22 entry daha
  • bir süredir yine şöyle ilk gençliğime damga vuran bir albüm hakkında yazayım, onu da firsattan istifade yeniden bir dinlemiş olayım diye düşünürken kendimi athena'da buldum. ilk birkaç albümü arasında gidip gelirken tam zamanı şimdi'de karar kıldım. bana sanki athena'nın en iyi albümü buymuş gibi geliyordu. tekrardan dinleyince bazı bölümleri eskisi kadar heyecan verici gelmese de bazı anlarda "vay burası böyle miymiş? helal" dedim. genel olarak da ortaya çıkan ürünü takdir ettim.

    athena, yer üstüne çıktığında büyük bir sansasyon yaratmıştı. bunun nedenlerinden birisi imajlarıydı. daha doğrusu vokalist gökhan özoğuz'un tipi. turuncu kafasıyla irlanda'nın bağrından çıkmış gibi bir hava veren bu arkadaş, verdiği röportajlarda pozitif, afacan havasıyla da çok kişinin gönlünü çalmıştı. o ses türkiyede bu sempatik yönünü tekrar ortaya çıkaracaktı. grubun gitaristinin gökhan'ın kardeşi hakan özoğuz olması nedeniyle de insanlarda "iki kardeşin grubu, ailemizden biri" tadında bir hissiyatta uyandırıyorlardı. yaratılan sansasyonun bir diğeri de müzikleriydi. türkiye'de o sıralar rock dendiğinde ya biraz daha depresif denebilecek klasik şehirli bir rock müziği ya da bangır bangır bir anadolu rock akla geliyordu. uzakta bir yerlerde de metalciler takılıyordu. athena ise "biz ska yapıyoruz" diye bir anda ana akımda adı sanı duyulmamış bir şey dediler. elbette yer altında ska ya da punk yapanlar vardı. ancak bunu o dönemin tabiri ile "kral tv'ye taşıyan" athena oldu. çıkış şarkıları skalonga, çok bilinen bir türk müziği ezgisi nihavend longa'yı ana melodi olarak kullanan ama çok eğlenceli, bir adet "nah" da içeren garip sözleri ile kafasına estiğini yapan bir şarkıydı. grubun kendi adını taşıyan ilk albümü (ki her yerde albümün adı holigan diye geçiyor ama bu doğru değil bence. evet, kapak çizimde grubun içinde bulunduğu arabanın plakası holigan ama bence bu, arabanın sarı lacivert olması gibi, bir "inside joke". kasette ya da cd'de holigan değil sadece grubun adı yazar) daha sonra çıkardığı kliplerle de acayip ses getirdi. albüm number one tv adlı müzik kanalının müzik şirketi olan nr1 şirketinin de ilk albümüydü. bu albümün akabinde teoman, duman, vega gibi isimler de bu şirketten çalışmalarını yayınlamaya başladılar.

    ama athena'nın başarısı onları captain hook'daki canlı performansı çılgın bar grubu olarak bilen bir kitlenin göğsünü kabartsa da "davayı sattılar, ska ve punk kral tv'de çalarsa bitmiştir" diyen ciddi bir kitle de vardı. ama athena, bu "davayı satma" eleştirisini ilk kez almamıştı. yukarıda bilinçli olarak ilk albümleri tabiri kullandım ve eminim ki bir kısım okuyucu "ulan daha athena'nın tarihini bilmiyor da konuşuyor" demiştir. athena (a.k.a holigan) grubun aslında ana akımdaki ilk albümüydü. ya da tamamı türkçe ilk albümüydü de denebilir. keza grup 1995'te one last breath albümünü çıkarmıştı ki bu albüm bir metal albümüydü. özoğuz kardeşler aslında sıkı metalci olup, pentagram'ın ilk konserlerinde onları izleyen, hatta grubun eski gitaristi ümit yılbar'dan gitar dersi almış metalhead'lerdi. ama öne last breath kapağına baktığımızda gördüğümüz imaj, özellikle gökhan özoğuz'un imajı, çoktan metalden punk'a kaymıştı. o nedenle grup, ska yapmaya başladığında kendilerini hayvan gibi metal yaptıkları ilk demoları horror dimensions'dan beri takip eden, metallium ile çıktıkları konserlerde izleyen dinleyicileri "bunlar bozdu" demişti. o dönem tek bozan athena olmadı. athena'nın one last breath öncesi kadrosunda yer alan asrın tuncer ve ferit tuncer, daha athena ana akıma çıkmadan af adlı bir pop rock grubu kurmuş ve de iyi bir popülerite kazanmışlardı. grubu havasında suyunda bir şey varsa demek.

    çok başarılı bir ilk türkçe albüm sonrasında grup ikinci türkçe albümleri tam zamanı şimdi'yi kaydetti. grup, ta "one last breath"ten beri korudukları kadro ile bu albüme girmişti. gökhan ve hakan'ı andık. davulda turgay gülaydin, bas gitarda da ozan karaçuha yer almaktaydı. artık yıllarca beraber çalan grubun müzikal uyumu bu albümde de yerindeydi. bir önceki albüme göre en büyük farklılık herhalde müzikal olarak punk havası yerine, daha melodik bir tarz seçmeleri. ilk albümün şöyle bir durumu vardı: birinci yüzü bu albümdekine benzer ama yine de daha bıçkın şarkılar ile doluyken, ikinci yüzü üst üste daha tempolu, patır kütür şarkılar ile doluydu. bu albümde ise önceki albümün ilk yüzü daha genişletilmiş gibi. özellikle üflemeli düzenlemelerinin çok iyi olduğu albüm, müzikal anlamda çok tatmin edici olsa da elbette bir kesim de athena albümünün ikinci yüzündeki çılgınlığı, kontolsüzlüğü bu albüme tercih edecektir. tabii şu da önemli; ilk albüm grubun kargo elemanlarının kanatlarının altında hazırladıkları bir çalışmaydı. burada ise şarkı yazımı ve kayıtlarında artık kendi başlarındaydılar. öte yandan plak şirketi de değiştirip universal müzik gibi uluslararası bir şirketin kanatlarının altına girmişlerdi. bu da gruptan beklentileri daha da arttırıyordu. bu nedenle işleri kolay değildi ama ortaya çıkan şarkılar oldukça sağlamdı. belki sözler biraz sallanmakta. edebi anlamda pek etkileyici olmasa da genel olarak verdiği umudu ve de "kafaya takma" mesajını önemli buluyorum.

    albüm oldukça pozitif şekilde her şey güzel olacak ile başlıyor. ilk trompet notası ile insanın içine neşe doluyor ve şarkı boyunca da bu müzikal neşe çok iyi kotarılmış. öyle ki nakarat öncesi "bir geri adım atsan.." diye başlayan melodi neredeyse çocuk şarkısı gibi aslına bakarsak. ama bu bir basitlik değil. bu kadar pozitif bir mesaj için beste yaparken aklın masum bir çocuk şarkısına gitmesi pek normal. tabii sözler, olumlu bir mesaj verse de tamamen "lay lay lom" bir bakış açısında değil. aksine hayata gerçekçi bakıyor, hayatın zor olduğunu kabullense de bu zorluğun içinden umudu çıkarmanın hesabını yapıyor. bu albümün 1999 depreminden kısa süre sonra çıktığını da düşünürsek bu şarkı ve diğerlerindeki umutlu duruşun önemine dikkat çekmek gerek. nakaratta da kısa ve öz bir şekilde "her şey güzel olacak" diye asıl mesajı veriyorlar. bu basit nakarat, tekrarlarla beraber insanın içine ışık dolduran bir slogan haline geliyor. yıllar sonra çok benzer bir sloganın önemli bir seçim zaferi ile hafızalara kazınmış olması da tesadüf değil. sonuçta herkesin duymak istediği bir şeyin en yalın anlatımı bu. şarkının çok tatlı gitar solosu dışında, bitişine de hastayım. şarkının çok akılda kalıcı ana melodisine eşlik eden vokaller, her tekrarda bir key change olması, üflemelilerin bitişe doğru çeşitlenerek kontra bir melodi ile bitişi güçlendirip görkemli bir hale getirmesi ile çok kalite bir bitiş yapıyor. albüm için beklentileri arttıran bir eser bu ama gerisi de geliyor.

    "her şey güzel olacak"a hayran kalanlar için iyi haber: sıradaki şarkı yaşamak var ya'nın ilk şarkının havasını devam ettiriyor. ilk şarkıda olduğu gibi vokal melodisinden farklı, kendine has bir trompet performansı ile başlayan şarkı, yine ilk şarkı gibi daha pozitif bir mesaj vermek istiyor. sözlerde de yine ilk şarkıda olduğu gibi hayatı olduğu gibi kabullenme ve de başa geleceklere dikkat etme mesajı var. keza nakarat da ilk şarkıda olduğu gibi şarkının isminin tekrarından oluşmakta. ilk şarkıdan daha iyi yaptığı bir şey herhalde bas gitar melodisi olsa gerek. şarkının sonlara doğru daha sakinleştiği bir bölümle ise kendine has bir tercih. ne çok mutlu, ne çok deli, kontrollü bir eğlence içeren bu şarkı o dönemki taksim-4. levent metrosunda çekilen kliple de ölümsüzleştirilmişti. risksiz bir şarkı olduğu için bu şarkıyı klip ile öne çıkarmaya karar vermeleri garip değil. eğer çok benzediği "her şey güzel olacak" olmasaydı daha çok seveceğim bir şarkı olurdu. ama yine de dinlemesi zevkli, albümdeki yeri de çok iyi olan bir şarkı bu.

    ben bu albümü ilk çıktığı anda değil de 2001 yazında deli gibi dinlemiştim. o yüzden tüm albüm bana eski güzel yazları hatırlarsa da aşk meşk yok, bunlardan en yaz kokanı. çok leziz bir ska ritmine sahip bir gitar, ki nakaratta ayrı bir güzeldir, şarkının başından sonuna kadar alıp götürüyor. şarkıdaki klavye kullanımı da çok tatlı ve de şarkının içerdiği yaz havasını daha da arttırıyor. üflemeli düzenlemeleri çok başarılı. nakarat sonrası caz tadı taşıyan melodileri kulağımıza çok güzel taşıyor. şarkının en sevdiğim özelliği ise şarkının müziği ve sözlerinin içerdiği o boşvermişlik hissi. sözleri basit bir şekilde bir türlü rayına oturmayan bir gönül macerasını anlatırken "amaan olmadıysa olmadı" gibi bir üslup taşıyor. gökhan'ın vokal rengi ve söyleme tarzıyla güçlenen bu "salla gitsin" havası çok güzel. önceki şarkılarda da olduğu gibi kötü bir durumdan pozitif bir sonuç çıkarma gibi bir durum var. tüm bu pozitifliğe rağmen sonlarda "aşk meşk yok" sözlerinin oldukça robotik bir şekilde söylenmesi ve de duygusuz "yokyokyokyokyok" tekrarları, şarkının hisli olduğuna inandığım havasına kağıt üstünde ters düşse de bana yine de her dinlediğimde komik geliyor. çok bilinen bir şarkı olduğunu sanmıyorum. ama benim için athena'nın en özel şarkılarından biri bu. bu nedenle biraz daha az göz önünde olmasından memnunum aslında.

    şimdi de göz önünde olanlara bakalım. macera, herkesin artık dna'sına işlemiş bir eser olan quién será ya da daha çok bilinen ingilizce ismiyle sway'in türkçe versiyonu. bu melodi, birkaç senede bir birilerinin remix'i ya da cover'ı ile karşımıza çıkıyor. standart caz versiyonu ise keza yemekli organizasyonlarda, balolarda vesaire hep çalınan bir eser. bu kadar bilinen bir eseri yorumlamak risksiz bir hareket gibi gözükse de cover bolluğu arasında kaybolma riski içeriyor. daha da önemlisi "sway" daha önce ajda pekkan tarafından da kim ne derse desin adıyla yorumlanıp, hafızalara kazınmıştı. bu nedenle athena'nın bu yorumu daha bile riskli. öte yandan grubun ilk albümünde benzer bir pop klasiği quizás, quizás, quizás ya da ingilizce versiyonu ile perhaps, perhaps, perhaps'e getirdiği senden, benden, bizden yorumu tutmuştu. belli ki aynı formülü yeniden denemek istediler. müzikal anlamda sonuç güzel olsa da akılda kalıcılık ya da yaratıcılık konusunda o kadar da parlak değil. düzenlemede şarkının diğer versiyonlarından çok farklı bir durum yok. söz olarak da baktığımızda "kim ne derse desin aşk için önce hoş sonra boş gelir" ile aynı kapıya çıkan sözler var. albümün pozitif havasına uysa ve de gitar ve trompet soloları başarılı olsa da pek öyle etliye sütlüye karışmayan bir eser. herhalde güzel kızlardan işkence gören dört adamın anlatıldığı klibi şarkının kendisinden daha akılda kalıcı.

    sonrası yoktu, gerçekten mükemmel bir eser. grubun ska/punk havasından çıkıp mor ve ötesi tarzı bir alternatif rock yapması o dönem çok şaşırtmış ve de hoşuma gitmişti. albümde içinde üflemeli enstrüman olmayan ilk şarkı bu zaten. neredeyse durmadan arpej çalınan gitar şarkıya yumuşak bir hava katsa da tempolu bir eser. bu tempolu durum istisnası girişte duyduğumuz ve de "dur bir baksana" diye başlayan bölümde duyduğumuz daha sakin pasajlar. buralardaki bossa nova ritmi ile bas gitar performansı leziz. şarkı biterken de klavyeden çıkan notalar ve ziller de bir latin havasi estirmiyor değil. tabii değinmeden geçemeyeceğimiz bir şebnem ferah geri vokali var ki şarkıya çok şey katıyor. genel olarak şarkıya ekstradan bir tat katan kadın vokal gibi dursa da nakarat sonlarındaki "inanmak çok zor hâlâ" kısımlarında ferah'ın sesi mikste geride kalmasına rağmen şarkıyı bir anlığına şebnem ferah şarkılarına çeviriyor. vokal demişken, gökhan özoğuz'un son kıtada "derin bir nefes çektiğin anda" tekrarları özellikle hoşuma gitmekte. şarkının sözlerindeki zamandan bağımsızlık hissini çok seviyorum. karakterin geçmişi unutup, içkisini sigarasını içip kendini zamandan soyutlama hikayesi grubun bu albümdeki genel "boşver, salla" havasına çok uygun. sözler, müzikle de çok uyumlu. "aşk meşk yok" gibi biraz "underrated" bir şarkı ve de aynı o şarkı gibi albümün en başarılı çalışmalarından biri. herhalde favorim şarkım da bu açıkçası.

    albümü soft bulanlar ve ilk albümün havasını almak isteyenler için tam zamanı şimdi var. bilinçli bir tercih mıdır bilmem lakin nakaratı tam tribün marşı gibi. elbette holigan'ın bu konudaki başarısı bu şarkının doğuşuna etkide bulunmuştur. tribünlerde bu şarkıyı duymadım ama şarkı fifa 2006'da yer alarak geniş kitleler tarafından tanındı, athena'yı futbolseverlerin aklına soktu ve koltuklarımızı kabarttı. yani bir şekilde su yolunu, şarkı futbolu buldu. şarkının birkaç farklı şarkı fikrinin arka arkaya yapıştırılmış gibi bir havası var açıkçası. mesela şarkının introsu, gitar melodisi sayesinde daha alaturka gibi. çok ama çok ufaktan olsa da skalonga'yı hatırlatıyor. aynı bu bölümde bas gitar da maşallah ateş ediyor. kıtalar standart bir ska eseri enerjisinde. geri vokallerin "oooh oooh"ları da gazı veriyor. kıtaları nakarata bağlayan bölümdeki gitarlar dinleyeni çok kısa bir rock yolculuğuna çıkarıyor. keşke distortion'ı daha bile bassalarmış. nakarat ise punk bir hava içinde kolkola girip bagirmalı bir bölüm. bazı geçişler, özellikle de nakarat sonrası intro'ya dönüşler, biraz ani oluyor. ama genel olarak biraz yamalı dursa bile şarkı işe yarıyor. böyle bir şarkı olmasa athena bu albümde gerçek yüzünü yansıtmamış olurdu. o nedenle albümde yer almasından memnunum. üflemeli enstrümanları çıkarıp athena'nın saf yüzünü gösteren, konserlerde daha çok verim alınacağından emin olduğum bir şarkı.

    iki şarkıdır üflemeli enstrüman duymadığı için üzülen dinleyicilere özür dilercesine çok güzel bir intro ile başlayan iki lafa düştün ortaya, albümün başka bir gizli bombası. aslında bu şarkıyı tamamen aklımdan silmişim. çok sağlam bir şarkı olduğunu yıllar sonra fark ettim. daha introdan yakalıyor adamı. üflemeliler nakaratta da gökhan'a cevap vererek şarkıyı çok eğlenceli kılıyor. gökhan özoğuz'un vokalleri çok iyi. nakaratta olan bitenler bana çok acayip gelmiştir. "yalnız kapandın sonunda" diye ikinci satır biterken seçtikleri akor ile şarkının pozitif havasını bir anda bozup hemen daha yavaş bir tempoya geçiyorlar, onun da sonunda "ağlamakla" derken yine ilginç bir akor seçiyorlar. nasıl diyeyim? merdivenden aşağıya yuvarlanıyorsun gibi ama nakarat bitince başlayan intro tekrardan elinden tutup kaldırıyor. şarkının sözleri yine öyle çok tutarlı ya da mantıklı olmasa da albümün geneli gibi insanın kendini bırakmaması ve kendini toparlaması gerektiğini söyleyen umutlu bir mesaj veriyor. bu arada şarkının gitar solosunun da çok sağlam olduğunu söylemek lazım. sevilmeyecek gibi değil.

    albümün diğer cover'ı, athena'ya daha uygun bir seçim. irlandalı ska grubu the pale'in 1992 tarihli dogs with no tails şarkısı, bu albümde palavra adı ile karşımıza çıkıyor. çok kısıtlı kişinin bildiği bu şarkıyı athena aslında genel hatlarıyla aynı şekilde yorumlamış. ancak orijinal şarkının vokal melodisi biraz daha düz ilerlerken, gökhan özoğuz kendi yorumunu ekleyerek vokal performansını daha hareketli bir hale getirirek, başarılı bir tercih yapmış. bunun dışında bir övgü de orijinal şarkının sözlerinden farklı olan yeni sözleri orijinal besteye oturtma becerisine gelmeli. şarkı kulağa hiçbir şekilde aranjman gibi gelmiyor. sanki sıfırdan bir athena şarkısı dinliyoruz. bunun dışındaki övgüleri ise the pale hak ediyor aslında. besteleri çok kıpır kıpır. introsu sempatik. "lara daya doy doy"dan ibaret nakaratları çok akılda kalıcı ve eğlenceli. şarkının ilginç bir yanı ortasındaki akordeon bölümü. burayı dinlerken "lan burası çok tanıdık" diye içim içimi kemiriyordu. dogs with no tails'i dinleyince gizem çözüldü. çünkü burası bariz bir şekilde ünlü soyvet şarkısı katyusha'dan gelmekte. pale'in versiyonunda bu melodi vokalle söylenince bu ilham daha da ortaya çıkıyor zaten. akordeon dışında şarkının klavye kullanımı da çok eğlenceli. bu şarkı, yanlış hatırlamıyorsam, albümün ilk klibi olarak çıkıp hemen bir hit olmuştu. albümün çıkış şarkısını albümün bu kadar gerisine atmak da ufak bir gövde gösterisi sanki.

    rüya, o dönem için athena'nın çıkardığı en farklı şarkı olsa gerek. klarnetli girişi ise athena şarkısından daha çok ezginin günlüğü şarkısı bile hissettiren şarkı, oldukça yumuşak, sakin bir eser. özellikle "la la la la rüyalarda" lı kısımlar vokaller ile birlikte biraz daha çocuk şarkısı, belki de ninnimsi gibi bir hal alıyor. ama bu naiflik benim hoşuma gidiyor. burada ve de şarkının daha başka yerlerinde gökhan özoğuz'a yine şebnem ferah eşlik ediyor. bu kadın vokal katkısı da şarkıyı coşturan başka bir faktör. klarnetin şarkının sonundaki solosu da oldukça tatlı. tabii ki akla hemen bir sonraki albümdeki an ve ondaki klarnet katkısı geliyor. "rüya", "an"ın güleç ilk versiyonu gibi. ama ne oluyorsa iki sene sonra aynı grup, benzer bir mantıkla yazdıkları şarkı ile huzur vermek yerine, bağrımızı delmişti. "rüya"ya geri dönersek, davulun çaldığı ritmin güzelliği ve de bas gitarın yine çok iyi bir iş çıkardığına da değinmek lazım. açıkçası bu şarkı da "iki lafa düştün ortaya" gibi aklımdan tamamen çıkmış bir eser ama aslında öyle kolay unutulmaması gereken, çok pamuk şeker bir çalışma. grubun da türkçe müzikte amatörlüğünü üstlerinden attığını ve de yeni şeyleri başarıyla deneyip uygulayabildiklerini gösteriyor.

    aslında "rüya" tam bir albüm kapanışı şarkısı olabilirmiş ancak athena, "haydi beyler biraz hareket" diyerek albümü dön baba dönelim ile kapıyor. bu şarkı, bir önceki albümden fırlamış, çok enerjik bir şarkı. bu albümün tarlaya ektim soğan'ı ya da bazil'i denebilir, ki "bazil" gibi albümün en sonuna eklenmiş. özellikle nakaratı çok enerjik. güzel bir vokal melodisi bulmuşlar. "dön baba dönelim" derken, kafamda dinleyicilerin konser alanında döne döne koşmaya başlamaları canlanabiliyor. eminim ki böyle bir amaç ile yazılmıştır zaten. şarkı genel olarak gaz bir punk şarkısı şeklinde olsa da gitar solosunda hakan özoğuz, sallamasyon bir punk solosu değil, oldukça derli toplu bir solo kaydetmiş. yine kendisinin sadece power chord'lara yüklenmeyip, tek tek nota basması ya da nakarat öncesi ska ritminde tam akor basması, grubun düz bir punk şarkısından daha komplike bir şeyler kaydetmeye çalıştığını gösteriyor. yine gökhan özoğuz'un bir holigan tadındaki vokalleri yerinde. gaza getiren athena şarkıları içinde en iyisi olmasa da genel olarak nispeten kontrollü giden albümün ortalama enerjisini yukarı çıkarması ile doğru bir iş yapmakta. bu arada şarkıyı cem yılmaz'ın o dönem çok ses getiren asena/athena temalı telsim reklamında da duyduğumuzu hatırlatmak lazım.

    eğer 2000 yılında bu albümün kasedini aldıysanız albüm burada bitmişti. bundan sonra artık albümü çevirip baştan dinlemeye mi başlardınız yoksa başka bir şey mi yapardınız, size kalmış. ancak 2000 yılında bu albümün cd'sini aldıysanız eğlence burada sonlanmıyordu. öncelikle, bunu sadece eksisozluk'te gördüğüm için bu iddianın ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama, cd'nin ilk basımı çilek kokuyormuş. yani athena'nın deyimi ile "her yeni başlayan macera heyecan dolu, çilek kokar". çok acayip bir pazarlama stratejisiymiş ki başka örneğini duymadım. albümün içinde ise "dön baba dönelim"i "aşk meşk yok"un alternatif versiyonu takip etmekte. bu alternatif versiyon, sanki şarkının akustik versiyonunu dinleyecekmişiz gibi başlasa da daha sonra şarkının biraz daha rock bir versiyonunu dinledigimiz ortaya çıkıyor. ben açıkçası orijinal versiyonun verdiği rahatlığı daha çok seviyorum. bir de kulak o kadar alışmış ki trampet solosu kısmı geldiğinde çok eksik hissediyor insan. ancak bonus track olarak bir şarkı sunmaları, bunu albümün hit olmayan şarkılarından biri için yapmaları ve de eli yüzü düzgün bir rock düzenleme yapmaları çok takdir edilesi. ancak albümün tek bonus şarkısı bu değil. albümün ilk baskısından hemen sonra bir limited edition versiyonu çıktı. bunun içine grup bir ek cd koymuştu. bu cd'nin içinde ise bazen uyku, bazen de 1.333333, bazen de sonsuzluk adı ile alınan bir enstrümantal şarkı var. bir jam session olarak provalarda kaydedilen şarkı aslında neredeyse dört dakika sürse de şarkı bitince cd'nin başa dönerek sonsuza dek devam edecek bir loop ortaya çıkması sağlanmıştı. şarkının "uyku" teması ve sakinliği, albümdeki "rüya"yı bir miktar andırsa da aslında grubun daha önce yaptığı hiçbir şeye benzemiyordu. yumuşacık bir gitar performansı, çok hoş bas gitar notaları ve de gökhan'ın "hmm"ları ve "şştt"leri ile uyku problemi çeken insanları bile uyutabilecek yumuşaklıkta bir şarkı bu. ayrıca şarkı bu albümün sonraki baskılarında da hidden track olarak yer aldı. peki bu albüm neden sonradan bir kez daha basıldı? 12 dev adam.

    albüm, klip çekilen şarkıları ile uzun süre hayatını sürdürdü ama artık 2001 yılı geldiğinde manşetlerdeki ömrünü tamamladı. aslında entry'nin de burada bitmesi lazım ama bitmeyecek. çünkü 2000 yazında çıkan albüm 2001 yazında tekrardan doğdu. ağustos 2001'de türkiye, eurobasket'in ev sahibi olacaktı. 1959 yılından sonra ikinci kez bu onuru yaşayacak türkiye için bu çok önemli olmalıydı. keza futbolda böyle bir organizasyon düzenlemek hayaldi. olimpiyatlar için de yıllardır çaba gösteriliyor ama başarı gelmiyordu. en azından efes pilsen, tofaşve ülker gibi takımların yurt içinde ve de avrupa oynadıkları basketbolun kalitesi ile basketbol ülkede sevilen bir oyundu. bu nedenle eurobasket'in türkiye'de düzenleniyor olması heyecan vermeliydi. ancak insanların çoğunun böyle bir organizasyon düzenleneceğinden haberi yoktu. olanlar da ekonomik krizin kol gezdiği o günlerde bumu pek de sallamıyordu. türkiye basketbol federasyonu da bu sorunu çözmek için bir sponsor aramaya başladı ve de garanti bankası projeye katılmaya karar verdi. tbf ve garanti bankası, turnuvanın reklamı için ünlü reklamcı serdar erener ile anlaştı. öncelikle bir slogan bulmak için kafa yoran ekip aradığı sloganı buldu: 12 dev adam. bu slogan ile bir reklam filmi çekilip halk gaza getirilecekti. bu reklam filmine bir de müzik gerekiyordu. tabii ki "holigan" ile futbol sahalarını sallayan athena'dan daha iyi bir adres yoktu. grup, bu teklifi seve seve kabul etti ve de bu sloganı akıllara kazıyacak bir şarkı bestelediler. şarkı da haydarpaşa garı'nda halk ve basketbolcuları bir bütün haline getiren çok başarılı bir reklam ile ölümsüzleşti. bir anda turnuvaya ve milli takıma ilgi arttı ve de bir ay boyunca her yer "uh-ah dev adam, on iki dev adam" sözleri ile inledi. athena, sadece bir şarkı yapmadı. bütün maçlara gidip, takım kampında bile basketçilerle vakit geçirdi. bir nevi maskot gibi takımı ateşlemeye çalıştılar. türkiye, gümüş madalya ile turnuvayı bitirdiğinde "12 dev adam" konsepti altında bütünleşen bir toplumun da bu başarıda büyük katkısı vardı. şarkı çok tutunca universal müzik "tam zamanı şimdi" albümünü tekrardan basmaya karar verdi. ancak bu sefer kapağa artık çok daha iyi tanınan grubun daha net gözüktüğü bir resmini koydu. bir de "12 dev adam" ibaresi eklendi. çünkü kaset versiyonlarda a yüzünün sonuna, cd versiyonlarda b yüzünün sonuna bu şarkı eklenmişti. bence bir spor organizasyonunda ya da reklam filminde çok iyi duyulsa da tek başına dinlendiğinde o kadar da etkileyici bir şarkı değil. çünkü aslında bir reklam jingle'ı olan eseri tekrarlarla uzatmaya çalışmışlar. yeni sözler ya da müzikal fikirler eklemek belki orijinal fikri bozardı ama böyle bir uzatma numarasıyla da şarkı başındaki heyecan hemen kayboluyor. ama eminim ki albümün ikinci baskısı iyi bir satış grafiği yakalamıştır. hatta orijinal baskıdan bile başarılı olmuş olabilir.

    ama 12 dev adam'ın hikayesi burada sonlanmadı. 2002 yazına geldiğimizde basketbol milli takımı bu sefer de abd'de düzenlenecek fiba dunya kupası'na katılacaktı. bu nedenle 12 dev adam şarkısı bir kez daha raftan indirildi. ancak bu sefer milliyetçi duygulara biraz daha gaz vermek için grubun mehter takımı ile çalışmasına karar verildi. grubun, mehter takımı ile kaydettiği ve de mehteran seferi adını verdikleri projedeki bu yorum kliplendirilerek müzik kanallarında da yer aldı. bence orijinal şarkıyı daha ileriye götüren ya da şarkıya yeni bir heyecan katan bir yorum değil. yine de içindeki zurna solosu oldukça başarılı. öte yandan geçmiş zamanda mehter takımında böyle yanık yanık solo atmak ne kadar mümkündü bilemiyorum. yine de bu solo çaldığında "helal olsun" demeden duramıyorum. bu proje, 2002 yazında single olarak yayınlandı. 3 şarkılık bu single'da athena ve mehter takımının düeti dışında, sadece mehteran ekibinin çaldığı müzik üstüne athena'nın söylediği bir versiyon, bir de athena'nın orijinal 12 dev adam şarkısı vardı. bu proje, orijinal şarkının yerini tutmayıp, tarihin tozlu sayfaları arasına karıştı. türkiye basketbol milli takımı da turnuvayı 9. sırada bitirerek bir yıl önceki başarı sonrası hayal kırıklığı yaşattı.

    maalesef müzik gruplarında kısa sürede gelen büyük bir ün, beraberinde sıkıntılar da getirmekte. athena, iki türkçe albümü ile zaten belli bir ün kazanmıştı ama "12 dev adam" grubu apayrı bir yere taşıdı. bu yeni seviyede grubun içinde bulunduğu hal ve yapmak istediklerindeki farklılıklar özoğuz kardeşler ile gülaydın/karaçuha'yı ayrı yerlere attı. bas gitarist ve davulcu ikilisi, grubun para dağıtımındaki eşitsizlik iddiası ile 2002 yılı başında gruptan ayrıldılar. yukarıda bahsettiğim mehteran projesinde de yer almadılar. özoğuz kardeşler ise athena'yı sürdürdü ama athena o günden sonra tam olarak da bir grup olmadı. 2002 yazında çıkan her şey yolunda, ismi ile bir mesaj verse de albüm kapağında sadece gökhan ve hakan vardı. bu albüm de iyi bir ses getirse de athena'yı tekrardan manşetlere taşıyan şey bu sefer 2004 yılındaki eurovision performansları oldu. ancak bu yarışma sonrası çıkardıkları us'tan itibaren o eski tantana geri gelmedi. ara ara yine dikkat çeken şarkıları oldu ki arsız gönül ve serseri mayın ile sanki bir daha doğdular ama öyle süreklilik taşıyan bir kariyerleri maalesef olmadı. o nedenle athena'ya başlamak ve de grubun müziğinden zevk almak için "tam zamanı şimdi" kanımca en iyi albüm.

    4/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: yaşamak var ya, tam zamanı şimdi, aşk meşk yok
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap