5 entry daha
  • psikolojik bir işkence olarak ikna odaları diye bir kitap var bu konuda. gülşen demirkol özer mart 2005 de çıkarmış. kitap muhteva olarak aşağı yukarı ikna odalarından şöyle bahsediyor. yorum yusuf armağan'a ait

    canımızı çok yaktılar.

    bu can yanması çocukluğumdan bir cümleyi ardına takıp avunulacak bir yanış da değil. çocukluğumdan hatırlarım, anneannem canımın en çok yandığı zamanlarda biraz da latifeyle "geçince bir şeyciğin kalmaz yavrum" diyerek beni avutmaya çalışırdı. ve gerçekten de geçince bir şeyim kalmazdı. aynı anneannem bugün bu cümleyi torununa kuramıyor. çünkü canımızı çok yaktılar.

    canların yanışını resmeden psikolojik bir işkence metodu olarak ikna odaları adlı kitap canı yanan bir kız kardeşimizin (gülşen demirkol özer) kalemi ile yazılmış. canı yanan bir yayıncı (ali kemal temizer) tarafından canı yanan bir yayınevinin (beyan yayınları) 382. kitabı olarak neşredilmiş.(1) kitabın kapağının da canı yanan ve hala yanmakta olan bir arkadaşımız (rumeysa arslan) tarafından yapıldığını öğreniyoruz.(2) kitabın kapağı ile göz göze geldiğinizde iç sayfalarını açmaya dair cesaretinizi yokluyorsunuz önce. ben herkesin bu tereddütü bir an da olsa yaşayacağını düşünüyorum. karanlık bir sorgu odası, tepede asılı duran ve kurbanın tepesine tepesine sararmış ışıklarını bırakmaya kurgulanmış bir lamba ve gitgeller arasında yapayalnız bırakılmış olmasına rağmen onurunu ve hicabını ayakta tutmaya çalışan bir arkadaşımız. elim titreyerek çevirdim kitabın kapağını.

    "gülşen demirkol özer, 1975 yılında bursa'da doğdu. ilk ve ortaöğrenimini bu şehirde tamamladıktan sonra istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi sosyoloji bölümünden mezun oldu. bir yıl meb bünyesinde öğretmenlik yaptıktan sonra, başörtüsü nedeniyle meslekten men edildi. evli ve bir çocuk annesidir."

    başörtüsü nedeniyle meslekten men edildi cümlesini ister istemez birkaç kez okuyor gözlerim.

    ve bir ithaf;

    "kardeşim nurşen, dostlarım macide göç ve özlem özyurt anılarına.."

    kitabın hazırlığı esnasında 30'a yakın öğrenci ile birebir görüşülmüş. bunun dışında sayısız tanık ve gözlemcinin konunun ana hatlarının belirlenmesinde önemli bir rolü olduğu ifade ediliyor. kitabın tamamının, ikna odalarından yolu geçen kızların anlattıklarından yola çıkılarak oluşturulmuş bir çerçeveden oluştuğunu söyleyebiliriz. doğrusu çerçevenin meselenin özünü yakalamamıza dair verileri dimağımıza yerleştirecek tarzda kurgulanmış olmasının başlı başına bir övgüyü hak ettiğini düşünüyorum.

    tdk nın sözlüğünde ikna kelimesi şu şekilde tanımlanmış : "bir konuda birinin inanmasını sağlama, inandırma, kandırma". kandırma tabirini bir kenara bırakırsak ikna kelimesinin genel anlamı itibariyle olumlu bir yanının olduğunu söyleyebiliriz. ancak 1998 yılında istanbul üniversitesinde kurulan 8 metrekarelik odalarda yapılanın adına ikna denilmesi, bildiğimiz bir kavramın zihnimizde yer alış şeklindeki olumluluktan faydalanarak bir zorbalığı masum göstermekten başka bir şey olmadığını göstermektedir. bu noktayı yazarın şu şekilde ifadelendirdiğini görüyoruz :

    "bireyi; kuşku, umutsuzluk, yalnızlık hislerine ve vazgeçilmezleri arasında tercihe sürükleyen davranış biçimine, aslında, ikna adını vermek doğru değildir. bu bağlamda türkiye'de ikna odaları adı altında gerçekleşen tavrı konu ederken, psikolojik bir baskı biçimi olarak ikna kavramı kullanılacaktır."

    kitabın girişi döneme ait bir yaşanmışlıktan örnekle başlıyor. burada geçen şu ifadeler ikna odalarının aslında neliğini de ortaya döküverir nitelikte;

    "..senden sadece başını açmanı istiyoruz dediğinde kendime geldim. benden ne istediklerini anladım. kadın sürekli konuşuyordu. kafam karıştı. o sırada kameranın cızırtısını fark ettim. "bu kamera neyi çekiyor?" dedim. "şenliği çekiyor." diye yanıtladılar. "bu şenlik mi? evet, şenlik." işte o an kan beynime sıçradı. bağırmaya başladım. susun, çekmeyin istemiyorum. kendimi dışarı atmaya fırsat bulamadan, beş altı kişi etrafımı sardı. aralarında polis de vardı. "demek gerçekten zorla baş açtırıyorlar" diye düşündüm..."

    kitabın üçüncü bölümünü ikna metodları ile detaylandırılmış. burada yer alan alt başlıkları sıralanan metodlardan bazılarını kitapta geçen ifadelerden faydalanarak alıntı yapmak istiyorum.

    etiketleme

    "iki duygu aslında çelişiyor. yapılanlar adi bir suçtan ya da şahsi bir ayıptan dolayı değil, allah'ın emrine teslim olmaktan dolayı yapılmaktadır. allah rızası için bu duruma direnmem gerektiğini düşündüm. bu yüzden kendimi çok güçlü hissettim. çok gurur duydum. ama diğer yandan, bir kategoriye konarak muamele gördüğüm için kendimi çok aşağılanmış hissettim.."

    bir seçime zorlama

    "..'önünüzde tek şart koşuluyor ya okuldan ayrılıp rezil olacaksınız, ya başınızı açacaksınız. burası türkiye'nin en iyi okulu' gibi şeyler söyleyerek kaybettiklerimizi saydı.."

    kitap bu metodu iki seçenek arasında tercih yapma potansiyeli bulunduğu varsayılan ve hal-i hazırda 8 metrekarelik bir odaya da sıkıştırdıkları genç bir kızın tepesine çullanma girişiminde kullanılan en can alıcı baskı unsurları arasında gösteriyor. ya okul.. ya başörtüsü...

    lakin bu metod herkes için ikna edici bir yöntem olamayabiliyor. şöyle ki;

    "yazık değil mi? son sınıfa gelmişsin. ne güzel mezun olursun kariyer yaparsın v.b. şeyler söyledi. ama benim ihl'li olmadığımı ve italya'da okuduğumu örenince tamamen değişti..."

    yalan

    "..belli bazı sorular var. ailende örtülü var mı? kur'an'da örtü yok, niye örtünüyorsun?..."

    "..oraya gittiğimde ilahiyattan bir öğretim üyesi kur'an-ı kerim'de başörtüsünün olmadığını, bahsedilen ayetin ziynet ile alakalı olduğunu, dolayısı ile başörtünün gereksiz olduğunu söyledi...."

    iddia

    "..nasıl örtündün, kendi isteğinle mi? tarzındaki sorulardan sonra,sağlığın için iyi değil başörtüsü. d vitamini kemiklerin için gerekli ama alamıyorsun, saçların da sağlıksız oluyor tarzında sözler söylediler.."

    düşman tespiti

    ".. avcılar kampüsünde kamera ve film çekmeye başlanır gibi bir ortam var. ailemizi soruşturuyorlar. inancımızı yargılıyorlar.."

    otoriteye sığınma

    "dünyanın ve bu ülkenin sahibi gibi davranıyorlardı. egemen güç olduklarını hissettiriyorlardı. "bu kararları biz koyduk buna uyacaksınız" diyorlar ve kendilerini tartışılmaz bir yere koyuyorlardı."

    övgü

    "türkan saylan "çok güzelsin niye böyle kapanıyorsun, bu güzelliği niye kapatıyorsun" dedi.

    tehdit

    "başını açtıktan sonra, benim koluma gireceksin, birlikte okulun içinde bir tur atacağız dedi. aksi takdirde, 1 aydan 6 aya kadar uzaklaştırma alıyorsunuz. bu devam etmek istemeyen öğrenci için mesele değil. ama devam etmek isteyen için çok önemli."

    tecrit

    "yalnızlık hissettim. moralim bozuldu.."

    teklif

    "sana burs veririz. bu okulda daha iyi bir gelecek sağlarız. yani vakıflardan, şuradan buradan sağlanan bursların dışında, rektörlük bursu veririz deniliyor. ayrıca iş imkanları sağlanıp, okulda kalabilirsin, kariyer yapabilirsin şeklinde şeyler de söyleniyor. daha çok parayla ilgili teklifler."

    kitabın dördüncü bölümüne ilişkin olarak şöyle büyük bir cümle kurarsak sanırım bölümü anlatmış oluruz;

    bir işkenceci olarak iknacı, mahremiyete saldıran, kendisini sistemle özdeş gören, kendisini üstün gören, güçle belenen bir güvene sahip, gönüllü olarak çalışan, öğretmenliğini ikna aracı olarak kullanan, memur psikolojisine sahip, başörtülüleri hasta kabul eden, nefret sahibi, aşağılama arzusu ile yanıp tutuşan, kaybetme korkusunu da yaşayan, bilinçaltını açığa vuran, yalanı içselleştiren, islam'ın gönüllü kabullenildiğine inanmayan, küçümseyen, değersiz gören, hafife alan, bilgisiz, tehlike algısı ile teyakkuz halinde, başörtüsü üzerinden dini reddeden ve asla iyi olamayacak bir kişidir. bu cümlede kullandığım tabirler kitabın dördüncü bölümünü oluşturan başlıklardan ibarettir.

    şimdiye kadar içeriğine dair seçkilerde bulunduğumuz kitabın beşinci ve altıncı bölümünde bir kırılma noktası üzerinden hareketle ikna edilenler ve edilemeyenlerin ele alınışını görüyoruz. bu bölümler de yine öğrencilerin ifadelerinden yola çıkılarak hazırlanmış. ikna edilenler için "neyi kaybetmek istemediler?" başlığı tercih edilmişken, ikna edilemeyip okullarını bırakanlar için "neden okullarını bıraktılar, neyi göze aldılar?" başlığı seçilmiş. bu başlıklarda yer alan soruları muhataplarına yönelttiğimizde elbette ki tek bir sonuçla karşılaşmayacağımız bir gerçektir. her insanın ayrı bir gerekçeyle hareket ettiğini varsayabiliriz. ancak sosyolojik anlamda meseleyi ele alma mecburiyeti içerisinde isek bir kategorizasyona da ihtiyaç duymaktayız. gülşen hanım'ın öğrencilerin tercihlerine ilişkin bölümlendirmeyi başarılı bir şekilde ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.

    bu kitaba görüşleri konu kızlardan birisi olan nevin öner'in söylediklerini kelimesi kelimesine alıntılamadan geçemeyeceğim:

    "tam ayrılırken, başıma çok kötü bir şey geldi. o ana kadarki tüm rahatlığımı yok eden bir şey. çıkış için geçmem gereken kontrplak kapıyı açmaya çalıştım ama açamadım. sanıyorum sıkışmış, ama o an, çok kötü şeyler düşündüm. o ana dek pek ciddiye almadığım bu odanın, gerçekten ikna odası olduğuna inandım. beni ikna etmeye çalışan bir bayandı ama demek ki ikna edemeyince, kapı kilitleniyor ve açmıyorlar diye düşündüm. başıma bir şeyler geleceğini düşündüm ve telaşla kapıya vurmaya başladım. sonra dışarıdan bir görevli gelerek açtı. dışarı çıktım ve dünyam birden genişledi..."

    bu cümleler bana amin maalouf'un afrikalı leo kitabında yer alan "allah'ın ülkesi çok geniştir" cümlesini anımsattı.

    kitabın en can yakan bölümü olarak yedinci bölümü adlandırmakla sanıyorum hata etmiş olmayız. yedinci bölüm "öğrencilerin psikolojisi" başlığını taşıyor. uzun vadeli işkence, hakkın gaspedilmesi, suçluluk hissi, a-sosyalliğe itilme, başarıyı etkileme, çatışma, utanç, ağlamak, algıda değişmezlik ve seçicilik, uyku sorunları, hastalanma, korku ve endişe, yalnızlık başlıklarında ele alınan sorunlar yumağına dair çözümlelemer aşağıda bazı örnekleri verilen beyanlardan yola çıkılarak oluşturulmuş.

    "o dönemden bugüne kalan izler, şakaklarımda kapatamadığım beyazlamış saçlarımda gizli. kendi kendime terapi yapıyorum ama bundan sonrası da beni ürkütüyor."

    "okul idealimdi. hayatımı sürdürmek için bir meslek verebilirdi bana. benzer kapasitede olduğumuz kişiler için yolun açık olması, bizler için ise kapalı olması beni üzüyor. yüksek yapmak ve üniversitede kalmak isterdim oysa."

    "ilk dönemin acısıyla, daha çok kur'an-ı kerim okudum. sanırım zamanla yaptığıma alıştım ve ibadetlerim normalleşti. fakat, yaptığımın günah olduğu duygusu hiç değişmedi. ailem biraz destek olsaydı, asla bunu yapmazdım. peruk bence iğrenç bir şey. insanlar bakınca irkilebilir. bunu biliyorum ve özellikle tercih ediyorum. ve belki böyle olmasa, nefsime yenilebilirdim. bunun olmasından çok korktum. her gün, aşama aşama başörtülü olmamayı kanıksamaktan ürktüm. oysa bu duygumu korumak istiyordum."

    "insanda heyecan gidiyor. okulda, sosyal faaliyetlerde daha çok etkili olabilecekken, istanbul üniversitesi'nde okuyup, yasaklı olmak, beni toplumda kenara iten, incinen bir insan haline getirdi. bir çok şeyin tadı gitti. sadece derslerini verip geçmeye çalışan insanlar haline geldik. başını açarak okuyan pek çok insan için bu söylediklerim geçerli. alışmak çok zor.."

    "başımı açtığım ilk gün sınav boyunca ağladım. soruları hatırlamıyorum."

    "çocuklarımla ilgili problemler yaşadım. kızım 5 yaşlarındaydı. ben ağlarken beni teselli ediyordu. anne sen üzülme, allah onları cezalandıracak diyordu. oğlum 6 yaşlarında bana anne sen açık mısın, kapalı mısın? diye soruyor. utanıyorum, ona ne cevap verebilirim. neden sorduğunu sordum. "anne, sen okulda açıyorum diyorsun ya" diyor. çocuk bunları duyuyor."

    "yerin dibine giriyorsunuz. o kadar berbat bir şey. diğer zamanlarda bile, hemen okulun karşısında açıp, okula koşuyoruz."

    "dışarı çıktığım zaman sarılıp ağlamak istiyordum, başka hiçbir şey yoktu. sadece sarılıp ağlamak istedim.."

    kitabın son bölümünde belki de doğal bir soru olarak kendimizi içerisinde bulduğumuz "başarılı oldular mı?" sorusu ile karşılaşıyoruz. kitap boyunca devam ede gelen ilginç tespitler burada da gelip yakalıyor bizi.
    ve kitabın sonuç cümleleri :

    "ikna odalarında kişinin rızası olmadan yapılan psikolojik müdahaleler, gayri ahlaki olmakla birlikte, ne tıbbi, ne de yasal mazeretle izah edilemez. manevi bir zorbalık olarak, bilinçleri şartlama uğraşısı, ahlaki bir suç kapsamındadır. nasıl ki, manisa'da öğrencilere işkence eden (memur) polisler, haklı olarak yargı önüne çıkarılmaya zorlanmışsa, buradaki (memur) psikologlar da yargılanmalıdır.

    tarihe sessiz sedasız kaydolan bu cürümde, öncelikle muhataplarının bundan davacı olma sorumluluğu vardır. televizyon ekranlarında "yardım ediyoruz" masalını anlatan, işlenen suçu meşru imiş gibi gösterenlerin pervasızlıkları, hukuken mahkum edilmeli, bu suçun örtbas edilip tarihe karışması engellenmelidir.

    tarih, iknacılar ile direnenleri, bir kez daha sayfalarında yan yana getirdiğinde, şüphesiz zalim ve mazlum sıfatlarını doğru olarak yazacaktır. ancak, bu tarih sayfalarında, gelecek nesillerin, suskun ve sineye çekilmiş bir işkence olayı ile değil, hakkını sonuna dek aramış doğruların peşinden koşmuş, yaşadıklarının hesabını sormuş, başı dik mü'minler ile karşılaşması bugün yaşananların hasır altı edilmemesiyle mümkün görünüyor."

    bu kitap tarihe bir kayıt düşmek demektir. bu kayıttan bir cümle hiç gitmiyor kulaklarımdan. "anne sen üzülme, allah onları cezalandıracak" evet amenna.. onlar cezalandırılacak. ah be güzel kızım! bir de bana dön yüzünü de söyle, bize ne olacak?
51 entry daha
hesabın var mı? giriş yap