john stuart mill
-
"eski zamanlarda erkekler de kadınların tümü gibi köle idi. zamanla erkeklerin köleliği büyük ölçüde son buldu. kadınların köleliği ise giderek daha ılımlı bir bağımlılık biçimine dönüştü. bugün varolan biçimiyle bu bağımlılık değişmiş ve yumuşamış da olsa hala sürmekte olan ilkel kölelik halidir.
kadınlar bugüne kadarki tüm öteki tabi sınıflardan farklı bir konumda yeralmıştır. efendileri kadınlardan sadece hizmet değil, onun ötesinde bir şey beklemektedir. erkekler kadınların yalnızca boyun eğmelerini değil, onların duygularını da istiyorlar. kadınlardan zorla gönüllü olmalarını değil; gönüllü köle olmalarını, cariye olmalarını beklemektedirler. bu yüzden de onların gözünü bağlamak, akıllarını köleleştirmek için ellerinden geleni yapmışlardır.
efendiler kölelerin itaatini sağlamak için korkuya yaslanırlar. kendilerinden ya da dinden korkulması olabilir bunun dayanağı. oysa kadınların efendileri, onlardan basit bir boyun eğmenin ötesinde bir şey beklediği için eğitimin tüm olanaklarını kendi amaçları doğrultusunda seferber etmişlerdir. tüm kadınlar erken yaştan itibaren erkeklerin tam zıddı olmak üzere yetiştirilir. boyun eğecek ve denetime girecek biçimde.
erkekler kadınların üzerinde böyle bir egemenlik kurduktan sonra, bir de kendilerini, kadınları denetimleri altında tutma içgüdüsünün yarattığı bencilliğe kaptırarak, onları sanki bu cinsel çekiciliğin zorunlu bir parçasıymış gibi, bireysel iradelerinden vazgeçmeye, teslimeiyete ve zaafiyete sürüklemekteler.
beyinler bunca yıkanmış ve bu denli çaba harcanmışken kadınların sorunu görüp, isyan etmesi ise mümkün olmamıştır.
günümüzde gelişmiş ülkelerde kadınların kısıtlılığı, biri hariç yasaların ve kurumların insanların doğuştan sahip olduğu nitelikler nedeniyle tüm yaşamları boyunca bazı şeylerden yoksun kalmaya mahkum ettiği tek durum. öteki istisna da krallık. krallıklarda da iktidar aile içinde el değiştirir. ama krallıklarda da bunun dışındaki tüm toplumsal görevler ve ayrıcalıklar erkek kullanımına açıktır."
mill'e göre, salt sağduyuya ve insan aklının işleyiş yasalarına dayanarak, iki cinsin ilişkileri yalnızca bugün de varolan biçimiyle görülebildiği sürece, kimse cinslerin doğasını bilemez. eğer erkeklerin olmadığı bir toplum olsaydı, her birinin doğasında bulunan ayrı zihinsel ve ahlaki özellikleri bilmemiz mümkün olabilirdi. bugün kadın doğası denen şey ise, tümüyle yapay bir şey.
"zorla uygulanan baskıların, doğal olmayan özendirmelerin sonucu. tarihte kölelerin bile özgül karakterleri asimile edilmeye çalışılmamışken, kadınlara her tür yetenek ve özelliklerini ezenlerinin rahatı ve çıkarı için kullanmak üzere müdahale edilmiştir. kendi eserini tanıyamayan erkekler de (ki bu onların analitik bir kafa yapısına sahip olmadıklarını gösterir) ağacın kendiliğinden, doğası gereği böyle büyüdüğünü sanmaktadır. "
erkeklerin kadınları tanımak ve anlamak bakımından tek verileri karılarıdır. ancak tek bir örnekten anlamlı sonuç çıkarmak da mümkün değildir. kaldı ki, eşler arasında birbirlerinin iç yaşamlarına nüfus edememe durumu mevcuttur. gerçek sevginin olduğu yerde bile bir yanda otorite öbür yanda boyun eğmenin söz konusu olması kadınla erkek arasında tam bir güven ortamının olmasını engeller. yani kadının kendini tamamen erkeğe açması mümkün değildir. insanoğlu yapısı gereği sevilen kişinin gözünden düşmemek için ona sadece iyi yanlarını, karşısındakinin beğeneceğini düşündüğü yanlarını gösterir. dolayısıyla tüm bunların ışığında, "kadınların mutluluğu için yapılması ya da olduğu gibi bırakılması gereken şeylerin ne olduğunu ise kadınlardan başka kimse bilemez." der mill.
