7 entry daha
  • pek seviyorum böyle kirmayalim dökmeyelim edasindaki ironik muhalefeti de ona karşi çikan asabi tartişmayi da. ama amazondaki portakallarin oralarda durmaklari aşkina yarisini anlamadiğim (biraz gerzeğim kusura bakmayin) bu meselelere ilişkin iki kelam edip kenara çekilmek istedim gece vakti. hal böyle iken anlamadiğim, anladiklarimi da anlamak istemediğim karabasan tefekkürlerini unutup, yağmur ormanlari meselesinde bir şaplak da ben atayim, "ya barbarlik, ya sosyalizm" slogani romantik bir kapitalizm eleştirisinin ütopik taraflarina yamanmasin ve o el havada kalmasin, dünyanin dört bir yanindaki ekolojik meselelerle daha yakindan ilişkilenmeye başlayan muhalif köylü hareketleri boşa düşmesin, sloganin sahibi rosa luxemburg’a halel gelmesin dilerim. yağmur ormanlari işlerine de kurtuluş teolojisi, mst, via campesina gibi oralardaki güçlü muhalefet hareketleri falan bakiyor ama biz kenardan rol çalalim..

    -kapitalist üretim tarzi, doğal kaynaklara ilişkin yokoluş sorunlarini ve çevre krizini çözmeye yönelik yatırımlarını ancak yine kar getiren girişimler olduğu sürece tolere eder, destekler, geliştirir. (elbette çevresel yikim bu çapta olmasa da kapitalizme özgü bir sorun değildir, kapitalizm öncesinde de yaşanmiştir, reel sosyalist rejimlerin de sorunudur ve muhtemelen bundan sonra da yaşanacaktir..) bunun en büyük göstergesi halihazirda ekolojik yıkımı engellemek için ayrılan sermaye kaynaklarinin artmasına rağmen, yıkımin daha hızlı bir şekilde sürmesi, dünyanin tamamina yayilmasi ve derinleşmesidir.

    -ekolojik yikimin temel dinamiklerini büyük ölçüde kapitalizmin o çok bilindik "pazar yaratma, geliştirme ve derinleştirme" süreçlerinde bulmak mümkündür. bu çerçevede insani gereksinimler yerine çoğunlukla israfa yönelik tüketim alişkanliklarinin pompalanması ve dahası üretim/tüketim süreçleri sonrasi depolama maliyetleri yeni çevresel sorunlar doğurmaktadir. istersem dokuz tane yağmur ormani ağacindan yapilma koltuk takimi alirim, sekizini kirar sobada yakarim keyfimin kahyasi misin diyen adama o zaman git sekiz tane ağaç dik ya da üç ay ağaç dikim alanlarinda gönüllü çalış ulan eşşoğuleşek diyecek bir toplumsal bilinç durumunun yaratilamadiği koşullarda mevcut tüketim alışkanlıklarının kölesiyiz sevgili ubeyid...

    - iş bu pazar yaratma ve rekabet sürecinin hareketlendirdiği beşyüzyillik ucuz hammadde kaynakları arayışı, dünya çapındaki çevresel kaynakların da çok yönlü bir tahribatina yolaçmaktadır. (buralarda yağmur ormanlarına giriniz) ucuz emek ve yeni pazar arayişiyla birleşen bu doğal kaynak tüketiminin kontrolü tümüyle kapitalist siniflarin elindedir. çevresel sorunlar yaratmayan yeni teknolojilerin ve yatirimlarin kullanılması da yine bu güçlerin elindedir vs vs...

    -ancak “reel sosyalizm” deneyiminin yolaçtiği çevresel tahribatlar ve sosyalizmi bir kalkinma modeli olarak gören ve kapitalizmin baskisi altinda “barış içinde yariş vs.” türü saçmaliklara yönelen sovyetik, bürokratik sosyalizm pratiklerinin ekolojik sonuçlari ve olumsuz sicili de arkamizda duruyor. bu durum ekolojik sorunlari siniflar üstü, rejimler üstü, teknolojiler, ideolojiler üstü bir mesele gibi görme kolayciliğina (artniyetine demeyelim ayip olmasin) kapi araliyor ve insani uygarliğin ha bu diyardaki kapitalist hegamonyasini gözlerden gizlemeye meze oluyor. ki o kapidan sen de greenpeace kanatlari, onlar desin al gore paşalari ben diyeyim sürdürülebilir kalkinma heyecanlilari girip çikiyor malumunuz..

    neyse, bunlar işin abcsi iken ve halihazirda bilindiği varsayilirken “ekolojik yikim nasil durdurulabilir”, “yagmur ormanlari nasil kurtulabilir” sorularina, uzaydan alüminyum getirmekten ve az gelişmiş ülkelere kontrol mekanizmalari dikte etmek ve onlari zapturapt almak gibi ütopik eğlencelerden daha radikal ve gerçek cevaplar da bulabiliriz sanki muhterem. o radikal yanitlar arasina istanbul’un içme suyuna deniz suyu karistirmaktan kaçinmayan, su havzalarina villa kondurmaktan utanmayan, ürettiği enerjinin üçte birini dağıtım hatlarında kaybeden ve halkinin üçte birinin barinma, beslenme, temiz su gibi meselelerle boğuştuğu bir ülkeye de değinirsek hep beraber tadimizdan yenmeyiz. eh o vakitler sigortacilik, reklam, borsa, bankacilik gibi bir boka yaradiğini kanitlamak için üç cümleden fazlasini kuramayacağınız, insanliğin gelişme potansiyellerinin ayağındaki bağlardan başka bir şey olmayan sektörlerin bulunmadiği bir ekonomi ve toplum projesini de tartışmaya başlayabiliriz sanki… oradan başlayarak sermaye ilişkilerinin baskisi altinda tökezleyen insani uygarliğin ekololjik kriz’den de ancak sermaye ilişkilerini dağıtacak ve temel toplumsal ilişkileri değiştirecek bir toplumsal devrimle kurtulabileceğini de görürüz sanki. bütün acilari bir çirpida ortadan kaldiracağımız, bütün sorunlari iki anayasa mahkemesi karariyla çözeceğimiz yanilsamasina kapilmadan düşünebiliriz, eyleyebiliriz belki.. bir de nüfus artişinin biyolojik bir mesele olduğunu düşünüyorsak, hani malthusa falan geri gidiyorsak kiyidan, tarla açmayla sanayi bokunu kariştiriyorsak vs. ona da yazik.. buradan hareketle plan, piyasa, demokrasi, insani gereksinimler vs.ye geçeceksek ona da diyecek bir sey yok, uykum kaçti, şarkilardan şarkilara geçeriz ne yapalim…

    söyle bir seyler de var onlari da ekleyelim giderayak..
    http://www.wrm.org.uy/
    http://www.viacampesina.org/
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap