97 entry daha
  • her şey annemin gecenin bir köründe arayıp "ben güneşi gördüm'e gitmek istiyorum" demesiyle başladı. "o, mahsun kırmızıgül filmi diil mi be" diye tepki gösterecek oldum ama tepkim annnemin "evet ama kendini çok geliştirmiş, onun için yeni yılmaz güney diyorlar" sözleri ile savruşturuldu. "peki madem "diyip kaderime razı oldum. vizyona yeni girmiş bir türk filmine haftasonu bilet bulmaya çabaladığımız o uzunca sürede ben kafamda yılmaz güney ve mahsun kırmızıgül'ün kişiliklerini aynı karede resmetmeye uğraşıyordum. bundan yıllar yıllar önce haftalık haber dergilerinden birinde gördüğüm bir fotoğraf belirdi gözümde. sünnet kıyafetinden bozma bir kral kostümüyle, tıfıl bir mahsun, boğaza karşı durmuş "alem buysa kral benim" diyordu. zihnimin photoshoplarında yılmaz güney'in kafasını çirkin kral affetmez posterinden kesip azıcık sola yatırdım. plastikten olduğu apaçık o tacın altına montajlamaya çalıştım. sanki biraz küçük geldi o taç. yılmaz güney taştı o karenin her yerinden. hayır, henüz bu eşlemeye hiç de hazır değildim.

    film ilerleyen sahnelerde daha nicelerini göreceğimiz bir ağır çekim koşma sekansıyla başladı. gülümseten birkaç sahne, bolca dağ manzarası ve "izleyici anlamaz şimdi" kaygısıyla kör göze parmağım bir anlatımla geçip gitti ilk yarı. teknik anlamda beklentilerimin çok üzerindeydi. yine de belli ki "dur, şimdi iş açmayalım başımıza" diyerek söylemek istenenler tam dile getirememiş. yöre halkını dağlara süren sebep çok önplana çıkartılamamış. karakterler biraz fazla idealize edilmiş. yine de burnunun dibinde patlayan bombaların gürültüsüyle ağlayan çocukları, onları sakinleştirmeye çabalayan çaresiz ana babaları görmek, bunun sadece bir film karesi değil yıllardır, binlerce kişinin yaşadığı bir çile olduğunu bilmek yürekleri burkmaya yetiyor. bir oğlu kışlada bir oğlu dağda olanların hayal kahramanı olmadığı hatırlandıkça insanın"bir şeyler yapın ulan artık, bir çözüm bulun şu işe" diye bağırası geliyor.
    kim kimin nesi pek anlayamadığım alienin istanbul'a gelişiyle film ne yazık ki biraz ivme kaybetti. belli ki anlatmak istediği çok şey var mahsun'un ama yaşın kaç başın kaç aslanım dur hele. madem bu işe gönül verdin çekersin daha üç beş film. elindeki sayfanın boyutu belli. sen böyle her şeyi anlatacağım diye küçük küçük yazıp sığdırmaya çalıştıkça birbirlerine giriyor, okunmuyor yazın. gözün gördüğünü dilin söylediği norveç sahneleri de, travesti kardeşin dramı da fazlaydı bu filme. bir üçlemeye yetecek malzemeyi tabldot tepsisine doldurunca karışıyor hepsi birbirine.
    ikinci yarıyı rahat izleyemeyişimin diğer bir nedeni göstere göstere gelen demir bebek vakasıydı. o lanet çamaşır makinesinin ilk göründüğü karede annemim kulağına eğilip "bekir yıldız'a bir selam çakmak üzereyiz sanırım" dedim o da aynı fikirdeydi. filmin ilerleyen dakikaları bu kaçınılmaz olayı beklemekle, o da olup bitince "ee şimdi nereye bağlayacak" demekle geçti. yine de beklentilerimin üzerinde, ayırdığım zamana ve paraya kayıp gözüyle bakmayacağım güzellikte bir filmdi.

    meraklısına notlar:
    altan erkekli'nin oyunculuğu filmi sırtlayıp norveçlere kadar götürmeye yetecek kadar iyiydi. mahsun yönetmen olarak baktığımızda, dağ tepe manzarası fetişini yenip hikaye anlatımını geliştirdiğinde gayet başarılı olabilecek gibi. oyunculuğu da çok sırıtmıyor ama gerdan kırma, kafayı sağa sola yatırma hastalığına bir çözüm bulunmalı. kendisi bir yılmaz güney değil belki ama adını duyduğumda artık gözümün önüne "kızlar kızlar gelem mi? yanağınızdan öpem mi?" diyen komiden çok daha farklı bir şey geliyor.

    cemal toktaş kanımca son derece sağlam bir oyunculuk ortaya koymuş. bu arada, izlemediği bir film hakkında, bu kadar uzun bir yazıyı okumaz diye umduğum kız arkadaşımınkinden bile düzgün bacakları varmış. keşke son sahnedeki türkçesi de bacakları kadar düzgün olmasaydı. peruğu takar takmaz istanbul ağzıyla konuşmasaydı.

    mahsun, mevsim değişmiş ama istanbula gelirken de, memleketine dönerken de aynı tren aynı tünele aynı açıyla giriyor. bir ara istanbul'da çakmağını unuttun almak için geri dönüyosun sandım.

    erol günaydın, köşe yastığı, kamil sönmez, iskele babası rölünde çok başarılılardı.

    sonsöz: filmde birinin peşinden koşmayan ya da koşup birbirine sarılmayan karakter kaldı mı bilmiyorum. bu sahneler ağır çekim olmasaydı film yarım saat önce biter ben de haftasonu trafiğine kalmazdım. bi onu biliyorum.
139 entry daha
hesabın var mı? giriş yap