137 entry daha
  • eğer sinema; üzerinde düşünülecek, yorum yapılacak, metaforların açılımlarının tartışılacağı, görselliğin ve oyunculuğun önemli olduğu bir sanat dalıysa bu film tam anlamıyla sinemadır. ne eksik ne fazla. filmi izlemeyenler buradan sonrasını okumasın.

    film 2001 a space odyssey'e çok benzeyen bir açılışa sahip; uçsuz bucaksız araziler, gökyüzü. henüz insan yok. sonra ilk insan yapısı olarak çitler gözüküyor, sınır yani. bu görüntülere de aksanlı ingilizce'siyle ve müthiş bir yaşamışlık tonlamasıyla tommy lee jones’un konuşması eşlik ediyor. eski zamanlardan bahsediyor. tutukladığı bir çocuktan bahsedip çocuğun yaptıklarına anlam veremediğini söylüyor. ancak işi bildiğini ve bu işte ölümün de olduğunu, buna hazır olduğunu söylüyor. sonra ekliyor; yine de bir yerlerde anlam veremediğim bir şeyle karşılaşmak istemem. tam bu esnada kadrajda anton'un kullandığı garip ve anlamsız cinayet silahını görüyoruz. aynı zamanda anton’la da tanışmış oluyoruz. bilinmezlik, gariplik, korku. son olarak da şerif bu bahsettiği dünyanın bir parçası olmaya karar veriyor ancak film boyu emekli olmuş gibi olaylardan uzak duruyor yani bir nevi şunu kabulleniyor: no country for old men.

    daha sonrasında anton tutuklandığının akabinde polisten kurtuluyor ama ne kurtulma. bu müthiş debelenme sahnesi sırasında (bu cinayet sahnesinde bardem’in gözleri direkt olarak tavana bakıyor) anton adeta cinayetin resmini çiziyor marleylerin üzerine.

    her bahsettiğim sahneden sonra coenleri övüp kabak tadı vermek istemiyorum ancak bahsettiğim bütün sahnelerde adamların ustalığı her yerden okunuyor. kamera açıları, devamlılık, kurgu, ışık gölge oyunları... devamlılığa basit bir örnek olarak şu sahneyi alalım: carla’nın annesinin takside eliyle sıfır yaptığında açı değişiyor, meksikalıların arabasına geçiyoruz ve teyzenin eliyle yaptığı işareti bu sahnenin devamında da bu arabadan fark etmek olası. ayrıca meksika demişken, şerifin meksikalılarla ilgili; çakallar meksikalı yemez diye istihza etmesi de coenlerin ironik mizahının küçük detaylarından.

    daha sonra malum llewelyn para buluyor ve olaylar gelişiyor. bütün film para üzerine kurulu gibi gözükse de bence para macguffin olmaktan öteye gitmiyor ki aynı sebepten filmin sonunda paranın kimin aldığının da pek bir önemi kalmıyor. filmin başında llewelyn’in dediği gibi hayatta kalan birileri olmalı ve o kişi de anton oluyor. çünkü anton parayı önemsemiyor, ki bu yönüyle de diğerlerinden tam anlamıyla ayrılıyor. anton kendini adeta kaderin bir temsilcisi gibi görüyor, belki de parayla gelen kötülüğün simgesi.

    llewelyn, karısı, carson, onun patronu; kısacası paranın peşinde olan herkes ölüyor. hatta filmin başındaki o muhteşem benzinlik sahnesinde benzinliğin sahibi anton’a benzinliğin kayınpederine ait olduğunu söylediğinde anton’un yüz ifadesini hatırlayın. daha sonra anton onu karısıyla parası için evlenmekle suçluyor ve yazı tura atmadan şöyle diyor ‘ben senin yerine karar veremem bu adil olmaz’. seventh seal'daki azrail gibi kader ve ölümün ete kemiğe bürünmüş hali son bir oyun daha oynamak istiyor. ayrıca paranın da kendisi gibi çeşitli yollardan geçerek benzinliğe geldiğini söylüyor ki bu da net bir şekilde anton'un kaderi sembolize etmesi gibi gözüküyor.

    para karar vermesinde ya da oraya gelmesinde bir araç oluyor hatta filmin ilerleyen sahnelerinde anton parayı gerçekten araç gibi kullanıyor; bir tornavida olarak. yazı turayı benzinci kazanıyor ve anton yoluna gidiyor ancak gitmeden önce parayı cebine koymamasını istiyor çünkü para "her zaman harcamak için değildir."

    film sinema tarihine geçecek güzellikte sahnelerle sona doğru ağır ağır ve sessizce ilerliyor. aslında burada bahsetmediğim ya da fark etmediğim onlarca metaforla akıp gidiyor. şerifin rüyasını anlatmasıyla da son buluyor. iki rüya anlatıyor ilkini pek hatırlamıyor ve önemsemiyor gibi görünüyor; parayla ilgili. ikincisi ise babasıyla ilgili, ki muhtemelen kitabı okursak buraları daha iyi yorumlayacağız ama son cümle çok hoşuma gitti, then i woke up.

    (bkz: wake up)

    kitaptan sonra ekleme:

    kitap okunduktan sonra cormac mccarthy'nin hakikaten mükemmel bir iş çıkarttığını ve filmde olan neredeyse çoğu şeyin aynen kitapta da olduğunu söyleyebiliriz. tasvirler, diyaloglar... ancak tam olarak hepsi değil tabi. bir kaç nüans var değişen ve bunlar da kitaptan farklılaşan filmin çizgisini belli eden noktalar. aslında coenlerin bakış açılarını yansıtan noktalar da diyebiliriz, özellikle filmin sonu için. ayrıca şunu da eklemek gerekir ki kitabı okuduktan sonra coenlerin görsel olarak ne kadar başarılı olduklarını düşünmeden edemiyorsunuz, zira kitap öyle farklı bir tona sahip ki başkasının elinde parodiye bile dönüşebilirmiş.
544 entry daha
hesabın var mı? giriş yap