3550 entry daha
  • zahmet edip uzun bir inceleme yazısı yazmaya karar verdiğim dizi. "devamını okuyayım" demeden önce bir daha düşünün yani. sonra gelip de "çök özün yözmüşsön" diye mal mal konuşmayın demek istiyorum. uzunca yazdım çünkü şu sıralar evdeyiz malum. vakit bol. ben de bu dizinin bölümlerini bu dönemde yemek yaparken, temizlik yaparken, telefonda takılırken ya da genel olarak "arkada çalsın" moduyla bitirdim. 2,5 saat olur mu bir bölüm ya? kısmen gördüğüm ama tamamen duyduğum şekliyle bazı şeyler anlatmak isterim.

    öncelikle, lost dizisi için "run, where is jack ve what's that" replikleri neyse, masumlar apartmanı için de "benim yüzümden, her taraf pislik içinde ve allah'ım napıcam ben" replikleri o'dur.

    bir dizi -özellikle 2,5 saat süren bir dizi- çok büyük bir emekle çekilir. ben de zamanında bu sektörde ter dökmüş biri olduğum için herhangi bir yapımla ilgili çok kötü konuşmaya dilim varmıyor. ama her yapımda olduğu gibi, bir yapımın iyi ve kötü yanları var tabii. öncelikle, bu dizi bu zamana kadar çekilmiş ya da son zamanlarda çekilmiş en iyi türk dizisi "değildir." son zamanlarda bizler şahsiyet ve bir başkadır gibi yapımlar izledik, o yüzden bu diziyi oraya kadar çıkartamıyorum. ancak, masumlar apartmanı yıllardır süregelen türk tv dizileri standardının çok da dışına çıkamamasına rağmen, konu olarak ilginç ve iyi oyuncularla desteklenen bir dizi olduğu için daha başarılıdır ve bu yüzden daha fazla ilgi görmüştür. bir de türk seyircisinin tam olarak istediği ve çok sevdiği türden aşk hikayelerine sahip. bunların gelişimini takip etmek zevk verecek onlara, o yüzden izlemeye devam edecekler. onun haricinde, farklı sorunlara sahip insanlar ve psikolojinin kendisi zaten hep ilgi çekicidir. aslında nüfusunun %80'inin psikolojik desteğe ihtiyaç duyduğu bir ülkede bu dizi, herkesin kendisinden bir parça bulabileceği konuları işliyor. bu yüzden ilgi de bu oranda olacaktır diye düşünüyorum.

    gelelim eser sahibine. bu zamana kadar gülseren budayıcıoğlu'nun hiçbir kitabını okumadım. fakat annem sesli kitap hastası olduğu için bu yaz bütün kitaplarını bitirdi. bana da "ya bir aile var. bunlar 3 kız kardeş. şöyleler böyleler inanamazsın" diye anlatmıştı bundan aylar önce. hikayeyi de o kadarıyla biliyorum. gülseren budayıcıoğlu'yla ilgili kendisini tanıyanlar da kişisel fikirlerini yazmış: ünü, parayı ve övgüyü seven bir kadındır demişler. ben kendisini tanımıyorum, kitaplarını da okumadım. o yüzden kendisiyle ilgili yorum yapmam her açıdan yanlış olur. fakat kendisinin ismini bu zamana kadar hiç duymamıştım. çünkü türkiye'de psikoloji denilince insanların aklına sıklıkla iki isim gelir: doğan cüceloğlu ve üstün dökmen. ikisi de çok değerli, saygıdeğer, efendi ve iyi insanlardır. ikisi de bu zamana kadar verdikleri eserlerle, yaptıkları programlarla türk insanı için büyük faydalar sağlamışlardır. eğer, şu sıralar furyası olan psikoloji temelli diziler de böyle bir amaç güdecekse bunu destekliyorum. çünkü bu tür diziler bana göre türk aile yapısında olan bazı çarpıkları en basit anlatımla sunarak milyonlarca insanın evine kadar getirdi. çocuğunu aşağılayan, sorunları çözmek yerine onu kangren edecek hale getiren ebeveynlerin çocuklarıyla okuduk yıllarca. şimdi daha iyi anlıyorum bazı şeyleri. ilkokuldayken, ortaokuldayken alabildiğine uyumsuz, bazen tam bir suç makinesi olan, huzursuz ve yaramaz çocuklar hepimizin sınıf arkadaşı olmuştur bir zamanlar. çocukken anlamıyorsunuz ama o çocuklar ebeveynlerinden kim bilir nasıl bir muamele gördüler de öyle oldular. eminim ki yetişkinliklerinde daha fazla zorluk çekmişlerdir. insanların çocuk yetiştirmede daha bilinçli olması tüm toplumun sağlığı için çok önemli. o dışarıda gördüğünüz, bazen boğmak istediğiniz, "bu toplumdan bir bok olmaz" dediğiniz herkes var ya, dünyaya öyle gelmedi aslında. siz de biliyorsunuz bunu. işin içine psikoloji girdiğinde kimseye kızamıyorsunuz. empati yeteneği, anlaşılmak ve anlamak sevgi doğurur. sevginin de birçok şeyin ilacı olduğu kanaatindeyim.

    gelelim dizinin işleniş biçimine: bence tam da burada bir sıkıntı var çünkü yukarıda "yıllardır alışılagelmiş türk tv dizi standardı" derken bahsettiğim buydu. dizi, aslında dram kategorisindeyken, dram öğelerini çok uçlarda yaşatıyor. bildiğiniz üzere dram türü yapımlarda hem hüzünlü, hem de eğlenceli olaylar vardır. fakat bu dizide gerçek anlamda duygu yüklü sahneleri tam bir trajedi tadında; eğlenceli, komik sahneleri ise bir sitcom tadında çekiyorlar. böylesine bir zıtlık hem dizinin, hem de izleyicinin dengesini bozuyor bana göre. hüzünlü yerde hemen o acıklı müzik giriyor işin içine, oyunculuğun etkisiyle birlikte gerçekten etkileyici bir sahne çıkıyor ortaya. ama biraz komik bir şey olmaya görsün, hemen arkadan yaramaz ve eğlenceli bir müzik çalıyor, bu sefer de karakterlerin komik hallerine gülecek hale geliyorsunuz. yani: hüzünlü sahnelerle komik sahneleri kesip, bir araya getirerek ayrı ayrı birer bölüm koysanız, birini izleyen dram, diğerini izleyen komedi dizisi izliyor sanır. bunun en belirgin olduğu karakter ise safiye karakteri. hüznün de doruklarında, komik olduğunda da "ehehehheh" diye gülünecek kadar komik. ama bu karakter çok yoğun bir şiddetin, baskının ve hüznün neticesinde ortaya çıkmış bir karakter. bu kadar komik olması hem ona gitmiyor, hem de karakterin derinliğini bozuyor. ezgi mola zaten daha çok bir komedi oyuncusu. farklı dallarda da oyunculuk performansı oldu ama gerek yüz ifadeleri, gerekse insanların onu tanıdığı uzun süre boyunca insanlarda oluşturduğu algı komedi yönünde. mesela şöyle bir örnek vereyim: gülben'in yüzü yıllarca psikolojik baskıya maruz kalmış bir karaktere tam gidiyor. hani bazı insanlar vardır: yıllarca ağlayacağı olaylar yaşamıştır ve o yüz ifadesi artık yüzlerine oturmuş gibi gelir ya; heh, aynen öyle işte. bu örneğim oyuncunun öyle olduğu anlamına gelmiyor tabii ki. ama oyunculuğu o kadar iyi ki, durumu aynen böyle yansıtabiliyor. öyle bir oyuncu da o karakterin derinliğini daha iyi veriyor. ezgi mola'yı şahan'ın filminde oynadığından ve şahanvari bir karakter olan maide'yi canlandırdığından beri sevmiyorum ama iyi oyuncu. kabul edeyim ve hakkını yemeyeyim şimdi. sadece komik sahnelerinin komedi filmi tadında çekilmemesi gerekiyor bence.

    diğer bir sıkıntı ise tiyatroculuktan gelme oyuncuların tiyatro sahnesindeymiş gibi rol yapması. dizide bu durum o kadar eğreti duruyor ki. tiyatro oyuncusu farklı, tv oyuncusu farklı, sinema oyuncusu farklıdır. oyuncu dediğiniz önüne gelen her yapımda oynayamaz, oynadığında da böyle olur işte. bizde bu tür işler tam oturmadığından kimi bulurlarsa çağırıyorlar tabii. o yüzden, memduh ve hikmet karakterlerini canlandıran oyuncular atilla şendil ve metin coşkun'un karakterlerindeki "oturmamışlık" bundan kaynaklanıyor. ikisi de şüphesiz yılların oyuncusu ama tiyatro oyuncusu. rollerini de sanki tiyatro oyunundaymış gibi sergiliyorlar: abartılı mimikler, gür ses, tiyatro repliklerinde kullanılan tonlamalar vs. karakterlerini doğallıktan uzak oynuyorlar. günlük hayatta tiyatrovari bir dede ya da baba görüyor musunuz? hele hele o dedenin sahneleri o kadar yapay geliyor ki. sürekli kafasını titrete titrete sinirlenmeler falan... adam sürekli titriyor ve kalp krizi geçiriyor gibi öfkeleniyor. sürekli gözlerini deviriyor zaten. o kadar kötü duruyor ki. mesela bu dediğimi bir başkadır dizisini izleyenler çok iyi anlar. o dizideki oyuncuların hepsinin performansı ayakta alkışlanacak seviyedeydi ama sadece fatih artman demem yeterli burada. konuşması dahi canlandırdığı karakterle ne kadar uyumluydu değil mi? bir saniyesi yapay gelmedi o karakterin. tam konunun içinden ve alabildiğine doğal. dizi oyunculuğu izlenecekse bir başkadır dizisi bunun en güzel örneği için yeterli.

    trt'den bahsedelim şimdi de: maşallah kadın karakterlerin gayet edepli giyiniyor olması dizinin trt için çekildiğini bir hayli belli ediyor. trt olduğu için de ne öbüşme ne de sevişme sahnesi izleyebiliyoruz. meraklı olduğumdan değil, ben bu sahnelerin en güzellerini nip/tuck dizisinde izledim zaten. fakat karakterlerin duygusal yoğunluğu ve yakınlığı fiziksel yakınlaşmalarla oturur. hayatın içinden bir dizi çekiyorsanız hayatta olan şeyleri gösterirsiniz. biz gayet de öpüşen, sevişen insanlarız. gerçi cinsel açlığın ülkesi türkiye ama, bulan yapıyor yani. mesela "evli" olan han ve inci karakterinin sevişip sevişmediğini ben hâlâ bilmiyorum. bırak düzenli cinsel yaşamı, sevişmemiş bile olabilirler yani. liseli aşıklar gibi ailelerinden gizli buluşup görüşüyorlar hâlâ. zaten dizinin en abuk olayı da bu ya. neyse...

    gelelim karakterlere:

    --- spoiler ---

    esra
    ilk olarak esra karakterinden bahsetmek istiyorum. en kıl karakter o çünkü. esralar türk toplumunda sıklıkla rastlanılan bir tiptir. o yüzden, işbu anlatımda şu dakikadan itibaren bu karaktere benzeyen kadınlar "esralar" olarak adlandırılacaktır. esralar genel olarak ya ankaralı ya da adanalıdır. tip olarak kafaları kocamandır ve vücut tipi olarak iri yapılılardır. esralar samimiyetsizin en önde gideni, hatta bayrak sallayanıdır. çıkarcılık ve fırsatçılık en baskın özelliklerindendir ve bunu sinsilik ve yalancılıkla tamamlarlar. o yüzden evet, esralar gülbenler kadar tehlikeli bir tiptir. esralar sinsi ve yalancıyken gülbenler delidir. o yüzden ortaya eşit derecede sıkıntılı bir karakter çıkar ortaya.

    esralar sürekli bir "ayy kız kıza bi dertleşelim yhaa" derdindedir. evet, tek dertleri budur. normalde alabildiğine normal, mümkün olduğunca sorunsuz bir hayatları varken; bire bin koyarak abarttıkları için "sürekli" dertlidirler ve sık sık arkadaş ya da kız arkadaşlarıyla "dertleşme oturumları" düzenlerler. aslında bu sadece dedikodu yapma oturumudur. "ayyy n'oldu biliyo musuun"la başlayan ve kendilerini zerre ilgilendirmeyen şeylerle ilgili saatler süren yorumlar yaparlar. bunun altında yatan neden aslında kendi eksiklikleridir. bilinç düzeyinde bunun farkında olmasalar da; bilinçaltı düzeylerinde bunu biraz bilirler ve "diğerlerini" laflarıyla küçültmeye çalışarak kendilerini yüksek hissetmek isterler.

    esraların iyilik yapmasının nedeni bunu bir gün başkalarının yüzüne vurabilmek veya herkeste samimiyetsizlikleriyle oluşturdukları "çok iyi, kafa kız yhaa" algısını korumak içindir. mesela, esra'nın inci'ye söylediği "ben bu zamana kadar senin için neler yaptım, sen benim için ne yaptın?" sözü, yaptığı iyilikleri bir karşılık bulma amacıyla yapmış olduğunun ya da bunu bir gün iyilik yaptığı kişinin yüzüne vurmak için sakladığının kanıtıdır. onlar için birine çaba harcamak sadece öyle istediği için ya da iyilik uğruna değil, bunun ticaretini yapmak içindir. lügatları da genellikle popüler ifadelerle doludur. örneğin: "ne diyosun kızııım, yandıı buralaar" gibi. ama lügatlarında gizli en önemli kelimeler sizin zayıflıklarınızdır. zaten inci'nin çocukluk travmalarını onun yüzüne sanki yanlışlarıymış gibi vurması da bu yüzden. sana kızın psikanalizini yap diye ödev veren mi oldu esracım?

    esralar mesela bir gün arkadaşlarıyla buluşur, simit peynir yaparlar. esra çıkıp hemen der: "ayy çok iyi oldu yaa, sıcak sıcak mis gibiii. mmhhh..." özellikle cümle sonlarında nokta olarak kullandıkları ifade "ya"dır. mesela ağzında bir dolu lokma varken açmasını böler, arkadaşına ağzına sokarak ve gülümseyerek verir: al ya bak yumuşacık valla ehe ehe... gözünüzde canlandı değil mi? sizde "her ortama ayak uydurabilen, çok neşeli, keyifli, kafa kız" algısını yaratır. fakat esralar, modern evliliklerde kendini akıllı ve aşık zannedip evlenen erkeklerin boşadığı kadındır. çünkü esralar, dedikoducunun, fesadın önde gidenidir. çok sevdikleri "gıybet" sözünü kullanarak "ayy kızlar n'olmuş biliyor musunuz yaaa, hadi bir kahve yapıp gıybet yapaaalıım. yanımda da çikolata vaaarr kahveyle iyi gider" deyip sanki biriyle ilgili dedikodu yapmak pek matah bir şeymiş gibi bunu yapmakla övünür ve bunun bir hobi ya da rahatlama aracı olduğunu savunur. hem türk kahvesi "bağımlısıdırlar", hem de meyhaneler uğrak yerleridir. meyhanelerde alabildiğine komik duruma düşen varoş beyaz yakalılar vardır ya, heh esralar onlarla süper arkadaş olur işte. ceplerinde taşıdıkları bir arabesk mutlaka vardır.

    esralar bir de genelde kendi ördükleri ya da bir yerden "ayyy teyzeler bunu elleriyle örmüşler ya kurban olurum" diye aldıkları hırka, şal vb. şeylerle gezmeyi tercih ederler. sürekli üşüyormuş gibi mıymıntı mıymıntı gezer dururlar. esralar rakı içer ve mutlaka ama mutlaka rakı ve balığın olduğu bir sofrada çekilmiş profil fotoğrafları vardır. ancak esralar eskiden tiki olarak adlandırılan kızların makyaj ve giyim abartısının kısılıp, diksiyonunun düzeltilip, popüler kültürle yoğrularak edinilmiş 2 güncelleme sonrası modelidir. esralar eski tikiler gibi hâlâ huysuzdur, kaprislidir ve komplekslidir. aslında tam uygun olduğu yer patron metresliğidir çünkü esralar güce taparlar. onlar için yanlarında taşıdıkları erkek onları sevmelerinden çok, başkalarının onaylayışına uygun olmalıdır. biraz eksantrik olursa daha iyi hatta: ya yaşça büyük, ya yabancı ya da hipster falan olmalı. esraların genişletilmiş özeti tam olarak budur. oynayan oyuncuya lafım yok bu arada, bir şekilde okursa hiç alınmasın. kendisini tanımadığım için laf edemem ama karakteri gördük, tanıdık ve esralar böyle hep. bu arada isme değil bu sözlerim, böyle kızlara.

    hasibe/anne
    tam bir ruh hastası, korkunç bir karakter. gerçi çocuğunu sürekli suçlayan, hatta ona "uğursuz" lakabını takan bir anne normal olabilir mi ki? kitapta bu kadının ve safiye'nin şizofren olduğu yazıyormuş. şizofreni de kalıtsal olarak bir yatkınlık doğuruyor, bilirsiniz. evden neredeyse hiç çıkmayan, kocasından ilgi, sevgi veya şefkat görmeyen bir ev hanımı şizofren olmasa bile bir süre sonra delirir. özellikle kadınların iş dünyasında bu kadar yer almadığı 20. yüzyılın son çeyreğinde psikolojik sorunlar yaşayan anneler şimdinin psikolojik sorunları olan bireylerini yarattı. o zamanlar çok popüler bir ifade vardı: "allah canımı alsa da kurtulsam." yani bu o kadar acıklı bir depresyon belirtisi ki. intihar günah olarak görüldüğü için bir seçenek olarak düşünülmüyor bile ama çektikleri o kadar ağır geliyor ki bu insanlara, ölümü diliyorlar kendileri için. aynı durum çocuklarına da geçiyor tabii. çünkü gördüğünü yansıtır çocuklar. aklı başında, güzel çocuklar doğursanız dahi, kendi elinizle onları delirtebilirsiniz. böyle ebeveynlere en çok maruz kalan, yani onlarla en çok vakit geçirenler en çok bozulanlar oluyor. bu yüzden psikolojik sorunların yoğunluğu bakımından safiye> gülben> han> neriman olarak bir sıralama yapabiliriz. anneye en az maruz kalan karakter olan neriman en normali içlerinde. daha sonra aileden uzaklaşmış olan han karakteri geliyor. (ki, han diye bir karakter kitapta yok.) gülben de safiye'den az çekmemiş aslında. önce anneden, sonra safiye'den aynı muameleye maruz kalıyor.

    yalnız bu anne karakterini de anlamamız gerekiyor. adamın biri onu eş olarak alıyor. arada sırada kendi cinsel ihtiyaçları için kullanıp, ev işlerini gördürüyor. ona çocuk doğurtuyor, bu. bir kadın olarak, hatta bir insan olarak muamele görmemiş. özellikle de değerli hissettirilmemiş ki hiç. gerçi kadın da adama huzurlu ve mutlu bir ev hayatı sağlamadığı için adam sürekli evden kaçar olmuş ama birbirini sürekli besleyip daha da kötü hale getiren bir karı-koca ilişkisinin sonuçları bu çocuklar. annelerin kocalarına kızıp acısını çocuklardan çıkarması çok yaygındır. aslında insanın hamurunda olan bir şey bu; gücünün yettiğine saldırır hep. bunlar da genelde suçsuz, günahsız, masum canlılar olur: yani çocuklar, yaşlılar ve hayvanlar. hiçbirine kıyamazsınız ama insanların kafalarında bir sakatlık oldu mu ne yazık ki dünyanın kötülüğünden kendilerine düşen payı alıyorlar. o yüzden böyle insanların rahatsızlıklarının zamanında farkına varılıp suçsuz olanları bu zulümden kurtarmak bir insanlık görevi. o zamanlar psikolojik tedavinin önemi bu denli bilinmiyorken çok geç kalınmış ama bu tür trajediler halen daha devam ediyor. en azından müdahale edilebiliyorken geç kalınmamalı. herkesin çevresinde yardıma ihtiyacı olan, hatta yardıma ihtiyacı olduğunun farkında olmayan kimselere yardım eli uzatması gerekiyor. toplumumuzun genel sağlığını bununla koruyabilir ve kurtarabiliriz.

    hikmet
    aslında tüm olayların baş sorumlusu. hikmet karakterini, kitabı okuyan annem anlattı biraz. bu adamın önceki ailesi şu şekilde hayatını kaybediyor: bu adam kitapta avukat. zengin de bayağı. bir gün eşi "oğlan hasta, gel de hastaneye götürelim" diye adamı arıyor. adam da "çok meşgulüm, taksiyle gidin" diyor. anneyle oğlu taksiyle kaza geçirip ölüyor. adam da bunun travmasını bir türlü atlatamıyor tabii. sonra başka bir aile kurmaya çalışıyor ama ne yeni eşini, ne de diğer çocuklarını sevmiyor. sevse bile bunu hiç göstermiyor. anne tarafından zaten şanssız çocuklar. e babaya da tutunamayınca sürekli psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalıyorlar. yani, diyeceğim o'dur ki: bu hikmet tamam çok zor ve trajik bir olay geçirmiş ama yeni ailesini de buna ortak ettiği için suçludur. yeni bir eş alıp yüzüne bakmamış kadının. ne olacaktı yani hikmet bey? onları sadece beslemeyle hallolacak mıydı her şey? bir daha evlenmeyeceksin o zaman. evleniyorsan da, bari bunda hata yapmayacaksın. ayıptır yahu.

    safiye
    insan eliyle delirtilmiş başka bir karakter. annesinin eşyalarını atamamasının, annesini hâlâ büyük bir özlemle anıyor gözükmesinin nedeni bana göre şu: annesinden öyle korkuyor ki hâlâ, ondan nefret bile edemiyor. kafasına zorla yerleştirilmiş "uğursuzluk" algısını aslında hayatın normal bir gerçeği olan her kötü olayla ilişkilendirmesi belki de annesinin başına gelenlerin sorumlusunu kendisi zannetmesinden ve bunun suçluluğundan annesi öldükten sonra bile "onun sözüne sadık kalarak" gidermeye çalışmasından kaynaklanıyor.

    obsesif kompulsif bozukluğun zirvesinde yaşıyor tamam da, okb'deki kompulsif ne demektir biliyor musunuz? dürtüsel demektir. dürtü geldiğinde onu yapmak zorunda hissetmesi aslında "yapmayalım" düşüncesinden çok "yapmazsam başıma çok kötü şeyler gelecek" korkusudur. okb'li insanlar takıntılı oldukları şeyi yapmadıklarında başına geleceklerden korkarlar. bu yüzden sürekli yaptıkları şeyi yaparlar. çünkü o an için onların "huzurlu" hissettikleri durumun geçerli kılınması ve sürmesi için bunu yapmak zorundalardır.

    kitapta, safiye'nin liseden arkadaşı annesi yüzünden bir trafik kazasında ölüyormuş. arkadaş dedim, çünkü kitapta sevgili oldukları yazmıyormuş. o karakterin yaşaması ve safiye'yle romantik bir ilişkisinin olması uyarlama ama güzel bir uyarlama bence. en azından safiye'nin tedavi olma ve belki mutlu olma umutlarını yeşertiyor.

    han
    öncelikle sözlerime şununla başlamak istiyorum: birkan sokullu hakikaten taş gibi adammış. adını da, kendisini de ilk kez bu yapımla gördüm. iyi de bir oyunculuk sergiliyor, başarılarının devamını dilerim.

    han, "hayatının kadınıyla" koridorda kitaplarını düşürüp birlikte toplayarak değil, tesadüfen bir kaza yaparak tanışan bir karakter. çünkü modern hayatta elinde kitap taşıma kalmadı ve tesadüfleri artık başka bir kazayla tanışma biçimi olan arabalarla sergiliyoruz. bu tanışma, klişeler denizinde boğulmasına rağmen herkesin çok hoşuna giden bir tanışmaydı. çünkü herkes içten içe tesadüfen hayatının erkeği ya da kadınıyla tanışmayı istiyor. "o"nu bulamıyoruz bir türlü. o yüzden herhangi bir gün "tesadüfen" karşılaşmayı o kadar istiyoruz ki. kimseye özel olmadan, o gün süslenip püslenip dışarı çıkmamız da bu yüzden. belki o gün bugündür değil mi? bu umuda tutunmak akıl sağlığımızı yitirmememize ve yalnızlığın melankolisinde boğulmamamıza yol açıyor.

    gelelim karaktere. han karakteri, hikayenin orijinali olan kitapta yer almadığı için bana göre derinliği yeterince oluşturulamamış bir karakter. diğer karakterler gerçekte varlar. gerçekten böyle şeyler yaşamışlar ve bunlara verdikleri tepkiler gerçekte anlatılmış. gerçek karakterlerin kendiliğinden bir derinliği, kendi içinde bir ahengi vardır zaten. han karakteri ise bu aileye yapıştırılan bir uzantı gibi. bir yandan peygamber sabırlı, herkesin hep iyiliğini isteyen, aşırı düzgün bir adam profili çizerken; diğer yandan çok karanlık bir yanı olması istenmiş. halbuki öyle karanlık denilecek bir yanı da yok bence. fakat izleyicilere hissettirilmek istenen o. han'ın bir yanı melek, bir yanı şeytan gibi gösterilmek isteniyor. ama böyle iki karakter de o kadar zıt ki; bu iki karakterin aynı bünyede bulunabilmesi için kişinin çoklu kişilik bozukluğuna sahip olması gerekir. aman aman öyle bir abartıyla "han'ın karanlık yüzü" diye konuşuluyor ki, çok aşırı bir şey bekliyorsunuz artık. kompulsif istifçilikle anlatılacak olay değil bence o. karaktere çocukluk travmaları da yüklenmiş ama karanlık yanı dediğiniz şey: çocukluğunda kaybettiği kurşun askeri çöpte araması ve sevmediği adamlara su tabancasıyla eşek şakası yapması mı? komik. bu tür özellikler herkeste bulunabilecek küçük bir kötülük ve okb sadece. stresini hayat kadınlarıyla en uç fantezilerle gideren adamlar çok daha karanlık ben diyim. gerçek bir han mı yaratmak istiyorsunuz? dr. jekyll ve mr hyde okuyun o zaman. karakteri ve karakterin "iki yanının" derinliğini bu hikayeden biraz kopyalasanız dahi şu anki halinden daha başarılı olursunuz.

    gülben
    ah yavrum... insan eliyle tertemiz delirtilmiş diğer bir karakter. aslında safiye'den daha çok psikolojik eziyete maruz kalmış bir karakter. safiye'nin çektikleri annesinin ölümüyle bitmiş aslında. safiye daha sonra acılarının küllerini yaşatmaya devam etmiş ama gülben öyle değil. annesinden sonra, başka bir anne olan safiye'nin eziyetlerine maruz kalarak iyice edilgen bir yapıya bürünmüş. gülben'in şansı aslında zeki ve hayal gücü yüksek bir karakter oluşu. onun o hayallerinde yaşaması bir nevi onun akıl sağlığını hepten kaybetmemesine yol açmış. yine de sosyal hayattan bu kadar mahrum bırakılan, kendini yalnız, güçsüz hissettiği için ablasına sarılan ve ona iyi görünmek için okb geliştiren bir karakterin dış dünyaya uyum sağlayamayacağı zaten çoktan belli.

    aslına bakarsınız gülben tam bir seri katil profili çiziyor. seri katillerin neredeyse tümünde görülen: belirli bir yaşa kadar uzun süre idrar kaçırma -ki gülben'de hâlâ görülüyor-, bir yerleri ateşe verme ve insanlara zarar verme eğilimi gibi özelliklerin hepsini taşıyor. sadece seri katil olamayacak oluşu korkunun onda fazlasıyla tetiklenmiş ve aktif bir duygu olmasından kaynaklanıyor bence. bu yüzden kalkışamıyor ama uzun süre bastırılan, sevginin ya da sosyal hayatın s'sini göremeyen bir insanın akılcı davranmasını bekleyemeyiz. sevgi ve ilgi açlığının psikolojik sorunların temelini oluşturduğunu bu karakter bir kez daha kanıtlıyor bana göre.

    neriman
    manyakların arasında onlara uyum sağlayarak hayatta kalmaya çalışan, saftorik bir hanım kızımız. pek tatlı, oynayan oyuncuyu da çok sevdim. gerçekten güzel iş çıkarıyor. yaşıtlarının yaşadığı güzel şeylerin tadını hiç alamamış, akıl hastanesinde yatan tek akıllı kişi ne kadar acı çekecekse o kadar acı çeken bir genç kız. han karakterinin oluşturulması onun dayanağı olmuş ama kitapta ablalarının psikolojik destek almasını sağlayan kişi neriman'mış. gerçekten o evdeki tek aklı başında kişi neriman olabilir. ege karakterinin de hikayede olmamasına rağmen konuya dahil edilmesi çok güzel olmuş. izleyenlerin ege-neriman ilişkisini sevmesinin nedeni daha mini mini bir ergenken hepimizin o saf duygulara olan özlemi aslında. hoşlandığımız kişinin sınıfına girerken yaşadığımız saf heyecan, emre karakterinin neriman'dan ödevini yapmasını istediğinde neriman'ın duyduğu saf heyecanla aynı. keşke o kadar masum kalabilseydik ya da şu an o duyguları birine karşı hissedebilseydik. hepimiz o dönemlere gidip aşık olmak istiyoruz yine. ege ve neriman sahnelerinin sıklaştırılması ve uzatılması diziye güzel bir renk katacaktır diye düşünüyorum.

    memduh
    safiye'den daha az deli olmayan biri. görülebilecek en tiyatral dede. her sahnesinde sanki bir tiyatro oyunu izliyoruz. hakikaten sinir oldum izlerken ya. bu kadar abartılı mimiklerle, tonlamayla ve gür sesle tv oyunculuğu mu olur? oyuncuya saygım var, iyi bir tiyatro oyuncusudur hiç şüphesiz ama tv dizisinde oynuyorsunuz siz ya. şu karakteri daha normal, günlük hayata uygun canlandıramaz mısınız? dede sürekli titriyor, fenalaşıyormuş gibi oluyor falan.

    bu memduh gibi yaşlı adamlar da toplumda tam bir dinozordur aslında. safiye haklı. dinozor demem de hakaretten değil, çağına ayak uyduramayan demek istiyorum yani. varsan baksan yobazları eleştirir ama yobazlar kadar örümcek kafalıdır ve fikirleri hiç esnemez. yahu, sen yaşını başını almış, artık yetişkin olan torununa öyle davranacak cesareti nereden alıyorsun ya? inci karakteri zaten sorunlu. buna bu kadar "tamam" denir mi ya? sen evlenmişsin kızım, bir kadın kocasıyla gizli saklı görüşebilir mi ya? dizideki en büyük saçmalığın belkemiği bir karakter resmen.

    inci
    farah zeynep abdullah da hakikaten güzel, şirin bir kadınmış. çok da iyi bir oyunculuk çıkarıyor.

    yalnız, inci karakterinin sıkıntıları çok. bence kendisi tam bir modern kezban. bir kere kesinlikle ilginç bir karakter değil. "ben bağımsız, özgür kadınım" diye kapris yapabileceği her yerde han'a kan kusturuyor. durmadan bir "sen karışma, ben bilirim" havaları vs. onun dışında iyi niyetli, bu kadar.

    gelelim şimdi ağır bir çelişkiye: han bu kızdan küçücük ve gayet masumane şeyler saklarken bunu dünya meselesi haline getiren inci değil miydi? bu kız demedi mi han'a: "ben aramızda gizli saklı hiçbir şey olmasın istiyorum. ne kadar korkunç olursa olsun tüm gerçekleri bilmek istiyorum. ekrem imamoğlu ve mansur yavaş gibi bir şeffaflık politikası istiyorum han." dedi mi? demedi ama buna benzer bir şeyler söyledi. ben sadece başkanlarıma bir selam çakayım dedim. neyse, konumuza dönelim: inci, arabasını satma planları yaparken, telefonu çaldığında ve han arayanın "bilinmeyen numara" olduğunu gördüğünde "ege aradı yaa" dedi mi? dedi. sonra gizli saklı alıcıyla konuştu. daha sonra han onu dışarıda gördüğünde "ben çıktım, radyoya varmak üzereyim. sonra görüşelim." dedi mi? dedi. peki sonra n'oldu? han bastı bunu arabayı satmaya çalışırken. yalanları tamamen kanıtlandı. han da: "sen de beni takip ettin, yalan söyledin" diye 12'den vurdu ama sonunda n'oldu? inci kaayyymmmaakkk gibi üste çıktı. "aynı şey mi, bu farklı taam mı? işte tam da bu yüzden sana zaten söyleyemem kiii..." falan dedi. tam bir kezban savunması. erkekler burada isyan etmesin de n'apsın şimdi? sen yaparken orrayt ama han yapınca oooouuvvvv. senin o "birbirimize karşı dürüst olalım" politikanla bu durum nasıl olmalıydı biliyor musun incicim? han'a derdin ki: "canım bak, biz ege'nin okul taksitlerini ödemekte zorlanıyoruz. dedem taksiciliğe başlamış. ben de ondan gizli arabamı satıcam. hepimiz bu sorunu kendimizce böyle abuk fedakarlıklar yaparak ama bunu birbirimize hiç söylemeyerek ve konuşmayarak çözmeye çalışıyoruz. ben de gerekli parayı arabamı satarak bulabilirim. zaten tam zamanı, 2. el fiyatları uçmuş. sana borçlanmak istemiyorum o yüzden peşin peşin söylüyorum. benim işime karışmaya ya da bana yeni araba almaya falan kalkma. tamam mı canım?" heh, böyle çözebilir miydin? çözebilirdin ama eleştirdiğin şeyi yapmana rağmen cazgırlık yaparak kendini haklı çıkartacağını biliyordun.

    gelelim radyo programına. bu nasıl berbat bir şeydir ya? zerre ilginç bir konu yok, sürekli iki radyocu birbirine atarlanıyor, üstü kapalı binbir laf sokma, atışma. bir şeye atarlanınca hemen "ben çıkiyirum, sen devam et"ler falan. ohh ne ala memleket. cüneyt hiçbir şey demiyor mu kızım bunlara? öyle patron olursa radyo batar tabii. zaten öyle bir programı gerçekte yapsalar kimse dinlemez. hayır, kaybedenler kulübü'nden azıcık özenseniz kötü bir örneği olsa dahi daha iyi olurdu. bu nedir yav? azıcık özenseler şu programın içeriğine, güzel konuşmalar ve fikirler ekleseler fena mı olur? bizim tek gördüğümüz şu: programda konuşan ister inci, ister uygar, ister esra olsun, alayı da günlük konuşmanın dışına çıkamayan, yaratıcılık kabızı, yeteneksiz radyocumsular.

    bunun dışında inci gibi başrol olan bir karakter için çok da derin bir şeyler yazamıyorum. çünkü öyle yüzeysel bir karakter ki, üzerine çok fazla yorum bile yapılmıyor. fazlasıyla sıradan. yani normal. benim gibi geveze biri bile diyecek başka bir şey bulamıyor resmen. öyle sıradan.

    ege
    eğlenceli bir karakter, ergen. tam da ona göre davranıyor zaten. neriman'da anlattığım durumlar bu karakter için de geçerli. neriman'la olan sahnelerini keyifle izletiyor. herkes yeniden genç olup lisede aşık olmak isterdi. oynayan oyuncu da hakikaten güzel çocuk ama. ege varken emre'ye neden bakarsın be neriman?

    naci
    ya bu adamda tam bir komünist yakışıklılığı yok mu? dizide var olan en yakışıklı, en çekici karakter bence. bayılırım 40 yaş yakışıklılığına. karakter zaten alabildiğine gizemli, cool. belli ki çok da iyi bir insan ama pek çekmiş gibi. derinliği olan karakter böyle olur işte. sayfa sayfa açılır. o yüzden izleyici de yavaş yavaş tanıyor.

    yalnız sadece konuşmayarak insanı orta yerinden çatlatacak bir gücü var. han'ın hakkından gelecek tek kişi naci olabilir. fazlasıyla zeki ve aslında daha çok yabancı yapımlarda görmeye alışık olduğumuz ilginçlikte bir karakter bence. diziye o girdiğinden beri dizi daha güzel gözüktü gözüme. sahnelerinin artması dileğimle...

    bayram
    tam bir sitcom karakteri. yukarıda bahsettiğim "tiyatro oyuncusunun tv dizisindeki uyumsuzluğu" burada da geçerli. o sürekli komik, çekingen ve heyecanlı tavırları öyle dizilere gider çünkü. 2 günde çekilen bir sitcom dizisine süper uyardı.

    uygar
    şımarık, zengin piçi. her istediğini kendine hak görmesi, hak görürken de aklına eseni yapması da bu yüzden. güzel bir dayak yememiş hiç, dayak fakiri. durmadan şımarıklık yapıp, kendini acındırmayı, işin hep en kolayına kaçmayı, işler istediği gibi gitmediğinde ise oturup çocuk gibi zırlamayı uygun gören bir tip. amaaan... taksim'de, kadıköy'de böyle tipler çok. dünyanın en gereksiz tipleri. ağzı yüzü düzgün ama içi boş. diziden gitmesi de iyi oldu. kendisiyle ilgili diyeceklerim de bu kadar.

    cüneyt
    yerli karl urban. oyuncu barış bağcı, karl urban'a gerçekten çok benziyor. çekici bir 40'lı yaş.

    şimdi, cüneyt esra'yla takılıyor. esra buna aşık ama biricik aşkuna karşılık vermediği için cüneyt "yanlış adam, tüü, pis, kaka, fuckbuddy'sini aldatan alçak adam" muamelesi görüyor. ohoooo... saçmalığa bak! adamı niye eleştiriyorsunuz? cüneyt karakteri, 40 küsur yaşına gelip "bu yaştan sonra da evli barklı olacak değilim herhalde" mantığıyla önüne gelenle pompiş pompiş takılmayı seven bir karakter. zengin, yaşına rağmen çekici kalmayı başarabilen, özgürce ve maceraperest bir şekilde yaşamayı seven 40'lı yaşlarındaki bekar adamlar böyle yaparlar. hiç de eleştiremezsiniz bunu. bekar adam sonuçta, bağlanmaz isterse. esra'ya da dürüstçe söylemiş zaten ama sırf o karıyı sevecek salaklığa sahip olmadığı için başkaları tarafından "esra mükemmel kadın, cüneyt yanlış erkek. piiii rezil!" deniyor. esra karakterinin ne tür bir karı olduğunu ilk başta yazdım. cüneyt'in verilmiş sadakası varmış bence.

    ama cüneyt karakteri niye var arkadaş bu dizide? esra'yı sevmediği için linç edilmek için mi? yoksa arada bir uygar'a "olm bir rahat dur" demesi için mi? uygar da gitti, esra da aşk acısını esat'a yanaşarak gideriyor. e ne işe yarayacak bu karakter artık? bu kadar tek kullanımlık karakter de oluşturulmaz.

    esat
    bu da öylesine oluşturulmuş, pek de derinliği olmayan bir karakter. tam bir sidekick. ilginç değil, sadece bir takım olaylar oldu mu replik ve sahne dolduruyor o kadar.

    sadece şuna takıldım: türk dizilerinin vazgeçilmezi olan "holding" sahneleri tamam, "imzaları sen atar mısın?" "tamam atarım abi" gibi sanki imza atmalar her dakika gerçekleşen sıradan olaylarmış gibi işlenen klişeler de tamam. bak hadi bir şey demiyorum. ama iş toplantısında telefondan mesajlaşmak nedir esat bey? kim yazdı o sahneyi? karşında insanlar var, yanında patronun. gülben mesaj attı diye alelacele ona mesaj yazmaya çalışmak nedir? 1. gülben bekleyemiyor mu? sonra atsan? 2. toplantıda insanlar bırak mesajlaşmayı, eline telefon almaya çekinir. ciddi bir ortamdır orası. bu nasıl bir rahatlıktır ya? aaaa, ama doğru. o zaman gülben olayını o kadar uzatamazdınız, pardon.

    emre
    tam dayaklık bir ergen. gamze'ye gider.

    gamze
    başka bir dayaklık ergen. emre'ye gider.

    --- spoiler --- `

    14 bölüm izledim. tüm yorumlarım budur. başka da bölüm izlemeyeceğim artık. normalde 13 bölümünü bir günde bitirdiğim diğer dizilere nazaran bu diziyi bir haftada bitirdim. artık günlük işlerimi yaparken "arkada oynasın" modunda izleyeceğim tv şovu unsolved mysteries'in 90'lı yıllardaki bölümleri olacak. hepsi youtube'da varmış. yeeyyyy!
5224 entry daha
hesabın var mı? giriş yap