1604 entry daha
  • filmin kendisi gibi analizi de uzun olacak, vaziyet alın..

    öncelikle bir kaç açıklama yapmak istiyorum. beni takip edenler okuyanlar bilir; genelde bir film hakkında bir şeyler yazmadan önce sözlükte yazılanları okurum, süzerim.. film hakkında genel kanı neymiş nasıl bir etki yaratmış anlamaya çalışırım. ve hemen hemen her yazımda, daha önce hiç değinilmemiş bir detaya değinmeye çalışırım. buna ister farklı olma çabası deyin ister faydalı bir şeyler yapmaya çalıştığımı düşünün, artık size kalmış.. ama bu film için -film gösterime girmeden önce okuduklarım hariç- tek bir entry okumadım sözlükten.. nedense hiç okuyasım gelmedi.. bilmiyorum.. galiba okuyacaklarımın, yazacaklarımı etkilemesinden çekindim.. filme dair duygu ve düşüncelerimi, hiç bir etki altında kalmadan, tamamen olduğu gibi, içimden geldiği gibi yazmak istedim.. biraz uzun bir yazı olabilir, ama okudukça ısınacağınıza inanıyorum. şimdiye kadar yazdığım filmler içerisinde en uzunu oldu sanırım.. neyse, filme başlayayım hemen..

    film hakkında söylenmesi gereken ilk şeylerden birisi, günümüz sineması için ağır bir film olduğudur. "hadi yaa?!" dediğinizi duyar gibiyim. ama aslında bu şekilde ilerlememin bir sebebi var. karışık ve zor bir konuyu çözümlemeden ve izah etmeden önce, onu en basit ve en kolay yönleri ile ele almak gerekir. komplike bir olayı tek seferde çözebileceğimize inanırız.. genelde çoğumuzun yaptığı bir hatadır bu.. en zor pozisyonlardan tek bir hamle ile kurtulabileceğimizi düşünürüz. ama aslında olması gereken en basit ve en sade haliyle tane tane ilerlemektir. satrançta profilaktik hamle yapmak gibi düşünün.. bazen tek bir hamleyle tüm tahtayı alt üst edebileceğiniz gibi; bazen de karışık konumları tane tane çözümlemek gerekir.. işte bu film de benim tane tane ilerleyeceğim bir film. ne diyorduk, evet, film ağır bir film.. ve karakterlere çok yabancıyız. o dönemlerde yaşanan olaylara dair bilgimiz çok az. hele ki ülkemiz açısından değerlendirirsek, kendi tarihine bile ilgisiz bir toplumun yetiştiği ve her kulvarda z kuşağının ağırlık koyduğu bir dönemde, bir zoomer'ın oturup da bu filmi izleyip "ne film yapmışlar bee" demesi.. imkansız gibi bir şey. benim neslimin 20 li yaşlarda izlediği filmler ile şimdi ki jenerasyonun 20 li yaşlarda izlediği filmler arasında ciddi bir fark var. bu yüzden dolayı bu film gerçekten de türünün son örneği sayılabilecek bir film. eğer scorsese bu filmi 2019 gibi hayatın hızlı yaşandığı ve değerlerin, emeklerin çabuk tüketildiği bir yılda değil de; 1989 gibi "geleneksel"cilerin son demlerini yaşadığı bir yılda çekseydi, dönemin the godfather ve goodfellas gibi efsaneleri arasına adını altın harflerle yazdırabilir ve oscar ödüllerini silip süpürebilirdi. ama günümüz sinema beklentileri içerisinde maalesef hunharca eleştirilip heba edilmiş bir şaheser oldu. hatta öyle ki, benim gibi ve benden daha büyük yaşta olan 60'lar 70'ler kuşağının seyircilerinden bile* filmi izledikten sonra hayal kırıklığına uğradığını söyleyenler çıktı. bu aslında filmin yetersiz ya da kötü olmasından değil.. kesinlikle değil.. içinde yaşadığımız hayatın artık bu tür filmleri kaldıramamasından.. farkında değiliz ama etrafımız öyle çok milenyum saçmalıkları ile dolup taştı ki; bu tarz eserleri artık bünyemiz kabul etmiyor. oscar töreninde, eminem sahneye çıktığında scorsese'nin tepkisine bakın, ne demek istediğimi anlarsınız.. o zamanın insanları bu güne, bu günün insanları da o zamana ayak uydurmakta zorlanıyor..the godfather günümüzde çekilseydi, yine sevilen bir film olurdu, evet.. ama emin olun 30 yaş üstü seyircilerin bile bir çoğu, salonu yarıda terk ederdi.. daha genç olan seyircileri saymıyorum bile. her neyse.. filmin aslında kendi türünde çok güzel bir eser olduğunu düşünüyorum.. ve özellikle ikinci kez izlediğimde inanılmaz keyif aldım.. öyle çok keyif aldım ki aynı hafta içerisinde filmi iki kere izledim.. sonrasında bazı sahneleri defalarca açıp açıp tekrar izledim.. yazımın ilerleyen kısımlarında bu sahnelerden bir kaç örnek vereceğim. ama önce filmin itibarını biraz daha kurtarmam lazım. ne demiştik.. tane tane.. evet, karakterlere ve olaylara yabancı olmamız, zaten uzun ve karışık olan bu filmi anlamamızı iyice zorlaştırıyor.. filmin ilk bir saatinden sonra seyirci kendisini bir "zorunluluğun" ortasında buluveriyor. filme girip çıkan karakterleri tanıma ya da takip etme zorunluluğu.. çünkü bir süre sonra şöyle bir durum oluşuyor, bu adam kimdi, rolü neydi, ne söylemişti vs.. ya da hoffa ve frank konuşurken, birisinden bahsettiklerinde, kimden bahsediyorlar? gibi sorular takılıyor seyircinin kafasına. ve bu zorunluluğu hisseden seyircide istemsizce hemen şu düşünce kalıbı oluşuyor: "ben bu olayları bilmiyorum, bu karakterleri tanımıyorum; bu yüzden filmi anlamadım/anlamayacağım." tabii ki de o dönemin suç dünyasında olup bitenler üzerine bir sınava girdiğinizde yüz üzerinden doksan alacak kadar dersinize iyi çalışıp gelin demiyorum.. zaten bu yazıyı okuduğunuzda buna gerek kalmayacak. ama filmi gerçek manada çözümleyebilmek, yarattığı o geniş keyif yelpazesinden tadabilmek ve layıkıyla "ustalara veda" edebilmek için -ağlıyorum şuan- kimin kim olduğunu az çok bilmeniz lazım. şimdi size bazı önemli isimleri yazacağım.. bu isimler sık sık yazının devamında karşınıza çıkacak.. aslında bu karakterler filmin içinde tanıtılıyor.. hatta pek scorsese tarzına yakışmayacak derecede "bilale anlatır gibi" anlatılan yerler de var.. ama dediğim gibi, hem yüksek beklentiler hem de olaylara yabancılık, bazı detayların gözümüzden kaçmasına sebep oluyor. her neyse..

    bu isimlerden ilki: bill bufalino. kendisi bir avukat. sendika avukatı.. ve filmin baş rol oyuncusu olan irlandalı frank sheeran'i suç dünyasına sokan kişi. detaylarına girmiyorum.. ilerde yazacam zaten.

    ikinci isim, anthony provenzano, namı diyar "pro".. jimmy hoffa'yı deviren kişi gibi düşünebiliriz.. hoffa'nın kalemi, pro ile olan husumetinden sonra kırılıyor..

    diğer bir isim, russell bufalino.. frank ile hoffa'yı bir araya getiren, onları tanıştıran ve frank'i suç dünyasında yükselten kişi.. mafya.

    ana karakter, frank sheeran.. irlandalı. kamyon şöförü.. sürmesini bilir, tamir etmesini değil. ama asıl görevi boyacı.. evleri boyar.. tam bir görev adamıdır. çok istese de, terk edemez uhud tepesini..

    filmi film yapan karakter, jimmy hoffa.. dönemin en ünlü isimlerinden birisi, sendika başkanı.. hararetli konuşmaları ve asi tavırları ile bilinir.. kennedy ailesinin çok başını ağrıtmıştır.. dondurma sever. çocuklarla arası iyidir..

    kilit karakterlerden birisi, robert "bobby" kennedy.. abisi gibi suikaste kurban gitmeden önce adalet bakanlığı yapmıştır.. nixon destekçisi hoffa ile takıntılı derecede uğraşmış ve onu içeri atmak için elinden geleni yapmıştır..

    yan karakter angelo bruno.. mafya babalarından birisi.. filmin giriş kısmında frank'in suç dünyasındaki yükselişinde önemli bir rol almıştır. frank'e ilk boyacılık işini veren bruno olmuştur. ama esasında şiddet karşıtı bir mafya babası olarak bilinirmiş.. hatta mahlası "gentle don" yani "nazik don" muş.

    bi de son olarak anthony salerno.. hoffa'nın kalemini kıran mafya babası. daha doğrusu, hoffa'nın artık emekliye ayrılması gerektiğini düşünen ilk isim..

    belki bir kaç karakter daha yazılabilir ama filmin üzerine kurulduğu isimler bunlar. diğer karakterlere de analiz boyunca değinecem zaten.

    şimdi, filmin olay örgüsüne geçmeden önce açıklamak istediğim son bir şey var.. bu filmde anlatılanların büyük çoğunluğu, yaşanmış olaylar üzerine kurulu ve gerçek karakterler çerçevesinde dönüyor.. bu yazdığım isimlerden bir tanesi bile kurgusal bir karakter değil. gerçekten o dönemde yaşamış ve bir takım olaylara karışmış insanlar.. ve şöyle durup ufak bir araştırma yaptığınızda görüyorsunuz ki, o dönemde suikastler cinayetler gerçekten havada uçuşuyormuş.. koskoca devlet başkanlarından siyasetçilerinden tutun, mafya babalarına kadar kıran kırana bir ortam söz konusu.. inanılmaz bir curcuna var. yer altı dünyası fokur fokur.. şimdi gözünüzde bir canlandırın, benzer olaylar günümüzde yaşandığında ne kadar büyük tepki alıyor öyle değil mi? bir gazetecinin ya da bir kaymakamın suikaste kurban gitmesi haftalarca gündemden düşmüyor.. bunda medya gücünün, internetin ve kitlelerin organize olma hızında ki artışın etkisi tabii ki çok büyük. o zamanlarda yaşanan olaylar şimdi yaşansa herhalde ortalık allak bullak olur.. ve bizim kurtlar vadisi gibi dizilerde izleyip "hassiktir" dediğimiz bir çok kurgusal olay; o dönemde, o topraklarda gerçekten yaşanmış.. hani meşhur bir polat alemdar tiratı vardır ya.. bilmem kim öldü falanca öldü şu öldü bu öldü diye tek tek sayar isimleri.. işte o dönemde, bu sahne gerçekten yaşanmış ve birileri gizli kapılar ardında oturup bazı isimleri tek tek saymış.. çünkü açıp baktığınız zaman görüyorsunuz ki filmde geçen karakterlerin neredeyse hepsi gerçekten de suikaste, cinayete kurban gitmiş.. ve bu yaşanmış olaylar beni çok etkiledi.. meğer gerçekten de 1960-1980 arası, yer altı dünyasında kanın gövdeyi götürdüğü ve mafyanın hakiki manada mafya olduğu bir dönemmiş.. filmde de bir çok karakterin nerede, ne zaman ve ne şekilde öldüğü, freeze-frame sahnelerde gösteriliyor zaten.. bu yüzden bu güne kadar izlediğimiz tüm gangster filmlerinden daha etkileyici bir senaryosu var aslında filmin.

    evet.. ön sözümüzü bitirdiğimize göre, artık yavaştan filmin olay örgüsüne giriş yapmaya ve eseri sinemasal açıdan değerlendirmeye başlasak iyi olur. film, huzur evinin koridorlarında, ilerde sık sık duyacağımız the five saints - in the still of the night parçası eşliğinde güzel, minik bir plan sekans ile başlıyor. kameranın karaktere doğru döndüğü sırada, yüzük ve kol saatine hafiften bir bakış atılarak geçiliyor ve ana karakterimizin dilinden olup bitenleri dinlemeye başlıyoruz.. scorsese'nin sevdiği detaylardan biridir.. kol saati, yüzük, çakmak, gözlük, baston gibi objeler.. filmin ilerleyen sahnelerinde aynı saati bir kaç kere daha göreceğiz zaten. her neyse.. filmin daha hemen başından "boyacılık" terimi ile tanışıyoruz ve yönetmen erken bir atak yapıyor.. bu erken hamle daha ilk sahneden şöyle bir soru sorduruyor.. ya filmin içinde çok fazla metafor (mecaz) var ve iddialı bir giriş ile bu henüz başlangıç diyor?.. ya da "ergence terimlere takılı kalmayın, anlatılacak çok şey var o yüzden detayları hızlı geçmemiz lazım." diyor? bir film için en tehlikeli durumlardan birisi, seyircide yüksek beklenti yaratmasıdır. ilk izleyişimde iddialı bir giriş olduğunu düşünüp; ilerde daha bir çok benzetme ve terim ile karşılaşacağımı umarak izledim. çünkü bu kadar erken bir giriş beklemiyordum. ama izledikçe fark ettim ki, filmin tek metaforuymuş ve muazzam konu yoğunluğundan dolayı, anlatılacak onca hikaye varken, bir an önce ifşa edilmesi gereken bir mecazmış.. her ne kadar filmin afişlerinde bile "i heard you paint houses" yazarak seyircide büyük bir merak uyandırsa da, bu merak filmin hemen başında gideriliyor. genelde film afişleri hazırlanırken filmin tamamına yayılan bir soru işareti vurgulanır ve film boyunca bu merak canlı tutulur.. filmin afişlerinde yaratılan merakı filmin hemen başında açıklamazsınız seyirciye.. ama burada öyle olmuyor.. boyacılık terimi ile hemencecik tanıştırıyor bizi yönetmen. çünkü anlatılacak bir sürü olayı var. bir an önce başlamamız lazım..

    şimdi buradan sonra zorlama çıkarımlar ile bu yazıyı iyice okunmaz bir hale getirmeyeceğim. aksi takdirde frank'in harita üzerinde, kırmızı keçeli kalem ile gidecekleri yolları çizerken, kalemin kağıt üzerinde çıkardığı o gıcık sesin bile neler çağrıştırdığına dair bir şeyler yazılabilir buraya. (bkz: serbest çağrışım) ama scorsese'nin her ara sahnesini yorumlamaya çalışırsak ya da basit diyalogların bile analizini yapmaya kalkarsak bu yazı bitmez.. bunun ucu, filmin kitabını yazmaya varır. ki zaten yazılmışı var. (bkz: i heard you paint houses) bu yüzden filmin akışına bağlı kalarak tane tane olayları özet geçmeye çalışacağım. simple present tense anlatım modu: on.

    frank, philedaphia eyaletinde et taşımacılığı yapan bir kamyon şoförüdür. ve bir gün, rutin görevinde, seyir halindeyken, üzerinde "30 yıldır pensilvanya hizmetinde" yazan kamyonu arıza yapar ve yolda kalır.. hemen biraz ilerde bir petrol istasyonu görür ve tamirat için oraya geçer. ve orada ismini paylaşmak istemeyen russell bufalino ile karşılaşır.. aralarında geçen ufak diyalog sonrasında frank, ismini bilmediği bu yabancıya müteşekkir bir şekilde yoluna devam eder.. sonradan öğrenir ki kendisine yardımcı olan bu nazik adam, aslında koca yolun "sahibi"dir. bu ikili arasında asıl tanışma, çok da uzak olmayan bir gelecekte gerçekleşecektir.

    bir gece vakti steaks & chops adlı bir barda frank'i felix di tullio (sıska) ile tanıştırırlar.. sıska tefecilik yapan eski bir kasaptır. ve kaliteli ete çok düşkündür.. ve frank onun için "a kalite" et kaçakçılığı yapmaya başlar.. kaliteli taze et ile sıradan eti değiştirerek işine hile katar. ancak bir gün frank işin dozunu kaçırıp, varış noktasına koca kamyonu bomboş götürünce.. (bkz: bokunu çıkarmak) davalık olur. ve mahkemeye çıkar.

    mahkemede onu kamyoncular sendikasının avukatı bill bufalino savunacaktır.. ve frank'e bir takım sorular sorar.. burada avukatın, frank'den gerçekleri duymayı beklediği sahne oldukça iyi oynanmış ve dikkate değer bir sahnedir. neticede bill, franki gayet başarılı bir şekilde savunur ve franki aklar.. mahkemenin sonrasında bill ile frank başarılarını kutlamak için villa di roma isimli bir restorana giderler ve orada bill, frank'i russel bufalino ile tanıştırır.. yani yaklaşık bir ay önce yolda kaldığında kendisine yardımcı olan kişiyle.. ve o gece aynı barda angelo bruno (evinin önünde arabasında başından vurularak öldürüldü-1980) da bulunmaktadır. frank, russel ile bruno'yu aynı masada görünce russel'ın sıradan bir insan olmadığını anlar.. burada bruno karakterinin karizmatik duruşu ve o mafya babalarına özgü ağırlığı bir kaç basit sahne ile etkileyici bir şekilde seyirciye hissettirilir. ve filmin başında frank'in parmağında gördüğümüz yüzüğün çok benzeri, bruno'nun parmağında da vardır.

    gecenin ilerleyen saatlerinde frank ve russell ekmek ve şarap eşliğinde sohbet ederler. ekmek ve şarap hristiyanlar ve italyanlar için önemli bir ikilidir. ekmek, isa'nın bedenini, şarap ise isa'nın kanını temsil etmektedir. fazlasını merak edenler şuraya buyurabilirler. bu diyalogda frank, italyada geçirdiği askerlik anılarından bahseder.. savaşın ve adam öldürmenin o acı ve sert doğasını anlatır. ve bunu gerçekçi bir dille, süsleyip püslemeden, abartmadan söyler. frank'in bu dürüst ve gerçekçi karakteri russell'ın hoşuna gider ve ondan hemen etkilenir. ve onun görmüş geçirmiş bir insan olduğuna kanaat getirip ona bir takım işler yaptırabileceğini düşünür.. frank'in tam bir görev adamı olduğunu ve "işine duygularını karıştırmayacağı"* anlamıştır.

    frank'in geçmişinden anekdotlar izlemeye devam etmeden önce, yönetmen bir ara sahne ile russel'ın da kimliğine kısaca bi bakıvermemizi sağlar. russel'ın perdeci dükkanında işleri nasıl yürüttüğü anlatılır ve bu bölüm, güzel bir plan sekans ile süslenir. o günlerde russell, çeteler arasında barışı sağlayacak güçtedir. görünüş olarak ufak tefek bir tip olsa da boyundan büyük işleri başarıyla halledebilmektedir. bu arada küçük bir açıklama yapayım, filmde sık sık göreceğimiz üzere, buna benzer ara sahneler bir kaç saniye olabileceği gibi 4-5 dakikalık bir izahat sahnesi şeklinde de olabilir. bu artık yönetmenin insafına kalmış.. film boyunca o kadar çok ara sahne, mini hikaye, yan dal var ki.. bunlardan bazıları bir kaç sahne ile anlatılırken bazıları da sanki filmin ana konusunda çok önemli bir yere sahipmiş gibi dakikalarca anlatılıyor.. bu da seyircinin, zihninde filimin ana senaryo aksını oluşturmasını çok güç bir hale getiriyor. mesela ilerde değineceğim joey gallo infazı gibi.. ana hikayeden tamamen bağımsız bir ara bölüm. ama filmin tam ortasında ne olup bittiğini bile anlamadan pat diye seyircinin önüne koyuluyor.. neyse, ne diyorduk, evet, russell'ın işleri nasıl yürüttüğüne dair bu basit ara sahneden sonra frank'in suç dünyasında yaptığı işlerden bir kaç örnek daha izleriz..

    örneğin sıska'nın parasını getirmeyen ve her seferinde annesinin cenaze masraflarından ötürü parası olmadığı belirten adam* ile frank'in ilgilenmesi gibi.. buralar hep küçük anekdotlar, mini hikayeler şeklinde geçer.. aslında bu mini hikayelerin her biri ayrı bir bölüm olarak çekilse en az 6-7 bölümlük bir dizi serisi yapılabilirmiş. her neyse bu konuya birazdan değinecem, filmin asıl hikayesi, asıl senaryosu henüz başladı.. tüm yollar roma'ya gider, ama henüz romaya varmadık.

    yine bir ara bölüm olarak, frank evinde kızını üzgün görür.. ve neler olup bittiğini sorar. bu ara bölümün sonu ise, frank'in bakkal joe'yu bi güzel pataklaması ile son bulur. işte bu sahneler hep, frank'in ne kadar agresif, şiddet meyilli ve tehlikeli bir insan olduğunu göstermek içindir. ama burada gerçekten çok komik bir sahne var.. 75 yaşında ki bir insan nasıl tekme atar sorusunun cevabı.. sahnede gördüğümüz karakter -şu meşhur gençleştirme tekniği sayesinde- her ne kadar otuzlarında bir insan gibi görünse de, onu canlandıran 75 yıllık ihtiyar robert deniro, savurduğu tekmelerde yaşını saklamayı becerememiş.. gördüğüm en komik dayak sahnesi olabilir.. hatta o ilk tekme tamamen boşa savrulmuş bir tekme.. ama ses efekti ile beraber.. hahahha.. kızı peggy'nin orda kavak gibi dikilmesine ne demeli ya.. hay allahım ya.. bu sahneleri bilerek mi böyle basit bir aksiyon ile çekti scorsese bilmiyorum.. aslında adamın kapıyı pencereyi kırarak dükkandan dışarıya savrulması falan gayet güzeldi ama robert deniro'nun o tekmeleri neydi öyle ya.. felaket gerçekten felaket. neyse..

    frank'in üçüncü çocuğunun vaftiz töreni aile arasında gerçekleşmişken, dördüncü çocuğun vaftiz töreninde bir çok kişi vardır. frank artık tanınan ve saygı duyulan birisidir..

    ve aile büyüdükçe frank daha büyük işler yapmak ister ve ek işler almaya başlar.. whispers ile görüşür. bölgeye yeni bir çamaşırhane açılmıştır ve whispers'ların işini büyük zarara uğratmıştır. bu yüzden whispers, frank'den çamaşırhaneye sabotaj yapmasını ister. aralarında geçen diyalogda frank'in kafa sesinden bir tespit dinleriz: biri "endişeliyim" diyorsa çok endişelidir.. "çok endişeliyim" diyorsa çaresiz demektir. whispers'ın çaresizliğini gören frank, onun kendisine yamuk yapamayacağını düşünür ve paraya da ihtiyacı olduğundan işi kabul eder. fabrika etrafında keşfe başlar. ancak çamaşırhanenin diğer ortağının angelo bruno olduğundan haberi yoktur. tam işe koyulmak üzereyken.. bruno tarafından çağrılır..

    frank, ilk kez bruno ile aynı masaya oturur ve aralarında etkileyici bir diyalog geçer.. bu sahnelerde, frank'in "delaware de ne yapıyorsun?" sorusuna verdiği "çamaşırhaneyi bombalayacağım" cevabı efsanedir. yemin ederim kopuyorum o sahneye.. robert deniro'nun o efsane, klasik gülme mimiği ve bruno ile russell'ın ona buz gibi bakışı.. inanılmaz güzel bir sahne.. mutlaka izleyiniz. bu komik ve bir o kadar da soğuk sahnede özellikle russel'ın bakışlarından her an frank'in kaleminin kırılabileceğini anlamanız çok zor değildir. diken üstündedir frank.. ve kendisine verilen işleri sorgusuz sualsiz yapmak zorunda olduğunu hemen oracıkta anlayıverir. whispers'dan aldığı parayı geri iade etmeyi teklif ettiğinde bruno'nun "gerek yok, ihtiyacı olmayacak" cevabı da tüyleri diken diken eder.. frank ilk başta bruno'nun ne demek istediğini anlamaz ve tekrar parayı iade etmeyi teklif eder.. bruno bir kez daha gerek olmadığını söyler. buralarda frank'in, olayların gidişatını öğrenme şeklini izliyoruz.. racon öğreniyordur frank.. ve bu işlerde kime güvenip kime güvenemeyeceğini anlıyordur. neticede karar çoktan verilmiştir ve frank ilk boyacılık işini alır. işte bu bölümlerde yönetmen hep frank'in titizlikle işi öğrenmeye başladığını, tecrübe kazandığını ve bir nevi eğitimden geçtiğini vurgular. ve boyacılık işi frank'i yer altı dünyasında daha da meşhur etmiştir. böylece frank daha çok kişi ile tanışmaya başlar.. örneğin gangster phil testa (1981 de bombalı saldırıda öldü.) ve frank sindone (1980 de üç kurşunla öldürüldü.) gibi.

    bu yükseliş frank ile russell'ı daha da yakınlaştırır ve frank artık russell'ın en güvendiği adamlardan biri haline gelir. öyle ki, ailecek tanışıp yakınlaşırlar ve bowling partisi bile düzenlerler.. bu sahnede russell, frank'in kızı peggy ile iletişim kurmak ister.. ama peggy pek pas vermez. bu sahnelerde yönetmen, russell'ın "zayıflara yardımcı olma" duygusunda aradığı tatmin temalı bir konu işler seyirci için. ve russell'ın karakteristik özellikleri hakkında biraz daha detay sunar.. russell'ın babacan tavırları, masumiyet karşısında ürkütücülüğünü saklayamaz. bu mini detayın ardından ise frank'in hoffa ile tanışmasını sağlayacak diyalog gerçekleşir. frank ile hoffa ilk kez telefonda tanışırlar.. ve frank için chicago yolu görünür.. buralar hep detay dolu ama hepsini tek tek izah etmek çok güç.. bazı şeyleri sadece izlerken hissetmeniz lazım. mesela russell, frank'e "chicago'ya gidiyorsun hoffa'nın koruması olacaksın" demez.. "hoffa'nın korumaya ihtiyacı var" der.. ve frank orda anlar kendisi için planlar yapıldığını. birisi size durup dururken bir hikaye anlatıyorsa, mutlaka o hikayenin bir parçası olacaksınız ya da oldunuz demektir..

    yapılan telefon görüşmesinde frank'in hoffa'ya ne denli saygı duyduğunu anlamamız çok zor değildir. telefonu kapattığında "general pattonla konuşuyorum sandım" sözü de hoffa'nın o dönemde sahip olduğu itibarı anlatmaya yeter.

    ve frank chicago'ya vardığında mafyatik işlerine kaldığı yerden devam eder.. ilk görevlerinden birisi de taksiciler sendikasına sabotaj düzenlemektir.. bu görevdeki başarısını da layıkıyla ispatladıktan sonra artık hoffa ile yüz yüze tanışma vakti gelmiştir. şu karpuzlu votkalı sahne.. evet..

    buradan itibaren artık olayların içine hoffa da dahil olmaya başlar ve filmin ilk giriş bölümü tamamlanmış olur. şimdi buraya kadar okuduysanız filmin gelişme bölümüne geçmeden önce, giriş bölümü ile alakalı bir kaç şey söylemek istiyorum.. gördüğünüz üzere filmin giriş kısmı bir çok mini hikayeden oluşuyor.. esasında, laf olsun diye söylemiyorum, gerçekten de 6-8 bölümlük mini dizi sezonu yapılabilecek bir giriş bölümü var elimizde.. şöyle bir durup bakalım olup bitenlere.. aslında her mini hikaye, bir dizi bölümüne dönüştürülebilir gibi.. konuları biraz daha detaylandırıp açtığınızı hayal edin.. ve işin içine mad man kıvamında bol bol karakteristik detay serpiştirin. aksiyon olmasa bile basit bir olayı uzun uzun anlatabilirsiniz aslında.. ve ortaya breaking bad kıvamında bir dizi bile çıkabilir. hatırlayın, breaking bad de öyle değil miydi? basit bir olayı öyle bir işliyorlardı ki.. olaylardan ziyade karakter tepkileri üzerine kuruluydu her şey.. şimdi, irishman dizisinin birinci sezonunun bölümlerini başlıklar halinde özet geçeyim, ne demek istediğimi anlarsınız,

    -frank'in kamyonculuk işini, işin zorluklarını, geçim sıkıntısını, alternatif iş arayışlarını ve en nihayetinde sıska ile tanışmasını anlatan 30 dakikalık bir pilot bölüm çek. bu birinci sezonun birinci bölümü olsun..

    -sonrasında et kaçakçılığını, gangsterler ile temaslarını, bulaştığı işin kendisine yapıştığını, işi abartarak davalık boyutlara gelmesini ve sendika avukatı ile tanışmasını, mahkeme sürecini vs. anlatan ikinci bölümü çek..

    -üçüncü bölümde frank ile rusell'ın tanışmasını anlat, rusell'ın geçmişini, perdeci dükkanını, çeteler arasında barış sağlayışını vs. biraz daha uzatıp detaylandırarak anlat..

    -dördüncü bölümde frank'in sıska ile olan diğer işlerine değin.. artık daha farklı işler yapmaya başlamıştır. tehdit, darp, haraç vs.. aile detaylarına gir, ne biliyim işte şu filmde gördüğümüz vaftiz sahneleri falan.. kızına zorbalık ettiği için bakkal joe'yu dövdüğü sahne, bunları anlat..

    -beşinci bölümde namını biraz daha yay frank'in.. whispers ile tanışmasını, çamaşırhane olayını, keşif, hazırlık vs.. anlat. sonrasında angelo bruno ile tanışmasını, olayların aslını öğrenmesini, ilk boyacılık işini almasını, whipers'ın infazını vs..

    -altıncı bölümde russel ile frank'in yakınlaşmasını işle, hoffa'dan bahset, frank'in hoffa'ya koruma olacak olmasını ve frank'in chicago yolculuğun anlat. taksiciler sendikasına yapılan sabotajı anlat ve final olarak da frank ile hoffa'nın tanışmasını yapıştır gitsin..

    filmin giriş bölümünde anlatılan tüm bu mini hikayeler ile sanki küçük bir dizi çekilebilirmiş gibi geliyor bana.. bu başlıkların her birisi açılıp genişletilebilir.. ikinci sezonda da hoffa-frank ilişkisi, kenedy-hoffa kovalamacası, domuzlar körfezi olayı, kenedy suikasti, hoffanın hapse girmesi, "pro" ile buluşma, hoffa'nın mafya ile ters düşmesi vs ile devam edilebilirmiş. yani film gerçekten de bir kaç sezonluk bir dizinin filme dönüştürülmüş hali gibi. keşke bu efsane aktörleri böyle uzun uzun izleyebileceğimiz bir dizi şeklinde yapılsaymış bu çalışma.. tadından yenmezdi yemin ederim.. ikinci bir breaking bad vakası ile orgazmik anlar yaşayabilirdik.. ama sanırım, yönetmen scorsese bu oyunculara para yetiştiremeyeceğini bildiğinden sıkıştırılmış formatta bir film olarak çekmeye karar vermiş elinde ki senaryoyu.. hatta söylentilere göre, sırf senaryo için bile ekonomik sıkıntılar yaşamış scorsese.. bu konuda belki de scorsese ye değil, schindler's list, awakenings, gangs of new york ve moneyball gibi efsane filmlerin senaristliğini yapan steven zaillian'a kızmak gerek. allahsız, hiç mi acımadın bu senaryoyu filme heba ederken.. neyse..

    buradan itibaren artık filmin gelişme bölümüne geçiyoruz ve olaylar biraz daha derinleşiyor.. dizinin ikinci sezonu.. frank'in hoffa ile tanışması.. ama öncesinde hoffa hakkında bir kaç sahne gösteriyor yönetmen.. hoffa'nın o hararetli sendika konuşmasında arka arkaya "solidarity" (bkz: dayanışma) dediği sahneler, tam bir klasik pacino kükremesi.. neyse.. ikinci sezona başlıyoruz.. gelişmeler..

    frank, chicago'ya vardığında, taksiciler sendikasına düzenlenen sabotajda birlikte çalıştığı joey ile (şu hamamda konuştuğu şişko adam) hoffa'nın karşısına çıkar.. votkalı karpuz eşliğinde seviyesiz bir ortamda ağırbaşlılığını ve sükûnetini korur. tıpkı russell gibi, jimy hoffa da frank'den ilk görüşte etkilenir ve onu yakın koruması yapar. kısa sürede ailecek yakınlaşırlar ve russell'ın bir türlü sevgisini kazanamadığı peggy (frank'in kızı) hoffa'yı çok sever. çünkü frank'in de tabiriyle ürkütücü lakapları yoktur hoffa'nın.. aksine toplum için örnek sayılabilecek ve milyonlarca insana faydası dokunan iyi bir insandır hoffa.. her neyse..

    o günlerde, küba lideri castro, italyanlara büyük darbe vurmaktadır. havana'da ki kumarhanelerini, hipodromlarını, karides teknelerini ve gazinolarını kaybeden italyanlar, castroya karşı mücadelesinden dolayı kennedy'i desteklerler. bir çok eyalette seçimlere hile karıştırarak kennedy'i başkan yaptırırlar. başta sam "momo" giancana olmak üzere (bkz: momo, the sam giancana story-2011) italyan mafyasının desteğini alan kennedy, başkanlığa seçilir. yine mafyanın desteğine sahip hoffa ise bu durumdan hiç ama hiç memnun değildir. çünkü john f.kennedy, başkanlığa geldikten kısa bir süre sonra, kardeşi robert "boby" kennedy'i adalet bakanı yapar. ve adalet bakanı olan r. kennedy, ilk iş olarak hoffa'nın peşine düşer..

    burada hoffa'nın, kardeş kennedy karşısında ifade verdiği bir sahne vardır ki yine filmin inanılmaz güzel sahnelerinden birisidir. verdiği cevaplarla bakan kennedy'i çileden çıkartan hoffa, girdiği tüm mahkeme salonlarından kendisini kurtarmayı başarmıştır. (bu sahnelerde pacino'nun oyunculuğu, vücut dili, mimikleri gerçekten inanılmaz güzel.. defalarca izlediğim yerlerden birisi. ama bu sahneler öyle çabuk geçiyor ki, filmi ilk kez izleyen bir seyirci* ne olup bittiğini anlamıyor bile.. keşke buralar biraz daha açıklayıcı olsaymış diyeceğim ama o zaman da film 4 saati geçerdi herhalde. )

    başkan olan abisinin torpili ile adalet bakanı olan robert kennedy sadece hoffa ile uğraşmakla kalmamış, aynı zamanda abisini beyaz saraya sokan giancana, marcello, trafficante gibi mafya babalarının da peşine düşmüştür. bu olayları huzur evinde ki sandalyesinde anlatan frank'in anlatış tarzı, arka planda çalan müzik ve hikayenin sonunda frank'in "bu ne perhiz?" diye soruşu gerçekten izlemesi keyifli sahneler.. bu sahnelerin arasına bir kaç aile portresi ve peggy-russell soğukluğu da serpiştirir yönetmen..

    hoffa için zor günler yaşanmaktadır.. bakan kennedy her an ensesindedir ve nereye gitse, ne yapsa, attığı her adım yakın takiptedir. işte böyle zor bir günde ekibinin yaptığı bir hatadan dolayı küplere binen hoffa, odasında bir yığın sendika temsilcisini azarlarken frank birden odayı terk eder. hoffa'nın hakaretlerinden alınganlık eden frank, tabiri caizse hoffa'ya trip atacak kadar ukala bir moda girmiştir. ancak yine de hoffa, frank gibi bir adamı kaybetmek istemediğinden hemen onu ikna eder ve odasına geri döndürür.. burada ince bir mesaj var aslında.. irlandalıların ne kadar "gururlu" insanlar olduklarına bir gönderme yapmış yönetmen scorsese.. ama -bence yine- fazla hızlı geçiliyor bu sahneler.. her neyse.. bu olaydan sonra hoffa için üzüldüğünü dile getiren frank, mafya ile hoffa arasında iletişim sağlayan kişi konumuna gelir.. ve russell'a "kennedy'leri neden destekliyorsunuz? buna ne jimmy ne de ben anlam veremiyoruz?" diye sorar. russell ise, ilk başta, "her şeyi anlaması gerekmiyor" dese de, yine de frank'e bir takım açıklamalar yapar ve büyük resmin siluetini gösterir.. kendilerine karşı yapılan vefasızlığa karşılık "eski toprak"ların baba kennedy ile konuştuğunu ve "kime borcun olduğunu unutma" mesajını verdiklerini anlatır.. buralar deli sahneler.. izledikçe hissetmeniz, hissettikçe anlamanız gereken sahneler.. meseleyi daha fazla eşelemeyen frank "aman arkadaş sizden korkulur valla, bana işimi söyleyin ben işimi yapayım, gerisine de karışmayayım" minvalinde bakışlarından sonra russell'ın talimatlarını dinler.. tam bir görev adamıdır frank.. ve kendisine söylenenleri harfiyen yapar.. her ne kadar hoffa'nın koruması gibi görünse de, asıl patronu daima mafyadır.. bu süreçte hoffa'ya triplenecek kadar hoffa ile yakınlaşan frank, hoffa'yı çok sevse de, mafyanın işleri onun için daha önceliklidir. çünkü eski toprakların kennedy için gönderdikleri "kime borcun olduğunu unutma" mesajı, aslında kendisi için de geçerlidir. evet..

    ve domuzlar körfezi çıkartması.. tarihe büyük bir fiyasko olarak geçen, sadece iki gün süren ve castro rejiminin kesin zaferi ile sonuçlanan başarısız bir askeri operasyon.. frank, russell'ın talimatları ile bu operasyon için florida'ya silah taşır. ancak italyan mafyasının desteği ile castro karşıtı kübalıları silahlandırarak devrime karşı ayaklanma hareketi başlatan amerika hükümeti, büyük bir başarısızlık yaşar..

    bu olaylar yaşanırken sendika mitinglerine devam eden jimy hoffa, sendika başkan yardımcısı olarak f. fitzsimmons'u görevlendirir. ancak hoffa'nın bu kararı frank'in pek hoşuna gitmemiştir.. çünkü fitzsimmons'a karşı içinde kötü hisler vardır ve onun bu makam için uygun kişi olmadığını düşünür.. ama hoffa'nın asıl dert ettiği ve koltuğunu kaptırmaktan korktuğu kişi, bir başka italyan gangsteri olan, jersey mafyasının başı, sendikanın 560. şube temsilcisi, anthony provenzano yani küçük adam "pro" dur. şu, kennedy başkan seçildiğinde bar masasında, ağzında puro ile tebrikleri kabul eden adam..

    pro, çevresi oldukça geniş, sevilen ve saygı duyulan birisidir.. ve oldukça tehlikelidir. sırf kendi şubesinde yükselişe geçti diye rakip olarak gördüğü kendi adamı tony castellito'yu sally bugs'a (ilerde tekrar karşımıza çıkacak bir tetikçi..) boğdurarak öldürtmüş, sonra da cesedini odun öğütme makinasına attırarak yok ettirmiştir..

    pro'nun etrafa tehditler savuran ve korku saçan tavırlarının, sendika imajını zedelediğini ve bu konuda bir şeyler yapılması gerektiğini düşünen hoffa, lokal şubelere frank gibi adamların ihtiyacı olduğunu söyleyerek, frank'i 326. şube başkanı yapmak istediğini belirtir.. bu gelişme karşısında şaşıran ve gururlanan frank teklifi kabul eder.

    frank artık hoffa'nın yanında değildir.. kamyon şoförü olarak dahil olduğu sendikada artık kendisine ait bir şubesi vardır. ama hoffa; yine mahkemeye çıktığı günlerden birinde, mahkeme salonunda kendisine suikast girişiminde bulunulması sonucu, tekrar frank'i yanına çağırır.. o suikast girişimi sahnesinde hoffa'nın mahkeme salonunda yaptığı olay sonrası konuşma da tam bir scorsese canlandırması şeklinde geçer.. olayın merkezindeki kişinin saniyeler önce gerçekleşmiş olayı heyecanla anlatışı ve salondakilerin onu dinleyişi.. evimizde sessiz sakin otururken birden deprem olması, sokaklara dökülmemiz ve heyecanla ailelerimizi aramamız gibi.. fucking classic..

    mahkemeden mahkemeye sürüklenen hoffa ise, jüriyi satın almak için kapalı kapılar ardında gizli saklı ikna ekipleri oluşturur.. görevleri, jüriden uygun kişileri tespit edip satın almaktır. ancak bu olaylar yaşanırken, kennedy suikastı gerçekleşir..

    kennedy suikastına üzülmediğini pek de saklamaz hoffa. hatta sendika binasında yarıya indirilen bayrağı tekrar göndere çeker. başkan kennedy'nin öldürülmesinin ardından kardeşi robert kennedy'de bakanlık görevinden alınır.. ve kennedy aileisnin hoffa ile olan kovalamacası da orada son bulur.

    ama nashville'de jüriyi kandırmaya yönelik hareketten ve jüriyi satın almaya çalışmak suçundan ülkenin "adalet ruhuna zarar verdiği" suçlaması ile hoffa hapse atılır. her ne kadar hapse girse de hoffa işlerini bill bufalino ve sigortacısı allan dorfman (kafasından sekiz kere vurularak öldürüldü - 1983) ile içerden yürütmeye devam eder. neticede tüm para kontrolü hala onun elindedir. ve başkan yardımcısı olarak görevlendirdiği fitzsimmons'da bu konuda onun sözlerine riayet etmektedir.. ama kısa sürede fitz, hoffa'dan daha çok sevilir hale gelir.. çünkü insanlar hoffa'dan koparamadıklarını fitz'den koparmaktadır ve bu durum başta pro olmak üzere bir çok kişinin işine gelir. dorfman bazı ödeneklere engel olmaya kalksa da, "kıçında patlatılan maytap" ile gerekli uyarı mesajını alır.

    bu olaylar sırasında ise pro haraç kesme suçundan 7 yıl hapis yer.. ve hoffa ile aynı hapse atılır.

    hapishanede hoffa ile pro karşı karşıya gelir.. filmin en güzel sahnelerinden birisi de bu ikilinin hapishanede ki emeklilik ikramiyesi tartışmasıdır.. hoffa'nın proyu delirtmesi, pro'nun hoffaya "şşşşş bana sesini yükseltme" demesi, hoffanın "im done.. talking about.. this.!" dediği sahne ve devamında pro'nun çıldırması.. gerçekten çok güzel sahneler aslında.. ama filmin hengamesi, curcunası arasında olup bitenleri anlamaya çalışırken gözden kaçıyor.. senaryonun uzunluğu ve yoğun konu kalabalığı yüzünden bu tür sahnelerin güzelliği kaçıyor.. bu sahnelerde al pacino'nun oyunculuğu kadar pro karakterini canlandıran stephen graham'a da kısaca değinmek isterim. gerçekten çok etkileyici bir oyunculuk sergilemiş.. böylesine büyük babalar arasında bence oldukça iyi bir performans koymuş. burada hoffa, bariz bir şekilde pro'nun hakkını gasp etmeye çalışmış, pro da hoffa'yı bir güzel pataklamıştır.. frank bu olaydan bahsederken "her şeyin çöktüğü an işte buydu" der.. bu olaydan sonra hoffa hiç bir zaman pro'ya ve mafya'ya karşı geri adım atmamış ve sendikasını onlara yar etmemek için canını ortaya koymuştur.. zaten ilerleyen sahnelerde bunu uzun uzun anlatacak yönetmen..

    burada inanılmaz bir sıçrama ile tamamen farklı bir karakterin, bir ara karakterin hikayesine atlıyoruz.. ne kendisinden önce olup bitenlerle ne de kendisinden sonra olacaklarla bir alakası olmayan ama o dönemde büyük ün yapmış bir başka sorunlu gangster'in hikayesi.. joey gallo.. ilerde bahsedeceğim demiştim.. tıpkı filmin giriş kısmında ki mini anekdotlar gibi burada da, "crazy joe" yani joey gallo'nun hikayesi işlenmiş.. joey gallo'nun ne hoffa ile ne kennedy ailesi ile ne fitzsimmons'la ne de frank ile bir alıp veremediği yokmuş aslında. ama küçük bir araştırma ile öğrendim ki, profaci'ler ile girdiği aile savaşlarından sonra 10 yıl hapis yatmış ve hapisten çıkınca "italyan amerikalılar sivil dayanışma derneği" başkanını vurdurarak italyan mafyasını karşısına almış. zaten kendisine karşı çok öfkeli olan russell'a bir de posta koyup artistlik yapınca russell, gallo'nun kalemini kırar.. ve frank, gallo'yu ailesinin yanında, çocuklarının gözü önünde infaz eder. peggy? peggy büyümüştür.. ve tüm bu olup bitenlerde hep babasının parmağı olduğunu hissetmektedir.. içten içe..

    bu ara bölümün amacına bakacak olursak, frank'in mafya ile olan boyacılık işerinin halen devam ettiğini görmekteyiz. her ne kadar hoffa'nın yakın koruması da olsa, hatta kendisine ait bir sendika şubesi de olsa, frank'in asıl işi boyacılıkdır.. ve bu detayı yönetmen bize unutturmaz.. bu ara bölümün bi amacı da, kronolojik olarak -hoffa'nın hapis döneminde- o tarihlerde yaşanan infazlara biraz daha vurgu yapabilmek, dikkat çekebilmek.. çünkü yazımın başında da dediğim gibi, o dönemlerde cinayetler suikastlar havada uçuyormuş.. ve kendi içlerinden birisi bile olsa, mafyanın adam öldürmekten hiç geri kalmadığı sık sık vurgulanmak istenmiş..

    her neyse, ana hikayeye dönüyoruz.. daha önce nixon'a ekonomik destekte bulunan hoffa, başkan seçilen nixon'un affı ile şartlı tahliye edilerek hapisten çıkar.. ama işler biraz değişmiştir. başkan yardımcısı olarak kendi görevlendirdiği f.fitzsimmons, pro'nun da desteği ile artık rakibi olmuştur.. ve kendi kurduğu sendikasının başkanlığı için mücadele etmesi gerekecektir. ama bunun için ilk olarak, pro ile arasını düzeltmeli ve işleri yoluna koymalıdır..

    ve filmin en güzel masa diyaloglarından biri daha gerçekleşir.. hoffa ile pro'nun buluşması.. tekrar tekrar izlenecek enfes bir bölüm.. bayılıyorum bu bölüme de.. tam bir tarantino sahnesi asında burada olup bitenler.. tam bir tarantino tartışması.. frank ve tony jack'in (pro tutuklanırken ayağa kalkan adam) hoffa ve pro'yu sakinleştirmek için çabalamalarından tutun da pro'nun ve hoffa'nın mimiklerine kadar enfes bir perde.. dolu dolu.. geç kalma muhabbeti, toplantıya böyle mi gelirsin sorusu, pro tarafından ırkçılık olarak algılanan "you people" sözü ve karşılıklı özür beklemeleri.. sonrasında kopan ipler.. yine filmin en ama en keyifli sahnelerinden biri.. ama bu tür sahnelerden keyif alabilmek için belli bir sinema birikiminizin olması gerekiyor.. hatta ukalalık olarak algılamazsanız eğer, sadece belli başlı seyirci profili için çekilmiş sahneler bunlar.. sadece scorsese - tarantino harmanlamasını hayal edebilecek seyirciler bilir bu sahnelerin değerini.. neyse.

    hoffa artık pro'dan kesin olarak kurtulmak ister.. ve russell'ın bu işle ilgilenmesi için frank'den ricada bulunur.. pro'nun defteri dürülsün istiyordur. ama frank bu işe pek sıcak bakmaz. çünkü biliyordur ki pro -bir italyan olarak- mafyanın koruması altındadır.. ama yine de durumu russell'a izah eder ve pro'nun bölgesinde ki asıl patron olan tony salerno'ya (fat tony) başvururlar.. salerno ile yapılan ilk görüşmede pro'yu dizginlemeyi umarlarken, tam tersi hoffa'ya bir "uyarı", "ikaz" kararı çıkar.. ve frank için mafya ile hoffa arasında tam manasıyla bir ulaklık süreci başlar.. mafyanın kararlarını hoffa'ya, hoffa'nın cevabını ise mafyaya ileten frank her seferinde hoffa'yı ikna etmeye ve arabuluculuk yapmaya kalksa da, hoffa inanılmaz inatçı bir adamdır ve asla geri adım atmaz.. ilk görüşmenin sonunda salerno, hoffa'ya onu sevdiklerini ve işini (sendika başkanlığını) geri almaya çalışmasına engel olmayacakları mesajını gönderir.. ama bu hoffa'yı rahatlatmak yerine daha da gerer.. ve bir dizi inatlaşma serisi başlar.. bu inatlaşmalar, zaten çöküş döneminde olan hoffa'nın kesin bir şekilde sonunu getirecek olan olaylar zincirinin başlangıcına dönüşür.

    pro'ya karşı mafyanın herhangi bir hamle yapmayacağını anlayan hoffa işleri kendi bildiği yolla düzeltmeye karar verir ve bunun için ilk olarak fitz'i devirmeye çalışır.. fitz ile hoffa arasında karşılıklı mesajlaşmalar neticesinde, (ki mesaj göndermekten anladıkları, göz korkutmaya yönelik bomba patlatmalar şeklinde gerçekleşir) hoffa'nın karısı jo sendikadan kovulur. bu hoffa için bardağı taşıran son damla olur ve artık hamlelerini düşünüp taşınmadan, ucunun nerelere varacağını tartmadan yapmaya başlar.. ve televizyon karşısında tüm ülkenin önünde fitzsimmons'un sendikayı mafyalara sattığını iddia eder.. russel ve frank hala hoffa'yı savunmaya çalışsalar da, bu gelişme salerno gibi babaları bir hayli kızdırır. ve salerno artık hoffa'nın piyasadan çekilmesini ister.. bu mesejı hoffaya iletme görevi tabii ki de yine frank'in dir..

    frank'in hoffa'ya "salerno" ismini verdiğinde hoffa'nın bakışları.. ahhh.. yine filmin kaçırılmaması gereken en önemli detaylarından.. "artık emekli olmanı istiyorlar" der frank.. "bunu kim istiyor?" diye sorar hoffa.. tony deyince "hangi tony, hepsinin adı tony" der hoffa, esprili bir dille.. sonrasında tony salerno ismini duyduğunda ise bi anlık kafasında ihtimaller, olasılıklar canlanır.. içinde bulunduğu durumu yarı şaşkınlık yarı korku ile şöööööyle bi tefekkür eder.. ama yine de geri adım atmaz. burada tony salerno ismine biraz değinmek gerekiyor sanırım. zira filmde yine çok hızlı geçilmiş ve seyircinin "zaten tanıdığı" varsayılan/beklenen karakterlerden birisi.. kendisini tanımadan izleyen bir seyircinin hoffa'nın tepkisini kaçırması da gayet normal.. ha benim gibi tanımadan da izleyebilirsiniz, sorun deil.. ama ben -yine bir amme hizmeti olarak- hakkında kısaca bişeyler bırakayım buraya.. sözlük başlığı da boş kalmış zaten. her neyse.. tony salerno, harlem bölgesinde ilk olarak michael coppola'nın yerine geçerek yükselmiş.. kısa sürede boks maçları, hipodrom yarışları vs gibi bir çok alanda bahisçilik ve haraç ile yıllık 30 milyon dolar geliri olan bir mafya babasına dönüşmüş.. ekim 1986 da fortune magazine tarafından, kısa süreliğine de olsa, amerikanın, güç, zenginlik ve nüfus açısından en büyük gangsteri olarak ilan edilmiş. daha sonra ise new york'un neredeyse tüm inşaat sektörüne hakim üç ailesinden biri olan genovese suç ailesinin underboss'u, yani ikinci patronu, yani görünen yüzü olmuş.. inşaat sektöründe faaliyet gösteren hemen hemen tüm sendikalar bu üç ailenin elindeymiş. salerno'nun inşaat hisselerinden komisyon/haraç aldığı yapılar arasında trump tower da varmış. new york, manhattan, harlem bölgelerinde hakimiyet sürmüş.. daha sonra -filmde de anlatıldığı gibi- prostat kanserinden sidiğini tutamayacak duruma düşmüş ve 1992 de, 80 yaşında hayata veda etmiş..

    işte kamyoncular sendikasının başkanı jimmy hoffa, koskoca inşaat sektörü sendikacılarına hakim bir adamın ismini duyunca bir an irkilir.. ama yine de geri adım atmaz.. salerno ise "joe gallo" infazını hatırlatarak aba altından sopa gösterir. ama hoffa inadını sürdürür.. bu inatlaşmalar devam ederken frank, hoffa'dan kendisi için düzenlenecek olan ödül törenine katılmasını ve ödülü kendisinin takdim etmesini ister.. hoffa bu teklifi memnuniyetle kabul eder.

    törende bir çok önemli isim bir araya gelir.. russell bufalino, bil bufalino, angelo bruno, anthony provenzano (pro), tony salerno, diğer sendika temsilcileri, başkanlar, patronlar, eşler vs.. oldukça kalabalık bir gecedir.

    bu gecede geçen diyaloglar, bakışmalar, tartışmalar.. yine enfes bir bölüm.. scorsese böyle sahneleri de çok sever.. hemen hemen her filminde mutlaka bi balo, ödül töreni, eğlence partisi vs. kalabalık bi sahne vardır.. ışıklandırmalar, renkler, kamera açıları, konsept.. her bir detaya titizlikle dikkat eden en ağır auteur yönetmenlerden. bu bölümde bir kaç kilit diyalog vardır yine.. önce hoffa ile rusell konuşur.. rusell, hoffa'ya nazaran çok daha sakin ve ağır bir mizaca sahiptir. onu bir kere de kendisi uyarmak ister.. ama hoffa'nın inadı karşısında hiç kendisini yormaz.. sakince şunu söyler sadece: "bazı insanlar, kıymet bildiğini göstermekte yetersiz kaldığını düşünüyor.." cümleye bak.. of of off... hoffa inadını sürdürdüğünde ise, çaresizce "sana yardımcı olmaya çalışıyorum" der.. joe pesci son yıllarda oyunculuktan bir hayli uzak kalsa da o sakin ve ağır tavırları, hoffa'ya yardım etmek istediğini ifade edişi, ara ara gülümseyişi, bilge tavırları, oyunculuğu.. gerçekten dört dörtlük.. hoffa ve russell ayak üstü tartışırken frank onları uzaktan izlemektedir.. ve çok iyi bilmektedir ki konuşulanlar hoffa için pek de hoş şeyler değildir. gecenin ilerleyen saatlerinde hoffa, frank'e ödülü* takdim eder.. konuşmalar yapılır, fotoğraflar çekilir, danslar edilir.. ve russell gizli saklı bir köşede, gösterişten uzak, mafyanın gizliliğine yakışır şekilde frank'e kendi hediyesini takdim eder. dünyada sadece kendisinde ve angelo bruno'da olan bir yüzük.. bu yüzük artık frank'in de bir mafya üyesi olduğunun nişanesidir.. ve son kez frank'den hoffa'yı ikna etmesini ister.. ve burada çok iddialı bir cümle geçer.. devlet başkanını indiren adamlar sendika başkanına ne yapmaz.. artık hoffa meselesi o kadar uzamış ve sınırları zorlar bir hale gelmiştir ki, mafya için hoffa'nın kaleminin kırılması an meselesidir..

    buraya küçük bir parantez açmak istiyorum.. son yarım saat boyunca yönetmenin vurguladığı tek bir şey var. frank ve russel'ın (özellikle frank'in) hoffa'yı kurtarma çabaları.. yönetmen bu konuyu fazlaca vurgulayarak, hoffa için artık yapılacak bir şeyin kalmadığını ve frank'in yaşadığı "arada kalma" sıkıntısını, seyirciye iyice hissettirmek istemiş. hoffa'yı ikna etmeye çalışan russell ve frank büyük bir ikilem içerisinde kalıyor ama neticede yüzük, kol saatinden ağır basıyor.. hoffa'nın inatçı ve cesur bir şekilde sendikasını bırakmayışı ve mafyanın ısrarla onu emekli etmek isteyişi, frank'i muazzam bir ikileme sürüklese de; durup şöyle bir olup bitenlere baktığı zaman, "kime borcu olduğunu unutmaması gerektiği için", kaybeden hoffa oluyor.. her neyse.. devam edeyim.

    frank hoffa'yı son bir kez uyarır.. ve hoffa'ya açık açık kendisine koruma tutmasını söyler.. hoffa omuz silkip gülerek "ben koruma tutarsam aileme giderler" deyip bu komik teklifi reddeder.. inadını sürdürmektedir. ama burada ince bir fark vardır.. hoffa'nın inadı cahil bir adamın körü körüne güttüğü bir inat değildir.. onun da kendince haklı gerekçeleri, haklı bir davası vardır.. onlar bana bir şey yaparsa ben de onlara yaparım der. ama büyük bir zaafı vardır hoffa'nın.. karakter analizinde zayıftır.. nabza göre şerbet vermeyi bilmez çünkü nabızları ayırt edemez.. herkesi aynı görür.. mesela frank konuşmalarında hep hoffa'yı sakinleştirecek kelimeleri bulup yuvarlak cümleler kurma kabiliyetini gösterebilir.. hoffa'yı ikna edebilmek için hoffa'nın gururunu okşar. ama aynı şeyi hoffa yapamaz.. her zaman dobra dobra ve dümdüzdür.. bu yüzden frank'in gerçekte kimin tarafında olduğunu bir türlü göremez.. bir türlü kimin kim olduğunu ayırt edemez.. bir türlü elmayla armutu ayıramaz.. frank kendisini koruması yönünde hoffa'yı uyarırken, hoffa "asıl sen kendini koru" gibisinden bir karşılık vererek, ne kadar düşünce körü olduğunu ve başına geleceklerin farkında olmadığını ortaya koyar.. frank ise kelimenin tam anlamıyla yıkılmıştır, perişan olmuştur. ve frank için, belki de tarihin gelmiş geçmiş en büyük ihanetine imza atma günü kaçınılmaz bir şekilde yaklaşmaktadır.. ödül töreninde ki konuşmasında "sonuna kadar arkandayım" dediği hoffa'nın son bir kez arkasında duracağı gün yaklaşmaktadır..

    ve evet.. olayların kesiştiği yerdeyiz.. filmin başında, frank ve russell'ın düğün için çıktığı yolculuğa geldiğimiz nokta.. artık çarpık kurgu falan yok.. farklı zaman çizgileri vs yok.. hikaye tek bir kanaldan akıyor.. tüm olup bitenler, filmin başında başlayan yolculuğu yakaladı.. frank için düzenlenen ödül töreninden sonra rusell ve frank, eşlerini de yanlarına alarak, düğün için detroit'e doğru yola çıkarlar.. bill bufalino'nun kızının düğünü. bir sonraki durakta hoffa, pro, frank ve russel bir araya gelip bu meseleyi çözeceklerdir.. ama henüz ne frank ne de hoffa olacaklardan haberdar değildir. buraya kadar olup bitenler de filmin gelişme bölümüydü.. şu filmin giriş bölümünde bahsettiğimiz mini dizinin ikinci sezonu.. tıpkı filmin giriş kısımlarında olduğu gibi buraya kadar olup biten olayları da bölüm bölüm sınıflandırmak mümkün bana göre.. yine başlık başlık yazmaya gerek yok sanırım ama en azından ben kendi kafamda öyle tasarladım filmi.. aslında mini dizi gibi olmasa bile, filmin iki parça şeklinde çekilmesi de düşünülmüş ama nedense tek film ile bu eseri tamamlamak istemiş scorsese.. muhtemelen gençleştirme teknolojisi ile 150 milyon doları aşan film masrafı yüzünden olsa gerek.. bu arada bu teknolojiye de çok kısaca değineceğim ama henüz filmin climax noktasına varmadık. hikayemiz tamamlandığında bu konuya da kısaca değiniriz.. ama önce şu hikayemizi bir tamamlayalım.. evet.. frank ve russel ikilisi yolculukta bir kaç yere uğrayıp para toplamışlardır. mola verdikleri bir motelde ise frank russel'ı telefonla arayarak bir buluşma ayarlamaya çalışır.. hoffa ilk başta pro ile takrar aynı masaya oturmayı kesin bir dille reddetse de, frank'in ikinci aramasında görüşmenin ayarlandığını ve pro ile buluşacağını söyler.. frank de sabah erkenden hoffa'nın yanında toplantıya katılmak üzere yola çıkacaktır..

    ancak karar verilmiştir.

    russell ile frank'in mısır gevreği yerken yaptıkları konuşmada russel olacakları frank'e anlatır.. bu sahnelerde frank'in dolan gözleri beni bitirdi gerçekten.. frank için çok ama çok zor bir sahne, çok zor bir karardır.. ama yapmak zorunda olduğu şeyi yapmak mecburiyetindedir.. meşhur bir söz vardır, bilirsiniz, yola çıktıklarınızı yolda bulduklarınızla değişirseniz hem yolunuzu kaybedersiniz hem dostunuzu diye.. frank bu yolculuğa russel ile çıkmıştır.. hoffa onun için bir görevden ibarettir.. evet, hoffa'ya büyük saygı duymaktadır, onu sevmektedir ve ona karşı duygusal bir bağ geliştirmiştir.. ama frank bir tetikçidir. nasıl ki askerde işini iyi yapan esirlerin bağışlanmayı umdukları yerde gözünü kırpmadan tetiği çektiyse, burada da aynı şeyi yapabilmelidir.. bu yüzden rolüne bürünür.. ve her zaman ki gibi kendisine verilen görevi harfiyen yerine getirmek üzere yola koyulur. plan gayet basittir. detroit'e önden uçakla gidecek, "yapması gerekeni yapacak" ve tekrar geri dönüp hiç bi şey olmamış gibi eşlerini de alarak araçla detroit'e doğru yola çıkacaklardır.. ve bu işi frank'den başkası yapmamalıdır..

    daha önce pro'nun talimatı ile pro'nun rakibini boğarak öldürüp sonra da odun öğütme makinesine atan bir adam vardı ya hani.. ilerde tekrar karşımıza çıkacak demiştim.. sally bugs.. evet, sally bugs ve ekibi evi hazırlamıştır.. temizlik ve yok etme işi onlardadır.. ama tetiği çekecek kişi hoffa'nın en son umacağı kişidir. hoffa ile sally arasında geçen -yine tarantino vaari- bir araba muhabbetinden sonra, hoffa buluşmanın gerçekleşeceğini düşündüğü eve girer.. ve arkasında sadece frank vardır.

    buradan sonra olup bitenleri yazmaya çok gerek duymuyorum.. açıkçası ne kadar zorlarsam zorlayayım yazacak bir şey de bulamıyorum.. üç gündür bu noktada tıkandım kaldım.. sadece izlemeye devam etmeniz lazım. yine çok enfes sahneler, yine çok güzel detaylar var.. ama buradan sonrasını da artık izleyiciye kalmış. hoffa'nın ortadan kaybolmasının ardından peggy frank ile bir daha konuşmaz.. zaten hep bir şeyler hissetmiştir peggy.. ve bu işte de babasının bir parmağı olduğundan emindir. frank'in hoffa'nın eşi jo ile telefonda yaptığı görüşme de etkileyiciydi.. ama daha da etkileyici olan, filmin son 20 dakikası.. frank'in son demleri.. russell'ın yaşlılığı.. o ekmek ve şarap ikilisi yine masadadır.. ama bu sefer çok daha farklı bir yerde farklı şartlarda.. tabut pazarlığı.. günah çıkarma sahneleri.. fbı dedektifleri ile yapılan son görüşme.. dedektiflerin frank'e "artık kimse kalmadı, kimse yaşamıyor" deyişi.. evet.. yaşamı.. yaşlılığı.. ve ölümü sorgulatan bir dizi çarpıcı sahne ile filmin sonuç bölümünü bağlar usta yönetmen scorsese.. ve mükemmel bir son sahne ile ekran kararır. filmin bu son bölümü, tüm filmin tamamı kadar çarpıcı ve etkileyicidir aslında.. ama benim gerçekten dilim dönmüyor anlatmaya.. dediğim gibi, filmin kendi türünde çok ama çok başarılı olduğunu düşünüyorum.. oyuncu kadrosundan teknik ekibine çok usta isimlerin bir araya geldiği şahane bir film. tüm karakterlerin bir dönem gerçekten yaşamış ve büyük oranda bu olaylara karışmış insanlar olması da ekstra etkileyici.. hatta bu konuda yine şu kaynağımızı bırakalım buraya.. incelemek isteyenler biraz göz atabilir.

    oyunculuğundan, senaryosundan, yönetmeninden ziyade, son olarak, bir de şu gençleştirme teknolojisinden bahsedivereyim kısaca.. bu konuda kaynak çok aslında, gerçekten merak edenler daha detaylı anlatımlara erişebilir.. bu işi yapan industrial light & magic diye bir firma. kulandıkları teknik ve yazılım ise, 3 kafalı kızılötesi kameralar ve flux yazılımı.. işin başında ki kişi ise pablo helam isminde bir görsel efekt uzmanı. farklı açılardan çekilen görüntüler ile oyuncuların yüzüne herhangi bir işaretçi koymadan üç boyutlu modelleme yapılmış ve makyajsız gençleştirme efekti verilmiş.. çoğu sinema sitesinde de bu tekniğin sinemanın geleceğinde önemli bir yeri olacağı ifade edilmiş.. ama açıkçası bundan şüpheliyim.. daha doğrusu böyle bir geleceğin oyunculuk sanatına zarar verebileceğinden korkuyorum.. madem böyle bilgisayar efektleri ile oyuncuları modelleyebiliyoruz, ee her şey animasyon olsun öyleyse.. sonuçta bir oyuncunun bir duygu karşısında verebileceği mimik sayısı üç aşşağı beş yukarı bellidir, yükleyin bilgisayara, bilgisayar oynasın.. hatta bu konuda yazılmış bir kitap da vardı sanırım.. hangi duygu hangi mimiklerle ifade edilebilir diye.. bunlar sanatı sınırlandıran şeyler gibi.. ama bir bakıma da, bazı şeyleri kategorize edebilmek, o işin bir metodunu oluşturabilmek gerek. fakat bunu bilgisayarlara yükleyip her şeyi belli bir standart çerçevesinde yapacaksak, oyunculuk ekollerinin, yeteneğinin ne anlamı kalacak.? her neyse.. bu film için gerekli bir teknolojiydi kesinlikle, kabul ediyorum.. ama çok yaygınlaşmasına gerek yok bence*. bu arada benzer teknoloji bir başka oscar adayı the curious case of benjamin button filminde de kullanılmıştı.. hatta galiba aynı teknolojinin geliştirilmiş versiyonu.. ama hala geliştirilmeye ihtiyacı olabilir, zira yüz hatlarında ki yaşlılığı gizleyip saklasalar da, gözlerde ki yaşlılığı gizleyememişler kesinlikle.. neyse, daha detaylı bir anlatım için şu tarz videoları izleyebilirsiniz. evet..

    son sözlerimi yazmadan önce, burada, kısaca kişisel bir anımdan bahsetmek istiyorum.. benim rahmetli bir amcam vardı.. kalp krizinden vefat etti.. böyle filmlerin hastasıymış gerçekten.. kendisiyle sinema sohbeti yapmaya çok fırsatım olmadı maalesef.. ama şu kadarını söyleyeyim, ben hayatımda üç cümle ile üç sayfa konuşan başka bir adam görmedim.. öyle ağır biriydi.. yeri geldiğinde gülüp şakalaşmasını da bilirdi. koyu bir fenerbahçe taraftarıydı.. ve kendi çapında mafyatik bir ruhu vardı. vakti zamanında bir takım olaylara da karışmış.. üniversite yıllarımda bir otobüs firmasında müdür olan amcamın yanına giderdim bazen.. dakikalarca konuşmadan otururduk sessiz sessiz.. ama konuşmaya başladığında söylemesi gereken her şeyi söylemiş olurdu zaten.. şimdi yaşasaydı ve bu filmi izleseydi eminim çok severdi.. çok beğenirdi.. bu filmde, doğrudan söylemeden anlamınız gerekiyor bir çok şeyi.. işte özellikle bu yönüyle sık sık amcamı hatırlattı bana.. amcam da böyleydi. bir şey söylerdi, ne anlamanız gerektiğini siz düşünüp bulurdunuz.. evet.. bir dönemin kapanışı.. bir devrin bitişi belki de bu film..

    ve sadece bu dönemin inceliklerine hakim bir seyircinin anlayabileceği bir kalite ile veda ediyorlar bize..
105 entry daha
hesabın var mı? giriş yap