"savunulan kurum, kölelik, siyasal mutlakçılık ya da aile reisinin mutlak üstünlüğü de olsa onu hep en iyi yönüyle yargılama eğilimi taşırız. bize hep bir yandan otoriteyi iyi kullananların, öte yanda da ona isteyerek boyun eğenlerin görüntüleri sunulur. yani otorite, tabi olanların iyiliği için uygulanan üstün bir bilgelik olarak gösterilir. çevresini de şükran ve sevgi hisleri sarmıştır. yasalarla kurumlar, iyi insanlara göre değil kötülere göre düzenlenir.
erkeklerden evlilik töreni öncesinde tanıklarla, mutlak iktidarın kendilerine verilmesi sonucunda bunu iyi kullanacaklarını kanıtlamaları beklenmiyor. oysa bedenlerinde biriken şiddeti karılarına yönelten binlerce erkek var. bu kadınlar erkeklerin gaddarlığından kaçma olanağı bulamayan tek zümredir. kadınların tüm yaşam beklentilerinin erkeklerin eline teslim edilmiş olması, onların yüreklerini yumuşatacağına, alçak ve vahşi doğalarını daha çok ortaya çıkarmaktadır. erkekler yasanın kadınları kendilerine bir nesne olarak verdiğini düşünmekte ve o nesneyi keyiflerince kullanabilecekleri inancıyla davranmaktalar. "
"aile bir despotizm okuludur. o okulda despotizmin erdemleri değil, kötülükleri de beslenir. "
köleliliğin kaldırılmasından sonra, tüm yetenekleri gelişmiş bir insanın bir başkasının iyi niyetine terkedildiği ve o insanın iktidarını salt kendine teslim edilen kişinin yararına kullanacağına inanıldığı tek durum evliliktir. mill’e göre, “evlilik yasalarımızın tanıdığı tek tabiyet ilişkisidir. her evdeki evli kadının dışında artık yasal köle kalmamıştır.”
“insanlarda var olan kendine hayranlık, kendini üstün görme gibi bencilliklerin kaynağı ve temelini kadın erkek arası ilişkiler oluşturur ve besler.” diyen mill sözlerini şöyle sürdürür: “bir oğlan çocuğu düşünün. doğduğu andan itibaren ayrıcalıklı, üstün olarak yetiştiriliyor. her ne kadar hiç bir özel yeteneği olmasa da, cahil ve geri kafalı da olsa, toplumun yarısından daha üstün olduğu öğretiliyor kendisine. bu ders onun karakterini ve geleceğini nasıl etkileyecektir? görece kültürlü ve eşitlikçi ailelerde bile bu durum böyle gelişmektedir. gençler erken yaştan itibaren önce annelerine sonra diğer kadınlara saygı duymamaya ve kendilerini kadınlardan üstün görmeye başlamaktadır. erkeklerin, kral soyundan geldiği için kendini ayrıcalıklı sanan soylulardan hiç bir farkı yoktur.”
eğitimin ve eviçi ilişkilerin bu durumu yaratmadaki rolü öylesine güçlüdür ki bunun değiştirilmesinin ne kadar olumlu sonuçlar doğuracağını hayal etme gücümüzü bile yitirmişiz. modern ahlak ve politikada esas olan davranışın yalnızca davranışın saygıya değer olduğudur.
halbuki mill’e göre “insanlar ne olduklarına göre değil nasıl davrandıklarına ve ne yaptıklarına bakılarak saygıya değer bulunmalıdır. güçlüye güçsüzü yönetme hakkını verme eğilimi toplumun temelinde yattığı sürece güçsüzlere eşit hak tanıma ilkesi için boşuna çaba harcanacaktır.”
ve mill der ki; “insanlığın yarısının aşağı görülmesiyle ortaya çıkan kötülüğün boyutlarının önce, bireysel yaşamda insanı ileri götüren yücelten mutluluğun yitirilişi, sonra da onun yerini alan, hayat karşısındaki tatminsizlik, hayal kırıklığı, endişe olduğu düşünülürse, yeryüzündeki yaşamın kaçınılmaz aksaklıklarına karşı mücadele ederken, doğanın yarattığı kötülüklere başkalarını eklememek gerektiğini yani insanların birbirlerine kısakançlık ve ön yargı sonucu haksızlık yapma hatasına düşmekten kaçınmaları gerektiği dersini unutmamak gerekir. insanlar boş korkuların başkalarının yerini almasına, şikayet ettikleri kötülüklerin yerine daha büyük kötülüklerin geçmesine izin vermemeli. insanların hareket özgürlüğüne getirilen her kısıtlamanın insan mutluluğunu kurutacağını ve insan soyunu yoksullaştıracağını hatırda tutmalı. çünkü insan yaşamını değerli kılan tek şey budur.”
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap