27 entry daha
  • sosyal adalet ve eşitlik sık sık birbirine karıştırılır. probleme yaklaşımda iki alışılmış perspektif vardır:

    - dünya adaletsizdir, insanlar eşit değildir. erdemli olan eşitliğin sağlanmasıdır.
    - mühim olan herkese eşit davranmaktır. eşitliği sağlamaya çalışarak bir grubu el üzerinde tutmak asıl ayrımcılıktır.

    günümüzdeki formu ile devletler var olduğu ve tom w. bell'in dikkat çektiği polisentrik hukuk sistemleri gibi insanları kabul etmedikleri yasal tahakkümlerden özgürleştirecek sistemler kurulmadığı sürece mesele bu iki maddeden birini her koşulda tercih etmek değil, iki madde arasında çizgilerin nerelerde çekileceği, neden çekileceği, bunların neticelerinin tam olarak nasıl olacağı üzerinde tarafsızca düşünmek olacaktır.

    birinci madde, ilk bakışta "insani" görünen maddedir. evet, insanlar eşit koşullarda dünyaya gelmez. bazı insanlar diğerlerinden zekidir, bazı insanlar diğerlerinden daha dışa dönük ve networking yapmaya eğilimlidir, bazı insanlar daha güzel/yakışıklıdır, bazı insanlar daha varlıklıdır, bazı insanların bazı sanatsal yetenekleri edinebilmeleri diğerlerinden daha basittir, bazı insanlar sağlık sorunlarıyla mücadele ederler, bazı insanlar ataerkil bir ülkede kadındır/erkektir, bazı insanlar ekseriyeti milliyetçi bir ülkede azınlıktır.

    adaletsizlik üzerine kafa yoran bir insan, bu listenin sonunun olmadığını görebilir. bu çok normaldir zira insanlar biyolojik olarak yüzeyde görünenden çok daha farklıdırlar. tüm bu ideolojik örneklerden bağımsız bir örnek olarak, gece kuşlarını verebiliriz. (bkz: gece kuşu/@highpriestess) bazı insanların kafaları, geceleri daha verimli çalışır. lakin günümüzde rutin iş yaşamı bunu hesaba katmaz. neredeyse herkesin sabahtan akşama kadar çalışması veya uyanık olması gerektiğini varsayar. bunun gibi, bazı bireylerin özgün vasıflarının toplumsal/geleneksel düzene uymadığı pek çok örnekten söz etmek mümkündür. peki leviathan'ın kolları nerelere kadar uzatılmalıdır?

    ikinci madde kolektivist değil bireyci düşünenlerin veya hiç düşünmeyen avantajlı kesimlerin savunacağı türde bir maddedir. ludwig heinrich edler von mises sosyalist planlamaya karşı çıkarken, plancılık ve sosyalizm davasının ruhunda kifayetsizliğin ve aşağılık duygusunun gömülü olduğunu iddia eder. kendi kabiliyetsizliğini gören bir insanın selameti rekabet aleyhinde cephe almakta bulacağını söyler.

    benzer olarak hayek, insanlara eşit davranmakla onları eşit yapmaya çalışmak arasında büyük bir fark olduğunu öne sürer. birincisini özgür bir toplumun zorunluluğu olarak, ikincisini bir kölelik biçimi olarak yorumlar. ne var ki, doğal koşullarda herkesin herkese eşit davranacağını garantileyen bir mekanizma yoktur. kimse kağıt üzerinde diğer insanlar ile eşit haklara sahip olup toplum genelinde kabul görmeyen bir takım niteliklere sahip olan bir insanın sistematik bir dışlama veya baskı mekanizması ile karşı karşıya kalmayacağını garantileyemez.

    bu konu abd'deki ivy league üniversiteleri üzerinden incelenebilir.

    ivy league üniversitelerinin öğrenci profilleri uzun yıllardır cumhuriyetçi ve demokrat kanatlar arasında bir tartışma konusu olagelmiştir. abd'de asyalı öğrenciler zekalarıyla, çalışkanlıkları ile tanınırlar ve ivy league okullarındaki asyalı öğrenci oranlarının yerinde saymasının sebebinin ırkçılık olduğunu iddia ederler. haddikifayeleri kendilerinden alt seviyede kalan öğrencilerin bu okullara kabul aldığının farkına varan asyalılar konuyu abd mahkemelerine taşımaktan da çekinmemişlerdir.

    bu durumda woke akımının talep edeceği hukuki çözüm bellidir. birleşik devletler, bünyesinde bol miktarda hint, siyahi, asyalı ve daha pek çok etnik kökenden minoriteler barındıran bir memlekettir. mezkûr ekalliyetlerin akademideki ve iş yaşamındaki temsillerini basitleştirmek ancak kurumları çeşitliliğe zorlayan diversity programları ile mümkün olacaktır.

    söz konusu farazi ameliyelere müteallik akıl yürüten bir kişi bu faaliyetlerin adaleti sağlama hususunda başarısız olacağını da düşünebilir. öyle ki belirli gruplara mazide yapılmış olan ayrımcılığın ters ayrımcılığı haklı çıkaracağı kanısında olmak kalifiye öğrencilerin hakkının daha fazla yenmesine de vesile olabilecektir. ırkı veya cinsiyeti bir seçim unsuru olarak belirlemek meritokrasiyi baltalama riskine gebedir.

    tüm bunlar tartışılırken, harvard gibi üniversitelerin ırkları ve cinsiyetleri aşan legacy sistemi nedense unutulur. aslında legacy sistemi varlığı kanıt dahi gerektirmeyen, açık bir şekilde pratiğe geçirilen bir sistemdir. lakin nedense legacy öğrencilerin kabul oranlarının ortalama kabul oranını 5'e katlaması dahi çözümlenmemiş, açık bir meritokrasi sorunu iken bu konu harvard'a dava açan bir asyalı kadar gündemde tutulmaz.

    ereğini adaleti sağlamak veya meritokrasiyi sağlamak şeklinde pazarlayan kişiler ve kitlelerin, gözlerinin önündeki daha büyük ve daha açık nepotizmlere karşı sessiz kalmaları az rastlanan bir durum değildir. bu tür problemler kurumsal ve bürokratik problemler değil, ahlak problemleri olarak ele alındıkları sürece önerilen çözüm önerileri meritokrasi yerine kakistokrasiyi besleyebilir.

    iş yaşamındaki emek ve değer çatışmasının kısırlığı ise ahlakçı perspektifin reel piyasa ile uyumsuzluğundan doğar. reel fiyat mekanizmalarının marksizmin ltv'si ile aşılabilecek bir mekanizma olmadığı sarihtir. ltv'ye göre bir mal veya hizmetin ekonomik değeri onu ortaya çıkaran emeğe göre belirlenmelidir. marjinalist kritiklerle bu fikirler çağ dışı kalmış iken bir sosyalistin bu vaziyete "çağ dışı kalmasının sebebi kapitalizmin kendisidir." şeklinde karşılık vermesi yüksek bir olasılıktır. haliyle sosyalistlere, sosyalist rejimlerdeki kuvvetli merkezi kontrolün bir dikta rejimine, bir komiserokrasiye nasıl evrilmeyeceği sorusunun yöneltilmesi gerekecektir.

    eğitim ve sağlık hizmetleri gibi hizmetlerin temel insanı hakkı kapsamında olmaları ise liberteryen kanadın çeşitli fraksiyonlarında makul görülebilir. bir pandemide "herkes kendisini kurtarmalı." şeklinde bir yaklaşım fonksiyonel olmaz. veya serbest piyasa ilişkilerinde rekabet için zaruri olan kişisel yetenekler eğitim ile inşa edilmediğinde suç oranlarının artması, rekabetin ve tüketimin azalması gibi gelişmeler tüm toplumu etkiler. haliyle bu konular eşitlik ve adalet mefhumlarından ötede oyun teorisi bağlamında da ele alınabilir konulardır.

    nihayetinde eşitlik ve adalet gibi kavramlar her ne kadar duygu sömürüsüne ve istismara açık olsalar da politik arenada mücadele edenin nadiren prensipler, ekseriyetle çıkarlar olduğunu unutmamak, problemlere mümkün olduğu kadar bilimsel yaklaşmak, tarihi çarpıtmamak, kolektif karar alma süreçlerinin nasıl olması "gerektiği" ile değil nasıl "olduğu" nu ön planda tutabilmek icap edecektir.
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap