2 entry daha
  • “en neşeli elbiselerini giymiş en huzurlu gülüşlerini takmıştı o gün yüzene. sabahın hatta gecenin en erken saatlerinden beri artarak devam etmekte olan heyecanı o an artık had safhaya ulaşmış, heyecandan yerinde duramaz hale gelmişti. yolculuk esnasında vapurda rüzgarın neşe saçan serinliğini ciğerlerine doldurmuş, tüm çocuk bakışlarıyla etrafındakilere tebessüm ettirecek kadar canlı hareketler sergilemişti. geç kalırım, bu şehrin trafiğine güven olmaz diyerekten erkenden yola çıkmış, nihayetinde yarım saat erkenden buluşma noktasına varmıştı. yeniden var oluşunun yaşattırdığı heyecandı bunların toplamı.

    her şey yenileniyor, hayat tüm maviliğini akıtıyordu yavaş yavaş. sonunun nereye ulaştığını görmediği bir yola ilk adımlarını çoktan atmıştı. korkmuyordu.”

    ‘ulan! geldin işte erkenden dolan dur şimdi deli dana gibi’ diye diye kendimi azarlıyordum artık. şu kalabalığın içinde kalalı yaklaşık 20 dakika olmuştu ve artık ayaklarım ağrımaya başlamıştı dolanmaktan. içimdeki heyecana mani olamamıştım ve geç kalırım korkusuyla erkenden yola çıkmıştım kadıköy den. vapurda her zamanki gibi güvertedeydim ve insanları seyretmeye doyamayan ben, tespitçikler yapmaya çalışıyordum yine. yaptığım tespitlerde sanki çok iyi bir hafızaya sahipmişim gibi aklıma yazılırdı ve orada kalırdı. nitekim yine öyle olmuştu. şu an hiç bir şey yok o ana dair aklımda. ama mutluydum, bu hatırlanabilecek güzel şeylerden sayılabilir sanırım.

    işte o kalabalığın ve telaşlarının sebebini halen çözemediğim telaşlı insanlar içindeyim yine. aceleleri var sürekli ve kaçıyorlar sanki birilerinden. bense onların içinde kalmış ufak, masum bir çocuk yüzü gibi sakin hareketlerle yürüyordum. hatta oyun oynuyordum hayata ironi yaparak. adımlarımı birleştiriyordum, kaldırım çizgisi üzerinde yürüyordum yavaş yavaş. önümden ve arkadan, her yanımdan insanlar geçerken ben bir akrobatın titizliğiyle o çizginin üzerinde özenle yürüyordum. saydım, bir uçtan bir uca 87 adım. isteyen 45 numara ayakkabı giyip, taksim meydanındaki mc donalds önünde bu deneyi gerçekleştirebilir.

    işte böyle bir çocuktum o an..

    bir mesaj daha geldi ve nerdesin diye soruyordu beklenen. gördüm onu. en paspal halimle geliyorum demişti ama benim gözlerim kamaşıyordu. abartmıyordum, o mu? diye kendime sora sora yaklaşırken telefonunu kulağına götürdü ve bir çağrı attı bana. gerçekten oydu. ve muazzam güzeldi. derin nefesler alarak yaklaştım, artık normal yürümeliyim diye düşünüp adımlarımı düzelttim. fark etti beni. gülümsedi ve ilk buluşmanın vermiş olduğu birazcık resmi halde yanaklarımızı değdirerek öpüştük. (öpüşmek mi oluyor bu? kararsızım) saat tam 7ye 2 vardı. yürümeye başlamışken bir an durdum derin bir nefes aldım, farketmedi. onun gerçekten yanımda olduğumu anladıktan sonra tekrar yürümeye başladık, yetiştim ona.

    dağılmış hissediyordum kendimi. heyecan vardı ama belli etmemek için cebelleşiyordum. sakin ve sessizdim bu sebeple, ama tedirginliğimi anlamıştı sanırım. yarım saat boyunca konuşamayacaktım heyecandan, düzgün cümlem olmayacaktı bu süre zarfında. o konuşuyordu bense hayran hayran dinliyordum. ‘çok mu konuşuyorum’ diye sordu bana, o yarım saat içinde kurduğum tek düzenli cümle olan ‘daha kötülerini de görmüştüm’ döküldü dudaklarımdan. istiklal de hayat durdu o an sanki benim için. kurabildiğim tek düzenli cümle resmen hakaretti. toparlamak için ne kadar uğraştığımı anlatmıyorum. ama o anın tadı başkaydı, halen başkadır. bana diktiği güzel gözlerini ve muzur bakışını sanırım ömrümce unutamayacağım.

    açtım ve açtı. bir ramazan akşamıydı ve iftar vakti yakın olduğu için fazla alternatif üret(e)meden girdik bir yere. siparişleri ben veremedim tabi konuşamamaktan, huzursuzluğumu anladı ve o söyledi istediklerimizi. garsonun o gülümseyişi de bi garipti. daha sonra gidip hesap soracaktım, unutmuşum, bak şimdi canlandı. neyse deyip geçiyorum o anlara yeniden. yavaş yavaş çözülmeye başlayan dilim kurtarıcım oldu yeniden. dilbazdım yani öyle bilirim kendimi, ama tam kendimde değildim o an. çünkü karşımda bulunan güzeller şahı güzeller şahı sıfatını gerçekten hak ediyordu. konuşa konuşa açıldım nihayetinde. pizzalarımızı yedik, muhabbete başka bi mekanda devam etmek üzere mekandan ayrıldık.

    boyu benden kısaydı, çıplak olan omuzları kollarıma değiyordu. yan yana yürüyorduk istiklal de ve ben mutluydum. o da şendi ve bakışları gerçekten insanı mutlu edebiliyordu. çokça bakıldığından içinde kaybolunabilecek gözleri vardı(kaybolduğumdan biliyorum), bakışları insanı etkiliyordu. etkileniyordum ve bunu gizlemiyordum.

    bazen ettiğim dualar kabul olur, o gün vaktin ağır işlemesi için dua etmiştim. saatime baktığımda 9 olduğunu görmem ve konuşulmuş bir sürü konuyu arkamda görmemiz beni çok mutlu etmiş onu ise şaşırtmıştı. oturduğumuz yerde ben her zaman yaptığım gibi aystii şeftali içtim. o ise limonlu soda söyledi. burada bahsetmeye kalksam sayfalarca yazıya sebebiyet olabilecek şeylerden konuştuk orada. hayatlarımızı döktük birbirimizin önüne. kaybedilmiş zamanlarımızdan, sevinçlerimizden ve geleceğe yönelik planlarımızdan bahsettik. onun planı yoktu gerçi, planlı olan bendim daha çok. o değişik bi yapıya sahip olduğunu hissettirirdi. daha önceki konuşmalarımızda bunu fark ederdim, o an da öyle oldu.

    oturduğumuz mekanın kapanmasıyla beraber kalkmak aklımıza geldi. ben ayrılmak istemiyordum ve artık çenem iyice açılmıştı (düşmüştü demek istemiyorum!). sıkılmıyorduk hissediyordum bunu, biraz daha beraber vakit geçirmek istedim, kabul etti. başka bir yere oturduk, saat 10u çoktan geçmişti. burada da güzel sohbetler döndü, tatlı gülümseyişlerine şahit oldum. çokça konuşulan şey ikili ilişkilerdi, ortak noktalarımızı arıyorduk. vardı aslında bir sürü, ama ne beni ne de onu tatmin etmemişti sanırım. olsun, yine de ben etkilenmiştim. çok hem de. ve bunu belli etmekten çekinmiyordum. gösteriyordum ilgimi.

    günün yorgunluğu yavaş yavaş belli etmeye başlamıştı artık kendisini. ikimizde bitkindik biraz. güzel gözleri kısılmıştı, kalktık. onu dolmuş durağına kadar bıraktım. dolmuşa binerken birbirimize bu güzel akşam için teşekkür edip yine en baştaki gibi öpüştük. giderken arkasında bıraktığı kokusunu içime çektim. yavaş ve istemsiz adımlarla kendi otobüs durağıma doğru yürümek için hareket ettim. orada ayrılık acısını hissetmedim. çünkü ayrılmıyorduk, bir şeyler başlayabilir diye umutlanıyorduk. umutlanmıştık..

    dün gece tamamen bitti bu serüven. geriye özgüveni kaybetmiş bir ben kaldı artık. o zaman hissettim ayrılık acısını. akşam işten eve dönerken gece tükürdüğüm ağlamıcam lan! kelimesini yaladım. ucundan yakaladım göz yaşlarımı ve biraz olsun rahatlattım ruhumu.

    geriye, tuzbuz olmuş camdan bir kalp kaldı.

    doktora gitmeliyim artık sanırım.
37 entry daha
hesabın var mı? giriş yap