4 entry daha
  • yıllardır zaten bildiğimiz şeyleri basit bir kurguyla ısıtıp tekrar önümüze sunan sıradan bir belgesel film değildir. pulitzer ödüllü fotoğraflara baktığımızda ilgili olayın en çarpıcı en inanılmaz okumasını görürüz. buna neden olan da sadece o anın gerçekten çok büyük tarihi bir önemi olması veya görülmesi çok nadir olan bir an olması değil, tüm bunlara en önemli etken olan estetik öğesinin katılmasıdır. dünyaca ünlenmiş, tartışma yaratmış, tarihe yön vermiş fotoğraflar çekenleri sayesinde çoğu zaman bilinçli olarak bu estetik öğeleri barındırırlar ve etkileyicilik inanılmaz ölçüde artar. parça-bütün ilişkisi, kadraj, renk, uzaklık yakınlık, alan derinliği, göstergeler vb.. bir çok kriterin tek bir kadrajda toplanması o fotoğrafın tarihi önemiyle ve an'la birleşince ortaya çıkan işin etkileyiciliğini tartışmaya gerek kalmıyor. ama iş bu karelerin devamını veya öncesini en ham haliyle görmeye geldiğinde durum hiç de öyle değil.

    filmde nachtwey'in fotoğrafları gönderdiği gazetenin editörlerinin aralarında tartışarak kapak için en uygun fotoğrafı seçmeye çalıştıkları sahnede fotoğraflardan birine (bosnalı ölen bir askerin yasını tutan aile) söylediği yorum inanılmazdır: "bu tablo gibi gözüküyor, uygun değil" gerçekten de fotoğraf rönesans tabloları gibidir. fotoğraftaki kompozisyon, figürler arasındaki ilişkiler, ifadeler bunu kanıtlar. alman editörlerin rahat ofislerinde insanların acılarına sanat eseri muamelesi yapmaları nachtwey'in yeteneği sayesinde kaçınılmaz oluyor (burada fotoğrafı çekenin makine değil insan olduğunu bir kere daha hatırlıyoruz) buraya kadar her şey normal. peki editörlerdeki o soğukkanlılık nereden geliyor? nasıl oluyor da röportaj yapılırken bu kadar rahat ve teknik açıdan değerlendirmeler yapabiliyorlar? acaba sadece o fotoğrafları görmekten, fotoğrafların hikayelerinin hiç birine tanıklık etmemekten dolayı olabilir mi?

    hemen ardından james nachtwey le yapılan röportajı gördüğünüzde bu teorilerin doğru çıkmaması için hiç bir sebep yok. bire bir tanık olduğu onca dehşet, savaş, açlık, ölüm içeren zamandan sonra kibir, heyecan vb.. insani bir çok duygudan arınmış, donuk gözlerle röportajı yapan ama buna rağmen insana olan saygısını kaybetmeyen, bu kadar ölüm görmesine rağmen(belki de bunun sayesinde) insan hayatının değerini çok iyi kavrayabilmiş birinin konuya yaklaşımını görüyorsunuz. kevin carter'ın intiharının tek bir fotoğraf yüzünden değil, belki de bazı şeyleri artık taşımak istemediğinden, kabullenemediğinden olduğunu düşünebiliyorsunuz ya da farkediyorsunuz.
9 entry daha
hesabın var mı? giriş yap