18 entry daha
  • iran, iran, iran ne biter ne kokar, al istediğin gibi harca, tüket, öyle bir memleket işte iran, iran, iran. özellikle de bir bahiste fena yargılanan ülke: iran'daki şii inanç sisteminin gerektirdiği her haltın islam'ın geneline yakıştırılması, çamur olarak sürülmesi vs. bu konularda naçizane fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

    evvela şunu belirteyim "idamdan once bakire mahkuma tecavuz etmek" mevzubahis olunca, tabi akıl fikir yine iran'a kayıyor. "evet kesin yapıyorlardır, böyle bir şeyi ancak ve ancak onlar yapabilir" diye söylettiriyor insana. bunlar hep doğal şeyler, hiç şaşırmamak gerek. şah rejimi bir ihanetin içindeydi, koskoca pers kültürünün, insanının içine etmişti hanedanın bekası uğruna; humeyni geldi daha beter oldu, bırakın pers kültürüne ihaneti, insanlığa düşman kesildiler adeta. o kadim pers kültürünün yerinde yeller esiyor artık, peki yerine bir değer konmuş oldu mu, bunu başarabildiler mi? bana kalırsa, hayır. ama bunun suçu islam'da değil, hele ki sağdan soldan apartılmış bilgilerle "yok nikâh-ı muta islam'ın gelişiyle kalkmamıştır da, halife ömer'le kalkmıştır..vs." gibi iddialı söylemler içine girmemek gerek. öyle ya halife ömer denilen zat da peygamberle aynı yıllarda yaşamış doğal olarak onun kaldırmış olduğu bir uygulama varsa bu "islam'ın kaldırmış olduğu bir uygulama" olarak database'lerde kendine yer bulmuştur. muhammed peygamber'den 3 yy. sonra yaşamış herhangi bir adamdan bahsetmiyorsak, bu böyledir. peygamberin döneminde cennetle müjdelenen 10 kişiden biri olan halife ömer'i islam'ın gelişi içinde saymamak saçmalık. (i.s. 634-644 yılları arasında halifelik yapmış olduğunu hatırlayalım, şunu da unutmayalım ki nikâh-ı muta'yı kaldıranın peygamber olduğu söylenir: the islamic law of personal status, p.58, 1990) hele ki tutup da "ömer, muta nikahını kaldırmasaydı fuhuş bu denli yayılmazdı" demek, nedir anlamak mümkün değil. zira bir kavramı, bir olguyu olduğu gibi çok mezhepli bir dine yedirebilmek için mezhep birliğinin sağlanmış olması gerek, örneğin konumuzda geçen nikâh-ı muta 'nın hem şii hem de sünni yığınlar arasında ortak bir şekilde kabul veya red edilmesi gerekir. ama bu nikâh-ı muta için geçerli değil. jamal j. nasir'in meşhur eserinde de (the islamic law of personal status, p.58, 1990) belirtildiği gibi gerek şiiler gerekse sünniler arasındaki evliliğe dair tek uzlaşı, zaman ve sayı sınırlamasının olmaması üzerinedir. yani bir erkek istediği kadar kadınla istediği zaman dilimi içinde istediği kadar evlenip, ondan ayrılabilir. ha şimdi bunun eleştirileceği yer apayrı bir mecra belki, ama konumuz (başlık) tam bu değilse de ben yine de biraz değinmek istiyorum. çünkü her ne kadar dinin kendisi "ben zamanın ötesine seslenen ilahi bir kelamım" dese de, çağlarla olan muhtemel uyumsuzlukları, pratik ve pragmatik açıdan değerlendirilebilir, eleştirilebilir. ancak teoride dini gerektiren koşulları çözmeden, anakronizme saplanarak günümüzün değer yargılarıyla düşünce halindeki kuralları yargılayabilmemiz mümkün değil. şimdi benim çıkıp i.s. 6.yy.'da arabistan'da ortaya çıkmış olan bir dinin, muhit için huzur ve mana ifade edebilmesi için koymuş olduğu kuralları günümüz kafasıyla yorumlayıp ona göre "evet bu uygulama salakçadır, gerzekçedir, hatalıdır, denyoluktur" fetvasını vermem mümkün değil. ha bu çağda, o çağın "toplumun esenliği için oluşturulan aile kurumları" mentalitesiyle yaşayamam, dünya görüşümü temellendiremem. o yüzden buradan çıkarmanız gereken mesaj, "halife ömer nikahı muta'yı kaldırmasaydı, fuhuş bu denli yayılmazdı"ya getirmemektir. hiristiyan aleminde bu tartışma olmuştur, örneğin campanella'nın civitas solis'inde kilisenin daha büyük bir iyilik için değil de, aziz nicola'nın çömezlerinin sapkınlığını önlemek için evliliği kabul etmiş olduğu söylenir. francis bacon'ın nova atlantis'inin bir yerinde, fahişelik mesleğine ve genelevlere lanet okunur, ideal olanın evlilik ahdine sadakat olduğu hatta aile kurumunun bizzat kendisi olduğu vurgulanmıştır. islam'ın ortaya çıktığı yüzyılda benzer bir söylem geliştirdiğini söyleyebiliriz.

    işin tuhafı, bugün çağımız insanına ters gelen, geçmişte dinin yasa koyucularının kabul etmiş olduğu her kuralın düşüncede topluma esenlik versin diye tasarlanmış olmasının ufak çaplı bir ütopik kimliğinin bulunmasıdır. işbu karakterden dolayı, çağdaş insan ne zaman geriye baksa hep gelişmemişlik görür. insanlık tarihi din, felsefe ve bilim üçgeninde gelişmiş olduğuna göre, bir şekilde din etkilemiş olsun, felsefe sorguya çekmiş olsun, bilim tasarlamış ve en ince ayrıntısına kadar katman katman temellendirmiş olsun, bir şekilde sosyal yasaların günümüz değerlerini (bu değerler aynı zamanda geçmişe baktığımız zaman, kendimizi geçmişte yaşamış kişilerden daha "humanist" görmemize de sebep olur) döllemesi, geçmişteki dinlerin, felsefelerin ve bilimin ortak başarısıdır. (durkheim'in avusturalya totemciliğini açıklarken kullanmış olduğu "ahlak, hukuk, politika, mantık estetik, ekonomi gibi kurumların tümü dinden çıkmadır... toplumda bütün önemli kurumları din doğurmuş olduğuna göre, toplum fikri dinin ruhudur." ifadesine [e. durkheim, les formes elementaires de la vie religieuse; le systeme totemique en australie, alcan, 1912.] dikkat çekmek isterim) şimdi burada "mısır dini olmasaydı matematik gelişmezdi" argümanından hareketle nikâh-ı muta'ya övgü getirmeyeceğim, ama bu evlilik durumunu da kabul etmiş dinin bir mezhebi yüzünden insanlığa hizmet etmiş olan dinin tüm kurumlarını, teorideki tüm "huzur kazanma/kazandırma" çabalarını hor göremem. zaten cevap bu ifademin içinde gizli, yukarıda da söyledim, aile kurumunun sağlamlaştırılmasını amaçlıyor din. uzun süreli eş sahibi olan insan bir nevi insan pazarının, köleliğin yani fahişeliğin de ortadan kalkması yolunda bir nefer olur. bundan başkası maskaralıktır, islam'da mezheplerin her konuda uyuştuğunu söyleyemez ki, buradaki nikâh-ı muta da uzlaşamadıkları konulardan biri. zaten her konuda uzlaşmış olsalardı, neden mezhepçilik, hizipçilik olsun o da apayrı bir dilemma!

    jamal j. nasir'in de aynı yerde belirttiği gibi peygamberin koyduğu "sınırlı sayıda evlilik" yasağı pagan dünyasındaki uygulamaya yönelikti. ayrıca sünni din alimlerine / yorumlayıcılara göre nikâh-ı muta'da kadının miras hakkı ve "korunma amacı" olmadığından, o geçersiz bir nikahtır. (jamal j. nasir., a.g.e., p.58) zaten sünniler şiilerle bu konuda anlaşamamıştır. (iran a country study: a country study, p.146, kessinger publishing, 2004 ; bahl, taru & m.h. syed, taru bahl, m.h. sye, encyclopaedia of the muslim world, p.45, anmol publications pvt. ltd. 2004) yani "adam alenen bunu din adına yaptıgını beyan ediyor mu evet ediyor. hala nasıl oluyor da yok o musluman degil diye afaroz edebiliyorsun ?" sorusunun cevabı şöyle olmalıdır: "evet bunu din adına yapan bir adam varsa o şii olup, sünni'ler tarafından 'hakiki müslüman' görülmemesi doğaldır." mezhep farklılığı bu söylemi geliştirir, temeller. yoksa dediğim gibi, mezhepçiliğe ne gerek varmış ki, farklı düşüncelerle, aynı yazılanı farklı yorumlamalarla birbirlerini neden ittiklerini sanıyorsunuz?

    kaldı ki, kendisini "hakiki müslüman" olarak görmeyecek mümin olabilir mi? "ben feşmekan mezhebine bağlıyım, dinimin gereklerini mezhebimin izin verdiği öçüde / belirlediği biçimde yerine getiriyorum ama bizim mezhebin yanlış olduğunu düşünüyorum." demeyip aksini savunarak kendi din anlayışını yücelteceğine göre, benzer ölçüde bir inanç sisteminin ferdi olan karşı mezhepten biri tarafından hor görülmesi de doğaldır. mezhepçiliğin amacı, özü zaten budur. sünnileri ve haricileri, muhammed peygambere ve ali'ye uymuyorlar diye suçlayan imamiye (caferi) ekolü vardır mesela, bir sünninin bir caferinin her dini ritüeline uyması beklenebilir mi? ya da tam tersinin? en basitinden bir örnek daha vermek istiyorum bu farklılığa dair, caferilerde imam mehdi'nin bir gün (sıradan bir gün değil, kıyamet günü) ortaya çıkacağı inancı hakimdir. ama sünni alimlerde yaygın kanaat bunu doğrulamaz. imam mehdi'yi beklemekte olan bir caferi'nin dini algılayışı gereğince içine girmiş olduğu tutumu bir sünni yargılayabilir kolayca. ve bütün bunları bırakıp, atıyorum bir sünni gelenekten ötürü tüm müslümanlığı ya da bir caferi ritüelinden ötürü tüm müslümanlığı yüceltmek de mümkün değildir, yermek de. o yüzden "molla degil miydi her siki danısmamız greken kurum ? e noldu mollalar bunu onaylamıs olunca ? e hanı din alimiydi dini ondan ıyı mı bilecektik her konusmada bunu demedın mıydı ?" saçmalığı da düşmüş olur. zira birinin mollası, diğerinin delisi bile olabilmiştir. en basitinden şii, caferi ve alevi yolunun on iki imamını onlar gibi ciddiye alan sünni mi var? ama tabi insanoğlu işte, oturduğu yerden salladıkça sallıyor, fetva veriyor, racon kesiyor. köküne kibrit de çakamıyorsun cahilliğin, peydereypey nüfuz ediyor bünyelere, birini temizlesen diğeri hastalıktan geberiyor. molla tabi canım, molla!

    şimdi geçelim spesifik olarak "idamdan once bakire mahkuma tecavuz etmek" olayına. dini bir kenara bırakıyorum bir süreliğine, zira bu konuda açıklık için dine mine gerek yok. bu çağda sağlıklı hiçbir zihin, idamdan önce bakire mahkuma tecavüzü, söylentilere uygun veya başka türlü bir şekilde, kabul edemez. aksini iddia eden molla da olabilir, bilmemne de beni hiç enterese etmez. insanların bakir(e) olup olmadıklarına göre bir kategoriye tabi tutulmaları bile insanlığın binlerce yıllık geleneği ve gelişimine aykırıdır. yukarıda dedim ya günümüz değerlerini oluşturan din, felsefe ve bilim'dir diye, işte en nihayetinde vardığımız noktada bekaret ancak ve ancak zeytinburnu'nda zihinsel ve bedensel gelişimini sağlıklı bir şekilde geçirmemiş, ailesi ve çevresi tarafından belli tabularaın kölesi olarak yetiştirilmiş bir az gelişmiş kafa için önemlidir. tabi burada spesifik olarak kişileştirme yapmamın sebebi, 'kızım sana söylüyorum oğlum sen anla' diyebilmektir. yoksa bizim dışımızda başka 3. dünya ülkelerinde de bekaretini yanlış zamanda (topluma göre değişir bu zaman!) yitirmek, felaket habercisi olabilir. tam tersi şekilde, şii memleketinde olduğu iddia edildiği üzere, öbür dünyaya bakire gitmesin diye bir kız çocuğu bir gardiya tarafından hep bahsettiğimiz şu geçici nikah sayesinde tecavüze uğrayabilir. yine bekaret sorunu bu. yine insan, bir üst değer yaratıyor ve ona uygun bir şekilde, alt değerleri oluşturup, uygulamada dini gerekliliği bir bahane olarak gösteriyor. bu tabi sosyal açıdan bir paradoksa yol açıyor. yeni nesiller, insanlar bekaretini koruma veyahut ölmeden önce mutlaka bozdurma gerekliliğiyle yaşıyorlar, en nihayetinde onlar da bu sosyal çatlağın normal, sıradan, olağan bireyleri / kurbanları haline gelerek, kendilerinden sonra gelen gençleri de ona göre eğitiyorlar. ha bu sistemin önüne nasıl geçilir? sosyoloji, ve psikoloji gibi sahalar niçin var, niçin bu sahalardan sürekli insanlar yetişiyor? bırakın iran'daki "idamdan once bakire mahkuma tecavuz etmek" probleminin çözülmesini, hüseyin üzmez'in son olayını analiz edip, çözüm önerisi sunabilecek psikolog, psikanalist veyahut sosyolog var mı, çıktı mı? bizde bile çıkmazken, iran'da nasıl çıksın? bu sorunun da muhatabı herhalde hiç ben değilim, "atatürk'ü sevmiyorum, humeyni'yi seviyorum" diyen bacımıza sormak gerek. ya da kızını hüseyin üzmez'e veren anneye... zira dinle, kitapla, sünnetle falan alakası yok. teorik bilgi mi istiyorsunuz? açın bakın nisa suresi'ne, o sure hüseyin'i üzer de günahkar kılar da.

    ben tabi "idamdan once bakire mahkuma tecavuz etmek" mevzusundan çok bunun üzerinden getirilen islam eleştirisine cevap vermiş oldum. ha şunu da vurgulamazsam felaket bir noksanlık içerir entirim. iran'da 1960'larda devlet aileyi koruma yasası adı altında kadınların, kocalarını çok daha rahat bir şekilde terk edebilmelerini sağlamaya çalışmış ancak ulema kesimin şiddetli bir tepkisiyle karşılaşmış. gerçi bugünün iran'ıyla karşılaştırılamayacak ölçüde hak sahibi olan kadınlar, şah rejiminde zaten kocalarını veya evlerini terk edebiliyorlardı. bu konuda bir sıkıntı yoktu, ancak humeyni'ye varıncaya kadar zaten iran'da yükselen bir dini baskı rejimi kokusu mevcuttu. (iran a country study: a country study, p.146, 2004) bunu şu yüzden vurguluyorum, aileyi veya kadını korumaya yönelik devlet tarafından atılan her adımın bir şekilde dindar kesim bariyerine çarpacağı açık, bu sadece iran'da böyle olmadı; bizde de böyledir, böyle olmuştur. ve bu konuda verilecek her tavizin, çok geçmeden yeni tavizlere sebep olacağı da görülüyor. tıpkı şah rejiminin son demlerinde olduğu gibi, bizde de artık "müslüman çoğunluk istediği gibi ibadet edemiyor, hakları sınırlı, onlara özgürlük verilmeli" lafları ediliyor. (http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=376781 ; http://www.haberalemi.net/…detay.php?haber_id=47342 ; http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=696416) yine osmanlı'nın üç kıtada yaptırmış olduğundan daha fazla caminin yapıldığı cumhuriyet idaresinin "dinsizliği" ve mustafa kemal'in "baskıcı" olarak görülen rejimi iyi analiz edilmeli, diye düşünüyorum. yoksa mustafa kemal'i eleştirenler gibi islam'ı de eleştirdiğini sanan çoluk çocuk takımı yüzünden bu ülkenin gencecik evlatları birbirini boğazlar, hem de üniversite bahçesinde.
50 entry daha
hesabın var mı? giriş yap