289 entry daha
  • başarılı bir öğrenciydim ve bu başarıda ailemin bana sunduğu sonsuz imkanların da farkındaydım. annem doktor olmamı çok istedi. üniversite sınavı hazırlık aşamasındaki tüm denemeler benim tıp kazabileceğimi gösteriyordu ama ben mimar olmak, üstelik ailemden uzakta, istanbul’da okumak istiyordum.
    o dönem annem motivasyonumu düşürmemek için çok üstüme gelmiyordu ama fırsat bulduğu her an bilinçaltıma tıp yazmam gerektiğiyle ilgili düşünceler ekiyordu. bunu hissettiğim anlarda sinirleniyor istanbul yetmez belki yurtdışında okurum diye ona meydan okuyordum.
    o bunu farketmese de maalesef inatçılık bana annemden geçen bir huydu.

    sonuçların açıklandığı gün annemin bir arkadaşının evindeydik, onun oğlu da sınava girmişti ve sonucu öğrenen tüm arkadaşlarımız oraya gelmişti. bir oda dolusu genç birbirimize nereyi kazandığımızı açıklıyor, sarılıp kutlama partisi organize ediyorduk. annem yanımıza gelip herkese tek tek nereyi ve hangi bölümü kazandığını sordu. ülkenin en iyi okullarının mühendislikleri, tıpları havada uçuşurken tek mimarlık kazanan bendim. her tıp kazanan kişiden sonra annemin yüzündeki gölgeyi hissediyor, o gençleri daha bir içten tebrik ettiğini görüyordum. benden daha düşük puanlarla girilen tıp fakültelerini kafasına tek tek yazıyordu. bunu önümüzdeki yıllarda her fırsatta kafama kakacağını o gün anlamıştım.

    mimarlık eğitimi oldukça zordu, üstelik bir ana-baba kuzusu olarak ailemden ilk kez ayrı kalmıştım ve bocalıyordum. ne zaman yoğunluktan, okuldaki derslerin ağırlığından şikayet edecek olsam annem ağzıma lafı tıkıp bunu benim istediğimi, şimdi mızmızlanmaya hakkım olmadığını söylüyordu. belki haklıydı ama eğer aynı duruma tıp okurken düşmüş olsam böyle söylemeyeceğinden emindim. bunu bildiğim için iyice hırslanıyor hem derslerden daha iyi notlarla geçiyor hem de hocaların dikkatini çekiyordum. daha ikinci sınıfta bir hocamın teklifiyle ofisine girip staja başlamıştım. annem belki vazgeçer tekrar sınava girip tıp okurum diye umarken ben annemin inadı sayesinde daha iyi bir mimar oluyordum. erkenden çalışmaya başladım, para kazandım, kazandığım paralarla avrupa’yı gezip derslerde anlatılan yapıları geziyordum.

    mezun olup mimar olarak girdiğim ofislerdeki çalışma saatlerinden zorlanınca yine aynı şey oldu. bana hiç acımıyor kendi seçimlerimin sonuçlarına katlanmam gerektiğini sık sık hatırlatıyordu. sanki yeni mezun bir doktor çok rahat olacakmış gibi...
    ama bu durum da bana bir fikir verdi. istediğim yolu böyle seçtim, mesleğimin daha sevdiğim bir koluna geçtim.

    bu sefer de kazandığım paraya laf edeceğini bildiğim için her iş değişikliğinde maaş pazarlığını çok sıkı yapıp, zamlarımı en üstten aldım. bak mesela bir an var aklıma geldikçe sırıtırım. sanırım mesleğin onuncu yılıydı, aldığım maaş ve prim yaşıtım bir doktorun kazandığından fazlaydı. üstelik çalışma saatlerim daha insaniydi. ben farklı meslekteki insanların maaşlarını bilmem, sormam, ilgilenmem. sırıtışımın sebebi bu karşılaştırmayı yapabilecek bilgiye sahip olan ve yapan kişinin annem olmasıydı.

    yine de her tartışmamızda konuyu bu noktaya getirmeyi başarıyordu. kafasında en üst noktaya koyduğu meslek tıp doktorluğuydu galiba ve çocuğunun da orada olmasını istiyordu. kendince haklıydı belki ama her anne babanın anlaması gereken şey çocuklarının onların bir uzantısı olmadığı, onların ayrı bir hayata sahip olduğu ve kararlarında kendilerinden başka kimseyi düşünmeden hareket etmelerinin o biricik hayatlarına borcu olduğudur.

    benim annemin bunu kabullendiği an ise çok özel oldu. oğlumun otizmli olduğunu öğrendiğim zaman aklımı kaçırmış gibiydim. hayatım boyunca her zor anımda yanımda olan ve meslek seçimim dışındaki tüm kararlarımda hep haklı olduğumu savunan bu inatçı kadına ağlayarak “anne belki doktor olsaydım oğluma daha iyi gelirdim, bir çare bulurdum, keşke senin istediğini yapıp olsaydım, hem seni de üzmezdim” dedim. çünkü o sırada anneme kanser teşhisi konmuştu ve eşim de o dönemimde bana destek olmayacağının emarelerini vermeye başlamıştı. resmen annesini mutlu etmek isteyen bir çocuk çırpınışıydı bendeki.
    annem alışkın olduğum o güçlü duruşuyla önce benimle ilgili bir takım güzel şeyler söyleyip ardından “iyi ki beni dinlememişsin, çünkü sen okurken de işini yaparken hep mutluydun, insan belli bir yaşa gelince ve böyle şeyler-kanserden bahsediyor- yaşayınca önemli olanın yaşarken mutlu olmak olduğunu anlıyor. sen benden hep daha akıllıydın” dedi.
    annemi üzmek pahasına kendi hayatımla ilgili kararları almıştım ve geç de olsa nihayet onayını almıştım. kabul etmesem de tüm seçimlerimde bir taraftan annemi üzdüğümü bilmemin acısı vardı. ama geçti.

    annem kanseri atlattı, eşimden boşandım, hayatımı yeniden düzenledim, güzel işlere girdim, terfiler aldım, paralar kazandım-harcadım. şimdi oğlumla düşe kalka büyüyoruz, bir sürü güzel ve kötü şey olurken ben hala o genç yaşımda neyi istediğimi bana fısıldayan sesi dinliyorum.
    insan sıkıntılı durumlarda başkasını suçlamaya meyillidir bunun ardında kendi hayatımızla ilgili aldığımız kararlara başkasını dahil etmek yatar. kendi adıma tek suçlu benim.
    bir de tavsiye vermek haddim değil biliyorum ama bence o anneyi üzün.
273 entry daha
hesabın var mı? giriş yap