40 entry daha
  • türkiye toplumu yüzyıllardır temel olarak yenilikçi-gelenekçi kamplaşmasının zamana göre farklı farklı şekillerde kapışmasına şahit olmaktadır. bu kamplaşma damarı hem fikren hem de pratik siyaseten son derece canlı olduğundan mütevellit her zaman için kamplardan birinin zayıflığını gösteren emareler ilgi çekici olagelmiştir.

    bu yazıda değinmek istediğim muhafazakarlığın bitip bitmediğinden ziyade bu konunun neden bu kadar popüler olduğudur. yanlış baştan uyarayım tarih bilgim iyi değildir bu nedenle tarihlerde ve olaylarda hatalar olabilir ama benim amacım tarihi yorumlamaktır, malumatfüruşluk yapmak değil.

    takvimleri bir 232 yıl kadar geriye alalım. osmanlı'nın askeri anlamda avrupa devletleri karşısında durmaksızın yenilgilere uğramasının birtakım sonuçlarının olacağının anlaşılacağı dönemler aslında bugünkü çatışmaları anlayabilmek için oldukça önemlidir. tarih bilgim çok güçlü olduğundan değil ve fakat resmi öğretimin bize dikte ettiği şudur ki, üçüncü selim'in nizamı cedit ordusunun başarılarından huysuzlanan yeniçerilerin ayaklanarak padişahın ölümüne neden olan kabakçı mustafa isyanı ile bu reform işlerinin son bulacağı düşünülür lakin pek öyle olmaz.

    osmanlı'da o dönem seri bir çözülmeyi başlatan ana hareket osmanlı toplumundan ziyade avrupa toplumlarının askeri alanda yaptıkları ilerlemelerdi denebilir. bunda tabii avrupa'daki toplumsal gelişmelerin de ciddi payı vardır ama bugün hukuk devleti olmanın önemini tcmb rezervi -50 milyar dolara düşünce söylemine koyan devlet ile o zaman reform hareketlerinin bir zaruret olduğunu askeri yenilgiler sonrasında anlayan devletin birbirinin ikizi olduğu da aşikardır. neyse konudan daha fazla sapmayalım.

    tarihe sadece savaş düzleminden bakacak olursak, 17. yüzyıl sonuna kadar devlet iç çekişmelere rağmen ağır bir yenilgi ya da yok olma tehlikesi yaşamamıştır denebilir. fakat temel olarak ciddi bir rüşvet ve yolsuzluk probleminin başlangıcı da bu dönemdir. bundaki en temel neden ise ticaret yollarıydı. sanayi devrimi öncesinde dünya'daki en temel ticaret aksı çin-hindistan ve avrupa üzerine kurulmuştu. sanayi olmasa da insanlar yemek yiyordu, sanayi olmasa da insanlar giyiniyordu. bu yollara boşuna ipek ve baharat yolu denmedi.

    osmanlı tabii ki fütuhatla ayakta kalmaya çalışan bir imparatorluktu ama bu fütuhatın temel aksı ticaret üzerinden alınan vergilerdi. bu nedenle osmanlı temel olarak egemenliğini hakimiyet-i siyase üzerine kurmuştu. (kurtuluş savaşı zamanı adını çokça duyduğumuz hakimiyet-i milliye aslında perde arkasında bu anlayışa karşı bir mefhum-u muhalifti.)

    yani direkt ya da dolaylı olarak egemenliği altında tuttuğu topraklardaki ticaret üzerinden direkt ya da dolaylı olarak vergi almak üzerine kurulu bir ekonomik düzendi. çünkü devlet şiddet uygulama gücüne sahip olsa da, insanlara gönüllü bir şekilde iş yaptırabilmek sadece para ile mümkün olabilirdi. 17. yüzyılda osmanlı ordusuna karşı avrupa orduları inanılmaz değişik stratejilere ya da silahlara sahip değildi ama osmanlı maliyesinin kaynakları herkesi memnun edecek kadar geniş değildi.

    bunu şöyle düşünmek gerek. ticaret yolları değiştiğinde vergi gelirlerinde direkt bir azalma yaşanır. maliyesi bunun üzerine kurulu bir devletin bundan direkt olarak etkilenmesi normaldir. bu değişen ticaret yollarına dayanarak avrupa'da önce merkantalizmin daha sonra da otoriteye karşı çıkacak burjuva sınıfının vatikan'ın altını oyması ya da feodalizme meydan okuması ise direkt olarak değişen ticaret yollarının fonksiyonu değildir. bunun olması için avrupa'da sürekli bir toplum kesiminin bu değişen ticaret yolları sonucunda kapital biriktirmesi gerekir.

    işte bu nedenle 17. yüzyıl genel olarak osmanlı için askeri anlamda ağır bir hezimet anlamına gelmemiştir fakat sorun yaratan nokta refaha bir kez alışan sınıfın bunun yokluğuna tahammülsüzlüğüdür. esnafı haraca bağlayan yeniçeri birçok dönem dizisinde ele alınmıştır. değişen ticaret yolları devletin vergi gelirlerini azaltınca bundan en çok etkilenen sınıflardan biri devletin eli silah tutan unsurları olmuştur.

    öznel bir yargı olduğunu kabul etmekle beraber bana kalırsa duraklama devrinin sonu olarak gösterilen karlofça ve öncesindeki uzun savaş dönemindeki kaybın temel nedeni o dönemki avrupa ülkelerinin ileri düzey teknolojik/stratejik askeri başarıları değil osmanlı ordusundaki disiplinsizliktir. bunun temel nedeni de refaha alışan kesimlerin eski refahını kaybetmesidir. askeri barış zamanı esnafı haraca kesen bir ordunun askeri savaş sırasında ne kadar özverili olabilir?

    bu nedenle karlofça osmanlı için ağır bir yenilgi olsa da, sonucunda bir durup reform hareketlerine girişelim kafasında bir devlet yönetimi yaratmamıştır. zaten resmi olarak gerileme dönemi olarak alınsa da, 18. yüzyılın özellikle ilk yarısında osmanlı ordusunun kazandığı savaşlar da olmuştur. devlet en ağır yenilgisini 1774 yılında rusya karşısında almıştır. bu artık filmin kopmaya başladığı yerlerdir. bu ve sonrasındaki yenilgilerde artık ciddi teknoloji eksikliği ön plana çıkmıştır. zaten bir yerde de, üçüncü selim'i modern bir ordu kurmaya zorlayan temel unsur da bu gerçeğin artık daha belirgin hale gelmesidir.

    maalesef üçüncü selim'i yakan hesaba katmadığı sosyoekonomik osmanlı düzeni olmuştur. modern bir ordunun kurulduğunu gören yeniçeri bu durumda ne düşünür?

    zaten devlet bize tağşişli para ile güç bela ulufe dağıtıyor. bir de bunlar çıktı. bize göre daha disiplinliler, daha da iyi savaşıyorlar. lan yoksa?

    sadece yeniçeri olarak düşünülmemelidir. yerleşik sosyoekonomik düzende payı olan çok fazla ekonomik aktör vardır. bu aktörler bu güçlerini kullanarak payitahtta etkili kademelere kubbe veziri getirebilir, ya da getirilmiş kubbe vezirlerini satın alabilirler. tabii ki yerleşik bir aristokrat ya da burjuva oluşturulması ihtimali fatih'in çandarlı'yı katliyle son bulmuştur ama esnaf, ulema, reaya, yeniçeri ekonomik aktör olarak devam etmiş olsa gerektir, dediğim gibi tarih bilgim kıttır.

    bu noktada doğru gözlemleri yapan ikinci mahmut olmuştur. yeniçerilerin başa getirmek istediği padişahın ömrü kısa sürmüş çünkü alemdar mustafa paşa üçüncü selim'i yeniden tahta çıkarmak için istanbul'a gelmesi bunu fark eden yeniçerilerin selim'i öldürmesi sonucu mahmut'u tahta geçirmesi ve senedi ittifak ile sonuçlanmıştır.

    bu noktadan itibaren artık osmanlı modernleşme süreci başlar. ikinci mahmut son derece doğru bir politikacıdır. tabii bunda, selim'in başına gelenlere yakından şahit olmasının da payı büyüktür. kafasına göre ordu kurarak, ya da yanına müttefik almadan düzenin tehdit olarak algılayacağı işlere girişerek kafasındakileri yapamayacağını fark etmesi için çok şey yaşadı denebilir.

    taht için alemdar mustafa paşayla önce anlaşmıştır. hatta bu doğrultuda yeniçerilere karşı kendi tarafında ayanları tutmuştur ve dahi senedi ittifak bile imzalanmıştır. ortalık durulunca sadrazamı uçurmuş ve böylece yerine gelen sadrazam da imzalamayınca senedi ittifak yalan olmuştur. bu kimine göre osmanlı için bir magna carta olarak nitelendirilir ama ben o kanaatte değilim. devlet sadece politik olarak iç karışıklıklarla uğraşmıyor aynı zamanda askeri kapasite olarak da çok gerideydi.

    bunun aşılması için öncelikle sistemin merkezi beslemesi gerekiyordu. bu nedenle de aslında ya ademi merkeziyetçi anlayışla yerel beylere bırakılan ya da zayıflayan otoriteyle çok toplanamayan vergilerin toplanması şarttı. yani sisteme vergi akmalıydı. bu da yerel ayanların gücü zayıflamadan olacak iş değildi.

    tabii ikinci mahmut'un yanlışları da oldu. bunun başında mısır valisinin gücüyle kendi ordusunun gücünü öngöremeyerek osmanlı ordusunun zayıflığını cümle aleme malum etmesi de gösterilebilir. yine de, genel olarak selim'in yarım bıraktığı birçok işi başarmış ve özellikle yeniçerilerden kurtularak devleti ciddi bir beladan kurtarmıştır. yerine koyulan isim olarak da son derece ılımlı bir islam yorumu olan bektaşi kültürüyle oluşmuş yeniçeri ocağına karşı, ki normaldir devşirme hıristiyan çocuklardan oluşan bir ocakta öyle radikal bir islam yorumuyla çok uyumsuzluk yaşanır, asakir-i mansure-i muhammediye ismini vermesi reaya'nın gönlünü kazanma taktiği olarak da, bir devrin bitişine radikal bir nokta koymak olarak da yorumlanabilir.

    bunca şeyden sonra artık neden bu toplumun bu derece ikiye bölündüğüne dair devam edebilirim. ikinci mahmut ile beraber, osmanlı için askeri ve idari reformları uygulayabileceği bir zemin inşa edildi. özellikle merkezi olarak ciddi bir ekonomik aktör konumuna sahip olan yeniçeri ve ulema sınıfı ikinci mahmut'un akıllı politikalarıyla çeşit çeşit ittifak sayesinde uzun bir süre saf dışı bırakılabildi. bugünle kıyaslayınca çok tanıdık geliyor değil mi?

    ama aktörlerin saf dışı bırakılması fikirlerinin saf dışı bırakılması demek değildi. neredeyse abdülhamit dönemine kadar birçok reform hareketi başarıyla uygulanabildi. cumhuriyetin aslında miras aldığı bak okursan sen de müreffeh bir hayat yaşayabilirsin ideası o dönem belirli eyaletler için ve ağırlıkla da ordu özelinde mümkün kılındı.

    fakat devlet bir robot değildir. onu da oluşturan insanlardır ve bu insanlar idari ve askeri reformları uygulamak için fransızca öğrendiklerinde sadece harp sanatı okumadılar, aynı zamanda montesquieu, kant, hugo, descartes ve sair filozofları da okudular. fransızca öğrenince sadece teknik konuları değil aynı zamanda hakim ideolojileri de okudular. tabii bu zaman aldı.

    bu gerçek bugün de değişmedi mesela. ben devletin birçok görece iyi okulunda, hatta devletin bursuyla yurt dışında mühendislik alanında okudum ama bugün devletin okusa hoşlanmayacağı bu yazıyı yazıyorum.

    zaman almasının nedeni hem yetiştirilme amaçlarının teknokrat yetiştirme olması, hem de hakim osmanlı toplumundaki tek adam kültüydü. işte bu nedenle, abdülhamit'in istibdat rejimini oluşmak zorunda olması kaçınılmazdı. onca kaliteli bürokratı artık yetiştirebilen osmanlı kurumları teknik açıdan bu bürokratlara ihtiyaç duysa da, bunların iktidar talep etmemek için sadece maaş alıyor olmaları yetmezdi. bu bir noktada devletin sert yüzünü yeniden göstermek zorunda kalması demekti.

    burada süreç aslında şöyle işledi. ikinci mahmut'un adımları sultan abdülmecit ve abdülaziz tarafından devam ettirildi. özellikle abdülmecit'in uygulamaları halkın ciddi bir kesiminde hem kendisi hem de ondan önceki padişah ikinci mahmut için gavur padişah söylemlerinin gelişmesine yol açtı. bugün kutuplaşmayı hakim kılmak isteyen siyasetçiler çok değinmez bu kısımlara. çünkü abdülhamit devlette daha çok ayrıcalık bekleyen kalemiye sınıfına karşı durmuş bir padişahtır. halbuki ikinci mahmut ve abdülmecit birçok uygulamasıyla kalemiye, ilk türk bürokrat sınıfı, sınıfının oluşmasını sağlayan padişahlardır.

    iş sonunda çığrından çıkıp abdülaziz'in intihar mı cinayet mi ecel mi olduğu hala muallak ölümünün sonrasına kalınca da, sahneye abdülhamit ve istibdatı çıkar. kafası çalışan bir siyasetçinin abdülhamit'in karşısına abdülmecit'i koyması gerekir, atatürk'ü değil ama kutuplaşmadan nemalanan çoğu kesim hiçbir şekilde bunu istemez.

    her neyse, günümüzde içinde olduğumuz bu kutuplaşma ortamını besleyen damarlardan biri reform hareketlerinin osmanlı'da kaçınılmaz olduğunun anlaşılması ve bu reformların uygulanabilmesi için saf dışı bırakılması gereken sosyoekonomik aktörlerin başında gelenekselci kanadın gelmesidir ama bir başka neden daha vardır.

    başta dediğim gibi merkeze vergi akması gereksinimini belirtmiştim. osmanlı coğrafyası son derece geniş olsa da, özellikle devletin hayatta kalması için yapması gereken reformlara para lazımdı. petrolün common bir meta olmadığı, mısır'ın valisiyle devletin başının dertte olduğu, diğer uzak eyaletlerden de ciddi bir gelirin olmadığı osmanlı coğrafyasında aslında temelde devletin merkezinde iki adet eyalet vardı. rumeli ve anadolu eyaletleri, ya da beylerbeyleri.

    osmanlı devlet armasında bile haritadaki yerlerine binaen görülebilen bu bayraklardan yeşil renkli rumeli sancağını hilafet sancağı zanneden birçokları da olmuştur ama mesele bu değil. arma üzerinden aslında anadolu ve rumeli eyaletlerinin bütünlüğü vurgulanıyor. o yıllara bakıldığında, aslında daha öncesine bile devşirme paşalara kadar bakıldığında rumeli eyaletinden oldukça fazla sayıda kişinin yetiştiği görülüyor. devlet merkeze vergi çekmek zorunda kaldığında bunu yapabilmek için iki şansı vardı.

    ya ağırlıklı tarım ürünlerinin ticaretinde tek söz söyleyen olma konumunu güçlendirecek, ya da ticaretin hakim olduğu yerlerden çok ciddi bir vergi gelirini merkeze çekecekti. o dönem osmanlı'nın içten yanmalı motor icat ederek bunun satışından para kazandıracak bir ekseri ulema sınıfı yoktu haliyle vergi ya ticaretten gelecekti ya da tarımdan.

    devlet maliyesine bakıldığında, tuna vilayeti en çok verginin toplandığı vilayetti. bu yanlış hatırlamıyorsam balkan savaşlarına kadar da böyle kaldı. aslında bunun en temel nedeni o dönem paranın merkezi avrupa idi. coğrafi olarak o bölgeye yakın olunduğunda da haliyle daha çok ticaret imkanı bulunuyordu. anadolu'da üretilen tarım ürününün avrupa'ya satılarak para kazanılması, gerek eşkiyalara mal kaptırma gibi risklerle, gerekse de taşımanın da bir masraf olması nedeniyle rumeli'ye göre daha zordu. bu da imparatorluğun merkezi en çok vergiyle besleyen eyaletin neden rumeli olduğunu açıklıyor.

    zaten ittihat terakkinin rumeli'de kurulması, 31 mart vakasının rumeli'den gelen orduyla bastırılması, atatürk'ün selanik'te doğması da bize bunun ipuçlarını veriyor. bunun beraberinde birtakım sonuçları da oldu.

    mesela, osmanlı yatırım bütçesinin ciddi bir kısmı rumeli'ye harcandı. atatürk'ün kurtuluş savaşı sırasında anadolu'daki sefaleti eleştirirken anadolu'yu sadece savaşta asker ve tahıl için aklına getirirsen ne bekliyordun ki demesi, ya da buna benzer bir şeydi, birçok osmanlı kurumunun rumeli'ye kurulmasına da belki bir serzenişti. tıpkı bugün birçok yatırımın istanbul'a yapılmasına benzer bu durum.

    bunun sonucunda, rumeli'de yaşayan türk kesim içinde aslında çok ciddi bir insan sermayesi oluşması da mümkün oldu. balkanların kaybedilmesiyle devlet doğrudur ciddi bir gelir kaleminden mahrum kaldı, ama balkanların tüm insan sermayesi de olduğu gibi anadolu'ya aktı.

    hicaz demiryolu dışında belki de birkaç liman şehri haricinde anadolu, özellikle de iç anadolu çok ciddi bir yatırım görmedi. zaten hattın bir kolunun doğu anadolu'ya uzatılması ruslar'ın almanlar'a yaptığı politik baskılar sonucu engellendi. haydarpaşa'dan çıkan hat ankara'dan sonra keskin bir şekilde kesildi. bu nedenle de sarıkamış'ta onlarca asker demiryolu yerine yaya olarak sevk edilirken soğuktan öldü. zaten sonra da demiryolu nedeniyle ankara milli mücadele'nin merkezi olarak seçildi. gerçi ordu sakarya'nın doğusuna mecburen çekilirken eskişehir ankara demiryolu da imha edildi.

    sonucunda bu durum, anadolu ve rumeli eyaletlerindeki türk nüfus arasında da ciddi bir eğitim düzeyi farkı oluşmasına ister istemez yol açtı. refaha olan mesafeler arasındaki fark nedeniyle de bugün maruz kaldığımız bu ikili kamplaşma hali gerginlik unsuru olmaya devam ediyor. bir kesim diğerini milli değerlerden kopuk batı hayranı olmakla suçlarken, diğer kesim diğerini arapperest, türklük şuurundan nasibini almamış cahiller olarak suçluyor.

    bu suçlama direkt olarak siyaseten yapılmasa da, vurguların temeli aşağı yukarı bunlardan ibaret. bu kutuplaşmanın hala bitmeme nedenlerinin başında cumhuriyetin başarısızlıkları gelse de, bir değer neden de cumhuriyetin başarılarıdır. bu kutuplaşmadan ekonomik ve siyasi rant elde edebilmek için ortada iktisadi bir artı değer olması allah'ın emridir. sömürecek bir şey yoksa neyi sömüreceksin değil mi?

    cumhuriyetin başarılarından biriyse osmanlı'nın dar bir alana sıkıştırdığı okursan hayatın kurtulur üstü kapalı sözleşmesini daha geniş bir coğrafyaya yayabilmesi oldu. geçen gün kerim rota'nın yazısıyla barış ve sinem için günümüzde bu sözleşme artık iflas etmiş olsa da bunca yıl geçerliliğini korumayı başarması da bir başarıdır.

    dolayısıyla artık en azından günümüzde olağanüstü başarı gösterebilmiş herhangi birine bakıp kesin izmirlidir diyemiyoruz, ama temel handikapsa birey gayreti ve zekasıyla kendine iyi koşullar yaratabilse de bu refah tabana yine de yayılmayı başarabilmişe benzemiyor. bu da zaten neden kutuplaşma üzerinden oy devşirebilmenin bu kadar kolay olduğunu açıklıyor.

    türk devleti adeta bir sarkaç gibi iki uca da göz kırpıyor. kimi zaman yaşayabilmek için zaruri hale gelen reformlar uğruna gelenekçileri harcıyor, kimi zaman boşluk kabul etmeyen devlet gücünü korumak için istibdat rejimi kuruyor, kimi zaman tek vücut olarak kurtuluş savaşını veriyor, kimi zaman sağcı solcu diyerek birbirini kesiyor, kimi zaman 12 eylül ile daha çok hak isteyen kesimin karşısına islam'ı dikiyor, kimi zaman başörtülü vatandaşlarını üniversite kapılarından içeri almıyor, kimi zaman saat 22'den sonra alkol sattırmıyor, kimi zaman cumartesi geceleri ulusal kanallarında kırmızı noktalı filmleri yayınlatabiliyor, kimi zaman neyse sıkıldım.

    bir gün osmanlı devlet armasındaki rumeli ve anadolu sancakları gibi yan yana durabildiğimiz bir ülkede yaşayabilmek dileğiyle.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap