4076 entry daha
  • ön edit: yazı, uzun olmakla birlikte, daha önce entrylerimi biraz daha kapsayıcı nitelikte olduğu için, en azından ekonomi girdilerini bir daha okumanızı gerektirebilir.

    tanım: küresel çapta, devletleri dolayısıyla insanları etkileyen, etkilediği insanları ise psikolojik yönden 50-100 yıl sonra gerçekleşme ihtimali olan yol ayrımına, 10 yıl içinde sürükleyecek küresel krizdir.

    bu krizin türkiye cumhuriyeti'ni ilgilendiren parçasında ise, krizin pandemi kaynaklı olduğu dillendirilirken aynı zamanda, pandemi için alınmaya çalışılan önlemlerle ile alınamayan önlemler, yıllar önce adım atılmış ekonomik krizin derinliğini daha derinleşmiş olduğunu göstermiş, bu krizin sadece ekonomi ile sınırlı kalmadığını, toplum sosyolojisini etkilediğini, bu sebeple, ekonomiyi içeren alt dalların ciddi bir biçimde uyarıldığını ( pandemi kaynaklı ek krizin unsuru) görmüş olduk.

    ekonominin, toplum tarafından uyarılması, hem olumlu hem de olumsuz olarak kabul edilebilir. olumlu tarafı, ekonomi uyarıldığında, siyasi erk bu uyarılma için gerekli aksiyonları alacaktır. genelde türk siyasi erklerin düşünce yapısına göre; eğer ekonomin uyarılması bir sektörde olumlu ise, o sektörün geleceğine bakarak, vergi indirimleri, hukuki yolların rahatlatılması, lojistik ayarlamaları vs. düzenlenir. ancak ekonomi, toplum tarafından olumsuz uyarılırsa, bu durumda yapılacak iki temel şey vardır. ya bir paket olarak vergi artışı, mal ve hizmetlere uygulanacak zamlar, kredi dağıtma gibi yaklaşımlar ya da ekonomi iyi ise, mal hizmetlerde indirimler, vergilerin azaltılması, faizsiz ya da çok çok az miktarda faizle kredi verme var olan kredilerin ötelenmesi, hibe dağıtımı, sigortalı işçilerin işten çıkarılmasını engelleme, aynı zamanda iş verenlere kolaylık sağlama, küçük esnaflar için paraya olan ulaşım kolaylığı, tarım sektörü için ek imtiyazlar, enerji pazarlayan şirketler geçici ek imtiyazlar, iletişim şirketleri için geçici ek imtiyazlarla beraber, insanlar için önemli sektörlerin tamamına normalden daha fazla yatırım yapılması düşünülür.

    ülkenin içinde olduğu ve geçmişten gelen ekonomik krizine ek olarak, pandemi kriziyle oluşan ekonomik sebepler, hem ekonomik kriz varmış gibi ek vergiler, zamlar, mal ve hizmetlere olan artışları gördük hem de ekonomi de aslında kriz yokmuşcasına dağıtılan, ucuz krediler, işvereni koruyan ve işçinin hak etmediği asgari ücretin altında ödenen ücretler, yardım kutuların dağıtımı, sözde dillendirilip, aslında geciktirilen sağlık çalışanlarının ek ödemeleri gibi durumları yaşadık. yaşıyoruz. ekonominin kötü gidişatının birçok onayından olan zamlar ve vergilerin artışı, olması gerektiğinden daha fazlası yapılmıştır. ekonomiyi iyi göstermesi gereken, uygulamalar ise kitaba göre yapılmış gibi gözükse de aslında istenilen ölçüde, refah sağlayamamıştır.
    ücretsiz izne çıkarılan işçilerle, devlet tarafından karşılanacak aylık ücret, düzenlenmiş asgari ücretten daha azdır. ( asgari ücretle çalışanlar için ) bu durum günlük brüt ücretin 60% oranında ödemesi demektir. ancak istatistiklerde, işsiz sayısı yüzdelik olarak korunmuş ya da azalmış gibi gözükmüştür. aynı zamanda işçilerin geçim sıkıntısının ötelendiği ya da giderildiği düşünülmektedir. yapılan kısa çalışma ödeneği ve bütçeden ayrılan miktar, pandemi kaynaklı ekonomik değerlerde ki dalgalanma, olumsuzluğu azaltmış, gidermiştir. ancak, aslında durumu ertelemedir. çünkü, işçilerin işlerinden çıkarılması yasaklanmış ve hakları kısmen güvenceye alınmış olsada işverenin giderleri, pandemi dönemi ve sonrasında, iş yerini açık tutup tutamayacağı, küçülmeye gidip gitmeyeceği ve pandemi sonrasında işçi çıkartmayacağı gibi konular üzerinde, benim okuyabildiğim kadarı ile detaylı bir çalışma yok. ekonominin gidişatına bakarak, bugün devlet korumasında işçi çıkarma yasaklanmış olsa bile, pandemi tamamen bertaraf edildiğinde, alt, orta, orta- üst sınıf ekonomik kesime hitap eden küçük, orta ve kısmen büyük şirketlerin küçülmeye gitmesi kaçınılmaz gözüküyor. bu küçülme beraberinde işsizleri de getirecektir. pandemi sonrası, kalkınma paketi adı altında 1+1 işçi koruma kalkanı * bir isim uydurarak, kısa çalışma ödeneği devam ettirilir ya da işverene teşvik şeklinde, belli imtiyazlar verilebilir. ancak bu imtiyazlar, gecikmiş ödemelerden vazgeçilmesi, faizlerinin silinmesi, borçların ertelenmesi gibi pek işe yaramayacak, krizin yükünü önümüzdeki yıllara, azar azar dağıtacak vadeli programlar olursa ki durum onu gösteriyor, ekonomide şiddetli değişimler görülebilir. bu değişimler, kur dalgalanmasından, ardı ardına iflas kararlarına, ülke içinde sermayesi olan yabancı şirketlerin sermayesini çekmesine, kalitesiz ürünlere boğulan halkın, gelecek yıllardaki sağlık giderlerinin artmasına, bu sebeple sağlık sistemi erirken yine ekonomiyi doğrudan etkileyebilecek unsurların oluşmasına kadar önemli sorunların olasılığı yükselmiş bulunmaktadır.

    devam etmeden önce, yıllar önce, aylar önce, günler önce girdiğim entryleri bırakacağım. bu entrylerden görebileceğiniz üzere, yazmış olduğum entrylerde üstüne basa basa tekrar ettiğim şeyler, tek tek gerçekleşti, gerçekleşmesi için adım atılıyor ya da saydığım ve sayamadığın nedenlerden dolayı gerçekleşmek üzere.

    (bkz: 2017 ekonomik krizi/@benbiravareyim)
    (bkz: 2018 ekonomik krizi/@benbiravareyim)
    (bkz: 2019 ekonomik krizi/@benbiravareyim)
    (bkz: 2020 ekonomik krizi/@benbiravareyim)

    (bkz: sars-cov-2/@benbiravareyim)
    ( ekonomi ile ilişkisinin dışında, 4-5 ay önceden, salgında verilen rakamların gerçek olmadığını, çarpıtılmış olduğunu ifade ettim. - istatiksel veriler, analiz, mantık felsefesi. - )

    [yazı sırasında ekleme; (bkz: #111145146) ilgili entry'de dolar 7.0 iken, 1 yıl içinde 8.00 ve bir üzerinde olacağını, 1 euro'nun da 9.0tl ve üzerinde olacağını, eğitimde, belli branşlarının, meslek liseleri eğitim birimlerinin zorla ve bence uygun olmayan planlarla açılacağını yazmıştım. bununla beraber, bu plansızlığın pandemi sebebiyle en fazla 2 ay sürdürülebileceğini ifade etmişim. ancak bugün, günün şartlarına bakınca pek naif düşündüğümü görmüş oldum. * ]

    -- konuyla ilişki içsel değerlendirme --
    bu konularda ki entrylerimi daha önce okumuşsanız, o günden bugüne verdiğim zaman aralıklarında, faizlerin artıp, düştüğünü, kredi faizlerin azalıp, arttığını, ev fiyatlarının düşüp artış yaşadığını, döviz kurlarının neredeyse piyasada, kamu için döviz yorumlayan ekonomistlerden, zaman aralığı vererek yorumlayan ve bunu doğru bir şekilde yapan kişilerin sayısının az olduğunu görebilirsiniz. mesela, erol mütercimler, 1 dolar 7,5, 8'i hatta 10 görecek demiş ama süre konusunda 2-3 yıl önce olacak demişti. ancak bu hatırda kalanlar. hatırda kalmayanlar ise, onlarca analizinde bu tahminleri hep değişti. sadece şekil itibariyle tutturduğu tahminler öne çıktı. onun analizlerine kalsa, türkiye cumhuriyeti 3-5 yıl önce iç savaşa girip parçalanmıştı. *, bir başka popüler örnek, atilla yeşilada. ekonomi bilgisinden, deneyiminden ya da aldığı eğitimden şüphem yok. ancak, sizlerin poh pohlamasına, şişirilmesine kurban gidip, özellikle döviz artışı ne zaman olur sorusuna cevap versin istenildi ve verdiği cevap ile beklediği zaman aralığında döviz kuru artışı olmayınca, hakkında atıp tutmalar başladı. nitekim, aynı durumu, ekşi sözlükte, dolar 3.85 iken ben yaşadım. o zamana kadar günlük teknik analizleri, sözlükte yazarken, yazmamaya, uzun süreli tahmin yapmaya ve bu tahminlerde doğruluk oranını arttırmaya başladım. ilginçtir ki, uzun süreli tahminlerdeki doğruluk oranı, böyle bir sebepten ötürü yükseldi.

    tekrar not düşeyim. ben bu analizleri, hobi olarak, keyif aldığım için, araştırmayı, okumayı ve sayısal örüntülerle gerçek hayatın pratikliğini birleştirmeyi sevdiğim için yapıyorum. piyasada, şanım artsın, ünüm artsın ya da tanınayım, bundan para kazanayım, bir şey yazarsam yanlış olursa beni sanal olarak sallandırırlar gibi bir endişemde olmadı. ancak bu endişeyi taşıyanların, nasıl saçmaladığını ve tutarsız olduğunu gördüm. siz de gördünüz, çünkü bu tutarsızlıkları kaçırmayıp, anında dalga geçiyorsunuz. ancak, 1 hafta sonra unutup, dalga geçtiğiniz konuları unutup, söylenen yanlış şeyleri doğru kabul ediyorsunuz. kişileri yine poh pohluyorsunuz.

    yaptığım analizleri aynı tutarlılıkla yapabilenlerin, yüksek ücretlerle büyük şirketlere danışmanlık verdiği bir gerçek var. benim, onlara denk olacak aynı çıkarımları ücretsiz yapmam onlarla ilgili bir eleştiri de değildir. kişinin bilgisini satması kadar doğal bir şey olamaz. ne de olsa, üniversiteler ve onlardan mezun olanlar, yüksek lisans, doktora yapanlar, akademisyen olanlar, mühendisler, öğretmenler, doktorlar hep, bilgilerini hizmet karşılığı satarlar. peki bu durumda benim yaptığım ne oluyor ? aptallık, saflık mı ? kimine göre evet, kimine göre hayır. sadece keyif aldığım için yapıyorum. benim için karşılığı, keyif almak oluyor.

    peki ekonomik krizle, kendimi ifade etmeye çalışmanın ne alakası var ? çünkü, krizle alakalı tutarlı tahminlerin, kendi bilgimle, kişiliğimle alakası var. hala öğreniyorum, öğrenmeye de devam etmek zorundayım. bu durumun bilincinde olmak önemli.

    büyük olasılıkla bu entry'im, ekonomik kriz başlığında son ya da sondan bir iki önceki entry'im olabilir. çünkü daha önce belirttiğim üzere, sözlükte yazmayı bırakma zamanım neredeyse gelmiş. (bkz: #104168079)

    -- konuyla ilişki içsel değerlendirme --

    pandemi ve sonuçlarının göz ardı edilmesi, pozitif sonuçlar ile hasta - vaka ayrımı yapılarak halkın, dünya sağlık örgütünün farklı (?) şekilde bilgilendirilmesi sonuçlarının ekonomik olarak doğrudan, ülke ekonomisini etkilemesiyle alakalıdır. ancak bu alaka, sanıldığı gibi 3-5 sektörle anlatmak mümkün değildir.

    örneğin, ülke genelinde okullar açılmadığında oluşacak, ekonomik kayıp hem günübirlik hem de geleceğin ekonomik programlarını doğrudan etkilemektedir. örneğin, okullar açılmadığında, kırtasiye giderleri azalacak, yerel esnafın kazancı azalacak, ev kiralama, ev kiralama ile oluşacak, geçici para el değişiminin sıklığı olmayacak, ulaşımdan kazanılan kazançlar azalıcak. yani hem şehir içi, hem şehirler arası ulaşım kazançları azalacağından, şirketler işçi azaltacak. araç bakımlarının yapımı aksatılacak ya da araç sayısı azaltılacak. kırtasiye giderleri için, günlük kalem, kağıt, fotokopi, kitap ihtiyaçlarında ki azalma, hem yerel satıcıyı zora sokacağı gibi hem de toptan satış yapan şirketleri, üreticileri zorlayacak. yani zincirleme işçi çıkarımı, giderlerden kısıtlanma, daha az kazanç, daha az yatırım demek. öğrencilerin ev kiralaması, bu alanda oluşan yıllık gelir ( kazıklanma, hayasızca öğrencilerden alınan aşırı ücretler de dahil ), ev sahiplerinin nankörce, kelle başı öğrencilerden alınan kirayı normale göre arttırması, ancak pandemide bunlardan yoksun kalmaları ekonomik olarak birçoğumuzun "oh olsun" diyebileceği unsurlar olsa da, bu unsurların getirdiği, doğrudan yerel esnafın kazanç ve yatırımını etkilemektedir.

    meslek liseleri, ülke için oldukça elzem olan önemli bir alanı beslemektedir. ara eleman eksikliği, bu ülkenin olmazsa olmaz dinamiklerinden olmuştur ve tabela üniversiteleri ve üniversitelerden vasıfsızca mezun olan milyonlarca 4 yıllık mezunlardan daha önemli hale gelmiştir. ekonomiye, sanayiye katkıları daha fazladır ve doğrudan ekonomiye katkıları, sayılarının 4 yıllık mezunlara göre az kalmasıyla daha etkin olmuştur. bunun 2 temel sebebi vardır. plansızca yapılan üniversiteler ile açılan üniversitelerin, sorumsuzca arttırdığı kontenjanlar ve buna bağlı mezun sayısıdır. diğer temel sebep ise, ülke insanının 2 yıllık myo mezunlarına burun kıvırması, onları küçümsemesi, aşağılaması, ittirip kakması, yerin dibine sokmasındandır. yani siyasi erk, ne kadar sorumlu ise, toplumun tavrı da bu durumdan o kadar sorumludur. meslek liselerinin, normal liselerden öncelikli olarak açılmasının diğer sebebi ise pratiğe dayalı eğitimleri, bu eğitimlerin akmaması gerekliliğidir. eğitimler sonucu veya eğitim sırasında dahi üretilecek mal ve hizmetlerin ekonomide ki verimliliği ve önemliliği tartışılamaz. yadsınamaz ve göz ardı edilemez. ( meslek liselerinin azımsanmayacak kısmının eğitiminin kötü olduğunu bilmekle beraber, kötü hallerine rağmen bile ülke ekonomisini etkileyebilecek, role sahip olmalarının, ne kadar kırılgan ekonomiye sahip olduğumuzu gösteren etkenlerden biri olduğunu ifade etmek gerekir.) işte bu yüzden, bkz verdiğim entrylerden birinde, meslek liselerinin açılışını pandemiye rağmen yapılacağını yazdım. sadece popüler olayım, herkes beni konuşsun diyen kişileri, para kazanmayı amaçlayan, çakma youtuber ekonomistlerden dinlemek ve eksik öğrenmek yerine, size okumayı ve düşünmeyi tavsiye ediyorum. beni değil, alanında çalışmış, yetkin, teknik, temel analizlerde başarılı olmuş herkesin bilgisinden yararlanın. çağımız bilgiyi tek tıkla öğrenebilme çağı. bu rahatlığı, iskenderiye kütüphanesi zamanında insan oğlu sahip olsaydı, bugün istisnasız her ülke şu an konuştuğundan, tartıştığından daha farklı şeyleri yapıyor olurdu.

    meslek liselerinin öncelikli olarak eğitime devam etmesi, ekonominin genelinde ihtiyaç olan üretimi ve nitelikli elemanları sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda yerel ekonomiye ( yerel esnaf ve halka )'da doğrudan ve dolaylı katkı sağlıyorlar. kırtasiye giderlerinden, yurtlara, iletişim araçlarının kullanımı ile gsm ve internet şirketlerine, eğlence, gıda sektörüne, enerji sektörüne kadar her şeyi, etkileyebilecek önemli bir araç. elbette, genel olarak eğitim - öğretimi bu genelleme içine dahil etmek daha doğru olur.

    yani eğitimin aksaması sadece öğrenci gelecek, restoran, barlar, kırtasiyeler para kazanacak demek değil. aynı zamanda ülkenin geleceği için sürekliliği devam ettirecek kilit roldür.
    bu sebeple, okullar açılacak mı açılmayacak mı sorunu neredeyse son güne bırakılmış, sonra apar topar kararlar alınmaya çalışılmıştır. son dakika kararları ile, yerel esnafın, ev sahiplerinin cepleri istenilen şekilde dolmuş mudur ? pek zannetmiyorum. çünkü ne olacağını bilemeyen lise öğrencileri, ailelerinin yönlendirmeleriyle, okula gitmeyecek, yurtlarda kalmamayı seçecektir. üniversite öğrencileri ise, acaba yılım yanar mı diye, tuttukları evin kirasını ödemeye etmiş olma ihtimalleri yüksektir. ancak yurtlarda kalan öğrencilerin, yurt ücretlerini vermeyecekleri de aşikardır. işte bu son anda verilen karar ve kararsızlıklarla, yanlış şeyleri seçen, ne yapacağını bilemeyen bireyler de ekonomiyi zorla da olsun canlandırmış oldu. ilkokula gidecek öğrenciler için muallakta kalan velilerle beraber, ay çocuklardan bıktık, başımızın etini yiyorlar diyerek, neden çocuk yaptığı belli olmayan yetişkin bireylerin serzenişleriyle ( muhtemelen ) ilkokul düzeyinin açılmasına karar verildi. böylece, kırtasiye, yiyecek, içecek, servisler, öğretmen harcamaları, devlet okullarının harcamaları, ( kamu ) da olacağından piyasaların hareketleneceği hesaplandı.

    eğitimin devam etmesi ile pandemi arasında basit karşılaştırma yapılıp, kazancı yüksek olan eğitim kavramı seçilmiş olacak ki, böyle bir eylem planlanmış ya da anlık olarak karar verilmiş. ancak bu durum, vaka - hasta ayrımının sonradan ortaya çıkması ya da resmi olarak bilinen vakanın aslında daha önce bilinmesi ( kaynak ) gibi sorunların baş göstermesi, aslında bunlarla ilişkili sebeplerin hep ekonomi kaynaklı olduğu sonucuna götürüyor.

    eğitim ısrarla devam ettirilmesindeki bir başka önemli etken, ekonomi haricinde, anayasada bulunan eşitlik ilkesinin sağlanamaması ve bu sebeple oluşan, oluşacak olan durumların, ileride açılabilecek davalarla beraber, seçim sonuçlarına yansıtılmak istenmemesidir. seçim sonuçlarını etkilemesi ise, eğitim de görüldü ki, zamanında türk telekom'un türkiye cumhuriyeti tarihinde gördüğü en büyük fiyasko özelleştirmesinin getirdiği sonuçlar, pandemiyle oluşan eğitim sistemini doğrudan etkilemiş, yetmemiş, seçim sonuçlarını doğrudan etkieyebilecek seviyeye getirmiş, yetmemiş ekonomiyide doğrudan etkilemiştir. aynı zamanda her öğrenciye tablet şeklinde düşünülen fatih projesi de, ekonomiyi doğrudan etkilemiştir.

    türk telekom'un fiyasko özelleştirmesi sonucunda oluşan, bankalara devri gerçekleşen hisse ve borçlar, özelleştirmeden itibaren beklenen yatırımların yapılmaması ile pandemi sürecinde ülke genelinde, eğitimde ihtiyaç duyulan internet istenilen oranda, istenilen şekilde erişiminin sağlanamamasına neden olmuştur. eba ile evden öğretimde, tablete, akıllı cep telefonlarına ulaşamayan öğrenciler, veliler, öğretmenler olmuş, köy okulları ve köydeki öğrenciler, kırsal kesimlerin eğitim ve öğretimi sekteye uğramıştır. artık eğitimde de ağır aksak bile olsa eşitlik kalmadığı için, yokluk ve sefaletle uğraşan halkın önemli bir bölümü, sadece çocuklarının geleceği için internet, tablet ve cep telefonuna ulaşma ihtiyacı sebebiyle, olması gereken fazla harcama yapmıştır. ancak bu harcamalar bile, uzaktan eğitimde eşitliliği sağlayamamıştır. çünkü, ülke içindeki, internet servis sağlayıcılar ülke genelinde dünya standartlarını doğru düzgün karşılamaktan uzaktadırlar. bunun başlıca sebebi de türk telekomun kötü yönetimidir. diğer isp'lere alt yapı kullandırmada zorluk çıkarması, gerekli yatırımı özelleştirmede yapmamasıdır. * bu durum, eğitimde eşitliği kırsal kesimlerden dalga dalga yayılan erişilemez hizmetler, şehirleri, artık neredeyse olmayan orta sınıfı, alt-orta, alt sınıfı vurduğu için pandemiye rağmen, diğer sebeplerle eğitim-öğretimin devam etmesi için adımların atıldığını anlamış olduk. ekonomik sebeplerle zar zor ilerleyen hayat, pandemi sebebiyle oluşan eğitimdeki eşitsizliği, ekonominin aslında birçok alanda kötü gittiğini, velilere ve onların çocuklarına ( anlayabilecek yaşta olanlara, lise - üniversite gibi ) bir tokat gibi çarptı. cari açığın artmaması için getirilen ek geçici zamlarla, cep telefonları, tablet, konsol gibi araçlara ulaşımın ekonomik olarak zorlaştırılması ya da daha önceden yapılmış olmasıyla, içinden çıkılması zor bir kargaşaya sebep oldu.

    şöyle genel olarak, ülke durumuna tarım, sanayi, turizm, eğitim, sağlık gibi kollardan bakılıp incelendiğinde, son 20 yılda tarım ürünlerinde başlıca ihtiyaç olunan buğday gibi ürünlerin, üretim hacminde nüfusa oranla yükselmemesi, 3.5-4 milyon ( resmi rakamlara göre ) yerleşen mültecilerle beraber hala 20 yıl öncekine benzer üretim hacmine sahip olması, temelde tarım ürünlerinin pahalılığını açıklayabiliyor. bununla beraber lojistik giderler, benzin, mazotun fiyatının pahalı olması, brent petrol'un dünya genelinde son 18-20 yılın en düşük rakamlarına ulaşmasına rağmen, ülke içi mal ve hizmetlere yansımaması veya yansıtılmamasının nedenleri incelenmeli. irdelenmeli ve karşı önlem alınmalı. alınmalıydı. turizm konusunda, kültürel tarihi miraslara, dipsiz gölün talan edilmesi, restorasyonlar yapılırken, garip garip işlerin yapılması ( olmayacak yerlere pimapen döşemek, çelik kapı yapmak gibi ), baraj sebebiyle hasankeyf'in sular altında bırakılması, peribacalarındaki imar izinleri , sanayinde ihtiyaç duyulan enerjinin sağlanmasında ki dışa bağımlılık ve nükleer santrallere verilen, garanti ve fahiş ( bence) ücret ödemeleri, tarım arazilerine imar izinleri, ( hızlıca bu örneği bulabildim, belki de gerçekten depodur ama haberdeki fotoğrafta böyle depo olabileceğini zannetmiyorum ), tarımda üretilmesi gereken ürünlerin, nüfus artışına rağmen aynı kalması, ek mülteci sayısına rağmen hala bu hacmin devam etmesi, eğitimde düşen öğretmen kalitesi, öğrencilerin temel malzeme ve iletişim araçlarına ulaşmadaki güçlükleri, önlenmeyen köyden şehre göçler, önümüzdeki 15-20 yıl içinde ülke ekonomisinin düzelmesinin pek mümkün olmadığını gösteriyor.

    düzelme için görülmesi gerekenler, tarım ürünlerinin fiyatlarının ucuz ve toplumun büyük çoğunluğunun bu ürünlere, eşit ve aynı oranlarda ulaşabiliyor olması gerekir. tabi mükemmel bir şekilde fiyat eşitliğinden bahsetmiyorum. örneğin 1 kilo domates, istanbul'un bazı beldelerinde 15tl iken, bazılarında 20tl bazılarında 10tl oluyor. anadolu'da, karadeniz'de, akdeniz'de, 5 - 10 -15 -20tl gibi fiyatlanmalar gözüküyor. işte bu fiyatlanmadaki üretici ( çiftçi) fiyatlanmasını, çoğunlukla lojistikten kaynaklan fiyat artışını ve bunu etkileyen vergileri azaltmakla, bu pahalılığı bir ölçüde önlemek mümkün. ( serbest piyasa koşullarını kısıtlamadan ) ata tohumu vs goygoyundan önce, olması gereken şey, 1. derece tarım arazilerine her ne olursa olsun imar izninin verilmemesi. ister, istanbul'un göbeği ister ankara'nın göbeği en gözde yeri olsun, imar izni verilmeyecek. tek neden, ülkenin askeri ihtiyacı olurda oraya gerekli bir askeri merkez kurulması gerekirse ya da ulusal çıkarlar gerekiyorsa ve tarımla alakalı çıkarlardan daha önemliyse, ancak o şekilde imar izni verilmeli. tarım arazilerinde kullanılan yöntemler için, çiftçiler bilgilendirilmeli, danışmanlık hizmetleri genele yayılmalı, çiftçileri bankalara kredi borcu ile borçlandırmak yerine, mahsul alımında, birçok hizmetten yararlandırarak, hem kara geçirilmesi sağlanmalı, hem de tarım yapılması teşvik edilmeli. bu teşvik, tarım yaparsan al sana arsa, al sana para diyerek olmamalı. köyden kente göçü tersine çevirip, köy, kasabalarda, ilçelerde hizmet imkanları arttırılmalı. başta iletişim ( internet, gsm ), daha sonra eğlence gibi sektörlerin teşviki küçük yerleşim yerleri için sağlanmalıdır. hayvancılık için ise aynı teşvikler güdülmeli, otlak alanlarına iyi bakılmalı, ne idüğü belirsiz yandaş ya da yandaş olmayan şirketlerin atıklarının buralara bırakılması önlenmelidir. tarım ve hayvancılığın bu ülke için, 20 yıl önceki halinden günümüz nüfusu için yeterli olabilmesi adına atılmayan adımları, bugünden itibaren atmaya başlasak bile, tarım ve hayvancılık kalkınma dönüşümü için gerekli olan zaman, artık en az 5 yıldır. geçtiğimiz 2-3 yıl önce açıklanan ekonomi planlarında yer alan, küçükbaş, büyükbaş hayvan sayısına ulaştığımıza dair bir veriye rastlayamadım. rastlayan varsa, link atarsa sevinirim. tarım sektörü için kurulacak seralar da aynı değişim planında yer alan eylemler bildiğim kadarıyla uygulanmadı. yani hala başlamış değiliz. ( şöyle tekrar göz attım da, 4 yıllık plan içinde küçükbaş hayvan sayısının toplamının kastedildiğine dair haber yapılmış, zaten sayıları 78 -80 milyonu bulmuş durumda. o program açıklanırken benim anladığım ise her küçükbaş hayvan cinsinin sayısının, sınıf olarak 100 milyona yükseltilmesiydi. dolayısıyla, 4 yılda 100 milyon hedefinin olma ihtimali yüksek olmakla birlikte, 20 yıllık ihmal edilip, geç kalınmış kalkınma için tamamen yetersiz bir sayı olacaktır. her yıl, ülke içinde artacak nüfusa ek, mülteci nüfusu artışını da eklerseniz, tarım hayvancılığın kalkınması adına artık 2-3 yıllık yatırım programlarının herhangi bir işe yaramayacağını, kaba hesapla anlamış olmanız gerekir. ) çok basit hesapla ülkede kişi başı düşecek koyun sayısı ile nüfusun oranı 0.49 yani neredeyse kişi başı 1 koyunun yarısı, bir keçinin ise neredeyse 1/7'si düşüyor. kaynak 2. 2002 yılında ülke nüfusu kabaca 65.000.000 ( altmış beş milyon ), küçükbaş sayısı yaklaşık 32.000.000 ( otuz iki milyon ) olmuş. yani 2002 yılında, kişi başı 1 koyunun 0.38'i düşüyormuş. 18 yılda gelinen noktada, 0.49-0.38 = 0.11'lık fazladan et tüketebilen vatandaşlar olmuşuz. yani 1 kişi bir koyunun 0.11'i kadar fazla tüketebilir demek. tüketiyor demek değil. bir koyun ortalama canlı ağırlığı 40kg, alacağınız et ise 17-18kg olarak düşünürseniz, 2002 yılından 2020'ye baktığınızda, fazladan 0.11'lık et oranı, kişi başı 1kg 980gr yapıyor. ancak 2kg eti her gün ya da her ay yeme olarak düşünmeyin. bugün, bütün koyunlar kesilse, kişi başı 2kg daha fazla düşer demek. yani en az 2 yıl boyunca, et falan yemeyeceksiniz demek. * bugün seferberlik olsa, savaş durumu olsa, bütün küçükbaşlar geleceği düşünmeden sadece bağımsızlık adına kesilse bile 18kg* 0.49 = 8.82kg kişi başı düşen et demek. tekrar küçük baş yetiştirip, aynı seviyelere gelmek için en iyi şartlarda iki yıl, ortalama şartlarda ise 6-8 yıl gerekli olacaktır. hayvancılıkla alakalı 100 milyon küçükbaş hedefi önümüzdeki üç yıl içinde gerçekleşirse, ülke nüfus artışı ve mültecilerin sayısı ile nüfusumuz 91 milyon civarı olacaktır. mültecileri neden sayıyorsun diyecekler için, yazayım, ülkeye kontrolsüz girdiklerinden beri senin benim, onun alamadığı gıdaya ortak oldular. neyse 100 milyon küçükbaş / 91 milyon nüfusla 1.09'luk oranı yakalamış olacağız. tabi olursa. bu ne anlama gelecek ? 3 yıl sonra, kişi başı düşecek et miktarı 1 küçükbaş hayvanın tamamı + 1kg et demek. yani 19kg et demek oluyor. aynı zamanda 3 yıl sonra, et fiyatlarının şimdikinden ucuz olması demek oluyor. 4 yılda başarılabilecek fiyat dengelemesini, ucuz et seçeneğinin 18 yıl boyunca yapılmamış olmasına ne diyebiliriz ? ithal etleri, ithal hayvanları hatırlamayanınız var mı ? elbette bu rakamlar teorik ve işlevselliği pratikte olmayacak rakamlar olmaktadır.
    2002 yılı büyükbaş ve küçükbaş toplam et üretimine bakalım. 2002 yılında toplam et üretimi; 420.541 ton olmuş. yani kişi başı düşen et 6.46kg imiş. 2019 yılında kişi başı düşen ise 13.80kg oluyor. ( küçükbaş ve büyükbaş dahil ) 13.80kg iyiymiş diyebilirsiniz ancak, hesaplanan et oranı sadece yıllık eti gösteriyor. 13.80kg'ı 12 ay'a bölerek, kişi başına 2019 yılında düşen et miktarının 1kg 150g olduğunu buluyoruz. yani her ay 1kg 150g kırmızı et yediyseniz. tebrikler. 2019 yılında aylık size düşen kırmızı et miktarını yemiş oluyorsunuz. 2002 yılında ise et miktarı aylık 0.53kg yani yarım kilodan biraz fazla oluyormuş. sayısal olarak burada bir gelişme görüyorsunuz. ancak, pratikte, asgari ücret ve 1kg kırmızı et fiyatına baktığınızda, asgari ücretle çalışanların sayısını ile karşılaştırdığınızda, ortaya çıkan sonuç pek iç açıcı olmuyor. size aylık 1150gr et düşerken, instagram, facebook, twitter gibi yerlerde bir oturuşta 5kg - 10kg et yeme "challenge"ları yapanların, en az 4.8 kişinin aylık et hakkını tükettiğini aklınıza iyi kazıyın. hani, görmemiş, aptal diyerek, bu kişilere yapılan nedensiz yüklenmeler, aslında nedensiz değil. yani ülke çoktan kurtlar sofrasında hırpalanmış bile. yani ülkemizdeki kırmızı et güvencesi, bankasında ortalama 6 milyon tl'si olan, 250.000 kişi haricinde geri kalan 84 milyon + 3.5 milyon suriyeli için geçerli olmuyor.

    üzgünüm ama bugün kararname ile tarım ve hayvancılıkta kalkınma seferberliği başlatılsa, gıda fiyatlarının ucuzlaması, 1985-2000'li yıllarda ki bollukta, ucuzluk oranında ve kaliteli olacak şekilde yurtiçinde bulunabilmesi, kaba bir hesapla 5 yıl sürecektir. yani 2025'te gıda güvencesi anlamında ancak "oh be ne zor günler gördük" diyebiliriz. ( ekonomik krizi, pandemi süreci de dahil olmak üzere ). 1980- 90 ve 2000'li yıllarda ki gıda bolluğunun nedeni aslında, gıdanın günümüze göre çok fazla olması değil, ulaşılabilirliği ve ucuzluğundan kaynaklanmıştır. yani ekonomik sınıflara göre, vatandaşları ayırdığımızda, alt - orta - üst sınıflar içinde, alt - orta, orta sınıfın bu ürünleri ulaşımı ekonomik sebeplerle daha kolay olmuştur. bu sınıfa ait zümreler ise, basitçe ülkede bütün memur sınıfı ve işçi sınıfı dahildir. yani ülkenin geneline ( zorunlu olarak ) yayılmış bu ekonomik refah ve alım gücüne sahip, çalışanlar ve aileleri ( memur ve işçiler ) bulundukları şehirde, esnafa para bırakmışlar, emlak sektörüne can vermişler, eğitim sektöründe bazı öğretmenlerin senin anan, baban ne iş yapıyor sorusunun asıl kaynağını bir süre bertaraf etmişlerdir. günümüzde ise, işçi, memur sınıfının büyük çoğunluğu alt, alt- orta ya da orta sınıf olmaktan çıkmış, alt sınıfa ek, yeni bir sınıfı açılmasına sebep vermiş, aç kalmış sınıf - alt sınıf'a itilmiş durumda. alt-orta, orta sınıfı oluşturanlar ise, doktorlar, avukatların bir kısmı, hakim, savcılar, bazı memur kısımlar, imamlar, bazı şanslı öğretmenler, milletvekilinin tanıdıklarının tanıdıkları, dayı, amca kıyağı ile bir yere giren kişilerin oluşturduğu yönetici pozisyonları olmuştur. yani orta sınıf kavramı, ülke genelinden, doktorlar, kısmen öğretmen ve birkaç memurluk statüsü dışında o kadar uzakta ki, ekonomik krizin belirginleşmesinin sebeplerinden biri de budur. hani, ülke memur ülkesi oldu diye yakınanlarınız vardır. memur sayısının aslında birçoğunuza göre fazla gözükmesinin ve olmasının sebebi, ülke geneline yayılmaya çalışılan refah düzeyidir. bunu da devlet politikası olarak, memurlar üzerinden yapmaya çalışmaktadır.

    her neyse, süreç sadece tarım ve hayvancılıkla bitmiyor. bu iki önemli ekonomik alanın vatandaşlara sunulmasında, önemli yer tutan lojistik dağılım, artık fiyatlara doğrudan etkiyor. bu sebeple, yük taşımacılığı tren yolu, deniz yolu ve havayolunu kullanmak çok önemli. ülkenin en büyük illerine, tarım ve hayvancılıkla ülkenin diğer illerine ürün gönderen illerine ulaşımı ucuzlatamıyorsanız, ülkedeki mal ve hizmetlerin yüksek olmasını belli bir seviyeye kadar engelleyebilirsiniz. ülkemizde olan şey de bu. ülkemize lazım olan, asfalt yollardan çok, tren yolu yük taşımacılığıdır ve efektif bir biçimde kullanılması önemlidir. her şehre tren yolu, mümkünse deniz yolu ve tren yolunu kesiştirip, altın vuruşla lojistik işini halletmek başlıca hedefimiz olmalıydı. bu durumun mümkün olmadığı iller için, uçak yük taşımacılığını hayata geçirmek gerekiyordu. elbette sanayisi, üretim hacmi bakımından otomobillerin yan sanayisinden pek ileri gidememiş ülke için bu alanları kalkındırmak masraf demekti. son 20 yıl içinde gelişen teknoloji, ucuzlayan üretim, ham maddelere ulaşımdaki kolaylıkla yapılabilirdi ama yapılmadı. bugün, sahip olunan imkanlarla, ulaşım alanının kalkınması için seferberlik başlasa, sadece lojistik için gerekli kalkınma planları, bu planlar için yerli üretimi gerçekleştirecek sanayinin kurulması, kalifiye işçi yetiştirilmesi, ( ara eleman ) tecrübeli mühendis için en az 15 yıla ihtiyacımız olacaktır. tabi lojistikle ilgili sanayi gelişimi yaparken, bu sanayi gelişimi için ara kolların gelişimini de eklersek kaba bir hesapla 20 yıllık süre söz konusu olur.

    yük taşımacılığı için ülkemizde 2000 yılı ile 2017 yılı verilerine karşılaştıralım. çevre ve şehircilik bakanlığının bulabildiğim veri tablosu 2017 yılına kadardı.

    2000 yılında, havayolu ile yük taşımacılığı, genel orana göre ton bazında 0.2% olmuş. 2006 yılından 2017 yılına kadar tablo veri olarak boş kalmış. deniz, demiryolu, karayolu verilerinin yüzdeliklerini toplayınca 99.9% yapıyor. ya havayolu taşımacılığı 0.1% imiş ya da hata payı olarak 0.1% bırakılmış. yani 2006 yılından 2017 yılına kadar havayolu yük taşımacılığı adına ülkemizde herhangi bir eylem olmamış.

    denizyolu yük taşımacılığı için, ton başına oran 7.8% ile 2000 yılında gerçekleşmiş. 2017 yılında ise bu oran 6.4% olmuş. garip olan ise verilere bakıldığında en düşük oran 3.5% ile 2005 yılında olması. 3 tarafı denizlerle çevrili ülkede, denizyolu yurtiçi yük taşımacılığın geldiği nokta, ülkedeki yük taşıma oranının 8.00%'i geçememesi ne kadar normal bir durum, düşünmek gerekli.

    demiryolu yük taşımacılığı için, 2000 yılında 5.3%'lük orana sahipken, 2017 yılında demiryolu yük taşımacılığı 4.3%'e negatif yükselmiş. * dünya üzerindeki verimlilikle beraber değerlendirildiğinde en ucuz yük taşımacılığı aracı olan demiryolu'nun ülkede yük taşımacılığına katkısı 17 yılda 5.5% üzerine çıkamamış. demek ki neymiş, mustafa kemal atatürk döneminde 250km demiryolu 1 yılda döşenirken, biz 8 yılda 1000km döşedik demek, demiryolunun mal ve hizmet sunması ve bunu kolaylaştırması için övünülecek bir durum değilmiş. mesela çin 1 yıl'da 4000km ray döşerken, 8 yılda 1000km döşemekle övünmek ve bu lojistik faaliyeti efektif olarak kullanamamak nasıl bir başarı sayılabilir ki ? kaynak 1 kaynak 2 ( ilgili kaynaklardan ilki 2012 yılına aittir. )

    karayolu yük taşımacılığı 2000 yılında 86.7% imiş. 2017 yılında 89.2%'ye yükselmiş. yük taşımacılığı içinde verimliliği en kötü, en yavaş ve pahalılıkta ise diğer yük taşıma birimlerinde ortalama üstünde olan bu faaliyet, kaymak gibi asfalt yolların yapılmasıyla desteklendikçe desteklenmiş. burada bir ayrımı yapmak gerekir. ülkede asfalt yolların yapımı gereklidir. özellikle, büyük şehirlerin, şehir içi ulaşımları, çevre şehirlerin bu şehirlere ulaşımı için elzem olmak beraber, kırsal kesimlerin, illere ulaşımı için ( aciliyet gibi durumlarda) olmazsa olmaz yapılardır. karayoluna yatırım yapılmasın diyen koyu fanatik olmalarından kaynaklanmaktadır ancak, karayolunu, yük taşımacılığında kullanmak, yollar yaptık demek ve ekonomiye katkısı çok yüksek olacak, trenyolu, denizyolu taşımacılığından daha fazla fayda getirecek demek çok ciddi gaflettir.

    yük taşımacılığında en ucuz, trenyolu, ardından deniz yolu, karayolu ve havayolu gelir. hız bakımından, havayolu birincidir. deniz - trenyolu eşit sayılabilir. karayolu ise hız konusunda ( ağır yükler kastediliyor. amazondan, hepsiburadadan aldığınız küçük bireysel dağıtılan kargolar kısmen ilişkilidir * ancak tamamı düşünüldüğünde bu kıstasa girebilir ) çoğunlukla sonuncudur.

    verimlik bakımından, birim ücret ve yük kapasitesi olarak, demiryolu birinci, denizyolu ikinci, havayolu üçüncü, karayolu yük taşımacılığı ise sonuncu diyebiliriz.

    peki ülkedeki mal ve hizmetlerin, ülke içinde taşınması, çevre iller haricinde, uzak bölgelere aktarılmasında, biz ne yatırımlar yapmışız ? mal ve hizmetlerin pahalı, büyük ölçüde uzun zaman alacak lojistik faaliyetlere yatırım yapmışız. yani karayolu taşımacılığına. dünya'da brent petrol birim fiyatı tarihinin en düşük dönemlerini yaşamışken, vergiler vb şeyler sayesinde, ucuzlamayan karayolu yük taşımacılığında ki kullanılan benzin, dizel vs ile sunulan hizmet pahalı olmuştur. böylece mal ve hizmetlere yüklenen fiyatlanma, biraz daha bizim milletimizin bu sektörde çalışanları tarafından çok para hırsıyla eklenen ek ücretlerle oldukça yükselmiştir. denetimsizlik, yanlış taşıma koluna yatırımla, ülkede mal ve hizmetlerin yavaş ve verimsiz şekilde dağıtımı mümkün olmuştur. ancak 18 yılda yapılacak yatırımla, bu durum azaltılabilir, demiryolu ve denizyolu yük taşımacılığı ülke içi taşımacılıkta toplam ton başına - km olarak 30% - 40%'lara ulaşabilirdi ki, böyle bir oran aynı zamanda, yolcu taşımacılığına yansır, yolcu taşımacılığı havayolu yerine daha ucuz ama ona göre daha yavaş olan demir ve denizyolu taşımacılığı daha verimli hala getirilebilir, toplu taşıma kültürü aşılanabilirdi. böylece, ülkemizde bireylerin bir evim olsun, bir arabam olsun hedefinden, bir arabam olsun hedefi büyük ölçüde çıkarılmış olurdu. bu durum, arabaların alım satımında oluşan, cari açıkla, doğrudan da ilişki olacağından, araba satılmaması için, 2-3 kat vergi koymanıza rağmen satılıyor olmasının önüne geçerdi. evet, ekonomide her şey birbirine bağlıdır ve kelebek etkisi gibi dalga dalga geçmişten geleceği etkiler. bizim bugünümüz yarının geçmişi olacağı için, bugün alınan önlemler, yatırımlar ya da yapılan yanlış yatırımlar da yarını etkileyecektir. tıpkı bundan 10 sene önce, insansız hava araçlarına önem verilip, bugün askeri saldırı ve savunmada, birçok askeri doktorini yıkmış iha/siha gelişimi ve kullanımı gibi.

    havayolu yük taşımacılığı için, yerli ve milli olarak uçak tasarımı ( motoru, diğer aksamı, mühendislik taslakları, patentleri vs ) için geç kalınmış durumda. bu sebeple, doğrundan satın alma ve kullanma, gelişim adına daha mantıklı gelebilir ancak, demiryolu yük taşımacılığı ve denizyolu yük taşımacılığı bu gelişim ve yeniden başlama için pek de geç kalınmış değil. bu iki ulaşım, aktarma türünü ülke dışına döviz kaçamayacak şekilde üretmek, kullanmak ve kullanımı devam ettirmek pekala mümkün. ancak, maalesef ki ham madde ve bunu işleyebilecek sanayi birimlerini zamanında elimizin tersi ile itip, yatırım yapmadığımız için, tekerliği yeniden keşfetmek misali başlamamız gerektiğinden, gelişim ve pratiğe dökme uzun sürecektir. işte bu yüzden 15-20 yıllık bir kalkınma planı ve 15-20 yılın sonunda, artık bundan sonra, 2000-2020 yıllarındaki gibi anlamsız, boş yere çalıştığımız, karşılığını alamadığımız günler görmeyiz diyebiliriz. bu arada 15-20 yıllık gelişim süregelirken, bunun için oluşturulan alt - yapı, sanayi oluşumu ve bu oluşumun getirdiği işçi sınıfı ile, tekrar memur, işçi sınıfını orta gelirliler grubuna sokabilmek mümkün olur. mühendislik gibi sınıfları da orta - üst gelire dahil etmek mümkün olacaktır. eh, bu sınıfları yavaş yavaş ait oldukları ekonomik sınıflara yerleştirirken, gelişimlerin sanatsal estetiklerini göz ardı etmemek gerekir. dışarıdan bakıldığında, soğuk beton, demir yığınlarına bakıp, gülümsetmeyecek, ilham vermeyecek yapılar yerine, sanatçıların kalkınması, kendilerine söz hakkı verilerek, kalkınma sırasında inşa edilecek yapıların, ülke insanlarının tamamını anlatabilecek yapılara dönüştürülmesi de mümkün olacaktır.

    biz bunları yaparken, gelişmiş ülkelerin elleri armut toplamayacak. daha iyi daha verimli, üretim metodları bulacaklar, daha ucuz üretim bantlarına sahip olacaklar, bunlara sahip olmayan ülkelere daha pahalıya satacaklardır. bizim üretimimizin onlara yaklaşması, onları yakalayabilmesi için ise, eğitimde tam bir kalkınma şart. bu kalkınma içinde üniversite sınavına hazırlık için at gibi koşturulan fen liselerine, anadolu öğretmen liselerine ya da en az onlar kadar yararı olmayan imam hatip liselerine ihtiyaç yok. çünkü bu çarpık eskimiş, eğitim sistemi yıllardır var, herhangi bir şey iyiye gitmiş değil. hep siyasi malzeme olmuş, hep bu ülkenin vatandaşlarının sırtına kambur olmuşlar. yani eğitimde tam bir dönüşüm şart. fen liseleri, anadolu öğretmen liseleri, meslek liseleri, imam hatip liselerini gerçekten eğitimden çok siyasi kararlar, toplumu psikolojik olarak zorlama veya rahatlama adına düzenlemiş, üzerine çok konuşulamayan siyasi yuvalara çevirmişler. iç rahatlatma fonksiyonuna takılı kalmışlar. liselere kayıt olurken, istenen bağış adı altında ücretler, teknolojik aletler, aidatlar, eskimiş işe yaramayan lab.'lar ya da lab'ları kullanmasını bilmeyen öğretmenler veya lab'lar kullanıldığında zar zor alınan malzemeler arızalanırsa, yenisini bulmaktan korkan yönetim sebebiyle, olması gereken eğitimin verilemediği yerler olmuş. bunlara eklenen, feto gibi cemaat / tarikat oluşumlarıyla, ( sonradan terör örgütü ilan edilen ) hak etmediği yeri kazanan öğrenciler, onların öğretmen olmasına, memur olmasına gidilen yolda, ülkede ki devlet denetiminde olması gereken eğitim sektörü, başa gelen siyasi erk'in keyfine, siyasi erk'lerin değişmesine rağmen, dokunulmayan, düzene sokulmayan, denetlenmeyen tarikatlara ya da onların içinde olmayıp onlara sempati besleyenlere emanet edilmiş gibi durmaktadır. bugünün siyasi erkine ait bir eylem değildir. 1950 yılından itibaren, başa gelen her siyasi erk, bu oluşumları bir şekilde göz ardı etmiştir.

    eğitim, öğretimdeki dönüşüm, toplumun tamamının ahlak - etik anlayışını değiştirmekten ileri gelir. çünkü eğitim- öğretimde ki asıl sorun çok konuşulan öğretmenlerin yetersiz bilgi darcığı, kıyakla prof, dekan, rektör olmuş kişilerden daha derindir. toplumun, toplum olarak konuşmadığı konular vardır. birey olarak, arkadaş arasında konuşulur ama toplu olarak dillendirilmez. nedir bunlar ?

    üniversitelerden başlarsak, öğrencisi ile cinsel ilişkiye girip, o öğrencisini derslerden geçiren akademisyenle, hocasını baştan çıkarıp aynı şeyi ona yaptıran öğrencilerdir. ilki için, genellikle öğrenci hor görülürken, ikinci durum için, öğrenci çevresi tarafından takdir edilir. bu toplumun iki yüzlülüğüdür ve toplum olarak, toplumca yanlış olması konuşulmaz. ilk durum için de aynı şey geçerlidir. her iki durumu da görmüş, bilen biri olarak yazdım. sandığınızdan daha fazladır. sadece üniversitelerle de sınırlı değildir ve sadece rızası varmış diyerek de işin içinden çıkılamaz. çünkü ulusal haberlerde, lise, üniversite hatta ilköğretim çağındaki çocukların, eğitim - öğretim adı altında, taciz, tecavüzlerin olduğu haberleri görmüşüzdür. bu ahlaksızlık, normal devlet kurumlarında, denetimsizlikten, yandaşlara arka çıkmaktan ya da kişilerin birbirlerini koruma amaçlı çıkarlarından, dini inancı istismar ederek, onun arkasına saklanarak yapmak çok daha fazlası değildir.

    üniversitelerin yetersiz fonlanması, kendi kendine yetmesi gerekirken, aktarılan fonların, öğrenci için kullanılmayıp, şahıs çıkarları için kullanılması. örneğin, yine görmüş ve şikayet etmiş biri olarak, sabah dekanı evinden alıp, üniversiteye götürme için özel minibüs (1 kişi için) tahsisi mevcut(tu). dekanın kendi aracı olmasına rağmen, bu kullanım üniversite aracının tahsis gerçekleştiği günden itibaren hep gerçekleşti. ancak, öğrenciler için ring tahsisi yıllar yıllar sonra yapıldı ve 2 yıldan sonra kaldırıldı. nedeni ise maliyetti. *

    öğrenciler, lab'da araç gereç kullanarak okuduğu alanı deneyimlemesi gerekirken, buna izin verilmemesi bir başka dillendirilmeyen şey olarak söylenebilir. bu kırılırsa, üniversite bir daha alamaz, 5 ay sonra yenisi gelir, diğer arkadaşların kullanamaz, şu bozulursa, 2 yıl yeni parça bekleriz düşüncesi sadece üniversiteleri değil, liseleri de sarmış durumda. ülkemiz öğrencilerinin, aymaz, çok saygılı olmadıklarını bilmekle beraber, bu saygının sonradan rahat bir şekilde kazandırabileceğini söyleyebilirim. aynı şekilde, kullanması gereken araç ve gereçlerin her zaman yerine koyulabileceği bir ortam ve ekonomi yaratmak, öğrencilerin ve onlardan sorumlu öğretmen / akademisyenlerinde eğitim için kullanılacağı araçların bozulsada, kırılsada, çalışmasada sorun olmayacağı fikri, bunları kullanabilmeleri için kendilrine güveneceği bir ortam yaratmak gerekir. yani, diyanete milyar tl bütçe ayırmak yerine, o bütçe ve daha fazlasını eğitim ve öğretime ayırıp, eğitimdeki ekonomik özgürlüğü olması gerektiği yere vermek, ülkenin ekonomisine doğrudan katkı sağlayacaktır.

    ulusal haberlere konu almış, ben passat mı çekeyim sözde dramı gibi durumların ekonomiye etkisinin nasıl olduğunu düşünüyorsunuz ?. bu durum, en başta, eğitim-öğretimin sorunudur. ahlak ve etiğin bireylerdeki etkisi, doğru eğitim ve öğretimle olur. toplumda passat dramının çokça bilindiğini, konuşulduğunu da düşünmüyorum ancak bu benim düşünmemle gerçekleşmiyor. sadece bir kanı olarak buradaki yerini alıyor. elbette passat olayı, durumu açıklamakta biraz daha net gözüken bir olay olsada, ibb israf araç sergisi ülkede ki israfı büyükşehir bazında konuşulmasını sağlayan önemli bir haberdi. ancak, bu durum yandaş medya denilen havuz medya da farklı şekilde israf olmadığı iddia edilirken, muhalif kısımda ise belge ve/veya iddialarla israf olduğu belirtilmişti.

    devlet erkanı, bürokratlara tahsis edilen araçlar hususunda eleştiriler ise kısmen tutarsız ya da mantıksız. önemli makamlarda ki kişilerin, devleti temsil eden siyasi erklerin birden fazla aracı olması normal. neden normal ? herhangi bir teknik arıza, savaş vb durumlarda şaşırtma taktikleri, askeri plandaki endişeler sebebiyle araç filosu normalden abartı gelebilir. ancak, çevre devletler ve onların uygulamalarına baktığınızda, eğer özel durumlar yoksa aşırıya kaçan harcamalar, elbette ivedikle sonlandırılmalıdır. bunlarla beraber, devlet erkanının yakınları ve yakınlarının yakınlarının bir şekilde bu imtiyazlardan faydalanması kabul dahi edilemez. yani, düşünürken muhalif mantıkla, normal olması gereken mantığı terk etmek, aşağılanıp, dalga geçilen taraftan bir farkı kalmaz. bir kılıcın, bıçağın iki yüzünden biri olur çıkarsınız. israflardan sayfalarca bahsedebiliriz.

    bunun yerine toplumda çok fazla konuşulan ama siyasi erkler tarafından onlarca yıldır göz ardı edilen hukuk kuralları, ceza kanunu başta olmak üzere bütün kuralların günümüze uyarlanıp, basit, anlaşılır türkçe ile toplumun ihtiyaçlarına uygun şekilde düzenlenmesidir.
    bu durumda eğitim ve öğretimle alakalıdır.

    hukuk kuralları basit, sade, anlaşılır ve tutarlı bir şekilde düzenlendiğinde, ortada oluşan, ya işte kendi görüşüne göre yorumlayıp, yasaya uygun (?) karar vermiştir insiyatifini azaltmak gerekir. bu insiyatifi 0 yapmak toplum için oldukça yıkıcı olabileceği için, insiyatifi 10%- 5% gibi görece topluma hizmet edecek oranlarda tutabilmek önemlidir. yani toplumun, o sınırlar içerisinden yaşayan insanların ve sınırdışında yaşayan insanların kabul etmesi, tatmin olması önemlidir. mahkemedeki iyi halden şu kadar indirim, bilmem kimin akrabası olduğu için farklı yorumlanan yasalar, değişen savcılar, hakimler, yargılanan tarikat, cemaat üyelerine tanınan insiyatif alınan imtiyazlar ya da sırf muhalefet olduğu için en üst sınırdan verilen, olması gerektiği gibi olan kararlar olmamalıdır. anayasada ki eşitlik ilkesinin uygulanması gerekirken, eğitim - öğretimde devlet organlarının teftiş etmesi ve aksaklıkları, yanlışlıkları düzeltmesi gerekir. gerekirdi. gerekiyor. aslında feto'dan büyük dersler çıkarması gereken, devlet idaresinden sorumlu siyasi erk ve onun seçmenlerinin, cemaat, tarikatlar için sıkı önlemler alınması adına baskı yapması gerekirdi. ne de olsa, feto denen tarikat/cemaat görünümlü terör örgütü, ülkenin meclisini bombalamış, vatandaşlarına kurşun sıkmış, vatandaşlarının geleceğini hırsızlık yaptığı ulusal öğrenci seçme, memur atama, kolluk kuvveti yetiştirme birimlerini ele geçirmişti. yıllarca hukuksuzluklara imza atmış, suçu olmayan vatansever tsk subaylarını ordudan atıp rezil ettiği yetmemiş gibi yüzlercesini de soruları çaldığı sınavdan elemiş ya da harp akademilerinden atılmalarını sağlamıştı. işte bunların temel sebebi neydi biliyor musunuz ? denetimsiz, tarikatlara, cemaatlere başı boş bırakılan eğitim - öğretim sistemiydi. bunlar, sadece devletin organlarının başında olan siyasi erkin suçu da değildi. muhalefetin suçu da vardı. toplumun suçu da vardı. muhalefetin suçu, en basit örnekle, feto yapılanması tamamen kabul edildiğinde ve terör örgütü ilan edildiğinde, ülkede ki en önemli soruna parmak basılmıştı. ülkede tarikat / cemaat'lerin ülkedeki tsk'da, polis teşkilatında, üniversitelerde, sağlık sektöründe, inşaat sektöründe, eğitimde etkinliğinin azaltılması için yıllarca didinen muhalefet tabanı istediğini alabilecek anahtara sahipken, muhalefeti temsil eden siyasi erk, meydanlarda darbenin yalan ya da tiyatro olduğunu haykırıyordu. üstüne üstelik, fetoculara adil yargılama diye sürekli demeç veriyorlardı. bu olayın tiyatro olup olmadığı ya da adil yargılamanın olup olmadığı konusu derinlemesine incelenebilir. ancak burada ki konumuz, ekonomi ile doğrudan ilişkili eğitimdir.
    muhalefet bu durumu, yıllardır istediği tarikat ve cemaatlerin hareket alanlarının kısıtlanması, ulusal güvenlik yasasına dahil edilmesi, laikliğin pekiştirilmesi adına kullanabilecek iken, yapılabilecek en pasif ve en yanlış yolu seçti. böyle bir konuyu gündeme getirmedi. başarısız darbenin üzerinden 4 yıl geçti. böyle bir kozu, ülkenin geleceği için kullanmaktan imtina ettiler. yani, eğitim-öğretim sadece devleti yöneten siyasi erke ( partiye ) değil bütün siyasi olgular için geçerli olmalıdır. bunun da yolu, eğitim ve öğretiminin düzenlenmesidir. toplumun, eğitim öğretim kalkınmamasında ki suçu nedir ? toplumun en ücra köşelerine sirayet etmiş mahalle baskısıdır. eğer, tarikat ve cemaatlere karşı bir şey derse, lanetleneceğinden, çarpılacağından, dışlanacağından korkar. kafir denmesinden ve mahallece, toplumca afaroz edileceğini düşür. bu zaman zaman gerçekleşir de. muhalif kısım bu konuda üstüne alınmayabilir ancak, 1970'lerden itibaren yükselen, köyden kente geçici olarak gelen, vatandaşları, görmemiş - taşralı, göbeğini kaşıyan, ayı, davar, salak, "ııııyy", türbanlı, sakallı, cüppeli diye aşağılaması, mahalle baskısının bir diğer yüzü olmuştur. yani bu ülkenin, şu anki konuma gelmesinde sorumlu topluluk bir görüşe ait değildir. sorunların kaynağı toplumun kendisindendir. benim tuzum kuru, ben keyfime bakarım, onlar çomar, onlar dinsiz, kafir, salak, aptal, cahil vb sıfatlar artık her görüş tarafından birbirine söylenen, ayrıştırıcı şeylerdir. bunların sebebi ise, eğitim ve öğretimin kötü olması, etik, ahlak kavramlarının bireylere temel olarak kazandırılmamasından kaynaklıdır. eğitim - öğretimin iyi olması toplumun yapısını etkiler ve doğrudan ekonomi ile ilişkilidir.

    tarım, hayvancılık, sanayi, eğitim-öğretime değinmişken, sağlık sektörüne de değinmek gerekli. muhtemelen hala fark etmeyenler vardır ancak şehir hastaneleriyle beraber büyük çoğunluğu garanti hasta ücreti olan yapıların, gelecekte ülke içinde işleyebilen sağlık sisteminin tamamen ücretli olmasının istenildiğini, amaçlandığını görebilirsiniz. şu anlık hastaneye gidildiğinde ya gidilmediğinde vatandaşların cebinden ( vergilerinden ) dolaylı olarak para çıkıyor. üstüne, işsiz 25 yaşına geçmiş erkeklerden sigorta ücreti alınıyor. bu da yetmiyor, eczanede muayene ücreti, ilaç farkı şusu busu şeklinde ücret de alınıyor. hani, ülkede sağlık ücretsiz, sıra beklemiyoruz, çok iyi diyenler varsa, sadece ekonomi olarak, sağlık sisteminin ücretsiz olmadığını söylemek isterim. sağlık sistemini cuzi miktarlarda kullananlar, siyasi erk'ler, tarikatlar, ihtiyacı olmadığı halde, birilerinin yardımı ya da yalan beyanla yeşil karta sahip olanlar, babasından sigortalı olan kadınlar. sağlık sisteminde pozitif ayrımcılıkla aynı şekilde erkek cinsine karşı olumsuz bir tutum da söz konusu. neyse, bu konu farklı başlık altında incelenecek bir durum. sıra beklememe olayına da kısa değinip, ekonomide ki yerine daha çok değineceğim. ilk elden söyleyebilirim ki, sıra beklenmiyor sözü tamamen yanlış. pandemi sürecinde hastalığım için 4 ay boyunca ancak iki kere randevu alabildim ve pek de açık olmayan nedenlerle ilk randevum iptal edildi. ikinci randevuyu da 25 gün sonrasına, 10 gün sonra bir daha arayıp şans olursa 10 gün sonrasında ki 15 gün sonrasına alabilmek için aradım. ( yani, randevuyu maksimum 15 gün sonrasına alabilirsiniz. mhrs 182'yi aradığınızda, size 25 gün sonrası için randevu olduğunu ama 15 gün öncesinde alabileceğiniz için, aradığınız günden 10 gün sonra arayıp bir daha sormanızı istemektedirler ) neyse ki alabildim ve iptal edilmedi.( bu durum sadece pandemi sürecinde de olmamıştı. birden fazla kere tekrarlanmış bir durumdu. ) bundan önce ve sonraları yaşananları da başka bir başlıkta anlatırım. sağlık sistemimiz çok iyi diyenlere, devlet hastanesini yollarının düşmesini ve kendilerini, dayılarının, abilerinin, siyasi bağlantılarının ülkede yaşayan halkın çoğunluğu gibi yardım almadan, halletmeye çalışmalarını dilerim. görün bakın, sağlık sistemi iyi mi yoksa kötü mü ? *

    gelelim sağlık sisteminin ekonomide ki rolüne, sağlık sistemi, doğrudan ve dolaylı olarak ülke içindeki bilim, teknoloji ve sanayi kollarını etkilediği gibi aynı zamanda, normal yapılardan daha komplike olması gerektiği için inşaat sektörü adına da canlandırıcı pozisyona sahip. bununla beraber, hastane yanı diye, konut yapılaşmaların da anında türediğini gördüğümüz için, sağlık sektörü başlı başına ama geçici olarak ekonomi piyasasını inşaat sektörü ile beraber rahatlatacaktır. ilaç, hastane için küçük araç gereçler, mr, bt vb teknolojisi, bilim odaklı araçlar, onları üretimin, ihracatı için önemli araçlar, kollardır. ancak, ülkemizde göründüğü kadarı ile amaçlanan, ücretli sağlık sistemi ile beraber, inşaat sektöründe yaratacağı geçici canlandırmayla ekonomiyi diri tutma amaçlanmıştır. sağlık sektöründe ki araç gereç üretiminin diğer ülkelere göre pek iyi olmadığını verilerle gördüğümüzde, pozitif kısmının sağlık turizmi olduğunu görebiliyoruz. ancak bu durum, sağlık sektöründe deneyimli sağlık çalışanlarının ulusal basında konuşulduğu gibi yurtdışına göçü sebebiyle, olumlu yanlarını kaybediyor gibi gözüküyor. sağlık sektöründeki deneyimli personel kaybedilmeye başlandığında, sağlık turizmi sadece turizm ekonomisi açısından olumsuz olmayacak, aynı zamanda ülke içi sağlık sorunlarının düzgün bir şekilde giderilememesiyle yurtiçi ekonomide sağlık kaynaklı sorunlara sebep olacaktır. deneyimli sağlık personeli azaldığı için, eğitim-öğretimde tıp fakültelerinden mezun olanların azımsanmayacak bir kısmı yurtdışına doğrundan gideceği, kalanların ise, olması gerekenden daha deneyimsiz sağlık personelleri ile çalışacaklarından, sağlık sorunu kaynaklı ekonomi, eğitim-öğretime de yansımış olacak. böylece bir sektör, zincirleme bir şekilde büyük ekonomik krizin, düzeltilmesi zorunlu olan bir ayağı olacaktır. eğitim - öğretim yılını hesaba kattığınızda, sağlık personelinin piyasaya kazandırılması, sağlık koluna kazandırılması doktor bazında yaklaşık 8-10 yıl alacakken tekniker vs için 2-4 yılı bulacaktır.

    ekonomiyi etkileyen diğer sektörler gibi bugün kalkınma planı yapılsa, 1 ay - 1 yıl gibi kısa sürelerde değişim gözlemlenemez. bu ister, şu anda seçilmiş siyasi erk olsun, ister koalisyon olsun ister muhalif olsun, ülkeye lazım gelen, ekonomisi düzgün, eğitimi, tarımı, hayvancılığı, sağlığı, teknolojisi, sanayisi, sanatının gelişip, bugün gıpta ile bakılan ülkelerin seviyesine yaklaşabilmesi için, en az 5 sene, ( yoğun programla) gelişimlerinin ortalaması kabaca düşünülürse, 10-15 sene olacaktır.

    ehh, tamam tamam anladık, ülke çıkmazda, ne olursa olsun düzelmesi için 10-15 sene lazım. ne yapalım, ölelim mi, yurtdışına mı gidelim ( kaçalım ), etik, ahlak kurallarını bırakıp mı yaşayalım diyebilirsiniz, demişsinizdir.

    bunu açıklayabilmek zor. çünkü yaşam sizin yaşamınız. yaşadıklarınız sizin yaşadıklarınız. ister milliyetçi, ister sol, ister sağ görüşlü olur, ister ateist, ister pragmatist olursunuz. ister yurtiçinde yaşarsınız, ister yurtdışında. ister güler, ister ağlarsınız. benim için yapılması gereken şey nesnel düşünmektir. mantıklı olmaktır.

    entel görüneceğim diye, herkesin okuduğunu okumak ya da pratikte hiçbir kullanışı olmayan şeyleri bilmek, 5-10 yılda öğrenebilecek, mühendislik, bilimdalı vb konuları youtube'da 5 dakikada öğrendiğini zannetmek bana hep komik, aymazlık, kendini bilmezlik gibi gelmiştir. bu sebeple, 8.500'ü geçen kişiyi, sözlükte engellememe rağmen hala aynı basitlikte ama daha yoğun çarpıklıklar her gün ardı ardına sözlükte yazılıyor, çiziliyor. ülkenin, yazmayı bilenleri ve kısmen düşünenleri burada olduğu için, yazılara göz attığınızda öyle çarpık fikirlere her türlü siyasi düşünceyi destekleyen ve desteklemeyenlere denk geliyorsunuz ki, artık iğrendirmekten çok korku ve endişe veriyor. böyle düşüncelerin artışını da ülke için ekonomik sebeplerle oluşan kişisel çıkar çatışmasına dayandırmak pekala mümkün ve doğru gözüküyor. çünkü muadil sitelere, paylaşım platformlarına bakınca, farklı ülkenin ve farklı ekonomilerine sahip vatandaşlarının konuştukları konular, düşünceler ve bunlara yaklaşımı da aslında olması gibi gerektiği gözüküyor. söz gelimi ( gelişi ) özellikle internet paylaşımlarında, oyun, sanal ürün, yayın vb gibi şeylerde, yeni nesille beraber önceki nesillerin, çalışına hak ettiğini verme, ( crackli oyunları sonradan satın alma, yayıncılara bağış atma, websitesine faydalı içerik oluşturanlara bağış atma gibi ) kavramının da entel gözükme, popüleriteye takıldığını görebilirsiniz. yeni tip ekonomide, ekonomiyi şekillendiren bu dinamiklerin, youtube, netflix, amazon prime video, hulu, disney , twitch, gaming facebook, instagram vb oluşumunların payı yadsınamayacak seviyeye gelmiş durumda. ancak bu platformlarda, ülkemizde bazı ajans görünümlü tekel ve oluşumları siyasi kaygılara dayanmış, sanal mafya düzeni, özellikle popüleritesi doğal arttığı sanılan yayıncıları, yapay olarak ünlendirip, hem ekonomik çıkar hem de siyasi çıkar elde ediyorlar. bu ajanslar, size, çocuğunuza ya da yeni nesillere, eğlence adı altında, şirketlerin ( siyasi çıkarları gözeten ya da gözetmeyen ) çıkarlarına uyumlu yanlış ve abartılmış bilgileri sunmakla meşguller. ancak, bu platformlarda üşenmeyip, listelerde az izlenen, yıllardır devam edenlere bakarsanız, bakmış olsaydınız, belki de eleştirdiğiniz, şöyle yaptı, böyle dedi, yalaka, şu-bu diyerek kaybettiğiniz zamanı, hak eden kişilere yönlendirmiş olacaktınız. hem siz, hem de karşınızdaki kişiler kazanacaktı. mesela böyle kişilerden biri olup, sanırım 2-3 yıldır yayın yapan, tam da olması gerektiği gibi belli konular üzerinde duran yayıncı var. herbokolog olmayan, sanal mafya oluşuma girmemiş biri. hanginiz, izledi ve keyif aldıktan sonra hakkını verdi ya da hanginiz biliyordu ? bağımsız olarak, kendi düşüncelerimizle benzeşen bir topluluk kurmak ve ses duyurmak yerine, entel görüncem, herkes onu yapıyor diyerek yapılan işlerden ve aynı sonuçları alıp, başka sonuçlar beklemekten bıkmadınız mı ?*

    aslında yazılacak, çizilecek, tartışılacak çok konu var. ondan önce, sözlükten kısa bir süre sonra ayrılacağım ve bütün entrylerim silineceği için, faydalı gördüğünüz entrylerin bir yedeğini almanızı tavsiye ederim.

    şunun gibi; (bkz: #94973908)

    bugüne kadar bana bilgi katmış 99-2000'lerden itibaren sözlükte bilgi katmış kişilere teşekkür ederim. buraya kadar okuduysanız için ayrıca tebrik eder, özellikle teşekkür etmek isterseniz ve hoşunuza giderse, yukarıdaki yayıncıyı, 2-3 yılın emeğinin karşılığını, ona bir merhaba diyerek, videolarını vs paylaşarak gerçekleştirebilirsiniz.

    uzaylılar, dünya'ya ayak bastığında ya da çok önemli hedeler gerçekleştiğinde görüşmek üzere. ( son 15-20 entryimden birisi )
658 entry daha
hesabın var mı? giriş yap