21 entry daha
  • bu filmle gördük ki sam mendes kötü film çekemiyor. kendisi, amerikan rüyası diye etiketlenen yaşama minvalinin toplumsal diktesinin nasıl bir epidemiğe dönüştüğünün hikayesi olan filmine üst düzey bir oyunuluğu ve sinematografiyi enstruman ediyor; çalıyor da çalıyor ama öbür kulaktan çıkmak üzere söyledikleri kulağa pek hoş gelmiyor, eğlendirmiyor.

    --- spoiler ---

    belki amerikan rüyası denince bize farklıymış gibi görünen bu toplumsal sorunun aslında ne kadar evrensel olduğunu göstermesi açısından film, ilk artısını hanesine yazdırıyor. hikayede anlatılanın salt amerikan rüyası olduğunu iddia edemeyeceğimiz gibi bazılarımızın kendini zaman zaman deli karakterin yerinde olmak istediği en son varlık olan anne karnındaki o çocuk yerine koyma ihtimalinin gerçekliğini çoğunuz kabul edecektir diye tahmin ediyorum. bu bağlamda filmin sonunda işaret ettiği döngü çok da farklı olmadığımız yaşayışın müşahhas bir örneğidir.

    aslında bu misalden bahsederken varmak istediğim ve filmin de işaret ettiğine inandığım nokta; evlilik kavramının arızaları, bunun tüketim toplumunda yeri, imaj ve ekonomik kaygılarla insanları nasıl insan olmaktan çıkarıp ikiyüzlü, harcama ve para kazanma saikli varlıklara dönüştürdüğü. di caprio'nun karısını neden yokken aldatmasının ertesinde eve gelişindeki yüz ifadesini hatırlayın. meseleyi açıp kadın erkek taraflarına bakarsak madalyonun 'öteki' yüzü kesinlikle bir kez daha kadın oluyor. film kronolojisinde april kocasını ondan sonra aldatıyor (burada aldattığı komşu karakteri özenilen dünyaya duyulan özlemin ve geride kalanların bitkiselliğinin mükemmel bir metaforu; o yüzden de ağzından çıkan seni seviyorum'u kimse duymak istemiyor), kaçıp kurtulmak isteyen yine kendisi ama işte bahsettiğim o deformasyon sonucu ikiyüzlü bir şekilde çocuğu doğurmaya karar veren de o. aslında bu toplum dışına çıkma, april'in deyimiyle yaşamaya geri dönme çabasında kadının çalışıp erkeğin evde olacak olması da ayrıca manidar. kaldı ki sonlara doğru yaşanan 'sevme yeteneğini kaybetmiş delinin' her şeyi tüm çıplaklığıyla söylediği sahnelerde yönetmen kamerasını april'ın yüzünden ayırmıyor bir süre, vurguluyor. aslında lafı deformasyonun tek yönlü olmadığını bunun evlilikte, her şeyin olduğu gibi, paylaşıldığına getiriyor. evliliğin toplumsal dayatmasına yönelik (bkz: ultimo tango a parigi)'deki the girl karakterinin evlenmek istediği brando'dan önceki erkek arkadaşının tavırları.

    bu noktadan sonrasıysa daha da trajik. edilen büyük kavganın ardından yaşanan o sahte huzurun her anına sinmiş olduğu sabah ortaya konan idealize dünya aslında eyes wide shut'ın sonunda nicole kidman'ın eve gidip yapmamız gereken bir şey var diyip sevişme istediğini dile getirme durumuna denk düşüyor. herkesin rolünün belli olduğu (erkek çalışıyor ve yeni tasarılarından bahsediyor, kadınsa bulaşık yıkıyor, yemek yapıyor) bir toplum, ki o toplumun diğer tarafında bunlarla yüzleşme cesareti bulamayan komşu ve emlakçının hali ise daha da vahim. hepsinden öte sonunda dinleme cihazının sesini kısan amcaysa bize daha bir tanıdık.

    bunlardan kendimizi ne kadar farklılaştırabiliyoruz bilmiyorum ama amerikan rüyasının sadece 'banliyo' filmlerinde eleştirilen bir şey olduğunu zannedenlerin de azımsanmayacak derecede olduğunu düşünüyorum. filmi de evlenmeyi düşünenlere akşam sabah yemekten önce günde iki kere tavsiye ediyorum. gerçi neye yarar bilmiyorum çünkü hepimiz adının devrim olup, devrimin olmadığı yerlerde yaşıyoruz.

    --- spoiler ---
230 entry daha
hesabın var mı? giriş yap