4426 entry daha
  • marangozlar arastasına uğraması gerekmişti, punta makinesine eklemlenecek bir sunta yaptıracaktı. arabasıyla yavaş yavaş şehrin üst kısımlarına doğru çıkarken bugünün pazartesi olduğunu unutmuşcasına ıssız duran cadde dikkatini çekti. oysa eskiden ne kadar güzeldi buralar, cıvıl cıvıldı. dükkanlar, dedesinin her pazar günü onları evden aldıktan sonra uğrayıp 6 somun ekmek aldığı fırın, sık sık uğradığı bakkal, arada bir yolu uzatmak için gittiği bir diğer bakkal... hepsi kapanmıştı, geriye kalan tek şey hiç sevemediği o ucube marketti. marketi ve o eski eve giden bayırı görünce bir anda caddeden sapmak istedi, sonra vazgeçti. artık çocuk değildi, zaten evde de kimse yaşamıyordu. biraz ileriden sağa döndü, marangoz iki sokak yukarıdaydı. o sırada kendisine epey tanıdık gelen bir dükkan gördü, sanki yolda eski bir arkadaşıyla karşılaşmış gibi oldu. selam vermek istiyordu ama adını bir türlü hatırlayamadığından çekiniyordu, böyle durumlarda hep yolunu değiştirir, tanımazdan gelirdi. ancak bu kez karşısında bir dükkan vardı, konuşup kendisini darlayamayacak bir bina. yavaşlayıp dükkanı seyretmeye başladı, camları toz içinde olduğundan epeydir boş olduğunu düşünmüştü. nihayet hatırladı, ortaokuldan bir arkadaşının babasının dükkanıydı burası, ne güzel anıları vardı burada. nasıl olur da bir insan bunları unutur? neden güzel günleri çabucak unuturken acıyı bir türlü aklımızdan çıkaramayız?
    bunu daha sonra da düşünebilirdi, o yüzden yoluna devam edip işini halletti. tekrardan arabasına binip dükkana doğru yola çıkarken aklında tek bir düşünce vardı:
    pazar günü mutlaka tekrar gelmeliyim.

    dedesi tombul yanakları, yağlı gıdığı ve koca göbeğiyle karşısındaydı işte. nasılsın hasan diye sordu. iyiyim dede diye cevap verdi adam. hasan adını hiç sevememişti, böyle çağrılmaktan nefret ederdi ama bu sefer farklıydı, bu kez normalin aksine mutlu hissediyordu. yaşlı adam tekrardan konuştu. gerçekten nasılsın?
    gerçekten...
    gerçekten nasıldı? uzun zamandır kimse sormadığından kafa yormamıştı. biraz düşündü. sahiden nasıldı? gerçekten iyi miydi? pek de sayılmaz, ama kötü de değildi. idare eder dese? böyle bir soruya çok basit ve kaba bir cevap olurdu. en iyisi ne hissettiğinden bahsetmekti. iyi de ne hissediyordu ki? öfke? uzun zamandır hayır. mutluluk? biraz. kırgınlık? en son ne zaman kalbi kırılmıştı hatırlamıyordu. yaşlı adama bir cevabım yok dercesine gözlerle tekrar bakınca nihayet, çok uzun bir aradan sonra bir şey hissetti.
    özledim dede, dedi. çok özledim.

    çok özledim diye sayıklayarak uyandı. bu kez diğer günlerin aksine telefonuna bakmaya lüzum görmedi, onun yerine lavaboya gidip yüzünü yıkadı. aynada kendisini seyretti biraz. bu konuda epey narsist sayılabilirdi, kendi vücudunu seyretmeye bayılırdı. nihayet yüzünü kurulayıp mutfağa geçti, kallavi bir kahvaltı hazırlayası yoktu. ekmeğin arasına çikolata sürüp çaydanlığın altını yaktı, dün geceden biraz çay kalmıştı. çay demlemek uzun sürdüğünden hep bayat çay içerdi, zaten çayı da pek sevmezdi ya. tek istediği sigaranın yanında sıcak bir şeyler, neden sıcak su içmiyorum diye düşündü? seneler önce kahvede çalışırken gelen bir köylünün şerbet istemesiyle duymuştu ilk defa böyle bir şeyi. adam sıcak suyu alıp içine şeker atarak içmiş ve buna normal bir çay parası vermişti. o gün deli diye düşünse de bugün o kadar da mantıksız gelmiyordu bu iş. insanlar dedi, değişiyorlar...

    günün ilk sigarasını içerken telefonundan haberlere baktı.

    birkaç kadın cinayeti
    bir tecavüz
    iki gasp
    soyu tükenen tilki
    şaka yapan maymun
    göç eden kuş
    kutup ayısıyla bedevi
    göte giren şemsiye

    çayını tazelemek için kalkarken medyaya sövdü. ikinci sigarasını da yakıp biraz da instagrama baktı. yeni bir memeden takip isteği gelmişti, bir ara ankara'ya gitmem gerek diye düşündü. bilirsiniz, küçük şehirde hayat sıkıcıdır.

    ikinci sigarasını da kül tablasıyla öpüştürecekti ki boş yer kalmadığını farketti, balkon da çöp dolmuştu zaten. tablayı bir poşete boşaltıp üstünü değiştirmek için içeri geçti.

    kulağında kulaklık, çocukken her hafta arşınladığı kaldırımlarda yavaş yavaş yürüyordu. gerçi taşlar değişmişti ama kaldırım aynıydı nihayetinde. bu kez fırının önünden geçerken durdu, 6 ekmek alması için yalvarır gibi bakıyordu ona ancak artık ne fırın vardı ne de dede...

    mahalleler de böyledir işte, her insan gibi doğar, büyür ve nihayetinde ölürler. bu mahalle de ölmüş sayılırdı, belki de ölü taklidi yapıyordu. kim bilir?
    nihayet bayıra ulaşmak üzereyken gözü marketin yanındaki kasvetli dükkana takıldı, seneler önce orada bir bakkal vardı. acaba neden kapattı dükkanını? muhtemelen ölmüştür, zaten yaşlı da bir adamdı. peki gerçek sebebi bu muydu? zannetmiyorum dedi. market, işlerini baltaladığındandır. bir insan neden markete gider hiç anlamazdı. orada sıcacık bir bakkal amca dururken o soğuk, paradan başka bir şey düşünmeyen market neden tercih edilir? anlamıyordu, ben de pek anlamam açıkçası. belki siz anlıyorsunuzdur.

    gene de başka çaresi olmadığından markete girip bir paket sigara aldı, kendisindeki bitmek üzereydi. tam bayırı çıkacakken vazgeçip geri döndü, bir sokak gerideki bayırdan çıkıp önce cevizliğe gidecekti. babaannesinin evlenmeden önce ailesiyle yaşadığı o bahçe ve küçük, ucube ev. çocukken oraya gitmeyi çok severdi, sık sık gidip o boş ve pis evi ziyaret etmek isterdi. nedendir bilmem gene ziyaret etmek istedi, bayırı ağır ağır çıkarken öyle sessiz sedasız duran ortaokul gözüne takıldı. ah, zamanında az mı kavgaya gitmişlerdi oraya. dershaneden bir arkadaşının sevgilisi orada okuyordu, sarkıntılık yapan yavşaklara göz dağı vermek için 4 arkadaş ara ara ziyaret ederlerdi. o kız şimdi napıyor acaba diye düşündü, en son lisede facebooktan konuşmuşlardı. aslında epey samimiydiler ama dedim ya, insanlar değişiyor. o da istanbul'a gidince değişmişti. peki ya arkadaşı, kardeşim dediği hani? o da değişmişti. bu insanlar aklına gelince hiçbir şey hissetmemesi ne acıydı, eskiden böyle değildi ama artık eskide de değildi ki...

    bir şeylere takılıp kalmanın kötü olduğunu bildiğinden hep yaptığını yapıp yürümeye devam etti. biraz sonra çocukken hep oynadıkları, daima cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle dolu olan o parkı gördü. kimse yoktu, hem de pazar günü. mahallede çocuk kalmamış olsa gerek dedi. parkın haline üzülüyordu, öylesine yalnızlığa terk edilmiş bir mekan. yalnızlığa karşı mücadelede biraz olsun yardımı dokunsun diye pek de yüksek olmayan duvardan atlayarak parka girip bir banka oturdu. bir sigara yakıp seyretmeye koyuldu. salıncağı görünce gülümsedi, tepede olan bu salıncağa ne zaman binse hep aşağı doğru bakardı. hem bir an dengesini kaybetse bayırın başına kadar düşebileceğini düşünerek ürperir hem de bundan garip bir haz alırdı. ne büyük çelişki, gerçi hayat da çelişkilerden ibaret değil midir? izmariti ayağıyla ezerken buraya daha sık gelmeliyim diye düşündü, fakat şimdilik ziyaret saati bitmişti. bu kez kapıdan çıkıp sağa saptı, istikamet belliydi.

    bir ara yolunu kaybedecekmiş gibi bir hisse kapılsa da o eski evi görmesiyle korkusu yersiz çıktı. ceviz ağacına bak hele, nasıl da büyümüştü. ağacın dibinde bir sigara daha içtikten sonra eve girmek için ayağa kalktı. kapıyı açmasıyla beraber fareler kaçışmaya başladı, çıyan da olabilirlerdi gerçi. ne önemi var ki?
    içeri adım atıp atmamak konusunda kararsız kaldı. uzun yıllar önce konuştuğu ve hatta birkaç kez buluştuğu hintli bir kızdan duyduğuna göre bu tarz ziyaret edilmeyen yerlere kötücül varlıklar yerleşip yaşarlarmış, bundan korkuyordu sanırım. farelerden tiksiniyor da olabilir gerçi, belki de ikisi birden.

    madem çocukluğumu hatırlayacağım, o zaman gene aynı aptal cesaretiyle hareket etmem gerekir diyerekten içeri girdi. üç odalı küçük evin koridorunda ilerledi. koridorun hemen başındaki ilk odaya hiç girmemişti, gene girmedi. onun yerine yürümeye devam edip soldaki odaya girdi, işte lavabo tezgahı orada duruyordu. birkaç sandalye, bir koltuk...
    babannesini burada genç bir kız olarak oturup dokuma yaparken hayal etmeye çalıştı, beceremedi. sonra hiç görmediği ama görse çok seveceğini söyledikleri ninesini hayal etmeye çalıştı, tabii ki beceremedi. morali bozulmuştu, genelde imkansız şeyleri dener olmayınca da üzülürdü. ne kadar salakça diye düşünüyor olabilirsiniz, doğruyu söylemek gerekirse bence de öyle. eminim ki o da pek farklı düşünmüyordur.

    biraz vakit geçirdikten sonra odadan çıktı, diğer oda hurdalarla dolu olduğundan girme zahmetinde bulunmayıp doğrudan ana kapıya yöneldi. temiz hava ciğerlerine dolunca biraz mutlu oldu, fazla mutluluğun iyi olmadığına inanırdı.

    geldiği yolu gerisin geri takip ederek bayıra kadar geldi. kısa yoldan eski eve gidebilirdi ama o geri dönüp diğer bayırdan çıkmayı tercih etti, normalde tembel birisi olsa da bugün amacı anıları canlandırmaktı. bayırı yavaş yavaş tırmanırken heyecanlanmaya başladı, içi kıpır kıpır oldu. midede kelebekler derler ya, onun gibi bir şey işte. gerçi bunun ne anlama geldiğini tam olarak bildiği de söylenemez.

    nihayet eski ev görüş mesafesine girdi. önce camdan dışarıyı seyreden babaannesini gördü, sonra da bahçesinde fırın olan kadının evinin önündeki kalabalığı. babaannesi de bunu bekliyor olsa gerek ki evden çıkıp kalabalığa karıştı. ramazan mı gelmişti? hayır, daha epey vardı. demek benim geldiğimi duyup caba sürmüş diye düşündü. yürümeye devam etti, bu kez sokağın öbür ucundaki evin önünde muhabbet eden kadınları gördü, babaannesi de oradaydı. kuzeni de, hatta bir ara kendisini de görür gibi oldu. yürümeye devam edip nihayet kapının önüne geldi, anahtarını çıkartıp önce kilidi, sonra da kapıyı açtı. eskiden bu bahçede neler neler vardı:
    sümbüller, güller, adını bilmediği bir çiçek, küçük bir saksıda senede birkaç meyva veren bir limon ağacı...
    şimdi hiçbiri yoktu, ne acı diye düşündü.

