3 entry daha
  • bu mefhumun dinamikleri hoimar von ditfurth'un dinozorların sessiz gecesi isimli eserinde de ele alınmış. aşağıda bu kitaptan alıntıladığım bir bölüm mevcut, ama anlaşılabilirliğini sağlamak için öncelikle bir özet çekmek gerek.

    beyni fiziken kabaca üç katman şeklinde tasnif ediyor ditfurth: altbeyin (beyin sapı), ortabeyin ve büyükbeyin. evrimsel gelişmeye bağlı olarak, ilkin altbeyin oluşuyor. bünyedeki sıcaklık, besin değerleri gibi yaşamsal önemdeki bilgileri değerlendirerek organize eden bir merkez olarak altbeyin, vücudun adeta vazgeçilemez bir donanım unsuru. ortabeyin ise, henüz bir özne haline gelmemiş olan canlılara özgü bir beyin katmanı. yiyecek aramak, karşı cinsle ilgilenmek, bir rakibe saldırmak gibi, bir çok hareketin bir arada kompleks bir şekilde düzenlendiği 'paket programlar'ın depolandığı yer olarak tasvir ediliyor ortabeyin. bir özne gibi muhakeme yeteneğine sahip olamayan canlı, bu eksikliği paket programların depolandığı "türün hafızası" üzerinden gideriyor. büyükbeyin ise, daha tanıdık olduğumuz, bilişsel kabiliyetlerin kök saldığı bir "beyin yüzeyi". alt katmandan üste çıktıkça evrimsel olarak en genç katmanları görüyoruz.

    temel gereksinimleri düzenleyen altbeyin, kimyasal süreçler için çok önemli olan vücut sıcaklığını beden üzerindeki alıcılara bile güvenmeyerek; üzerinden geçen kandan kendi elleriyle ölçüyor, ona göre sistemi organize ediyor. aynı şekilde, organizmanın açlık/tokluk durumunu da doğrudan kan üzerinden ölçüm yaparak belirliyor, ve komutlarını ona göre veriyor. (buna göre, vücudumuzdaki acıkma hissini kafadan değil de mide ve bağırsak civarından hissetmemiz, "bana bak üstbeyin; sen şimdi ne yapman gerektiğini bilmezsin, aha şu karın bölgesini besinle doldur, acıktın haberin yok! " gibi bir mesajın ilüzyonu olduğunu düşünmemek elde değil. )

    artık sözü üstada bırakabiliriz. (ilk paragraf altbeyin hakkındadır.)

    "... örneğin, üşüme durumunda kanın ısısı ancak hissedilebilir bir düşüş gösterir göstermez bu merkez [beyin sapı] uyarılıyordu. susama durumunda ise, kanın fizyolojik ve kimyasal bileşiminin belli bir yoğunluk değerinden sapması sözkonusuydu. kandaki şeker azalınca da, acıktığımızı haber veren mekanizma devreye girip, organizmanın kalori ihtiyacının giderilmesini sağlıyordu.

    ortabeyin düzleminde ise işler böyle yürümemektedir. burada başlatıcı etki yapan etmen, ihtiyaç durumunun doğrudan kendisi değil, bir "sinyal"dir. çevrenin organizmaya doğrudan etki etmesi anlamında bir uyarı sözkonusu olmayıp, biyolojik yönden bakıldığında, kendisi olayla pek ilintili sayılmayacak bir enformasyon taşıyıcısı, az çok keyfi, organizma ile çevresi arasındaki bir tür uzlaşmanın ürünü olan, üzerinde anlaşılmış bir anlamı içeren bir işarettir tepkileri devreye sokan. (tıpkı trafik lambasının kırmızısının ne otomobille, ne yürümek fiiliyle, ne de benzer herhangi bir olguyla doğrudan ilintisi bulunmaması gibi. )

    gerçekten de, ortabeyin dediğimiz organın olgunlaştığı evrimin bu aşamasında organizma ile doğal çevresi arasında kurulan ilişki salt kimyasal-fiziksel bir ilişki olmaktan çıkmıştır. soğuk, sıcak, kalori azalması gibi bir uyarıma organizmadan belli bir tepki gelmesi sözkonusu değildir. bu düzlemde, doğal çevre-organizma ilişkisi, ilk kez sebep-sonuç kategorisine göre düzenlenen bir ilişki olmaktan çıkıp, iletişim düzlemine kaymıştır. fiziksel, kimyasal bir neden değil, salt bir işaret, bir "gösterge" bu iki ortam arasında iletişim kurucu etmen olup çıkmıştır. anlamları sebep oldukları etkiyle açık seçik belirlenebilecek, ne anlama geldikleri daha baştan organizma için bilinen uyarımların yerini (örneğin kan şekerinin düşmesi), anlamları evrim içinde "tarihsel" olarak belirlenmiş sinyaller almıştır. "
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap