253 entry daha
  • f1 takipçileri, son yıllarda yarışların sıkıcılığından şikayetçi. bunun nedeni ilk bakışta mercedes dominasyonu gibi görünüyor. çünkü lewis hamilton'ın arka arkaya aldığı şampiyonluklar var ama burada mercedes'i suçlamamak lazım. sonuçta her takım grid'e olabilecek en iyi arabayı getirmeye çalışıyor. mercedes-petronas takımı ise belli ki diğer takımlara göre kaynaklarını iyi değerlendiriyor.

    buradaki asıl problem ise rekabetin olmaması. yani kimse mercedes aracının yanına yaklaşamıyor. aslında ferrari, mclaren, williams gibi geçmişi başarılarla dolu takımlar var ama senna vs. prost gibi bir rekabet izleyemiyoruz son yıllarda. işin kötüsü yetenekli pilotlar da yok değil. mesela ideal bir evrende hamilton ve vettel'in şampiyonluk kapışmasını; versteppen, leclerc, ricciardo, sainz, russel gibi pilotların da zirve için girdiği mücadeleyi izliyor olurduk. ancak burada scuderia ferrari ve williams gibi takımların teknik sorunlarla boğuşmasına şahit oluyoruz.

    rekabetin ne kadar önemli olduğunu anlamak için adı efsaneler arasında yer alan pilotlara da bakabiliriz. çünkü bu pilotların hepsi mücadeleye girdikleri rakiplerle anılıyor hep. mesela schumacher vs hakkinen, senna vs prost ve son olarak lauda vs hunt gibi. 2013 yapımı rush da formula 1'in iki efsanesi arasında yaşanan rekabeti konu alıyor. şimdi bu filmimizde anlatıldığı şekliyle niki lauda ve james hunt rekabetine bir göz atalım.

    --- spoiler ---

    formula 1'in çehresi sürekli değişiyor. mesela bir motorsporu olmasına rağmen "spor" kısmı özellikle pilotlar tarafından uzun süre görmezden gelinmiş. şimdiki gibi özel diyetler, idman programları falan yok. google'a james hunt yazıyorsunuz üzerinde yarış tulumu, elde bira sigara fotoğrafı çıkıyor varın gerisini siz düşünün. bu tabi örnek olacak bir davranış değil ancak dönemin ruhu böyle. sonuçta hunt 70'lerde yarışan bir pilot. kendisi rock'n roll dünyasında yaşıyor ve hem filmde hem pistte dönemin ruhunu yansıtıyor.

    dönemle ilgili en belirgin düşünce anı yaşamak üzerine. şimdi tabi halo'lar falan geldi ancak 70'lerde araçlar tasarlanırken güvenlik çok ön planda değildi. f1, yapılan hatalardan ders çıkararak bugünlere geldi. zaten filmde hunt da bu durumdan bahsediyor. bu nedenle 70'lerde pilot olabilmek için james hunt gibi biraz gözü kara, biraz hayatı umursamaz biri olmak gerekiyormuş.

    ancak james hunt sadece eğlencesine bakan bir adam değil. zaten öyle olsa ne lauda ile mücadele edebilirdi ne de bu filme konu olabilirdi. hunt aslında, lauda'ya göre piste aklıyla değil kalbiyle çıkan bir pilot. evet, şampiyonluklar çoğunlukla ince düzenlemeler, yoğun pratik ve yarış içi stratejiler ile kazanılıyor. ancak izlediğimiz yarışlara dönüp baktığımızda bize yaşattıkları sevinç, üzüntü ve heyecan olmadan bir yanın da eksik kalacağı kesin. bu nedenle hunt için formula 1'in ruhunu yansıtan bir pilotmuş diyebiliriz.

    niki lauda ise filme göre hunt'ın tam zıddı. onun dünyasında duygulara yer yok. duygular, sadece kararlarınızı etkileyecek ve hırsınıza engel olacak şeyler. eğer bir pilot yarış kazanacaksa aracın, pistin, takımın tüm yapısına hakim olmalı. ve istediğini almadan asla vazgeçmemeli. bu nedenle kendisinin bu filmde f1'in akıl yönünü temsil ettiğini söyleyebiliriz.

    lauda aynı zamanda sevilmesi zor bir adam. çünkü pistte muazzam olsa da insan ilişkilerinde gerekli manevraları yapamıyor. ona göre bir şeyin sadece bir kez söylenmesi gerekiyor. ikinci defa anlatmak zorunda kalmak ya da karşısındakinin tepkisinden kaçmak için dolambaçlı yollara girmek pitte vakit kaybetmek kadar sinir bozucu. bu nedenle altındaki araba kötüyse bunu aracı üreten kişilerin yüzüne (ferrari de olsa) çat diye söyleyebiliyor.

    ancak bu, niki lauda'nın tarzının hunt'a göre daha kötü olduğu anlamına gelmez. zaten f1'in evrimine bakarsanız, düşünce tarzının lauda'ya benzer şekilde evrildiğini görebilirsiniz. çünkü lauda sadece bir iki yarış parlayan bir pilot değil. f1'de kazanmanın bir istikrar işi olduğunu çözmüş. kariyerini de bu ilkelere göre devam ettiriyor. zaten bu fark nedeniyle hunt dünya şampiyonluğundan iki yıl sonra emekliye ayrılırken lauda üç defa şampiyon oluyor.

    şimdi filmin bireysel olarak lauda ve hunt'ı nasıl işlediğinden bahsettik. bir de aralarındaki rekabet konusunda neler söylenmiş ona bakalım. rekabet konusunda hunt burada biraz daha gözü kara görünüyor. ancak james hunt ile rakip olmak görece daha tercih edilesi. çünkü laf dalaşına girersiniz birbirinize en fazla birkaç yumruk patlatırsınız. ancak niki lauda, rekabet konusunda karşınıza çıkmasını isteyebileceğiniz biri değil. bunun sebebi de sadece yarışlarla alakalı diyemeyiz.

    şöyle düşünün, james hunt daha duygularıyla hareket eden biri. bastırmaya çalışsa da vücut diline bakarsanız zaman zaman yaşadığı gerginliği görebiliyorsunuz. bu nedenle karşınızda bir insan olduğunu ve her insan gibi zaaflarına yenik düşeceğini bilirsiniz. bu nedenle hatasını kollamak ve o anda atak yapıp kendisini geride bırakmak (en azından teoride) daha ihtimal dahilinde.

    niki lauda ise böyle biri değil. öncelikle duygularına yenik düşme olasılığı daha az. james hunt, kız arkadaşıyla yaşadığı bir tartışma sonrası test sürüşüne gelmeyebilir. lauda ise akşamın bir köründe garajdaki zavallı teknikerlerin ensesinde boza pişirmekle meşguldür. ayrıca bir kazadan sonra herhangi bir pilotun güvenini toplaması zaman alır. niki lauda ise alevlerin arasında kaldığı bir kazadan sonra hastanede ölümden dönebilir sonra hiçbir şey olmamış gibi gelir yarışa çıkar. üzerine bir de şampiyonluk kovalar.

    lauda'nın kazasından özellikle bahsetmemiz gerekiyor. çünkü bu geri dönüş, yarış tarihinde görülmüş şey değil. niki lauda'nın yüzü bu kazada yanıyor. özellikle başının sağ yanı alevlerden hasar görüyor. yüzünde kalıcı hasar oluşması bir insanı çok kötü etkiler. ki bu durum da normaldir. yani alışma süreci, o kazadaki kötü anıları atlatmak falan zaman alır. ancak niki lauda muhtemelen etten ve kemikten yapılmadığı için gelip yarışa katılmış. üzerine bir de yerine başka bir pilot çağrıldığı için sinirlenmiş.

    sırf bu geri dönüşünde gösterdiği azim nedeniyle bile lauda'yı rakip olarak istemezsiniz gerçekten. çünkü james hunt, biraz john connor gibi. karizmatik, lider ruhlu, cesur ancak temelde insan. niki lauda ise t1000 gibi. eğer sizi avlamayı kafasına koyduysa yanan aracın içinden bile çıkıp gelebilir.

    normalde rekabet hakkında konuşurken iki rakip arasında yaşanan sürtüşmeler ön plana çıkar. ancak filmin anlattığı üzere lauda ve hunt arasında düşmanlık yok. çünkü bu karakterler zirveye oynuyor ve oranın nasıl bir yer olduğunu ancak daha önce zirveye çıkmış insanlar bilebilir. bu nedenle lauda ve hunt'ın sadece birbirlerinin anlayabileceği bir yerde oldukları için dostluk kurduklarını söyleyebiliriz. filmde de bazen çekişmeler gösteriliyor ancak ortada f1 dünya şampiyonluğu gibi bir konu varken söylenen bir kaç sözün çok da bir önemi yok.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak bu filmde hunt formula 1'in duygusal yönünü yansıtmış. yarışmaktan keyif alan, rekabet ve gösterişten hoşlanan ayrıca karizmatik de bir adam. niki lauda ise formula 1'in çalışma, azim ve zeka yönünü temsil ediyor. duygusal anları var ancak eşiyle tanıştığı sırada araba hakkında yaptığı yorumlar ile formula 1'de kazanmanın aslında ne kadar büyük bir yetenek gerektiğini ortaya koyuyor.

    peki hangi karakter tam olarak formula 1'i tanımlıyor? filmin güzelliği burada aslında. çünkü formula 1'in tanımı bu iki karakterin ayrımından değil sentezinden çıkıyor. yarış tutkusu önemli ancak aerodinamiği de göz önünde bulundurmak lazım. motor bloğunun ağırlığını azaltmak önemli ancak hepimiz sporun bize yaşattığı heyecan için buradayız. film de bu ayrımı ve sentezi çok güzel aktarmış. böylece hem artık aramızda olmayan niki lauda'ya hem james hunt'a hem de genel olarak formula 1 ruhuna çok sağlam bir saygı duruşu olmuş.
27 entry daha
hesabın var mı? giriş yap