4 entry daha
  • alfred beyin, ilk ve tek en iyi film oskarı sahibesi hanımıdır rebecca.. hitchcock'un en sevdiği oyuncularından olan laurence olivier'ye joan fontaine eşlik eder ki, joan hanım özellikle filmin yarıdan fazlasına hakim çocuk-kadın rolünü, hem de çok güçlü bir femme fatale karşısında, fevkalade oynar, sembolleştirir adeta..

    kane içün rosebud ne ise, rebecca içün de "manderley" o biçim mühimdir.. zaten alfred bey, daha ilk sahnede manderley'i düşlerin anahtarı olarak elimize verir biz seyredengillerin.. öyle ki, bu manderley sınırlarına giriveren tüm karakterlerin bilinçleri derhal parçalanır, bölünür; bir nevi bilinçaltı şatosudur manderley.. şatonun gardiyanı da, daha doğrusu düşle gerçek arasındaki yegane köprü görevini üstlenen de bizim nobran, "tablodan çıkmış gibi" duran bayan danvers'dir (judith anderson)..

    filmin bir diğer özelliği, joan hanımın canlandığı; rebecca'nın şeytani gücüne karşı duran, henüz lanetlenmemiş bir havva masumiyetinin şekillediği karakterin bir adı olmamasıdır.. tek bir isim vardır etrafta, malum rebecca'dır; hatta isim bile değil, tek bir harftir: r.. film, baştan sona r'lerle doludur; alfabenin zor telaffuz edilen, daha doğrusu sürçme payı diğerlerinden daha fazla olan r'leriyle..

    alfred beyin, modernizm ile apaçık dalgasını geçtiği filmlerinin başında yer alması da bir başka yönüdür rebecca'nın; tabii bunda, abd'de çektiği ilk film olmasının etkisi ne kadardır, bilinmez..

    yine joan hanım diyorum, başka da bir şey demiyorum ben efendim; böyle oyunculuk, böyle bir yönetmen oyunculuğu dostlar başına yani..
151 entry daha
hesabın var mı? giriş yap