engin çeber
-
tanımıyorum onu,
milyonlarca gazete küpüründen biri
birkaç saniye göz göze kalmanın dışında
tanımıyorum engin çeber’i,
aynı hüzünlü saniyeyi
maske maske dolaştırıyoruz ölülerin yüzünde
adı ergin miydi acaba? “c”yle mi başlar yoksa soyadı?
ölüme ne zaman alıştık böyle,
yaşam ne zamandır
bir yabancı dilde aranan tanıdık sözcük?
sormadım engin çeber kimdir, merak bile etmedim…
bu olsun benim de suçum
herkesin payına düşecekse
günahların ortak yumağından birer parça
bu olsun
eğer kurulu bir saat gibi vahşeti vurup duruyorsa yalan
o kendimden bile gizli bin başlı ejder
o törensel hiçlik, avuntu şurubu
duasına çıktığımız o yağmur karası,
unutkanlık bulutu o
aklımın kuklacısı, gardiyanı kalbimin,
damarda akan renk
sonbahar kokusunda taşıdığım o yalan;
üzerine bastığım yalanlardan toprak parçası
o çok sevdiğimiz kara ve gri topraksa
suçuma ortak etmeliyim herkesi.
kimdi engin çeber, tanımıyoruz.
doğdu, büyüdü ve…
okuyup geçtiğimiz haber yazılmadan az evvel
hastanede bilincini yitirmek üzereyken
ve ondan önce metris’te hücrede,
sarıyer emniyeti ve istinye karakolu’nda
ve caddede itişirken polisle
-ve belki kıyıda börek yedikten hemen sonra-
dünyaya son bakışına inen bir merdivende
yapayalnız kaldı.
ve eminim ölmekten değil
neden öldüğünün anlaşılmamasından korktu
bu örttü devrimin uykusuz gecesini gözlerinde
yarıda kaldı tarihte okuduğu o serüven
bu yalnızlık engin çeber’in değil
bizim yalnızlığımız
ve kalbimin esareti, o da hepimizin.
müşahade koğuşunda ıslatıldıktan sonra
bedenine inerken sopalar ve kapı açma demirleri,
mahkumların küçümseyen bakışı altında,
jandarmanın aptal hıncı,
sinsi elleri polisin, doktorun ihaneti, umarsızlığı gardiyanın
hücrenin soğuk, hastanenin beyaz duvarlarına dokundukça
ve anıları birden doluşup
birden kaybolduklarında
anladı mı acaba öleceğini?
kalbinin son çıkardığı sesi duyabilsem
son baktığın eşyaya dokunup, son sözcüklerini bilsem
ya da ne zaman güldüğünü en son?
-arkadaşların güleçti diyor-
şapkan ne zaman düştü başından?
hapishane girişinde çekilen resimde başın açık
-oysa hiç çıkarmazmışsın-
ve ne düşündün en son, eski sevgilileri mi?
baban için mi endişelendin kendini unutup
gidip arife günü gelecekmişsin –öyle diyor baban-
yoksa “bir çıksam şuradan” diye iç mi geçirdin?
-hayat doluydu diyorlar senin için-
tanımıyorum ki seni engin, öyle miydin,
seviyor muydun o kadar yaşamayı?
yine de göze aldın demek, -öyle demişsin-
yoksa bir gazete küpüründe bu kadar üzemezdi bizi
bu tanımlayamadığım koca boşluk
senin önümüze bıraktığın,
kedere, küfürler arasına açtığın
sevgiye, sözlere, kızmızı karanfillere
kırmızı karanfilden tabutunu taşıyan onlarca ele
onlarca elin sıcaklığına rağmen
ısınmayan bedeninden kalan bu güzelim boşluk
çekmezdi içine bizi
hayat doluydun, kesinlikle
-bunu demeselerdi de bilirdik-
birazdan dolaptan bir şapka çıkaracağım
şapkasız çektikleri son fotoğrafın önümde
acaba ona benzer bir şey miydi taktığın?
bak işte, yine de tanımıyoruz hâlâ seni
seni ve engin çeber’in
unutulacak ölümünü
engin çeber in unutulacak ölümü
(bkz: efe duyan)
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap