15 entry daha
  • zirveye çıkmanın büyük zorlukları var. orada kalmak için ne yapmak gerektiğini düşünmek bir kenara, bu yüksekliğin getirdiği baş döndürücülüğü de herkes kaldıramaz. güneşe ne kadar yakın uçarsan, kanatlarının alev alıp düşme ihtimali o kadar artar. red hot chili peppers da zirveye çıktığı 90'ların ortalarında grup içi ve dışı sıkıntılar yaşamaya başladığı bir dönemde one hot minute'i yayınladı. sonuç kafaları karıştı. bazı dinleyiciler rhcp'nin aldığı riskleri beğendi, bazıları bu albümün rhcp'nin yaptığı en kötü iş olduğunu düşündü. grubun bu albüm sonrasında tekrardan kendi tarzlarına yaklaşması ve bu albümü genel olarak görmezden gelmesi de albümün kötü bir imaja sahip olmasına neden oldu.

    1991'de rick rubin gibi rock müziğin en önemli prodüktörlerinden birinin desteğini arkasına alarak çıkardığı blood sugar sex magik, red hot chili peppers'ın o ana kadar yayınladığı en başarılı albüm oldu. satış rakamları bir kenara, o zamana kadar vurdumduymaz, partici funk grubu olarak görülen ekip hem söz hem müzik olarak eğlencesini korumasının yanında daha olgun sözler ve daha alternatif rock tadında bir müzik barındırıyordu. abd ve ingiltere'de albüm ilk 5'e girdi. give it away, hem modern rock listelerinde birinci olup, hem de 1993 yılında en iyi hard rock ödülünü nirvana, alice in chains, guns n' roses, faith no more ve pearl jam gibi inanılmaz başarılı grupların arasından aldı. under the bridge, billboard single listesinde iki numaraya çıktı. iki şarkının klipleri mtv'de durmadan döndü. uzunca bir turneye çıktılar. 1991 yılının sonlarında verdikleri birkaç konserde alt grupları pearl jam ve nirvana'ydı. neredeyse her şey yolundaydı.

    ama bir de john frusciante diye bir gerçek vardı. grubun kurucu elemanları anthony kiedis ve flea, yıllardır bu grubun devam edebilmesi için çok çalışmışlardı ve ancak beşinci albümde gelebilen bu şöhretin peşini bırakmayacaklardı. chad smith de red hot üyesi olmadan dikiş tutturamamış biriydi ve 30 yaşında gelen bu şöhreti bırakmak istemiyordu. frusciante ise bu albüm çıktığında 21 yaşındaydı. gruba katıldığında ise 18. rhcp, kendisinin ilk ciddi grubuydu. yani ne yaş ne kariyer olarak bu ağırlığı kaldıracak durumdaydı. ayrıca diğer grup elemanlarına kıyasla daha deneysel çalışmalara kapısı çok daha açıktı ve hatta popüler olan eserlerini bile konserlerde grup arkadaşlarından azar işitme pahasına kafasına estiği gibi değiştiriyordu. bu stresi azaltmak için zaten kullandığı uyuşturucuya iyice abandı ve bu onu iyice huysuz ve içe kapalı bir hale soktu. turnenin ortasında, japonya ayağı devam ederken de grubu zor durumda bırakarak çekti gitti. 1993 yılında, kankası johnny depp'in çektiği stuff adlı kısa filmde de görüldüğü gibi darmadağın, duvarları yazılarla dolu bir evde bir şeyler yapmaya çalışıyordu. flea, tüm olan bitene rağmen john'a göz kulak olmaya çalıştı ama kendisi eroin batağına gitgide daha da çok girmişti. işin başka bir üzücü yani frusciante'nin yerine dahil olduğuhillel slovak'ın da kendini önce izole edip, sonra da overdose kurbanı olmasıydı. grup, o dönem dağılmanın eşiğinden dönmüştü. bu olanlar bir nevi deja-vuydu.

    grubu sarsan bir diğer uyuşturucu problemi ise yakın arkadaşlarıriver phoenix'in ölümü oldu. bazı insanların stand by me'nin karizmatik genç aktörü, bazı insanların genç indiana jones, bazılarının ise joaquin phoenix'in abisi olarak tanıdığı phoenix, hollywood'un parlayan yıldızlarından biri olma yolunda hızla ilerliyordu. my own private idaho filmi çekimlerinde phoenix'in yolu bu filmde küçük bir rolü olan flea ile kesişti ve ikili hemen çok yakın arkadaş oldular. river phoenix'in aleka's attic adlı grupta çalan amatör bir gitarist olması, flea'nın da amatör bir oyuncu olması ikisinin birbirlerinden bir çok şey öğrenmelerine sebep oldu. 1993'te flea star licks müzik serisi için bas gitar hakkında bir kayıt yaparken, phoenix de kendisi ile röportaj yaparak kaydın sunumunu üstleniyordu. 31 ekim 1993'te de phoenix, flea'nın johnny depp ile yan projesi olan p adlı grubu ile depp'in sahip olduğu the viper room adlı klübün sahnesinde doğaçlama takılacaktı. phoenix, mekana john frusciante ile geldi. phoenix, flea kadar john'la da çok iyi anlaşıyordu. phoenix, zaten evinde durmadan bir takım kayıtlar yapan frusciante ile bazı kayıtlar yapmış ve bunlar frusciante'nin solo albümlerinde yer bulmuştu. o gece kulüpte eroinin dozu kontrolden çıkınca maalesef kötü piyango phoenix'e vurdu. küçük sahnede gitar çalmalık yer bulamayan phoenix, nasıl olsa sahnede çalmak zorunda kalmadığı için rahat rahat arkadaşlarını izlerken alkol ve uyuşturucu kullanımına başladı. ancak birden yere yığılan phoenix, arkadaşları tarafından sokağa çıkarıldı. o sırada ambulans da çağırılmıştı. flea de ambulansta phoenix ile beraberdi. ancak hastaneye yetiştirilen phoenix kurtulamadı. flea, en iyi arkadaşlarının birinin sadece 23 yaşında hayattan ayrılmasına birebir sahip olmuştu. bu acı olay o dönemin rhcp elemanlarının phoenix ailesi ile daha bir yakınlık kurmasını sağladı. river'ın kız kardeşi ve aleka's attic'ten grup arkadaşı rain pheonix, one hot minute albümünün turnesinde gruba geri vokal yaptı. frusciante için durum biraz daha farklıydı. anlatılana bakılırsa kendisi phoenix fenalaşmadan ortamdan ayrılmıştı ancak birçok kişi phoenix'i ölüme götüren karışımları onun hazırladığını iddia etti. biraz da bu suçlamalar nedeniyle de frusciante, kendini herkesten uzaklaştırıp daha da içine kapanmıştı. phoenix'i ölümü grubun daha da karanlık bir ruh haline bürünmesine sebep oldu.

    frusciante'nin sıkıntıları ve phoenix'in ölümü derken albümü etkileyen bir diğer noktayı da atlamamak lazım. kısaca değindiğim gibi grubun kurucu gitaristi slovak da eroin yüzünden hayatını kaybetmişti. bütün grup aslında bağımlılık problemi yaşıyordu ama slovak'ın ölümü ile anthony kiedis büyük bir ruhsal sıkıntıya girmiş ama kendini bağımlılıklardan uzak tutmuştu. ta ki bu albüm öncesine kadar. kiedis, bu albüm öncesi tekrardan uyuşturucu kullanmaya başlamıştı ve çevresindeki çoğu insandan bunu gizliyordu. yukarıda bahsettiğim her olumsuz gelişmenin bunda etkisi vardı. kiedis, frusciante ile en çok kavga eden isimdi. ayrıca phoenix ile arkadaştı. hatta give it away'in bir kısmını zamanında ondan etkilenerek yazmıştı. tam albüm kayıtları başlarken kiedis'in bir dostu daha hayatını kaybetti. bu isim çok iyi anlaştığı nirvana vokalisti kurt cobain'di. tabii ki de cobain'in intiharı kiedis üstünde kötü bir etki yarattı. tüm bunlar kiedis'in yazdığı sözlere yansıdı.

    frusciante'nin yeri arik marshall ile dolduruldu. marshall, grubun kliplerinde yer buldu, grammy ödülünü aldıkları gün de sahnede grupla çaldı. ancak grup, marshall'ın doğru kişi olduğunu düşünmüyordu. 1993 yazında marshall'ın yerine bugün morrissey'in sağ kolu olan jesse tobias gruba dahil oldu. yeni kadro tam çalışmaya baslayacakken grup, daha önce de gruba gelmesi için teklif götürülen, 80'lerin sonunda popüler gelip 1991'de aniden dağılma kararı alan alternatif rock grubu jane's addiction'ın gitaristidave navarro'nun gruba dahil olma fikrine sıcak baktığını öğrendi. böylece yine frusciante gibi funk ile pek arası olmasa da grubun ilerlemek istediği daha alternatif rock ve karanlık sound'a yakışacak sert gitar rifleri çalabilen bir gitarist gruba dahil oldu. grup, 1994'te yeni kadrosuyla sahnelere dönerken yeni şarkılarını da yavaş yavaş dinleyicilerinin huzurlarına çıkarmaya başladılar.

    yeni albüm çalışmalarında gruba yine rick rubin destek oluyordu ama bu sefer şarkılar o kadar hızlı ortaya çıkmıyordu ve albümün çıkışı eylül 1995'i buldu. one hot minute, dönemin grunge havasından oldukça etkilenmiş, grubun her zamanki eğlenceli yüzünün bir kaç seviye aşağıya çekildiği ve söz anlamında da daha derin ve kişisel konulara değinen, yeni denemeler yapmaktan çekinmeyen bir albüm oldu. aslında blood sugar sex magik ile daha olgun bir yola zaten girmişlerdi ama grubun geçirdiği tüm olumsuz deneyimler ve daha sert bir gitarist bu değişimin bazı hayranları rahatsız edercesine hızlı olmasına sebep oldu. aslında "black fish ferris wheel" adını alması planlanan ama albümün çıkışına yakın "one hot minute" isminde karar kılınan albümün kapağı bile çok farklıydı. mark ryden'ın bu tatlış, çocuk kitabı kapağı tadında çizimi albümün içerisindeki karanlık ile bir tezat oluşturması için tercih edilmişti.

    albümü açan warped oldukça ters köşe bir şarkı ve bu şarkının albümün ilk single'ı olarak yayınlanması çok cesur bir hareket çünkü albümde klasik rhcp'yi temsil edecek o kadar şarkı varken bunu ilk single olarak yayınlayıp albümün başına koymak grubun yeni şeyler denemesini tercih etmeyen dinleyicilerin elenmesi demek. tüm şarkı boyunca müzikten neredeyse bağımsız ilerleyen bir vokal performansı dikkat çekmekte. bu da şarkıyı dinlemeyi biraz zor hale getiriyor. müzikal olarak da basit ve sert denebilecek bir altyapı kullanmışlar. ikinci dakikanın sonlarındaki gitar solosu ve efektleri de vokal gibi savruk kaydedilmiş. ama tüm bu savrukluk, sözlerdeki bağımlılık, yardım çağrısı, düşüş, korku gibi oldukça negatif hissiyatlar ile uyumsuz da değil. bir de şarkının sonunda bir anda yumuşaması gerçeği var. albümü bir sonraki şarkısına daha iyi bağlansın diye yapmışlar ama bence şarkının kendine has havasına zarar vermekte. toparlayayım. farklı ve cesur mu? kesinlikle. iyi bir şarkı mı? hala emin değilim. son olarak klibine değinmek lazım. bu zor şarkıya benzer zorlukta bir klip çekilmiş. şarkının saykodelik havasını iyi yansıttığı kesin. klibin sonunda dave navarro ve anthony kiedis'in öpüşmesi o dönem iyi bir tantana çıkarmıştı.

    albüm için o kadar karanlık vesaire dedim ama rhcp'nin klasik havasını taşıyan şarkılar da albümde bulunmakta. aeroplane, daha albümün başında tanıdık bir sound'u ortaya çıkarıyor. ancak bu şarkılarda bile sözlere baktığımızda karanlık temalar görmek mümkün. mesela aeroplane, uzaktan bakınca müziğe aşık bir adamı anlatırken sözleri incelediğimizde kahramanımızın oldukça kötü durumda olan, geçmişini silmeye çalışan biri olduğunu ve müziğin getirdiği zevkin yanında acılı bir tarafı olduğunu da görüyoruz. ama şarkının bestesi çok funky. flea'nın bas rifleri ders gibi, solosu da çok iyi. navarro'nun solosu da çok sağlam. onun dışında da gitarı çok sade çalmış. flea'nın kızı ve arkadaşlarının yer aldığı çocuk korosu şarkının naifliğine naiflik katarken sözlerdeki karanlığa karşı yaratılan tezatı daha da ortaya çıkarıyor. warped gibi çok karanlık bir şarkıda bile müstehcen bir kelime yokken, çocuk korusunun olduğu bu şarkıda albüm ilk küfrü olan "motherfucker"ın yer alması da ayrı bir oksimoron. tabii ki single olarak yayınlanan bu şarkının klibi de oldukça renkli. uçak kılığındaki çocuklardan, havuzdaki dansçılara kadar koca bir çadırda kafasına göre takılan bir sirk havası ortaya çıkarılmış. grubun bu albüm sonrası kariyerlerinde görmezden gelmediği ender şarkılardan biri bu şarkı. ama değer görmeyi hak eden yalancı neşesi ile benim de albümdeki favori eserlerimden.

    deep kick albümün bir diğer ilginç şarkısı. şarkı the doors'tan the end-vari bir şarkı gibi başlıyor. flea'nın geri vokali ve saykodelik bir arka planın üstüne anthony kiedis, neredeyse iki dakika boyunca flea ile geçmişteki haylazlıklarını anarken bugün ne kadar karanlık bir noktaya geldiklerini dinleyiciye açık yüreklilikle anlatıyor. en sevdiğim kısmı şurası çünkü ilk iki şarkının vermeye çalıştığı mesajı çok direkt bir şekilde yansıtmakta: "kıyafetlerimiz olmadan gülüyorduk ve her şey deneysel ta ki ölüm gözlerini bize dikene kadar / suratımızda ölümlülük / ve o zamanlar bir çok şey beyhude geldi / ama aşk ve müzik bizi kurtarabilir". şarkı sonrasında bir anda çok hareketli bir surete bürünmekte. oldukça funky ve akustik gitarın çok öne çıktığı bir altyapı üstüne kiedis, rap vokalleri ile gençliğinde flea ile yaşadığı çılgınlıkları anlatmaya başlıyor. kıtalar çok eğlenceli ama flea'nın vokalleri üstlendiği nakaratlar için aynı şeyi demek zor. ancak şarkının sonunda söylediği kısım için bir türlü kötü diyemiyorum. evet, flea pek iyi bir vokalist değil ama şarkının bir anda daha sakinleşmesi ve flea'nın daha çocuksu sesinin dahil olması garip bir sempatiklik veriyor. hatta en sondaki "evet, geldiklerini gördüm, gittiklerini gördüm / ve sana daha çok yaklaştığımı hissediyorum" sözü tüm bu yaşanan ölümleri düşününce çok hüzünlü geliyor. bu arada albüm boyunca grubun birçok başka şeylere referans verdiğini de görüyoruz. bir önceki şarkıda mazzy star'a selam çakarlarken flea bu şarkıda the butthole surfers'ın sweet loaf şarkısındaki "yapmadığın bir şeyden ise yaptığın bir şey için pişmanlık duy" sözüne atıfta bulunmakta.

    bazı dinleyiciler "yan sanayi under the bridge" diye adlandırsalar da my friends albümün en hoş şarkılarından biri. bir önce şarkıda bulunan arkadaşlık teması devam ederken kiedis, "arkadaşlarım çok keyifsizler" diye şarkıya başlayarak grubun içindeki ruh halini anlatıyor. şarkı, özünde akustik gitarın üstüne kurulmuş bir ballad olsa da adım adım davul ve elektro gitarın dahil olması ile sertleşiyor. yine de akustik gitar hep ön planda durmaya devam etmekte. yapı olarak çok basit olsa da basılan akorlara bakıldığında bestenin o kadar da basit olmadığı ortaya çıkıyor. bu da navarro'nun gitardaki ustalığının bir göstergesi. mesajı açık, dinlemesi kolay bu şarkının single olarak çıkması da şaşırtıcı değil. amerika'da da mainstream rock listesinde 1995 yılının aralık ayı boyunca bir numarada yer buldu. dinleyici şarkıyı tutsa da grup, şarkı için çekilen klibi hiç beğenmedi. mtv'de sıkça dönen, grubun bir bot üstünde garip hallerde ilerlediği klip bugün dahi rhcp'nin youtube kanalında yer almazken stüdyo kayıt aşamalarından oluşturulmuş çakma bir klip youtube'a eklenmiş.

    rhcp'nin nu metal'in ilham kaynaklarından biri olduğunu söylemek mümkün. özellikle 80'lerin ikinci yarısında sert gitar riflerine rap vokal ekleyen grup, rock müziğe yeni bir soluk getirmişti. coffee shop da rap metal'in bu albümdeki temsilcisi. hatta system of a down tarafından yazılmamış bir system of a down şarkısı desek yalan olmaz. kıtalarda kiedis'in garip aksanlı vokali sağ kulaktan gelirken soldan sadece "la la la" şeklinde giden bir vokal geliyor. vokallerdeki bu gariplik, sözlerdeki manasızlık ve de oldukça sert gitar rifi birleşince ortaya kendine has bir müzik tarzı ortaya çıkıyor. bunların üstüne flea'nin da sesi köklenmiş funky bas gitarı birleşince ortaya çıkan karışım daha da lezzetli hale geliyor. flea'nin çok iyi bas gitar soloları da var. bas gitaristler için delirtici bir eser. nakaratı ise sert bir punk rock eseri gibi. bu sound'a uygun olarak da sözlerde iggy pop'a selam gönderilmiş. sözlerin gerisine bir anlam atfetmek zor. kiedis'in anlamdan çok kafiyeye önem verdiği belli olmakta. bu gaz şarkı single olarak yayınlanıp, konser görüntülerinden oluşan bir klip de hazırlanmıştı. karanlık bir albümün, "her şey boş, salla gitsin" mesajı veren ender şarkılardan biri.

    albümün en kafa karıştıran şarkılarından biri pea. şarkıda sadece bas gitarını çalıp şarkıyı söyleyen flea yer almakta. müzikal olarak diyecek bir şey yok. minimalist ve kısa. flea'nın iyi bir vokalist olmadığı çok bariz. müziğinden öte sözleri daha ilgi çekmekte çünkü şarkı flea'nın aykırı görüşünden ötürü yaşadığı tacizi ve hissettiği rahatsızlığı anlatmakta. ama bunu çok basit, hatta çocukça sözlerle yansıtıyor. bu da şarkıyı aeroplane ve deep kick ile aynı kategoriye koymamızı sağlıyor. dürüstlüğü takdir edilecek bir şey ama müzikal olarak gerçekten adının betimlediği gibi: bir bezelye tanesi kadar küçük ve doyurucu değil. ama buna rağmen albümün en çok çalınan şarkısı çünkü diğer grup elemanlarının konserde kısa bir ara vermesine olanak tanıyor.

    pea'nin sakinliğinden sonra one big mob bir anda albüme gaz veriyor. kıtalarda kiedis'in rap vokali çok gaz, geri vokaller de çok ustaca kullanılmış. davulun yanına eklenen perküsyon çok başarılı. bunları navarro'nun jane's addiction'dna kankası stephen perkins'in çaldığını da eklemek gerek. nakaratta hintçe sözler de var ki "one big mob" tabirinin direkt hindu diline çevirisiymiş. bir önce şarkıda da bir buda göndermesi vardı. albüm boyunca da hindistan ve budizme göndermeler devam edecek. bence şarkı ilk dakikasında çok iyi ilerlerken bir anda yavaşlıyor ve bana taktığı kanca kayıp gidiyor. sakin bölümü gereğinden fazla bayıcı tutmuşlar. bu bölümde bir bebek ağlaması sesi gelmekte. bu bebek de dave navarro'nun 1994'te doğan oğlu gabriel navarro'dan başkası değil. ama bu tatlı jest, şarkıyı dinleme zevkini çok düşürüyor. şarkı bu uzun bölümden sonra tekrar başa dönüp, çok da yeni bir şey katmadan ama çok iyi bir gitar ve perküsyon performansı ile bitiyor. dışı iyi, iç malzemesi kötü bir tost gibi bir şarkı.

    albümün en funky şarkılarından biri walkabout. çok acayip akılda kalıcı bir ritmi olan şarkı, kiedis'in inanılmaz sakin, konuşur gibi kaydettiği vokali ile albümdeki hiçbir şarkıda olmadığı kadar bir ferahlık hissiyatı vermekte. bu da albümün genel havasına ters düşüyor ama sonuçta bu bir konsept albüm değil. o yüzden sıkıntı değil. sonlara doğru vokale destek olmaya başlayan geri vokal ve gitar efektleri başta biraz sinir bozucu gelse de zamanla insan alışıyor. şarkının ortasında caz hissiyatı veren çok farklı bir müzikal pasaj var. burada chad smith'i övmek gerek. bütün albüm boyunca canavar gibi çalan smith, bu zor pasajdan alnının akıyla çıkıyor. şarkıda kendini dışarıya atıp kendiyle başbaşa kalmaya çalışan bir adam var. şarkının devamında ise aborjinler ve avustralya'nın yerel enstrümanı didgeridoo'ya bir referans var. sonradan öğrendim ki bu "walkabout" denilen şey, aborjinlerin kendi özlerine dönüş için yaptıkları bir yolculuğa deniyormuş. yani sokağa çıkıp boş boş gezmekten daha derin anlamı olan bir şarkı. biraz fazla uzun tutsalar da şarkının sonlarına doğru ekledikleri müzikal numaralar zevkli. albümün gizli bombalarından biri.

    tearjerker, kiedis'in cobain'e yazdığı bir ağıt. nakaratlarda biraz sertleşse de genel olarak çok yumuşak bir havası var. gitar arpejleri çok güzel. şarkının sonunda kemanlar da şarkıya dahil olmakta. hatta bu bölümde navarro'nun gitarına sitar havası vermesi nasıl olmuşsa şarkıya çok uymuş. bu sitar havasının albümdeki bir başka budizm motifi olduğunu da belirtmek lazım. sözleri neredeyse bir aşk şarkısı gibi. hatta "seni ilk gördüğümde sahne arkasında elbisenle oturuyordun" sözünde bir an "ya bu şarkı acaba bir kadına mi yazıldı?" diye düşünebilme ihtimalin olabilir ama cobain'in zaman zaman kadın elbisesi içinde sahneye çıktığını da unutmamak lazım. zaten daha sonra "favorilerini severdim" sözü gelince bir erkeğe yazıldığı ortaya çıkıyor. ama "warped"ın klibini de düşününce ortada bilinçli bir homoerotizm olduğu kesin. sözler çok şiirsel değil. kiedis, cobain'in ne kadar önemli bir sanatçı olduğunu, onu çok sevdiğini ve kendini bu ölümden sonra ne kadar sarsılmış hissettiğini oldukça direkt bir şekilde vermiş. şarkının adının "ağlatıcı" olması ise biraz fazla direkt kaçmış. olabilecek en düz ismi seçmişler ve bir saniye bile kafa yormamışlar gibi. şarkının başındaki intromsu kısmın ve kiedis'in "şarkının sesini biraz daha açar mısınız?" isteğinin de şarkının güzelliğini bozduğunu düşünüyorum.

    genellikle albüme adını veren şarkılar albümün en güçlü şarkılarından biri olur diye biliriz ama one hot minute hiçbir zaman bana vurucu gelmedi. kötü bir şarkı demek zor ama "ya bak burası çok iyi" ya da "bu kısmın sözleri canavar" gibi bir tepki hiç veremiyorum. oldukça sert bir şarkı olduğunu belirtmek lazım. ortasındaki "say goodbye"lı kısım direkt klasik heavy metal havası içeriyor. gitarlarda tony iommi var deseler inanırım. sertliği ve şarkının belli bir yerden yavaşlaması "one big mob"u çok andırıyor. bu iki şarkının kanımca albümün en zayıf şarkıları olması tesadüf değil. ama burada o yavaş kısım çok uzun sürmüyor. şarkının introsunun da bir garip olduğunu söylemek lazım. insanın kanı baştan ısınamıyor. lakin normalde rhcp'nin yaptığı funk müziği sevmeyip soundgarden tarzı sert bir grunge/alternatif rock şarkısı dinlemek isteyenler bu şarkıya kulak kesilebilirler. özellikle biteyazarken çok sert bir havaya bürünmesi büyük bir zevk verecektir.

    albümün en sert şarkısı sonrası başlayan falling into grace, flea'nın bangır bangır, bol efektli bası ve navarro'nun talkbox'ı ile çok funky başlamakta. vokallerde kiedis ile bir kadın vokal düet yapmakta. ilk duyduğumda çok şaşırdığım bu sesin sahibi kristen vigard. kendisinin daha önce mother's milk albümünde geri vokal yapan isimler arasında adı geçiyor. daha önceden başka bir funk rock grubu olan fishbone'a vokal katkısında bulunmuş. vigard'ın duru sesi şarkıya hoş bir tat katmış. şarkının en ilginç vokali bu değil ama. şarkının ortasında bir anda bir budizm ayininin içine dalıyoruz. burada yoga eğitmeni gurmukh kaur khalsa'nın söylediği bir budist ilahisi var. los angeles'ta eğitim veren gurmukh, bir nevi ünlülerin yogacısı. kendisinin ismi nakaratta da geçmekte. kiedis, şarkıda eğitmenine yazıyor gibi gözükse de aslında eğitmeni üzerinden etrafındaki sevgiye değinmekte. ama "sana bir öğretmen gibi davranmak istiyorum çünkü öylesin sen / senin evcil hayvanın olayım" gibi çok saçma sözler içerdiği için şarkının vermek istediği o mistik mesajı alamıyorum. navarro'nun gitar solosu dan çıkan doğu nameleri, kiedis'in istediği atmosferi yaratmakta sözlerden daha başarılı. hedeflediği kadar hippie ve derin bir hava yakalayamasa bile tadında bir eğlence sunan, kolay dinlenen bir eser.

    "falling into grace" sevgiyi ön plana çıkardığı için budizm inancına bir övgü iken onu takip eden shallow be thy game, içerdiği öfke nedeniyle muhafazakar hıristiyanlığı eleştirmesi ile bir önceki şarkının tamamen tersinde durmakta. sadece söz anlamında değil, müzikal olarak da oldukça sert bir şarkı. navarro, şarkıyı gitara doyurmuş. oradan buradan kulağımıza gitar rifleri gelmekte. red hot'tan daha çok jane's addiction şarkısı gibi. sözlere geri dönersek kiedis, korkuyla, cehennemle, tehditle bu işlerin olmayacağını anlatırken kendisini kontrol altına alamayacaklarını ve aykırı olduğunu belirtmekte. rhcp gibi o zamana kadar bu toplara girmemiş bir grubun böyle sözler yazıp, oldukça da sert bir sound ile bu mesajı sunmaları gerçekten bu albüme has bir özellik. bu şarkının sadece avustralya'da olsa bile bir yerde single olarak çıkması da ayrı bir güç gösterme hareketi. benim favori şarkılarımdan olmasa da cesur ve demir bir yumruk gibi olduğu kesin.

    albümü oldukça ağır bir şarkı olan transcending ile kapıyoruz. şarkının ağırlığı müzikal olarak olduğu kadar sözlerinden de kaynaklanıyor çünkü bu şarkı river phoenix'e adanmış bir eser. "tearjerker"a göre daha derin ve acı bir şarkı olması grubun phoenix ile ilişkisinin cobain'e göre çok daha sıkı olmasından kaynaklı. şarkı iki bölümden oluşmakta. birinci bölüm müzikal anlamda standart ilerleyen bir rock eseri. sözlere baktığımızda phoenix ve grup elemanlarının birbirlerine takılmalarını dinlemek sanki her şey yolunda gibi hissettirse de ara ara ölüm ve ayrılığa verilen referanslar hayatın soğuk yüzünü hatırlatmakta. ikinci bölümde şarkı daha kaotik hale gelmekte ve kiedis ölümü ile river'ın adına uygun olarak bir akıntıya dönüştüğünü anlatmakta. sonlara doğru ise kiedis'in çığlık çığlığa söylediği ya da saydırdığı bir bölüm var ki dinlemesi kolay olmasa da phoenix'in ölümünden sonra merhum aktörün ve ailesinin özel yaşantılarını didik didik eden herkese duyduğu öfkeyi kontrolsüz bir biçimde yansıttığı için çok dikkat çekici ve etkileyici. kiedis, "şu sevgi dolu akıntının içindeki insanoğlunu ve aileyi görün" dese de boyalı basının bunu anlamasını beklemek güç. çok iyi bir beste olmasa bile albümü açan warped gibi albümün kapanışını yapan transcending de aykırı ve karanlık yapısı ile takdiri hak ediyor.

    hayranları çok başarılı bir albüm sonrası yepyeni bir kadro ile farklı bir maceraya atılan grubu yalnız bırakmadılar ve albüm iyi bir satış rakamı yakaladı. lakin başta da dediğim gibi albüm büyük bir kafa karışıklığı yarattı. albümün turnesinin de pek başarılı geçmemesi grubun hayranlarını hayal kırıklığına uğrattı. grup, 33 tane konseri iptal etmek ya da ertelemek zorunda kaldı. bunun nedeni grup içi sıkıntılar ya da düşük bilet satışları değil, kiedis ve smith'in orasını burasını kırmasıydı. bu belli bir motivasyon kaybı ve umursamazlığın da göstergesiydi. öte yandan grup içi kaynamaya devam ediyordu. kiedis'in yanında navarro da uyuşturucu sıkıntıları yaşıyordu. bunlar zaten başarılı bir gruptan gelip kendini kanıtlamış navarro'nun grupta baskın olmaya çalışan karakterinin yarattığı sıkıntılar ile birleşince navarro gruptan kovuldu. grup, yine dağılmanın eşiğine gelmişti. bu durumu çözen flea oldu. ölümün eşiğinde olan frusciante'ye destek çıkarak onun hem gruba hem de rehabilitasyona girmesini sağladı. sonrası zaten californication ile gelen ikinci bahar.

    eğer one hot minute'e doyamadıysanız peşine düşmeniz gerek şarkılar var. let's make evil, "my friends"in b yüzü olarak yayınlanmıştı. chad smith'in çok yaratıcı bir davul ritmi dışında çok güçlü bir eser değil. yine aynı single'ın başka bir b yüzü stretch ya da stretch you out, "one big mob"un sonundaki rif ile başlayıp başka bir şarkıya dönüyor. aslında albüme bu iki şarkıyı birbirine bağlanmış olarak koyacaklarmış da vazgecmişler. çok iyi olmuş. gereksiz uzun bir hareket olurmuş. ayrıca flea'nın muhteşem bas gitarı dışında çok bir numarası olmayan bir eser. bu iki şarkı da 2006'da çıkan one hot minute'in extended versiyonlarına eklendi. bu versiyon daha önce yayınlanmamış bir rhcp şarkısı bob'u da içermekteydi. hem grubun hem de river phoenix'in arkadaşı (ki öldüğü gün de oradaymış) olan müzisyen bob forrest için yazılmış bu şarkı oldukça sakin bir eser. benzer sakinlikte başlayan bir şarkı da melancholy mechanics, "warped" b yüzü olarak ve de albümün japonya versiyonunda bonus track olarak yer aldı. hatta twister filminin soundtrack'inde yer buldu. albüme girmeyenler arasında en iyisi bu şarkı olsa gerek. ama ani sertlikleri ve yine system of a down'ı çağrıştıran en sondaki kiedis vokali, şarkıya herkesin hoşuna gitmeyebilecek bir ilginçlik katmakta. soundtrack demişken, rhcp but dönemde beavis and butt-head do america filmi için ohio players'ın funk eseri love rollercoaster'i coverladı. mother's milk albümünden fırlamış, kadın vokallerin oldukça ön planda olduğu bu şarkı hem single olarak çıktı hem de bir video klibe sahipti. çok eğlenceli bir eser. grubun bu dönemde stüdyoda kaydettiği tek cover bu değildi. john lennon'ın i found out şarkısını da bir lennon tribute albümü için yorumladılar. "herhalde rhcp'nin bu döneminden her şeyi duyduk" derken 2016'da internete circle of the nooseadlı yeni bir kayıt yayıldı. bu şarkı aslında one hot minute sonrası yeni bir albümde yer almak üzere kaydedilmişti. one hot minute'teki şarkılar kadar karanlık olmasa da grubun funktan uzak alternatif rock havasını devam ettirmekteydi. ancak bu kayıtlar hiçbir yere varamadı.

    böylelikle red hot chili peppers'ın bir dönemini detaylıca hatırladık. sonuç olarak bazı insanların iddia ettiği gibi rezalet bir albüm olduğu yorumunu tamamen haksız buluyorum. hatta vasat bile demek haksızlık. grubun yeni şeyler denediği aşikar ama bunda genel olarak başarılı olduklarını söylemeli. elbette albüm dolsun diye eklenen şarkılar da var, red hot chili peppers'e fazla sert kaçan şarkılar da var, sözlerin hepsi bir sanat eseri demek de zor. ancak büyük ölçüde dinlemesi zevkli, birden fazla şarkısına zaman zaman geri dönülesi, cesur bir albüm bu. carmen electra ile yaşadığı ilişki ve jüri üyelikleri gibi işlere dalması ile bir müzisyenden daha çok herhangi bir celebrity haline dönen dave navarro'nun da ne kadar usta bir gitarist olduğunu hatırlatmakta.

    3,5/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: my friends, coffee shop, one big mob
hesabın var mı? giriş yap