69 entry daha
  • tanımıyorum onu,

    milyonlarca gazete küpüründen biri

    birkaç saniye göz göze kalmanın dışında

    tanımıyorum engin çeber’i,

    aynı hüzünlü saniyeyi

    maske maske dolaştırıyoruz ölülerin yüzünde

    adı ergin miydi acaba? “c”yle mi başlar yoksa soyadı?

    ölüme ne zaman alıştık böyle,

    yaşam ne zamandır

    bir yabancı dilde aranan tanıdık sözcük?

    sormadım engin çeber kimdir, merak bile etmedim…

    bu olsun benim de suçum

    herkesin payına düşecekse

    günahların ortak yumağından birer parça

    bu olsun

    eğer kurulu bir saat gibi vahşeti vurup duruyorsa yalan

    o kendimden bile gizli bin başlı ejder

    o törensel hiçlik, avuntu şurubu

    duasına çıktığımız o yağmur karası,

    unutkanlık bulutu o

    aklımın kuklacısı, gardiyanı kalbimin,

    damarda akan renk

    sonbahar kokusunda taşıdığım o yalan;

    üzerine bastığım yalanlardan toprak parçası

    o çok sevdiğimiz kara ve gri topraksa

    suçuma ortak etmeliyim herkesi.

    kimdi engin çeber, tanımıyoruz.

    doğdu, büyüdü ve…

    okuyup geçtiğimiz haber yazılmadan az evvel

    hastanede bilincini yitirmek üzereyken

    ve ondan önce metris’te hücrede,

    sarıyer emniyeti ve istinye karakolu’nda

    ve caddede itişirken polisle

    -ve belki kıyıda börek yedikten hemen sonra-

    dünyaya son bakışına inen bir merdivende

    yapayalnız kaldı.

    ve eminim ölmekten değil

    neden öldüğünün anlaşılmamasından korktu

    bu örttü devrimin uykusuz gecesini gözlerinde

    yarıda kaldı tarihte okuduğu o serüven

    bu yalnızlık engin çeber’in değil

    bizim yalnızlığımız

    ve kalbimin esareti, o da hepimizin.

    müşahade koğuşunda ıslatıldıktan sonra

    bedenine inerken sopalar ve kapı açma demirleri,

    mahkumların küçümseyen bakışı altında,

    jandarmanın aptal hıncı,

    sinsi elleri polisin, doktorun ihaneti, umarsızlığı gardiyanın

    hücrenin soğuk, hastanenin beyaz duvarlarına dokundukça

    ve anıları birden doluşup

    birden kaybolduklarında

    anladı mı acaba öleceğini?

    kalbinin son çıkardığı sesi duyabilsem

    son baktığın eşyaya dokunup, son sözcüklerini bilsem

    ya da ne zaman güldüğünü en son?

    -arkadaşların güleçti diyor-

    şapkan ne zaman düştü başından?

    hapishane girişinde çekilen resimde başın açık

    -oysa hiç çıkarmazmışsın-

    ve ne düşündün en son, eski sevgilileri mi?

    baban için mi endişelendin kendini unutup

    gidip arife günü gelecekmişsin –öyle diyor baban-

    yoksa “bir çıksam şuradan” diye iç mi geçirdin?

    -hayat doluydu diyorlar senin için-

    tanımıyorum ki seni engin, öyle miydin,

    seviyor muydun o kadar yaşamayı?

    yine de göze aldın demek, -öyle demişsin-

    yoksa bir gazete küpüründe bu kadar üzemezdi bizi

    bu tanımlayamadığım koca boşluk

    senin önümüze bıraktığın,

    kedere, küfürler arasına açtığın

    sevgiye, sözlere, kızmızı karanfillere

    kırmızı karanfilden tabutunu taşıyan onlarca ele

    onlarca elin sıcaklığına rağmen

    ısınmayan bedeninden kalan bu güzelim boşluk

    çekmezdi içine bizi

    hayat doluydun, kesinlikle

    -bunu demeselerdi de bilirdik-

    birazdan dolaptan bir şapka çıkaracağım

    şapkasız çektikleri son fotoğrafın önümde

    acaba ona benzer bir şey miydi taktığın?

    bak işte, yine de tanımıyoruz hâlâ seni

    seni ve engin çeber’in

    unutulacak ölümünü
    engin çeber in unutulacak ölümü
    (bkz: efe duyan)
73 entry daha
hesabın var mı? giriş yap