8 entry daha
  • martin scorsese'nin en sevdiğim western dediği ve steven spielberg ile birlikte 2016'da yapılan 4k dijital restorasyon çalışmalarına danışmanlık yaptığı film, 1961 yılında marlon brando yönetiminde çekilmiş.

    brando'nun ilk ve tek yönetmenlik girişimi olan film, apocalypse now kadar olmasa da sorunlu bir proje olarak epey sıkıntılı bir süreçte yapılmış. dört farklı senaristin elinden geçtikten sonra son şekli brando tarafından verilen senaryo, yönetmesi için önce, rüştünü henüz yeterince ispatlamamış olan stanley kubrick'e emanet edilir. ancak brando ile şiddetli geçimsizlik yaşamaları, senaryoda yapılan değişiklikler konusunda bir türlü uzlaşamamaları üzerine altı ayın sonunda pes eden taraf kubrick olur ve lolita'yı çekme düşüncesiyle projeden çekilir. fakat spartacus için ısrarlı bir teklif alınca lolita'yı erteler. o an farkında değildir ama brando'nun kaprislerinden kurtulduğunu düşünen kubrick'i anasından emdiğini burnundan getirecek olan kirk douglas belası beklemektedir.

    kubrick projeden çekildikten sonra, "ben yönetirim" diyerek kaptanlık pazubandını takan brando, (ki kubrick'e göre baştan beri niyeti buydu) filmi beş küsur saat olarak çeker. yapılan kesmeler sonucunda da" filmimi piç ettiler!" diyerek stüdyoyu suçlar. zira çok önemli sahneler uçurulmuştur. denilen odur ki çok fazla müdahaleye maruz kalması ve seyircinin filme beklenen ilgiyi göstermemesi nedeniyle brando bir daha film yönetmeye yeltenmemiş. gerçi kendisinden de memnun kalınmamıştır zaten. zira bütçeyi dört milyon dolar aşmış ve programın aylar gerisinde kalarak bitirebilmiştir.

    ömür törpüsü kaprisleri ve çekilmez olduğu söylenen karakteri bir yana (o kısmı iş yaptığı kişilerin sorunu) filmin çekildiği yılda 37 yaşında olan marlon brando'yu sahnede izlemek müthiş bir keyif gerçekten. sinema tarihinde onun kadar beyazperdeye yakışan ve duruşuyla, hal ve hareketleriyle yer aldığı sahnelere bu kadar hükmeden başka bir aktör var mıdır emin değilim.
    a streetcar named desire (ihtiras tramvayı) ve on the waterfront(rıhtımlar üstünde)'de birlikte rol aldığı efsanevi aktör karl malden'le iyi bir uyum yakalayıp üst seviye bir film çıkarmışlar. kadın oyuncu olarak da seçmeler sonucu kadroya alınan, filmden üç yıl sonra henüz 30 yaşındayken intihar ederek yaşamına son veren meksikalı aktris pina pellicer eşlik etmiş. neden intihar ettiğini bulamadım ama etkileyici bir güzelliğe sahip olmamasına rağmen pellicer, yer aldığı sahnelerin hakkını vermiş, hissettirmesi gereken duyguları fazlasıyla yansıtabilmiş. bilhassa da çok güzel ağlıyormuş. yazık olmuş.

    eleştiri aldığı söyleniyor ancak görebildiğim kadarıyla çok başarılı yönetilmiş film. filmin fotoğraflarına uzun uzun bakmaktan alamıyor insan gözlerini. ayrıca sonuna kadar düşmeyen bir gerilim hikayeden kopmaya izin vermiyor. dramatik ve psikolojik atmosferi, ertesi gün de insanın zihninden çıkmayan bir etki bırakıyor.

    film, klasik western filmlerinden politik yaklaşım itibariyle de ayrı bir yerde duruyor. western filmleri özü itibariyle muhafazakar yapımlardır. john wayne ve sam peckinpah gibi figürler eliyle sönümlenmeye başladığı 70'lerin ikinci yarısına kadar ideolojik meşrulaştırma aracı olarak önemli bir misyon görmüştür. pis, düşmanca ve şiddet dolu bir yer olarak resmedilen batı, iyi kahraman, kötü meksikalı, vahşi kızılderili yaklaşımı ve "iyi" kahramanın "kötü" adamlara karşı yönelttiği kanun dışı şiddetin meşrulaştırılması gibi türün idealize ettiği şeylerden büyük oranda uzak durulmuş. kötü yine "mutlak bir kötü" fakat iyi kahraman "mutlak bir iyi" olarak sunulmamış. pisliğin, üçkağıtçının önde gideni hatta. gerçekçi tarzda ele alınan ana karakterin, yaşanan olaylar ve özellikle de aşkın devreye girmesi sonucu dönüşmesi, iyi ve doğruya evrilmesi işlenmiş. bu anlamıyla türünün örneklerinden farklı olarak karakterlerin de yaşanan aşkın da naylon ve karikatür olmaktan kurtarıldığı söylenebilir.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap