193 entry daha
  • duygusal teshirciliğin kaynağı acı, acının kaynağı da yasamdır.
    3 mart 200x tarihinde şöyle yazmışım günlüğüme. “her sabah önceki günün bütün olaylarını günlüğe yazmak, zihnini boşaltıp güne dinç başlamak proust’un huyuymuş. yani aslında emin değilim. doğrulamak için netten baktım, bulamadım. hem ne fark eder. okumadım ki proust. turgut özben’den sonra okumadığım yazarların hayat hikayeleri/yapıtlarıyla ilgili en çok şeyi ben biliyorumdur herhalde. evet biliyorum, hayır okumadım! (…)”. yazının devamında cümleler de fikirler de, hissedilen acı ve tiksintinin etkisiyle olsa gerek, giderek birbirine karışıyor, anlamsızlaşıyor.
    anlatmak istediğim 2 kavram var. ilki duygusal teshircilik kısmı ikincisi ve asıl önemlisi de acı duyulanın değişken fakat acının değişmez oluşu.

    1) popüler kötü edebiyatın iyi edebiyattan ayrılan en temel özelliği, metnin zeka ve kabiliyet eksikliğini duygusal teshirciliğin* getirisi garantili ve güvenli yollarında saklayabilmesidir. acı, eski sevgili filan gibi başlıklar da bu bakımdan tehlikeli, sömürüye açık. zira niyetölçerimiz yok. ama basit bir soru var. “bu yazıyı yazanın okuyandan bir beklentisi var mı?” (işte yukarıda alıntıladığım yazımda aksamdan kalma uyanmış bir adam, masaya oturup yazıyor. proust’la ilgili bir şeyleri hatırlıyor yarım yamalak. belli bir mesafeden hayatına bakarken, kitaplarla çok ilgilendiği halde bu işi dahi adam gibi yapamadığından, yeterince okumadığından yakınıyor)
    acı çeken adamın, aşktan intihar eden bir adamın hikayesini* inanılmaz derecede naif ve inandırıcı anlatacak denli yeteneği yok *. olsa öylesini yazardı zaten. elinden bu kadarı geliyor ve acısını sadece paylaşarak biraz olsun dindirebiliyor.
    bunu bırak, toplum, acı çeken adamın hareket kabiliyetini kısıtlıyor (bu yüzden acıdan fazla anlayışsızlığı hissediyor adam). uç bir örnek olacak ama diyelim adam werther'e özenip hakikaten aşktan intihar etti, bu hareketini yine topluma anlatamaz (*). aygıt, istediğinde kendinden olmayanın marjinal tavırlarını dahi halka şirin ve kendinden gösterebilir. muhtemelen hürriyet gazetesi 3. sayfasından şu şekilde duyurulur haberi: “kriz yüzünden bunalıma giren adam ailevi sıkıntılara ve gazetemizim grotesk haberlerine daha fazla dayanamayıp, kendini öldürdü. büyük bir gazetecilik başarısı ile attığı son mesaja ulaştık, okumak için tıklayınız. tık. ‘koy goethe rahvan gitsin kankaaa =)))’… adam’in yakın arkadaşı ise muhabirimize şunları söyledi ‘inanamıyorum, hayata delicesine bağlıydı, nasıl yapar böhüböhü. bence bu işte başka bir iş var.’ ankara/turkiye”. adam, yaşarkeni bırak ölürken dahi meramını anlatamıyor.

    2) schopenhauer referansıyla filan kafa sikmeyeceğim. şu anda çektiğim acıyı, “kainattaki yerimi tespit ve eşya ile münasebetimi tayin” edememiş olmama ve halden anlayan dost noksanlığıma bağlıyorum. oysa 3 marttaki yazımda, gelecekle ilgili düşünmem gereken tek şey birkaç hafta içinde gireceğim sınavlardı, öyle büyük problemlerim yoktu yani o zamanlar. hem ismini duymamın dahi güvende hissettirdiği bir dostum da vardı.
    15li yaşların sonundan şimdiye kadarki yaşantıma baktığımda şu sonuca ulaştım ki, şu anki beklentilerimin halihazırda bulunduğu o güzel zamanlarda* dahi acı kalıcı. hatta o zaman hissedilen acıyla şimdiki özünde aynı. (hemen genelleyelim) çünkü bu tip adam, her daim kendini huzursuz hissedecek şeyler bulmakta bir uzman, buna mukabil adamın hayattaki amacı ise anlamlı bir şeyler ortaya koymak (anlamlı bir yaşam da buna dahil).
    anlamlı yaşam; mevcut kabiliyetlerin maksimum ölçüde kullanılması olarak tanımlandığında, tek amacı anlamlı bir şeyler üretebilmek olan adamın -sadece üreterek mutlu olduğu için- dolaylı amacı ‘mutlu olmak’ oluyor. yani adam, aslında mutlu olmak için yaşıyor ve bu yüzden çoğu zaman mutsuz*.

    her durumda bunca acıya karsı hayat, bardağın yarı içki dolu tarafından bakılınca çekilebilir oluyor.
730 entry daha
hesabın var mı? giriş yap