47 entry daha
  • çelişkiler yumağına verilen ad olabilir ya da tutarsız, desteksiz kavramlar bütünü. ancak farkında mısınız bilmiyorum "ulusalcılık eleştirisi" görünümlü köşe yazıları, kitaplar, konferanslar, tv'de tartışma programları vs. her anti-ulusalcı tutumda yavaş yavaş başka türlü bir sığlık belirmeye başladı. bu durumda kökten ulusalcı olmayanlarla, kökten ulusalcılara sığ bir yaklaşımla eleştiri getirenlerden de olmayanların ne yapacağını inan bilemiyorum. artık taraf'lar iki tane ya da üç tane bile değilken, baskın tarafların arasında kalanların ne yapması gerektiğine dair şüphelerim var. aslına bakılırsa tek tip insan olmayacağı konusunda sabit bir görüşüm olduğundan, tek tip bir tepkiyi arada kalmış bu insanlara önermem de mümkün değil. o halde şöyle sorayım daha mütevazı bir dille: ben ne yapacağım "darbe korkusu"nu bahane eden eskiden dincilerden, ülkücülerden sopa yemiş olmalarına rağmen bugün onların dizisinin dibinden ayrılmayan sözümona solcularla "laiklik, rejim, cumhuriyet elden gidiyor" diyen ulusalcılar arasında? zira suları sığ bir gölde boğmaya çalışıyorlar. anlayamıyorum, anlamak istememe rağmen çözemiyorum, işin içinden çıkamıyorum. ve kimse kusura bakmasın bu çağdışı savaşın ortasında tanklardan birinin önüne kendimi atıp özgürlük oyunu oynayamayacağım. çünkü tarafların amacı özgürlük değil de egemenlik hırsıymış gibi duruyor, dışarıda kalmayı maharet bellediğinizde bunu açıkça görüyorsunuz. bu durumun "ulusalcılık" çerçevesinde yaratmış olduğu sorunlardan biri de bence anti-ulusalcıların tabirlerindeki sığlıktan ötürü "ulusalcılık" olgusunun eleştirisini doğru dürüst yapamıyor oluşumuz.

    örnek vermem gerekirse, ulusalcılık doğal olarak amerikan uşaklığına, tarikat bağlarına, koynunda haçı gizleyip takkesiyle müslüman gibi görünenlere, imf'ye, soros'a, peşkeşçilere bir tepki tamam. buradan hareketle " 'ulusalcılık' adı altında dışa kapalı bir türkiye arzulanıyor" eleştirisini yapmak akp'nin ilk üç senesinde geçer akçeydi diyelim, ama artık böyle bir durum yok. ulusalcılar diyelim ki, sığ düşünüyorlar. oturdukları yerden kavram uyduruyorlar, sığındıkları numen ise atatürk mitosu tamam da, ben anti-ulusalcı yazarların neredeyse tamamında karşı tez olarak "ben vatanını satan o. çocuğu bir hain değilim" iğnelemesinden ötesini göremiyorum. birikim dergisi'ni çıkarın doğru dürüst ulusalcılık eleştirisi okuyamıyorum. ulusalcılık beter bir şey ise, ki nasyonal sosyalizmle eş tutulabiliyor kimi zaman, o halde çözümü arayalım. ama ben çözüm göremiyorum, görebildiğim tek şey şu: "henüz sahibi olduğu kişiye ait olup olmadığı belli olmayan darbe günlükleri" ve "ben vatanını satan neo-liberal bir o... çocuğuyum" iğnelemesi. örneğin gökhan özgün, taraf gazetesinde yayınlanan 7 temmuz 2008 tarihli, "ılımlı marksizm ve ılımlı islam" başlıklı yazısında marksizm'in avrupa'da görmüş olduğu ilgi alakanın avrupa'lılarda haklı bir gururlanmaya yol açtığından bahsederken ("avrupa ne yaptı? marksizmden korkmamayı tercih etti. kimseyi marksizmle korkutmamayı tercih etti. marks bir avrupalıydı. marks onların kültürünün bir parçasıydı. marks onların düşüncesinin, onların felsefesinin, onların zihniyetinin, onların hayatının bir parçasıydı. evet, marksizm çoğu zaman bir inanç gibi örgütlendi, ama temelinde eleştirel bir düşünceydi, bir felsefeydi. kökü avrupa'nın çok derinlerinde bir felsefe."), amerika'nın ve "kendinden başkasına gücü yetmeyen süper gücüz ya, biz de memleketi yaktık, yıktık, koskoca bir ormanı kuruttuk" diyerek anlatmış olduğu türkiye'nin anti-marksizme olan tandansından da söz açıyor. tamam güzel de bunun amerika'nın hiristiyan kafalara işlemeye çalıştığı islamofobia'ya türkiye'nin de (kastedilen ordu ve yargı olmalıdır, zira islamofobia'nın körüklendiğinin iddia edildiği bir ortamda akp gibi bir parti iki dönemdir tek başına iktidardır! bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!) destek vermesiyle alakası nedir? ya da madem böyle bir benzerlik kurabiliyorsunuz, o halde avrupa'da islamofobia'nın durumu nedir, orada da (marksizm hususunda olduğu gibi) böbürlenmeye dayalı bir gururlanma var mı yok mu, ondan da bahsediverin bari. ama yok, anti-marksizmin bayrağının dalgalandığı o yılları ve "utancımızı" "işte o yıllar, amerikalı olmaktan, türk olmaktan tarifsiz utanç duyulan yıllardı... bizim utancımız da hep amerikan malıdır." diye nitelendirirken gökhan özgün, şunu atlıyor: bugünkü iktidar sahipleri dünün türkiye'sinde en büyük anti-marksizm propagandasını yapmıyor muydu? (ki hala yaptıklarını iddia etmemek için de kör olmak gerek.) bu kökten sağcıların (örneğin milli görüşçülerin, nurcuların vs.) mitinglerde yaktığı tek bayrak amerikan bayrağı değildi, sosyalizmden, komünizmden, marksizmden... hepsinden nefret edenlerin değişmiş olduğunu düşünen varsa açsın baksın 1 mayıs 2008'de taksim'de neler oldu! örneğin ahmet insel, istanbul'da yaşananların baş sorumlusunu başbakan olarak ilan ediyordu. ("1 mayıs’ta istanbul’da yaşananların bir numaralı sorumlusu olan başbakan,..." http://www.birikimdergisi.com/…1&dsid=352&dyid=5312) ya kürt sorununa ne demeli? güya diyanet üzerinden alevi açılımı olacaktı, oldu mu? ama siz bugün bunları eleştirmeye kalktığınızda marjinalleşmiş oluyorsunuz, öyle değerlendirilmek bizzat kaderiniz oluyor. anti-ulusalcı timler sizi darbeci ya da ergenekoncu olarak görebiliyor. ulusalcılık'tan anti-ulusalcılık'a transfer edilen sığlık ne zaman sona erecek? ben olumsuz düşünüyorum, pek sona erecek gibi durmuyor. yüzyıllardan beri kanına islam'ın işlemiş olduğu bir halkın islamofobia'ya meylettirilmeye çalışıldığının iddia edilmesi ve bu uğurda yine bu ülke insanlarının anti-marksizm tutumlarıyla arasında bir benzerlik kurulması bile saçmalığın daniskası gibi duruyor. sığlık, daha ne olabilirdi başka!

    tuhaf olan ulusalcılık'la anti-ulusalcılık'ın ortak kümesinin amerika olması. amerika, birine "şeriat gelecek", diğerine "darbe gelecek" diyormuş. her ikisini birden diyorsa, gerçekten de "süper güç"le karşı karşıyaymışız diyebilirim. oysa adamlar kendi içinde hem de açık açık islam'ın avrupa'da giderek güç kazanmasından rahatsızken (#10940242 - #11016508) bir de türkiye'de islam'ın kurallarının işlediği bir rejime destek verme salaklığına düşmeyecek ya da daha önce hiçbir hükümetle olmadığı kadar uyumlu, koordineli çalışma imkanını bulduğu akp'yi tasfiye edip yerine orduyu getirmeyecek kadar zeki olmalılar. yani iki yanlıştan tek bir doğru çıkıyor, dışarıdan islam şeriatı veyahut asker darbesi pompalanmıyor, biz kendi sığ sularımızda boğulmanın nedenini dışarıda arıyoruz. amerika demedi deniz baykal, chp'nin başında kök salsın diye; ya da amerika demedi bizim mahalledeki bakkala "akp'ye oy ver sen, gerisine karışma" diye. mustafa balbay'la yasin hayal'i aynı kefede tartan, aynı çuval içinde sayan amerika değildi. gökhan özgün'ün "utanç dolu" amerika'sı demedi eski meclis başkanına ' "dindar bir cumhurbaşkanı istiyorum" açıklamasını yap' diye. yoksa ogün samast'la hatıra fotoğrafı çektiren polisler de amerikalı değildi, ne tesadüf değil mi?

    sözün özü artık anti-ulusalcılık, ulusalcılık'la yarışıyor sığlık konusunda. kimi zaman onu perihan mağden'le yakalamayı başarıyor (izmir in dekoltemanyak kadinlari), gökhan özgün'le de geçmeyi. altemur kılıç kadar yozlaşabiliyor engin ardıç kimi zaman, kimi zaman da taraf ile yeni çağ kafa kafaya tokuşturulmuş yumurtalara benziyor: whoever wins, we lose!

    sığların savaşında olan aydınlanmaya oluyor haliyle, "aydınlanma düşüncesi" göçüyor haberiniz var mı? kurucu, ilk cumhurbaşkanı mustafa kemal atatürk geometri kitabı yazmışken, "en hakiki mürşit ilimdir, fendir" demişken, ondan tam 70 sene sonra şu anki başbakanınız "çok okuyan arkadaşlar şimdi sefilleri oynuyor" diyebiliyor. bunlar sizi ilgilendirmiyor mu? ne islamın şeriatı ne askeri darbe, ikisi de gelmez ama daha beteri sarmış dört bir yanımızı kene gibi, tek ısırıkta beynimize yapışıyor: ulusalcılık = anti-ulusalcılık = sığlık!
417 entry daha
hesabın var mı? giriş yap