    bahçedeki tuvaletini görünce gülümsedi. ne korkardı o tuvaletten zamanında, geceleri ya ablam dediği kuzeniyle ya da annesiyle giderdi. annesiyle gittiğinde sıkıntı yok da kuzeniyle gidince zordu işte, çünkü kuzeni de girerdi ondan sonra. dışarıda beklemek, ah... hepi topu birkaç dakikaydı ama bir ömür gibi gelirdi ona. çatıyı ve çatıdaki asmayı gözetlerdi sürekli, bir hareketlenme var mı diye. asma çoktan kuruduğundan artık korkacak bir şey yoktu, o yüzden yürümeye devam etti. nihayet kapıya gelmişti, kapıda diğer dedesini görür gibi oldu ve o gün tekrardan aklına geldi.

    akşam 9 gibi babası, annesini aramıştı hazırlanması için. annesi pardesüsünü giyerken ne olduğunu sordu, bir arkadaşımız hastalanmış cevabına inandı. henüz 8 yaşındaydı zira. sonra üst komşularının kızı geldi, annesinin kuzeniydi. çok severdi onu, sık sık da yukarı çıkar otururdu ama bu saatte? sorgulamadı, denileni yapıp yukarı çıktı. dayı diye hitap ettiği, eskiden çok sevip senelerdir konuşmadığı evin oğlu marketten bir şey isteyip istemediğini sordu. hayır dese de bu cevap kimseyi tatmin etmedi. küçüklüğünden beridir bu tarz sorularda hep çekingen kalırdı, dayısı da bunu bildiğinden motoruna atlayıp markete gitti. o evde hep sevilirdi evet ama bu seferki karşılama fazla sıcaktı, gene de sorgulamadı. ta ki dayısı elinde iki paket cips ve koca bir şişe kolayla gelene kadar. işte o an bir şeylerin ters gittiğini hissetti, içine bir huzursuzluk çöktü. gene de sorgulamadı, cipsin tadını çıkardı. bir saat sonra dayısı ve gene dayı diye hitap ettiği, dayısının babasıyla birlikte arabaya bindiler. dedesini ziyaret edeceklerini duyunca garibine gitse de sevinmişti, gene sorgulamadı. evin önüne gelip arabadan indiklerinde kapıda bekleyen eniştesini gördü, işte o zaman bir şeylerin ters gittiğinden emin oldu. hiçbir aile buluşmasına katılmayan, hep soğuk duran eniştesinin, kayınbabasının evine bile uğramayan eniştesinin, burada ne işi vardı? kapıdan geçti, bu kez evin kapısında diğer dedesini gördü. içeri girmeye korkuyordu ama olan biteni de öğrenmek istiyordu, tereddüt etmedi. kapıyı açınca deminden beridir duyduğu ağlama sesleri daha da yükseldi, annesi ağlayarak karşıladı onu. artık anlamıştı...
    dedeni görmek ister misin sorusuna kafasını sallayarak yanıt verdi, koridorda annesini takip edip ilk kattaki odanın kapısından içeri girdi. yatakta bir adam yatıyordu, üstünde bir örtü. yüzünü görünce emin oldu, soğuktu yüzü. çok soğuk... yaklaşmak istedi, son bir kez yakından bakmak, belki öpmek...
    yapamadı, o halde göremezdi. koşarak merdivenleri çıkıp ağlayan kadınların arasından geçerek koridorun sonundaki küçük odaya girdi, kendisini somyaya atıp ağlamaya başladı. yanında da kuzeni vardı. ne kadar ağladığından emin değildi, hala da bilmez. sabah uyandığında kabus gördüğünü düşünüyordu, sonra aynı somyada yatmakta olduğunu fark edince bir daha ağlamaya başladı. teselli etmeye çalıştılar, fayda etmedi. cenazeye kadar orada öylece, ara ara ağlayarak bekledi. sonra yola çıktılar, namaz kılındı, mezar kazıldı, dede gömüldü. bir kürek toprak da ona attırdılar, elleri titriyordu atarken. o günden beridir ne zaman çok sinirlense ya da üzülse elleri titrer zaten. bunları yazmalıyım diye düşündü, içi çok doluydu çünkü. sonra olmaz dedi, kesin ağlarım. ağlamaktan nefret ederdi. ağlamak bazen iyidir dedi içinden bir ses, şu an bunu tartışacak halde değildi. boyun eğip ağlamaya başladı. kapının eşiğine oturup bir sigara yaktı, yarısında söndürdü. sonra pişman olup bir tane daha yaktı, bu kez sonuna kadar içti.

    nihayet kendisini toparlayınca eve girmeye karar verdi. gene o odaya girdi. bu kez dedesi yatakta yatmıyordu, mutfakta tavuk göğsü dilimlemekle meşguldü. çiğ etin tadını hep merak etmişti. ufak bir parça istedi, dedesi gülüp kedi misin sen diyerek reddetti. haklıydı, çiğ et kediler içindir. koridora çıkıp tekrar içeri girdi, bu kez emekliyordu. dedesine sokulup miyavlamaya başladı ve istediğini aldı. baharatlanmış bir parça çiğ tavuk, o zamana kadar yediği en güzel şeydi.

    sonra içeride dedesini tekrar gördü, bu kez yeni aldığı video çalarla uğraşıyordu. televizyona bağlanabilen ilginç bir alet, yeni bir şeydi. hemen cebinden usbsini çıkarıp dedesine verdi, flash bellekte birkaç şarkı ve ödev vardı. şarkılardan birini açıp dinlemeye başladı.

    "oo gözleri var ya, elleri sımsıcak yar ya..."

    sonra televizyonun seneler önce bozulduğunu hatırladı, önemi yoktu. merdivenleri tırmanarak üst kata çıktı. mutfağın önünden geçerken elinde bir tepsi belirdi, içinde de dumanı tüten bardaklar. salep olmalıydı bunlar, mutfağın yanındaki oturma odasına girdi. bir sürü insan vardı içeride, önce dedesine verdi salebi. en sevdiği oydu sonuçta, ilk o almalıydı. sonra sıra diğerlerine geldi, birkaç bardak sonra dedesi omzuna dokunup elindeki bardağı gösterdi.
    "oğlum ayıp değil mi niye boş bardak veriyorsun bana?"

    bardak gerçekten de boştu, anlam veremedi. özür dileyip aldı ve diğerlerini dağıttıktan sonra mutfağa gidip annesine olanları anlattı. annesi güldü, zamanında ona da yapmış bu şakayı. nasıl o kadar hızlı içiyor anlamıyorum dedi, kimse anlamazdı zaten. bardağı tazeleyip içeri girdiğinde bir anda tepsi kayboldu, bu kez odada sadece babannesi vardı. neden dedemin eşyalarının hepsini dağıttın diye sordu, ilk geceden yapılacak iş mi bu? bize bir gömlek bile kalmamış. babannesinden nefret ediyordu o gün, uzun zaman da nefret etti zaten. o zamanlar dedesine değer vermediği için böyle yaptığını düşünüyordu, çok sonradan anladı hatıralarla yaşamanın ne kadar zor olduğunu. keşke özür dileyebilseydi ama dileyemezdi. zaten hep geç kalmaz mı insan özür dilemekte, sevgi göstermekte?

    babannesini anladığı günden beridir geç kalmazdı. tam zamanında, hatta çoğunlukla erkenden özür dilerdi. gene erkenden seni seviyorum derdi.

    sonra odadan çıkıp somyanın olduğu küçük odaya girdi, bu kez kendisini orada ağlarken gördü. öylece yüzükoyun yatmış, hıçkıra hıçkıra... ağlayacak gibi oldu, bir şeyi değiştirir miydi? bilmiyordu, bazen bilmemek en kötüsüdür. o yüzden ağladı, o güne dönmüş gibiydi. sonra kalktı, gözlerini silip telefonundan kendisine baktı. ilkokulda hep dalga geçtikleri sulu göz zeynep'e benziyordu şimdi de. o ne yapıyor acaba diye düşündü, bir tahmin yürütemedi.

    evden çıkınca son bir kez baktı dışarıdan, birilerini daha görmek umuduyla. umudu beyhudeydi, kimseyi göremedi. kafasını önüne eğip yavaş yavaş eve doğru yürümeye başladı.

    hoşunuza gittiyse wattpad'den takibe alabilirsiniz, daha yazacaklarım var. gerçi buradan da paylaşacağım zaten, o yüzden almasanız da olur.
    https://www.wattpad.com/…4377-kendine-dardan-bakmak
2702 entry daha
hesabın var mı? giriş yap