ve içeriği dünya tarihidir. peki ide kendini gerçekleştirmek için hangi araçları kullanır?

    b- tinin tarihte gerçekleşme araçları

    son erek ya da tinin tin olarak aslı, doğası, kavramı diye adlandırılan şey genel ve soyut bir şeydir. bu kavramın gerçeklik kazanabimesi için etkinlik gerekir, etkinliğin ilkesi istençtir. kanunlar ve ilkelerin kendi başlarına bir yaşamı veya geçerliliği yoktur. onları devinime geçiren, varlık veren şey insanın gereksinim güdüsü, eğilimi ve tutkusudur. benim kendisi için etkin olmam gereken bir erek, herhangi bir biçimde benim de ereğim olmalıdır. öznenin kendisini etkinlikte tatmin olmuş bulması sonsuz hakkıdır ve özgürlüğün ikinci ögesidir. etkin olan bireylerin tatmini olmaksızın hiçbir şey meydana getirilemez.

    dünya tarihinde ide kendini nasıl insan istenci ve insan özgürlüğü yoluyla dışlaştırıyor? idenin ilk idesi, soyut idenin kendisidir; ikinci ilkesi ise insan tutkusudur. kendi başına ide gerçekliktir; tutkular ise ona uzanmak için koldur, bunları bir araya getiren merkez özgürlüktür. bu tanrısal idenin zorunluluğu ile insan özgürlüğü nasıl birleşebilir? tutkular kişisel çıkarların peşine düşse de, bu onun genele karşı olduğu anlamına gelmez. tümel, ancak tikel yoluyla gerçeklik alanına girebilir. tutku (passion), içeriğin ya da ereğin henüz belirlenmemiş olduğu isteme enerjisinin ve etkinliğin öznel formel yönüdür.

    dünya tarihi, tin kavramını memnun etme ereğiyle kendinde olarak yani, salt doğa olarak başlar. bu aşamada tin kavramı içeride olan bilinçsiz güdüdür, dünya tarihinin bütün işi onu bilince çıkarmaktır. isteklerden, ilgilerden ve etkinliklerden oluşan bu muazzam kütle, dünya tininin, kendi ereğine erişmek, onu bilinç düzeyine çıkarmak ve gerçekleştirmek için kullandığı araç ve gereçlerdir. dünya tininin ereği ise kendini bulmak, kendine gelmek ve kendini bir gerçek olarak seyretmektir. kendinde ve kendisi için olan genel ve tözsel öze bütün öbür varlıklar bağlıdırlar ve onun araçlarıdırlar. bu evrensel akıl, tarihsel varlığa (dasein) içkindir, kendisini bunun içinde ve bunun aracılığıyla gerçekleştirir. [dünya tarihinde öznel yönü temsil eden bilinç, tarihin salt son ereğini kavrayacak durumda değildir]

    tarihteki büyük insanların kişisel ereklerinin tözü dünya tinin istencidir. insanlar böyle bir ereği gerçekleştirmek isteyen kişiye içten gelen bir güdüyle itilirler. tarihteki bu kahramanlar, onlara içlerindeki dürtüyü gösterir ve onu gerçekleştirir. hegel burada sezar örneğini verir.
    i
    de, kendi bilgisinin ve etkinliğinin içsel belirlenimini içinde taşır. ıde, tanrı'nın ebedi içsel hayatıdır ve dünya yaratılmadan önce bile mevcut olan mantıksal bağdır. başlangıçta, dolaysız varlık biçiminden yoksundur, çünkü bu, henüz tamamen saf genel bir içsel temsildir. idenin gelişimindeki ikinci aşama, idenin başlangıçta kendinde kavranılır olarak bulunan karşıtlığa hak tanıması ve karşıtını ortaya koymasıdır. bu karşıtlık, idenin tamamen kendi içinde yeterli olduğu özgür ve evrensel biçim ile tamamen soyut içsel refleksiyon olarak var olan ide arasındadır. genel ide, kendisinin bilincinin soyut birliğini sonsuz olumsuzlama olarak belirler. genel ide dışarılaştığında özelleşir. içeride kalmış olsaydı gerçek bir varoluştan yoksun olup cansız bir soyutlama olarak kalacaktı. genellik, etkinlik kazanınca var olan bir şeye dönüşür.

    bireylerin değeri halk tinini temsil ettiği derecede ölçülür. bir bütün olarak devletin işleri içinde belirli bir pozisyonu kabul ederler. bu zümrelere bölünme kast sistemi tarzında değildir, devletteki özgürlüğün bir diğer koşulu da bireyin kendi pozisyonunu seçebilmesi durumudur. böylelikle bireyin ahlakı (morality) ait olduğu zümrenin ödevlerini yerine getirmesinde saklıdır. bireyler sonlu ereklerini ve özel ilgilerini etkinliklerinde takip etseler de, aynı zamanda bilen ve düşünen varlıklardır. bu yüzden, ereklerinin içeriği adaletin, iyiliğin, ödevin ve bunun gibi şeylerin tözsel ve genel belirlenimleriyle iç içe girmiştir. birey, içinde bulunduğu topluluğun istencinin farkına varmalı ve bunu dışavurmalıdır. birey kendi içeriğini yaratmaz, ona sunulan tözsel içeriği etkin hale getirir.

    törel bir topluluğun (ethical whole) sınırlı bir doğaya sahip olması, onun üzerinde ikilik yaratan daha yüksek bir genelin olmasına sebep olur. tinin bir safhasından diğerine geçiş, daha önce genel olanın düşünme etkinliği aracılığıyla özel olana dönüştürülerek kaldırılmasıyla gerçekleşir. dünya tarihinin konusu; tinin kendisinden daha yüksek bir kavrama doğru gelişmesi, ilerlemesi ve yükselmesidir. fakat bu, kavramını tamamlamış olan önceki gerçekliğin değerden düşmesi, parçalanması ve yıkımı ile meydana gelir. bütün bunlar, idenin içsel gelişmesi yoluyla otomatik olarak bir ölçüde gerçekleşir; ancak, diğer yandan ide, kendisi dışındaki faktörlerin ürünüdür ve tinin safhaları arasındaki bu geçiş bireylerin eylemleriyle meydana getirdikleri bir şeydir.

    daha yüksek geneli kavrayarak onu kendilerine erek yapan, tinin daha yüksek kavramına karşılık gelen ereği gerçekleştirenler dünya tarihindeki kahramanlardır (heroes). bu kahramanlar, bir nevi şimdiyi tarih içinde görebilen kahinlerdir. zamanları için ne doğrudur; kavram nedir, genel nedir bilirler.onlar çağdaşları arasında en ileri görüşlü olanlardır; hangi sorunların olduğunu en iyi bilirler ve yaptıkları her şey doğrudur. diğerleri ise kahramanlara boyun eğerler çünkü kahramanların sözleri ve edimleri bulundukları zamana uyar. bu dünya-tarihsel bireylere direnmeye çalışmak boşunadır çünkü görevlerini yerine getirmek için hiçbir engel tanımazlar. kahramanlar, ne istediklerini olumlu anlamda bilirler ve ilk olarak kendilerini tatmin (satisfaction) ederler. evrim geçiren tin, bütün bireylerin ruhundadır; büyük adamlar bu tini hayata getirene kadar bilinçsiz bir şekilde kalır. kahramananların istedikleri mutlu olmak değil, ereklerini gerçekleştirerek tatmin olmaktır. bu kahramanlar, ereklerine vardıklarında içi boş kabuklar benzerler. ereklerini gerçekleştirdikleri anda iskender ya da cinayet kurbanı sezar gibi erken ölmüşler ya da napoleon gibi sürülmüşlerdir. kazançları, kavramlarını ve ereklerini gerçekleştirmeleridir. kahramanlar, ereklerinin tutkusuyla doludurlar. fakat istedikleri genel-olandır, budur pathosları. gerçekte insanların gönlünde yatan şeyin yolunu çizmişlerdir. kahramanlar sandıklarının aksine yüzeysel saygıyı aşağılamışlardır, yoksa sıradan insanlar olarak kalırlardı. büyük insanlar, kendi amaçlarıyla tatmin olmayı istemişlerdir, yoksa başkalarının iyi niyetli amaçlarıyla değil. ilerleyen büyük bir karakter yolunun üzerindeki bazı suçsuz çiçekleri ezer, ezmek zorundadır da.

    tutkunun ve idenin ereği bir ve aynıdır. tutku, bireyin ve genelin saltık birliğidir. burada, tinin öznel kalarak ideyle özdeş olması, hayvansı bir özellik gibidir. tutku, insanın değerli bir şey yaratmasının koşuludur, ahlak dışı değildir. insanın, kendisini tatmin etmeyi istemeksizin bir şey yapabileceğini sanmak saçmalıktır. özneliğin eylemi idenin eylemi olduğu ölçüde tözselliğin taşıyıcısıdır. tutkuyla birlikte ortaya çıkan özel ilgiler ikiye bölünüp birbirleriyle savaşırlar, bir taraf yenilmeye yazgılıdır. özel şeylerin birbiriyle savaşımı ve yok oluşundan genel olan doğar. genel ide, yıpranıp birbirlerini yok etsinler diye özel tutkuları cepheye yollar. bireyler gözden çıkarılır, kurban edilir. ide, varoluşun bedelini kendisi karşılamaz, bireylerin tutkularına ödetir. örneğin, seza kaçınılmaz olanı yapmalıydı, çürümüş roma özgürlüğünü fırlatıp atmalıydı, bu mücadelede kendisinin de sonu geldi. insanlar, aklın ereğine katılırlar ve bu anlamda aklın ereğinin araçlarıdırlar. aynı zamanda, insanlar hizmet ettikleri ereğin içeriğinden dolayı kendinin ereği (selbtzweck) haline gelirler. insan, yalnızca kendisindeki tanrısal yan nedeniyle kendisinde erektir.

    c- tinin gerçekleşmesinin malzemesi

    tutkuları sınırlı olduğunda, öznel istenç bağımlıdır ve yalnızca bu bağımlılık içindeki belirli amaçlarını tatmin edebilir. ancak, öznel istencin bir de tözsel yaşamı vardır; başka bir deyişle, özüne uygun olarak içinde yaşadığı bir gerçekliği vardır ve bu gerçekliği kendisine varoluş ereği yapar. bu özsel varlık, yani öznel istenç ile genelin oluşturduğu birlik, törel bütündür ve somut biçimiyle devlettir. devlet, bireyin - ancak geneli bildiği ve onu istediği kadarıyla bildiği - kendi özgürlüğüne sahip olduğu ve tadını çıkardığı gerçekliktir. devlette özgürlük nesneleşir ve olumlu olarak gerçekleşir. devlet, herkesin yaşamına kısıtlamalar getiren bir insan birlikteliği değildir çünkü bu özgürlüğün olumsuz tanımıdır. aksine; adalet, törel yaşam ve devlet özgürlüğün olumlu anlamda gerçekleşmesi ve doygunluğudur. yalnızca devlette insan akli varlığa kavuşur. eğitimin bütün ereği, devlette bireyi öznel var oluşundan çıkarıp nesnelliğe ulaşmasını sağlamaktır. insan bütün varlığını devlete borçludur. insan, devletin tüzel ve törel yaşamında yaşadığı sürece insanın tinsel gerçekliği nesnellik ve dolaysız bir varoluş kazanır. devlet, genel olan tözsel istenç ile öznel istencin birliğidir, bu da törelliktir. bu birlikte yaşayan bireyin törel varoluşu vardır ve onun değeri yalnız bu tözselliğe bağlıdır. devletin amacı, insanların gerçek eylemlerinin ve alışkanlıklarının temelinde yatan tözselin bilinir hala getirilip dışa vurulmasıdır ve bunun kalıcı hale getirilmesidir. devlet, yurttaşları karşısında yer alan soyut bir şey değildir; aksine, yurttaşlar hiçbir üyenin ne erek ne de araç olduğu organik yaşamın farklı ögeleridir. devletteki ilahi prensip, yeryüzünde ideyle ilgili bir tezahürdür.

    devletin özü törel canlılıktır. bu da genel ve öznel istençlerin birleşmesinde ortaya çıkar. istenç, kendinde iken (en soi) etkinlikte bulunduğunda dışsallaşır ve kendi olmayanı üretir. kendisi için (pour soi) olduğunda ise dış dünyanın karşıtı olmaktan çıkıp, bütünüyle genel bir şey haline gelir. dolayısıyla, istenç kendinde bir güç ve hem doğada hem de tinde genel gücün özüdür. bu gün, kendisinin efendisidir, kendi içindeki düşünmedir. güç kendindeki derin düşünme olarak, dolaysız gerçekliktir. bu gerçeklik ise bilmek demektir, bu da insan bireyidir. genel tin, insan bilinci olarak vardır. bilgi varoluşuna ve kendine insanda ulaşır. tin, kendini bilen özne olarak ele alır. doğası, kendini dolaysız varoluş olarak konumlandırmaktır, bu da insan bilincidir.

    devlet, genelin geçerlilik kazandığı varoluş alanıdır. genel ide devlette görünüş alanına girer. tinin görünüşü kendini belirlemesidir. devlette ortaya çıkan ve bilinir hale gelen genel, var olan her şeyin asimile olduğu form, başka bir deyişle bir ulusun kültürüdür. fakat bu genel biçimin elde ettiği ve devleti oluşturan somut gerçeklikte yer alan belirleyici içerik, halk tininin kendisidir. devlet, bütün işlerinde, savaşlarında, kurumlarında bu tin tarafından yönetilir. bu tinsel içerik, halkın tini olduğu ölçüde bireye özünü verir. o, insanları birbirine bağlayan kutsal bağdır. bütün özel istekler ve öznel istençlerin kendisine bağlı olduğu tek ve aynı yaşamdır.

    yasa, tinin nesnelliğidir, yalnızca yasaya boyun eğen istenç özgürdür. çünkü yasaya boyun eğen istenç aslında kendisine boyun eğer ve böylelikle kendine yeter ve özgür olur. devlet, bütün öznel istençlerin yasaya boyun eğdiği bir varoluş ortaklığı yarattığı zaman, özgürlük ve zorunluluk karşıtlığı ortadan kalkar. akli olan zorunludur; biz de onu yasa olarak tanıdığımız ve kendi özümüzün tözü olarak bildiğimiz ölçüde özgürüz. bu durumda nesnel ve öznel istenç barışık ve tek ve parçalanmamış bir bütün oluştururlar.

    insan, doğadan özgür değildir. özgürlük, bilme ve istemenin eğitimden geçişini sağlayacak sonsuz bir dolayım yoluyla kazanılır. doğal durumda haksızlık, şiddet ve dizginlenmemiş içgüdü hakimdir. toplum ve devlet buna sınır getirir. özgürlük kavramı ile adalet ve törel yaşamdan ayrı düşünülemez. bu ikisi kendinde ve kendileri için var olan genel tözler, nesneler ve amaçlardır. düşünce etkinliği kendini duyusallıktan ayırarak bu nesne ve erekleri ortaya çıkarır.sonrasında, onları yeniden duyusal istenç alanında, hem de bu istencin eğilimlerine karşı koyarak kaynaştırmalıdır.

    ailenin tini, tıpkı devlette ortaya çıkan halk tini gibi özsel bir tözdür ve her ikisinde de törellik, bireysel kişilik ve ilgilerden vazgeçilmesini, bunların duygu, bilinç ve istek olarak bir yana bırakılmasını gerektirir. ailedeki bu birlik özünde duyusaldır. ailenin kutsallığının devletçe en derin saygıyla karşılanması gerekir. çünkü devlet onun sayesinde uyrukları arasında, kendi bütünlüğünü oluşturacak temeli oluşturan bireyleri bulur. ailenin ataerkil bir bütüne doğru genişlemesi bizi teokratik devlet biçimine vardıracaktır çünkü aile henüz toplum ve devletten ayrılmamıştır, dolayısıyla din henüz aileden ayrılamamıştır. devlette ailenin aksine tin; sevgi, duygu biçiminde değil, bilinç, isteme ve bilme biçiminde vardır. birey devlette yasalara boyun eğer ve özgürlüğünün bu boyun eğişe borçlu olduğunu bilir. devlette bireyler bilen kişi olarak kendi benlikleriyle geneli ayırt edebilirler. ailede ise bu bağımsızlık mevcut değildir çünkü aile üyeleri doğal dürtü ile birleşmişlerdir.

    bir halkın tarihi, kendi tininin kavramını çeşitli alanlara etkinliğiyle uygulamasından ibarettir. bu alanlar; devlet, din, sanat, tüze, başka halklarla ilişkilerdir. bütün bunlar, tinin kendisiyle ilgili kavramını gerçekleştirme, kendini algılama, kendini hazır bir dünya olarak bilme, kendisine kendi nesnesi olarak sahip olma biçimleridir. bir halkın kültürünün çeşitli yanları tinin kendisiyle ilişkileridir. tin, halklara formunu verir ve ancak tini tanırsak bu ilişkileri bilebiliriz. devletin bireylerde yaşamasına, törel canlılık (ethical life) denir. birey sahip çıktığı ölçüde devletin tarihi, eylemleri ona aittir. bir halkın özünü ve tinini meydana getiren işte bu tinsel ortaklıktır.

    tin tekil bireydir; dinde, onun temel varlığı tanrı olarak tasarlanır, saygı duyulur; sanatta, kendini imge ve görü olarak gösterir ve felsefede düşünce yoluyla tanınıp kavranır. bütün bu oluşumlar devletin tininden ayrılmaz bir bütün meydana getirirler. belirli bir dinle birlikte belirli bir devlet biçimi var olabilir, tıpkı bu devlette yalnızca belirli felsefe ve sanatın ortaya çıkabileceği gibi. bu sebeple, devletlerin anayasaları dinden bağımsız oluşturulamaz. devlet sanatın, tüzenin, törelerin, dinin ve bilimin temelini oluşturur. daha önce bahsettiğimiz gibi saltık son erek olarak özgürlük idesi ile bunun aracı olan bilme istemenin öznel yanının nesnel varlığı devlettir. her türlü tinsel eylemin tek ereği bu birleşmenin, yani özgürlüğün bilincine varmaktır. bu bilinçli birliğin varsaydığı bütün formlardan, din ilk sırada yer alır. dinle birlikte insan kendisinin tikel arar ve çıkarlarına hayır der, artık tikellikle bir ilgisi kalmadığını düşünerek bunları bir yana iter. tindeki nesnellikle öznelin birleşmesinden ortaya çıkan ikinci oluşum sanattır. sanatın amacı ilahi olanı doğrudan algılatabilmektir ve onu hayal gücüne ve görüye sunmaktır. ancak hakikat yalnız dinde olduğu gibi temsil ve duygu yoluyla, yalnız sanatta olduğu gibi görüyle kendini anlatmaz. düşünen tinde de kendi anlatımını bulur. birleşmenin en yüksek, en özgür ve en bilgece oluşumu felsefedir.

    devletin kendinde ve kendisi için olan içeriği halk tinidir. insan kendisini tanımalı ve genel tinle olan özgün birliğini açıkça bilmelidir. bu bilincin gerçek tini ve bu bilginin odak noktası dindir. din, özbilincin ilk biçimidir; halk tininin kendisinin tinsel bilincidir. din ya da tanrı tasarımı bir halkın varoluşunun temelini ve genel sınırını inşa eder. din, halkın doğru bildiği şeyi tanımladığı yerdir. din, bir halkın kendi varlığı ve en yüksek varlığı ile ilgili bilincidir. bir halk tanrı’yı tasavvur ettiğinde, aynı zamanda kendini ve tanrı ile olan ilişkisini de tasavvur eder. bu nedenle, din halkın kendisiyle ilgili kavramıdır. doğaya tapan bir halk özgür bir halk olamaz. tanrı’yı doğanın üstünde düşündüğünde tin haline gelir ve özgürleşir. tinsel dinler ele alındığında, doğruyu ide’den ayrı olarak ya da asıl birliği içinde tanımasına göre ayırmak gerekir. ayrı olarak tanıyorsa tanrı, soyutlanmış en yüksek varlıktır ve insan gerçekliğinin ötesinde yerin göğün efendisidir (islam ve yahudilik). birliği içinde düşünüldüğünde tanrı genel ile tikelin birliğidir, tanrısal idede sonlu ile sonsuz birleşmiştir. hristiyanlıkta tanrısal ide, tanrısal ve insani doğanın birliği olarak kendini açar. din, devletin işleyişini ve bireylerin devlete karşı davranışlarını düzenleyebilmek için dışarıdan getirilen bir şey değildir; aksine, baştan beri belirleyerek ve etkiyerek devletin içindedir.

    tin, yahudiler ve müslümanlarda olduğu gibi insanın karşıtı olarak her türlü formdan yoksun bırakılıyorsa, böyle bir kavrayışta görsel sanatlara yer yoktur. tanrı genel bir tin olarak biliniyorsa, sanatın da orada yer alması gerekir. sanat, hristiyanlık dininin özsel bir parçasıdır çünkü hristiyanlıkta tanrısallık müdrikenin bir soyutlaması değildir. ancak yine de hristiyanlıkta sanat, yunanlılarda olduğu gibi hakikatin tasarlanıp anlaşılmasının en yüksek ifade aracı olamaz. sanatın tek başına verebileceği biçim, hristiyanlar için koşulsuz hakikate sahip değildir; bunlar mutlakın olanın tezahür ettiği biçimler değildir.

    bilimler, özellikle özgür düşünmenin bilimi olarak felsefi düşünmenin ürünü oldukları için, tinin onlara sağladığı özgün temel üzerinde yükselirler. halkın en yüksek içgüdüsü, kendisini kavramak ve bu kavradığını her alanda gerçekleştirmek olduğu için bilimler bir halkın varlığının doruk noktasıdır.dinde duyusal ve tinsel tasarım biçiminde ortaya çıkan içeriği düşünüp kavramak felsefe disiplinin işidir. somut felsefe yalnız yunanlılarda ve hristiyanlarda ortaya çıkabilir; sonlu ile tanrısal olanın sentezinin bulunmadığı soyut felsefe ise doğulularda bulunabilir.

    bu ideal varoluş tarzı karşısında, devlet dış görünüşünün içeriğinde ikinci bir boyuta sahiptir. özel niteliği ne olursa olsun, bu içerik aynı şekilde genel tarafından aydınlatılmaktadır. bu türden ilk malzeme, halkların töreleri, gelenek ve görenekleridir. görünüşle ilgili ikinci nokta ise meslek etkinliğidir. dış görünüş kategorisi altında yer alan bir diğer öge, meslek etkinliğidir. halkın meslek etkinliği, endüstri ve ticaret sınıfı karşısında nasıl bir anlayış gösterdiğine göre tinin genel ilkesi de değişir. üçüncü nokta, özel haklardır; kişinin sonlu gereksinimleri bakımından var olan haklardır, örneğin kişisel özgürlük hakkı, köleliğin yasaklanması, mülkiyet hakları vs. insanın insan olarak sonsuz değer taşıması ilkesi doğu dinlerinde yoktur. bu nedenle de insan ilk olarak hristiyanlıkta kişisel özgürlüğe kavuşur, yani özgürce mülk sahibi olabilir. dördünce ve son nokta ise sonlu şeylerin bilimidir, örneği matematik, doğa tarihi, fizik vb. birey ancak içsel özgürlüğünü kazandıktan sonra nesneye hakkını tanır; ona yalnızca istekleriyle yönelmez, kuram gözüyle bakar. gelişmiş bir devlette bu alanların birbirinden ayrılması, her birinin kendi hakkını elde etmesi için kendi içinde çeşitli zümrelere (social class) göre örgütlenmesi gerekir.

    d) tinin gerçekliği

    devlet kavramını uygulamaya koyan ve devlet içinde gerçekleşen her şeyin kendi doğasıyla uyumlu olmasını sağlayacak önlemleri benimseyen şey anayasadır. devletin en baştaki belirlenimi yönetenler ile yönetilenler ayrımıdır. anayasa konu edildiğinde, aklın istemsizce kendine sorduğu soru en iyi anayasanın hangisi olduğu sorusudur. temel ama yine de soyut olarak formüle edilmiş özgürlüğün tanımı, cumhuriyetin tek adil ve özgün anayasa olduğu konusunda çok yaygın bir teoriye yol açmıştır.ancak en iyisi olsa bile böyle bir anayasa her yerde uygulanamaz, insanları değiştirmek olanaklı olmadığına göre daha az özgürlükle yetinmek zorundayız. verilen koşullar altında ve halkın ahlaki durumuna göre, monarşik anayasa bu nedenle en avantajlı gözükendir. bir halkın anayasası, diniyle, sanatıyla ve felsefesiyle ve aynı zamanda dışsal koşullarıyla birlikte tek bir tözü ve tini oluşturur. devlet bireysel bir totalitedir, o yüzden bu totalitenin içinden yalnızca anayasının ele alınıp tartışılması yapılamaz. diğer ögelerle birlikte düşünülmesi zorunludur.

    anayasa tartışmalarında yapılan bir yanlış ise halkla hükümetin birbiriyle çatışan iki ayrı öge olarak ele alınması, halbuki devlet kavramında bu karşıtlık ortadan kalkar. başka bir yanlış ise şimdiki anayasal ilke için geçmişin taranmasıdır ancak eski ve yeni anayasal ilke arasında özce hiçbir ilke yoktur. özgürlüğün tek tek bireylerin onayına bırakılması demek, herkesin oy birliğiyle üzerinde anlaşacağı yasa dışında hiçbir yasanın geçerli olmaması demektir. oy birliğinden ödün verildiğinde ise bu sefer azınlığın yerine çoğunluk karar vermeye başlar ve burada özgürlükten söz edemeyiz.

    anayasanın getirdiği şey devletin akla uygun, yani politik bir varlığa dönüştürülmesidir. böylece ayrı ayrı güçler ayrışacak, tamamlanacak, özgürlük içinde bir ereğe katkıda bulunacak e o erekle birleşip organik bir bütün oluşturacaktır. bunun sonucu olarak devlet akli, kendini nesnel olarak bilen ve kendi için var olan özgürlük olur.

    dünya tarihinin gidişi

    a. gelişme ilkesi

    yalnızca tinsel alanda meydana gelen değişiklikler yenilik getirir. tinin belirlenimlerinin gerçekleşmeye geçişi bilinç ve istenç aracılığıyla olur. bilinç ve istenç ilkin ondaki araçsız doğal yaşamın içine gömülmüştür. onların öncelikli nesnesi ve ereği doğal belirlenimlerini takip etmektir ki, tin bu belirlenimi canlı tutar ve kendisi de sonsuz istek, güç ve zenginlik içindedir. böylece, ruh kendisine karşı bölünür; kendini, ereğinin engeli ve düşmanı olarak kendisini yenmek zorundadır. tinin istenci kendi kavramına erişmektir ama aynı zamanda, kavramını gizler. kendine karşı olan bu yabancılaşmadan büyük bir tatmin ve gurur duyar.

    tin kavramının tarihsel gelişimi zorunlu olarak zamanda gerçekleşir. ancak, zaman olumsuzluğun belirlenimini gerektirir. var olan herhangi bir şey bizim için olumludur ve sürer. var olmayan (mümkün olan) ile kurulan ilişki ise zamanın bir işlevidir; bu ilişkiyi yalnız düşünmekle kalmayız, aynı zamanda görüleriz. zaman duyusal dünyanın tamamen soyut boyutudur. tinsel oluşumlarda değişme, yalnız tezahürde değil, aynı zamanda kavramdadır da. tinde her değişim ilerlemedir. tinsel alandaki daha yüksekteki biçim, daha önceki ve az gelişmiş biçimlerin dönüşümüyle üretilir. bu sebeple, bir önceki form sona erer. her yeni formun öncelinin başkalaşımı olduğu gerçeği, tinsel olayların neden zaman içinde gerçekleştiğini açıklar. böylece, bir bütün olarak dünya tarihi, tinin zaman içindeki ifadesidir, tıpkı doğanın idenin uzamdaki ifadesi olduğu gibi.

    dünya tarihi, içeriği özgürlük bilinci olan ilkenin basamak basamak gelişimini sergiler. bu basamaklanış tinin kendi kendisiyle dolaysız ilişkisini göstermesinin yanı sıra; aynı zamanda tinin kendindeki farklı parçalarıdır, kendi kendisinde ayrışmasıdır. tinin ilk çağı, doğu momentidir (bir kişi özgürdür, diğerleri köledir); bu momentte tin ve doğa birliktedir. tin hala doğada kalmış, kendisi olamamış, hala özgürlüğünü kazanamamıştır. tinin ikinci çağı, yunan ve roma momentidir; tin kendi içinden çıkıp özgürlüğünün bilinci varır ancak bu ilk özgürleşme eksik ve kısmidir (kimileri özgür) çünkü tin doğanın dolayımıyla gelmiştir, onunla ilişkide kalır, bir ögesi doğallığıdır. tinin üçüncü çağı cermenik (hristiyan dünyası) momenttir; tin burada tikel özgürlükten, özgürlüğün saf genelliğine yükselir (insan insan olarak özgürdür). bu momentte kendisinin bilincine varır, özünü kendisinde duyar. tin, doğal durumdan çıktığında bu doğa karşısında öznellik olarak ikilemişti, bu da onun kavramına göre olmuştu ancak bu momentte öznel tin ile nesnel tin barışır ve aralarındaki karşıtlık ortadan kalkar.

    b. tarihin başlangıcı

    başlangıçta insan bir hayvan karanlığına sahip olamazdı, ancak kendi karanlığından çıkabilirdi. hayvansı insanlık, hayvanlığın kendisinden tamamiyle farklıdır. ilk olarak tin, yalnızca kendi içinde var olur; insanlığın karakterinin zaten basılmış olduğu doğal tin olarak. örneğin çocuk akli değildir ancak akli olmak için olanağa sahiptir; bu olanak hiçbir hayvanda yoktur. insan başlangıçta da akli bir varlıktı ancak bu nedenle insanın ilk durumda tanrı’nın ve doğanın saf bilincine sahip olduğunu iddia edilemez. tin asla dinmeyen sonsuz devinim, energeia, entelekheiadır. tin, kendi özgün halinden vazgeçer ve üzerinde çalıştığı iş aracılığıyla kendini keşfeder. genel, başlangıçta değil sondadır. bir bilgi nesnesi olarak spekülatif ide ilk önce gelemez, aksine tinin en yüksek düzeydeki çabalarının ürünüdür. felsefi araştırmanın yöntemi tarihin başlangıcını rasyonelitenin başlangıcı olarak kabul etmelidir.

    tarih (geschichte) kelimesi, almancada nesnel anlam ile öznel anlamı da içerir. tarih kelimesi, historia rerum gestarum (tarih anlatımı) ile res gestae (olmuş olan şeyler, eylemler, olaylar) iki anlamı da içerir. tarih yazımı ile tarihteki aktüel edimler aynı anda ortaya çıkar. ikisini ortaya çıkaran ortak bir kaynak vardır. yalnız kaderin birbirinden farklılık gösteren eylem ve uygulamaları mnemosyne’yi (bellek ya da toplumsal bellek), imgeleriyle canlandırabilir. devlet, en başta tarihin dünyasına uygun olmakla kalmaz; tarih yazımını da birlikte üreten bir içeriği getirir. devlet aşamasına yükselen bir topluluk yönergeler, yasaları belirler. onlara ilişkin bir söylem de geliştirir. mnemosyne’nin, devletin oluşturulmasının ve şimdiki yapısının taşıdığı sürekli erek adına bu eylem ve olaylara anıların kesintisizliğini sağlaması gerekmiştir. devletin akli yasalarında ve aynı zamanda törelerinde ortaya çıkıp dışlaşan varlığı, kendine yeterli değildir; müdrike bütünleşmek için geçmişin bilincine gerek duyar. devlette yasaların bilinciyle birlikte eylemler ortaya çıkar, bu eylemlerle ilgili apaçık bir bilinç var olur, bu bilincin mnemosyne ile saklanması gerekir.

    hintliler, tin alanında bol bol ve derinliği olan ürünler vermiş olsa da, böyle bir ülkenin tarihi yoktur. aslında tarih oluşumu için eski yasa metinlerine de sahiptirler, ama yine de bu tarihlerin olmasını olanaklı kılmaz. çünkü bu ülkede, toplumsal ayrımlar kazanmaya başlayan düzen aynı zamanda doğal belirlenimlere göre (kastlar halinde) dondurulmuştur. yasalar, yurttaşlık haklarını doğadan gelen ayrımlara bağımlı bir biçimde düzenlemektedir. bu yüzden törellik ögesi hint yaşamından sürgün edilmiştir.

    c. gelişmenin çizgisi

    dünya tarihi, ahlakın sahip olduğu değerden daha yüksek bir düzlemde hareket eder, çünkü ahlak alanı, özel inançların, bireylerin vicdanının, kendine özgü istenci ve eylem tarzı demektir. dünya tarihi, bireyleri oyunun dışında bırakır çünkü dünya tarihi, halkların tininin faaliyetini kayda geçirir; bu tinin dışsal gerçeklik alanında üstlendiği bireysel formlar sıradan tarihçilerin dikkatine bırakılabilir.

    halk, etik yaşamının dayandığı geneli ve daha önce hangi tikelliğin ortadan kalktığını bilmelidir, dolayısıyla adalet ve özgürlüğünün temelinde yatan belirlenimleri bilmelidir. tin, toplumsal bir düzenin kültür varlığıyla yetinemez; onun istenci, kendi belirlenimlerinin bilgisine kavuşturmaktır.ancak böylelikle öznelliğiyle nesnelliğindeki genelliği birliğe kavuşturur. tinin gelişmesindeki en yüksek noktaya, yaşamı ve koşullarını düşünce yoluyla anladığında ve yasaları, adaleti ve ahlaki hayatı hakkında sistematik bir bilgi edinmesiyle ulaşılır çünkü bu başarı, tinin kendi kendisiyle kurabileceği en yakın olası birliktir. örneğin yunanistan’ın bir zamanlar gerçekten ne olduğunu bilmek istiyorsak; cevabı sophokles’de, aristophanes’de, thukydides’de ve platon’da buluyoruz; onlarda yunan yaşamının tarihsel ifadesini buluyoruz. yunan tini, bu bireylerde düşünce ve tasarım yoluyla kendini kavramıştır.

    zaman duyu dünyasında negatif unsurdur; düşünce de eşit derecede olumsuzdur, ama aynı zamanda düşünce tüm varlığın çözüldüğü en içsel ve sonsuz formdur. zaman, aslında olumsuzluğun aşındırıcı/çürütücü yönüdür; ancak tin aynı şekilde karşılaştığı her belirleyici içeriği çözme özelliğine sahiptir. tin genel, sınırsız, en içsel ve sonsuz formun kendisi olduğu için sınırlı olan her şeyi alt eder. nesnel ögeiçerikçe sonlu ve görünmese de, en azından doğada verilen, dolayımsız ve otoriter bir şey olarak görünür, böylece düşünce üzerinde kısıtlamalar getiremez ya da kendini düşünce öznesi karşısında kalıcı bir engel olarak konumlandıramaz.

    belirli bir halkta örneğin atinalılarda, tikellik düşünce yoluyla aşılırsa ve düşünce, söz konusu ulusun tikel ilkesinin artık özsel olmadığına kanaat getirirse, o halk var olmaya devam edemez; bu esnada da başka ilkeler için ortaya çıkar. dünya tarihi, böylece başka bir halka geçer.tarihte ilkeler halk tinleri olarak vardır fakat bunlar aynı zamanda doğal varlıklardır. her ne kadar belirli bir halk tinin yeni ve daha yüksek bir belirlenim, öncekinin inkarı veya yıkımı olarak ortaya çıksa da, olumlu tarafı da yeni bir halk şeklinde ortaya çıkmasıdır. bir halk, dünya tarihinde birçok aşamadan geçemez, dünya tarihinde iki kez yeni bir dönemi başlatamaz çünkü bir halkta gerçekten yeni ilgilen ortaya çıkmış olsa, bu ilgilerin kaynağı kendi ilkesinin sınırlarını aşan başka bir ilkeden gelmeliydi; bu da yeni bir halk demektir. dünya tarihinde bir halk yalnız bir kez egemen olabilir çünkü tinsel süreçte ona tek bir iş verilmiştir.

    bu zamana kadar dünya tarihini ele alışımız geçmişin bir kaydı şeklindeydi. ancak gerçekten ezeli olarak kendinde ve kendi için var olan dünde ya da yarında değil, şimdide (mutlak şimdide) [absolute present] mevcuttur. geçmiş olarak gözüken şey idede hiçbir zaman kaybolmamıştır. ide şimdidedir ve tin ölümsüzdür; onun bulunmuş olmadığı bir geçmiş ya da bulunacak olmadığı bir gelecek yoktur; geçip gitmiş ve henüz olmamış değildir, aksine şimdi var olmaktadır. dolayısıyla, bugünkü dünyanın ve tinin kendi bilincine sahip olduğu şimdiki formu tarihte önceden meydana gelmiş tüm aşamaları içinde barındırır. bu aşamalar birbirlerinden bağımsız olarak aşama aşama meydana gelmiş olsalar da, tin daima kendinde olmuştur, ayrım yalnızca bu kendi bilincine varmadaki aşamalarında olmuştur. şimdiki dünyanın tini, tinin kendi doğasıyla oluşturduğu kavramıdır. bu kavram, dünyayı ayakta tutar ve yönetir, 6000 yıllık çabaların sonucudur. şimdiki dünyanın tini, dünya tarihi işleri aracılığıyla tinin kendinden yarattığı şeydir. dünya tarihini böyle algılamamız gerekir; tin bize kendini, kendi doğasının gelişen farkındalığını yapıp ettikleriyle sunar. tin, tarih boyunca kendi anlarından geçmiş olduğu gibi, şu an da aynı anlardan, kendi oluşturduğu kendisiyle ilgili kavramında da geçmelidir.
108 entry daha
hesabın var mı? giriş yap