89 entry daha
  • sinemada yapılmışı tekrarlamak pek hoş karşılanmaz. bu nedenle türler ilerledikçe daha kompleks hale geliyor. örneğin 40’larda çekilen bir dolandırıcılık hikayesi, zengin bir adam, onun güzel ama tehlikeli eşi ve bir adet kandırılan ana karakter üzerinden ilerliyordu. şu dönemde anlatılan atıyorum bir soygun filminde illüzyonlar, çifte ajanlar, fbi, cia, amerikan başkanı dahil herkes devrede oluyor. bu durum aksiyon filmleri için de geçerli. mesela şuan çekilen bir aksiyon filminde ne bileyim kötü adamın, ana karakterin gelecekten gelen hali falan olması gerekiyor en azından çünkü bir farklılık gerekiyor illaki.

    ben bu kompleks yapıdan çok şikayetçi değilim. hatta dark’ı izlerken not tutup pano falan hazırlamıştım ama insan bazen daha basit zamanları özlüyor. özellikle 80’lerde ve 90’larda pür aksiyon denilen türü. bu türün pek çok örneği var ancak ortak noktaları filmin tamamının bir cümle ile açıklanacak kadar basit olması. mesela gelecekten gelen robot bir çocuğun peşine düşer, bir polis gökdelendeki rehineleri kurtarmaya çalışır gibi. bu filmleri izlerken “hımle, hımle.” diye düşünmezsiniz başlarında. çünkü entelektüel derinlikleri yoktur. ancak iki saatliğine kafa dağıtayım şurada derseniz bu filmler size o eğlenceyi ve adrenalini sonuna kadar yaşatır. şimdi konuşacağımız 94 yapımı speed de böyle bir film. bundan sonra spoiler ibaresi koysam mı çok emin olamadım aslında. çünkü bu film 2876 defa yayınlandı televizyonda. yine de bazen 18-20 yaşında arkadaşlarla sinema konuştuğumuz oluyor. onların bu filmi izlememiş olabileceğini düşünerek uyarı notunu düşüyorum.

    --- spoiler ---

    eğer bu filmi ne bileyim bir kubrick, bir haneke, bir hitchcock filminden sonra izlerseniz guilty pleasure’ın sözlük karşılığını yaşarsınız. yahu iki gün önce 2001’in çekimlerine hayran oluyordum, rear window ile paranoyanın uçlarında geziyordum ne ara birbirinin ağzına ağzına vuran karakterleri izlerken yerimde duramaz oldum diye düşünebilirsiniz. panik yapacak bir durum yok. çünkü her filmi vaat ettikleriyle değerlendirmek gerekir. mesela bu filmin adı speed. yani hız ve aksiyonu yaşatacağım sana diyor. burada önemli olan filmin bu vaadini gerçekleştirip gerçekleştiremediği.

    pür aksiyon filmlerinde isminden de anlayacağınız üzere aksiyonun hiç durmaması gerekiyor. yani öyle karakter tahlili yapayım, toplumsal tespitte bulunayım işine girerseniz olmaz. bu filmde de ana karakterin polis olması ve gözü karalığı dışında çok bir şey bilmiyoruz. mesela film boyunca annie ile yakınlaşıyorlar ama annie’nin ya da jack’in birlikte oldukları başka insanlar var mı ondan bile emin değiliz. filmin hikayesi içinde şöyle bir durum bile gerçekleşebilir; kız arkadaşınız sabah işe diye evden çıkmış öğlen kendisini haberlerde yan yatmış bir vagonun içinde başkasıyla öpüşürken görüyorsunuz. çünkü dediğimiz gibi karakterler hakkında çok az detay var filmde.

    ancak bu tür detayları es geçmelerinin nedeni bu işi becerememeleri değil. bunu daha çok bir ağırlık atma olarak görebiliriz. hikayede adrenalin artışına bire bir katkı sağlamayan her şeyi dışarıda tutuyorlar sadece. sonuçta elimizde çok derin olmamasına rağmen akıp giden bir hikaye oluyor. mesela normalde filmlerin ilk 10-15 dakikası evren ve karakter tanıtımına ayrılır. bu filmde ise öyle bir şey yok. hazırlık aşamasında bile şunları görüyoruz sadece; mekan los angeles, aksiyonun odak noktasında pek çok insanın anksiyete sahibi olduğu asansör var, biraz önce gözünü kırpmadan adam öldüren bir karakter gördük, ana karakter de sahneye lastikleri yerden kesilmiş havada süzülen bir arabayla giriyor. yani pür aksiyondan bekleyeceğiniz her şey 15-20 dakikalık bir sekansta sağlanıyor aslında.

    filmin devamında ise olaylar tek ve kısa bir zamanda geçiyor. ilk otobüs patladığında saat 08:05. kötü karakterimiz howard payne de parasını 11:00’e kadar istiyor. bu nedenle işler yarım günde falan bitiyor diyebiliriz ki film biterken daha güneş batmaya başlamamış bile. bu süre sınırlaması ve howard’ın koyduğu basit kurallar da aksiyonun bir saniye bile düşmemesini sağlıyor.

    ancak bu haldır huldur gidişin bir eksisi var. o da diyalogların zayıflığı. bir pür aksiyon filminden oscar wilde zekasında replikler beklemiyoruz tabi ki ama jack dahil herkes npc gibi konuşuyor. en fazla bir iki replik ama onlar da ilk akla gelen şeyler hep. shit, fuck, asshole falan gidiyor. bir yerde rehineler arasında tartışma çıkıyor. aslında orada jack’in profesyonelliğini konuşturup insanları sakinleştirmesini bekliyorsunuz ama en fazla bir adamın omzuna elini koyup milletin yüzüne bakıyor. sonra arkasını dönüp sandra bullock’un canlandırdığı annie ile ilgileniyor.

    gerçi burada ben jack’e hak veriyorum. ben olsam iki tane izbandut yerine ben de annie ile ilgilenirdim. ki bu filmde sandra bullock 90’larda güzel olan ne varsa tek başına temsil ediyor. kendisi hollywood yıldızlarından olduğu için bazen oyunculuğu gözden kaçabiliyor. çünkü filmlerinde zaten karşınıza büyük bir personayla çıkıyor. bu filmde ise sandra bullock’u sandra bullock yapan detayları görebiliyoruz. mesela annie karakterini çok doğal canlandırmış. evet yıldız ışığı var hala ama otobüsle işe yetişmeye çalışan, eski model pinto kullanan ve daha önce kötü ilişkiler yaşamış sıradan bir insan olduğuna inandırıyor sizi. ayrıca kostümünden duruşuna kadar aşırı doğal bir hali var. sandra bullock’un bu kadar sevilmesinin de bir sebebi bu sanırım.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak filmde genel olarak entelektüel bir derinlik yok doğru. ancak devamlılık hatalarını görmezden gelirseniz filmin teknik olarak başarılı olduğunu söyleyebiliriz. çünkü filmin başına oturduğunuzda iki saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz gerçekten. bu da yine bir başarıdır çünkü neyin filmi yükselteceğini, neyin geriye düşüreceğini çok iyi hesaplamak gerekiyor. 94 yapımı speed’de de bu tercihleri çok iyi yapmışlar diyebiliriz.
17 entry daha
hesabın var mı? giriş yap