87 entry daha
  • hakan günday 14 nisan 2006 tarihinde akdeniz üniversitesi'ndeki söyleşisinde, yazmaya neden başladığını, şu cümlelerle açıklıyor..
    paragrafların tamamı bant kaydını an be an dondurarak, sonsuz sabır ve sevinçle yazılmıştır..

    "şimdi, yazmaya neden başladığımı gerçekten anlatamam çünkü bu konuda fikir sahibi değilim..
    ama nasıl yazdığımı teknik açıdan biraz açıklayabilirim..
    o da şöyle gelişiyor; ben kelimeleri çok seviyorum..
    türkçedeki kelimelere ve bazılarına aşığım..
    çok güzel kelimeler var benim için..
    müzik seven biriyim, dolayısıyla kulağımda bıraktığı iz bazı kelimelerin, bana büyük keyif veriyor..
    tek bir kelime; onu düşünmek ve onu söylemek…
    bazen o kelime geliyor ve o kelimenin devamı geliyor..
    örnek, ‘’piç’’ adındaki roman iki kelimenin arasını doldurmak için yazılmış bir roman; ‘piç’ ve ‘hiç’..
    aynı cümlede kullanın bu ikisini gibi bir üniversite sorusu kabul et, işte oturdum bu romanı yazdım..
    o kelimeler büyülüyor beni çünkü..
    gelelim içeriğine; piç’ten hiç’e nasıl gidiliyor?...
    tabi ki sorular, fikir jimnastikleri ile geliyor..
    sorular soruyorsun, kendin için ilginç bulduğun sorular soruyorsun: ’’bir insanın durması neye yol açar?’’ soru: ’’bugün dursanız ne olur, burada kalsanız şimdi?’’ galiba sekiz küsurda başka bir toplantı var, onun için gelirler, kalkın buradan derler, peki dersiniz, götürürler şuraya koyarlar, üniversite kapanır, oradan başka bir yere götürürler…
    siz bir şey yapmıyorsunuzdur, duruyorsunuzdur ama..
    bu işte, durmanın şiddetidir!
    ve en şiddetli işlerden biri de durmaktır zaten..
    o irade vardı ya, suçluluk duygusuyla gelen, işte onu kullanmamaktır..
    bu soruyu soran bir romandı ‘piç’; bir grup insan eğer durmaya karar verirlerse ne olur? ..
    sonu öyle çok macera romanı olmadığı için, söylenebilecek nitelikte..
    belki de sizin de aklınıza gelmiştir..
    dört kişi var, hadi birini söyleyeyim, satın almak için nedeniniz olsun romanı..
    biri açlıktan ve susuzluktan ölür, bu kadar basit! ama, ‘’bir insan neden durur?’’, ‘’neden durunca bu dünya sizi cezalandırır?’’ ve ‘’durmanın bedeli nedir?’’ sorularını sormak, beni mecbur kılıyor bir saatten sonra o kağıdın başına geçip kalemle bir şeyler çiziktirmeye..
    sorular… cevaplı ya da cevapsız… beyefendi size söylüyorum, cevabı olmayabiliyor..
    zaten bulmanız büyük bir tesadüf olurdu, hele var oluşa dair olanları düşünürsek, bin yıldır sorulan aynı soruya bir cevap bulmak…
    ama, sorular… doğru sorular, çok ilginç romanlar doğurabiliyor..
    önemli olan herhalde o soruları düşünebilmek, belki de bu..
    illa cevap bu hayatta gelecek diye bir kaide yok..
    gelmeyebilir, ümitlenmemek lazım..
    işte o da ölümsüzlük duygusu gibi bir şey, çünkü onu beklemek..
    bu soruyu soracağım, mutlaka cevabını da bulacağım… zevkli olan işte onu arayış, o cevabı arayış…
    bulmak, bir süre sonra zaten kendini unutturuyor çünkü..
    hayal kırıklığına uğramaktan, camdan kemiklere sahip bir çocuk gibi oluyorsunuz..
    umurunuzda bile değil, günde beş kırıkla dolaşabiliyorsunuz..
    o cevabı illa bulmak gerekmiyor… çünkü amacınız yok..
    amaçsız sorular da çok ilginç olabiliyor..
    ve herhangi bir projeniz yok şimdilik..
    diyorum ya bir kutsal kitap yazma peşinde değilsiniz..
    insanların sağlığıyla ilgili herhangi bir tıp kitabı da yazmıyorsunuz..
    sizin ilgilendiğiniz konu, varlık, var oluş.. neden yok değilim de varım?
    bu sorunun cevabını bulana büyük ödül verirler: yedi milyon isviçre frangı nobel ödülü ! "
950 entry daha
hesabın var mı? giriş yap