7 entry daha
  • attila ilhan'ın yâri.

    kendi kaleminden okuyalım (alıntıdır) :

    atilla ilhan’ın şiirlerinde geçen bu aşk hikayesini kendi kaleminden okuyalım ;

    atilla ilhan’ın sevgilisi maria missakian bir ermenidir babanesi türk kökenli olduğundan ailesinde hep türklere karşı bir sempatisi olmuştur. paris’te fransızca dersleri alıp garsonluk yapan maria missakian ile atilla ilhan’ın yolları kesişir ve birbirlerine aşık olurlar. şiirlerinde adı geçen bu hatunu merak eden bir okuyucu atilla ilhan’a mektup yazıp maria missakian’ın kim olduğunu sorar atilla ilhan’ın yazdığı cevapta şöyledir:“

    - türk müsünüz siz?

    adamakıllı kaptırmış birşeyler yazıyordum, birdenbire bu soru! paris’te birisini türk’e benzetmek kimin aklına gelir, olsa olsa o taraflı bir başka gurbetçinin: oysa, yanıbaşımdaki masadan apaydınlık gülümseyen genç kız soruyu paris varoşlarının o yuvarlak aksanıyla sormuştu. çık işin içinden çıkabilirsen. duru güzel bir kızdı bu, hafif çekik lacivert gözleri hülyalı, karanlık saçlarında mıknatıslı mavi çakıntılar, neredeyse saydam beyaz bir ten. adını söyler söylemez, türk olduğumu bir kerede nasıl kestirebildiği sır olmaktan çıktı:

    -maria missakian

    sabahın gamlı saatleri, sinsi bir soğuk boy camlarının ardında gittikçe yoğunlaşıyor. quartier’deki eski dupont, gerilerde bir masa vietnam’lı, bir masa zazou floresant tüpleri kahvenin içini bir akvaryum gibi donuk beyaz aydınlatmış. yanılmışlık sıkıntısı, beyhudelik duygusu, kral yalnızlık. peki, ne ister benden bu “çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk?” hiçbir şey! eğer rahatsız etmezse türkiye’den bahsedelim istiyormuş: anasıgil bursa’lı imişler, “tehcir” yıllarında gelmişler, o gennevilliers’de doğmuş, iki göz bir evde oturuyorlarmış, durumları kötü. içimde biraz biraz polis midir nedir korkuları, yine de havamız yerinde, yemeği bir başka ermeninin, toprağı bol olsun, sofi’nin lokantasında yiyoruz. sofi patavatsız içtenliği ve anadolu ermenisi türkçesiyle gelip, acele, “aramızı yapmağa” kalkışmaz mı: kaşla göz arasında maria’ya ermenice olarak:

    -sen bu çocukla evlen, diyor, korkacak ne var, artık ermenilerle türkler barıştı.

    bunu maria’nın ansızın kızarmasından seziyor, birkaç ay sonra da o hanım gülümsemesiyle hala utanarak anlatınca, kesinlikle öğreniyorum. depart kahvesindeyiz, artık maria st.-michel bulvarı’ndaki bir tüfekçi mağazasında çalışıyor, öğle paydoslarında beraberiz: sütlü kahve, jambonlu sandviç, olmayacak hayaller. bir akşamüstü rex sinemasında maria montez’in bir filmini seyrediyoruz, profilden ünlü yıldız maria’ya benzetiyorum, ona baktığımı hissediyor hemen:

    - kaptan, diyor, bana bakıyorsun.
    - evet, diyorum, sana bakıyorum maria.
    - niye bana bakıyorsun? diyor
    - seni, diyorum, şu perdedekine benzettim de.

    büyük bir içtenlik, deyimlemesi zor bir minnet duygusu ile elini yumuşacık uzatıp elimi tutuyor, ürperiyorum.

    döndükten birkaç ay sonra, o zaman bahçeler sokağı’ndaki evdeyiz. londra’dan bir kart. çalışmaya oraya gitmiş, yalnız ve mutsuzum diyor, ben de yalnız ve mutsuzum. çolpan (ilhan), henüz akademi’de öğrenci, “onu çağırsana ağbiy” diyor, çağırıyorum; geliyor, gelecek, geldi diye bir süre avunuyoruz; mektupların görünmez mekiği aramızda anlaşılmaz bir yakınlaşmadır dokuyor; içim bir cam top gibi, gözlerimi kıstım mı, derinliklerimde bir yerimde strasbourg-st-denis’deki kahvenin iç salonu, pazar fransızları, filtreli kahve, yanımda maria; o akşam, yüksekkaldırım’dan inerken, şiir geliyor adeta zorla yazdırıyor kendini:

    “yüksekkaldırım’da bir akşam
    maria misakyan’ı düşündüm
    eğer kendimi bıraksam
    yağmur olabilirdim yağardım…”

    maria gelemedi, istemediğinden veya istemediğimden değil. akla gelmez sebeplerden: paris’teki taşnaksutyun ermeni komitasının elebaşılarından, komitanın organı hayistan gazetesinin sorumlularından savarış misakyan diye biri vardı, uzaktan bilmem nesi olurmuş, gayet karanlık bir adam, türk düşmanı, işi hem onun yönünden karıştırdı, hem benim yönümden; istemeye istemeye koptuk! yıllarca sonra mırç (abisinin lakabı) memlekete döneceği sırada gitmiş onu aramış bulmuş, karşılaşır karşılaşmaz:

    “-maria’nın selamı var, dedi. hayırsız bir müzisyenle evli, iki de çocuğu olmuş, biraz fazlaca içiyor. seni konuşurken gizlice ağladı.”

    işte böyle kardeşim hilmi, yazının buraya kadarı senin için, hiç değilse ben maria misakyan’ı yaşadım. arasıra resmine bakmak gelir içimden, albümden arar bulurum. resimlerin bir iyiliği de insanları hep öyle genç saklamaları mı?”
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap