4 entry daha
  • dilin hareket özgürlüğünün sekteye uğradığı yer ‘değildir’ mırıldanmalar!
    ve bütün mırıldanmalar çok önemli şeyleri taşırlar ama kendileri taşmazlar,
    mırıldanma bir hareket değildir, bir çeşit sendelemedir.
    mırıldanmalar taşmadan duraksarlar bir yerde ve geri dönerler geldikleri yere.
    bunu, bir şeyin dile gelmemesi ya da ağızdan kaçırılmaması olarak görmek hatalıdır çünkü, mırıldanma başka bir durumda ortaya çıkar, nadiren ortaya çıkar ve
    kelimeler açısından “sendelemek” demektir.
    nasıl ki sendelemek, “durmak” ilâ “düşmek” arasındaki korkunç bölgeye tekabül ediyorsa
    mırıldanmalar da konuşmakla susmak arasındaki bölgeye denk gelir ama,
    asla bir yarım-kalmışlık değildir, bilinmesi gereken budur.
    kelimeler,
    elimizde başka hangi ifade şekli var ki?
    bir şeylerin [mesela mecazların] altına gizleniliyor olsa da
    yalın gerçeği, kişiye gerçek gibi görüneni ifade eder yazı ve şu halde “söyleme biçimleri” değişendirler; bütün söyleme biçimleri farklı tınılar taşırlar.
    bu açıdan mırıldanmalar değerlidir çünkü en saf, arı, duru, engellere takılmadan süzülürler dil ile bilincin arasından.. evet, geldikleri yer dil ile aklın arasındaki yerdir.

    peki nedir mırıldanmak, tam bir tanım verilebilir mi?
    kişi mırıldandığında anlam birliği ya da bütünlüğü gözetmeksizin bölük pörçük düşünme eylemindedir demektir bu,
    birbirinden ayrı bütün parçalar farklı şekillere bürünüp dile gelirler ve geri dönerler,
    oysa ortaya çıkan sesler başkadır, çoğunlukla anlamları yoktur.
    bu yüzden bir kişi mırıldandığında genellikle söylediğini tekrar etmesi istenir ama
    ‘yok bir şey, bir şey yok’ gibi geçiştirmelerle geçiştirilir durum ama var olan bir şey vardır, hem de yalın halde..
    insanın, kendisine iç sesiyle bile söyleyemediğini söyler dil! bu bir devrimdir, dil devrimi değil elbette, dilin gerçekleştirdiği bir devrimdir!

    insan, arzular üreten bir makinadır azizim, hem de öyle bir makinadır ki, ürettiği arzuların sınırı yoktur.
    mesela ben klavyenin tuşlarına basmaktan, yazdıklarımız geri almaktan kurtulmak istiyorum, bu bir arzudur! sonra omuzlarımın ve gözlerimin masada oturmaktan ağrımamasını da istiyorum bu da bir arzudur ama, bunlar zararsız arzular olabilirler. oysa arzular artık ihtirasa dönüşürlerse, nefret ya da inat olurlar!
    ne demektir bu?
    bir şeyi arzularız ve ona karşı olan arzularımız korkunç bir ihtirasa dönüşürse,
    bu zorlu ve yakıcı bir süreçtir, bu süreçlerin tamamı enkazla sonuçlanır, etkileri asla gitmez.
    diyelim ki bir erkeği ya da kadını arzuluyoruz, arzular üretebilen bir makine olarak,
    makina olmanın, görünen en doğal [oysa hiç de doğal değildir] işlevini yerine getiriyoruz, belirli bir zaman diliminde.
    oysa, insan olmanın onuruna düşen, yani ki mevcudiyetin haysiyetine yakışan şey arzulamadan üretmek, üretebilmektir; her türlü üretim.

    işte sonuca yaklaşıyoruz: mırıldanmak; benim gördüğüm en saf üretim biçimidir, sabuklamak da böyledir; kişinin cevherleri * * * işte böyle bir zamanda ortaya çıkar!
    bu minör bir yaratmadır, eylemdir, isyandır;
    “huzur isyanda!”; evet isyan!

    ve, rûmi’ye teğet geçilmezse olmaz, en güzel mırıldanma tasviri o’nunkidir, hiç şüphem yok:

    “sana dilsiz, dudaksız sözler söyleyeceğim;
    bütün kulaklardan gizli olan şeyler anlatacağım;
    halkın içinde söyleyeceğim ama,
    senin kulağından başka hiçbir kulak duymayacak o sözleri.”

    (bkz: sendelemek)
12 entry daha
hesabın var mı? giriş yap