8 entry daha
  • ortega y gasset'nin kapsamı daha da genişletişi aslında çok zekice bir hamledir, bunu ancak sapiens biri yapabilirdi: "...insan bilmeyi gereksindiği şeyi hiçbir zaman bilmemiştir. demek ki homo sapiens'i insanın az buçuk bir şey, pek az şey bildiği, ama kalan herşeyden habersiz olduğu anlamında alırsak, kalan bilmedikleri muazzam genişlikte olduğuna göre, insanı homo insciens, insipiens, yani bilgisiz insan diye tanımlamak daha yerinde görünür." [insan ve "herkes", sf.42-43, metis yay., 1995]

    sapiens biri yapabilirdi, yapmış oldu. sapiens'ten öncelikli olarak kasıt "bilgili" değil "akıllı"dır; homo sapiens ise "aklı olan insan" anlamına gelir, dahası "aklını kullanabilen insan". oysa "bilgili insan" dendiğinde anlamamız gereken şey, "akıllı olma"nın da ötesine taşarak bu sayede bilgilenmiş olandır. akıllılık, bilgililiğin bir önceki aşamasıdır. o halde homo sapiens'in tam tersi olan homo insipiens de "aklı olmayan" ya da "aklını kullanmayan" olarak düşünülmelidir; "bilgisiz insan"dan ziyade. burada ortega y gasset'nin homo insipiens ile homo insciens'i aynı anlamda kullandığını düşünmüyorum. filozof sadece insanın homo sapiens değil de homo insciens olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor; insipiens ise bunun mezesi ("el pensamiento y el conocimiento son una conquista, una "adquisición laboriosa, precaria y volátil" ("a la ‘biblioteca de ideas del siglo xx’", vi: 307), justamente porque nacen de una necesidad. y por ser conquista laboriosa, precaria y volátil, no es nunca definitiva, sino que es una conquista que tiene que hacer cada hombre y en cada época. ésa es la tragedia y la grandeza del hombre, el destino del pensamiento de tener que adquirir con esfuerzo lo que necesita saber el hombre sobre sí mismo y sobre las cosas. por ello ortega propondrá que la definición dieciochesca del hombre como homo sapiens sea sustituida por la definición del hombre como "homo insciens, insipiens, como hombre ignorante" ("a la ‘biblioteca de ideas del siglo xx’", vi: 308)." http://www.ensayistas.org/…spain/ortega/ortega6.htm). zaten "insciens" ile "insipiens" arasında mana farklılığı vardır. "insciens" çok açık bir şekilde "sciens"in, yani "bilen"in zıddıdır; kökünde "bilmek" anlamındaki scio, scire fiili vardır. "insipiens" ise "sapiens"in zıddı olup "akıllı olmak" anlamındaki sapio, sapere fiilinden gelir.

    o halde ortega y gasset'nin kastettiği şey, insanın "homo insciens" ve ayrıca aklını kullanamadığından ötürü de "insipiens" olduğudur. filozof, insanın her şeyi bilmediğini bu yüzden linneo'nun ya da xviii. yüzyılın düşün adamlarının onu "homo sapiens" olarak değerlendirmesinin gülünç olduğunu söylüyor. dahası da var, şunu ekliyor: "aslında inanoğlunun ayrıcalığı budur. ne tanrı, ne de hayvan bilgisizdir - tanrı tüm bilginin sahibidir, hayvana gelince, bilmesi gerekmez bile." (a.g.e., sf.43)

    anlaşıldığı üzere ortega y gasset, homo insipiens'i yani "aklını kullanmayan insan" ifadesini homo insciens'e eklemliyor; ancak bu çabası ziyadesiyle meze niyetine: asıl vurgusu insanoğlunun bilgisizliğiyle tanımlanabileceği yönündedir. ben şunu düşünmeden de edemiyorum: tanrı ya da hayvan, ne bilgili ne de bilgisiz olabiliyor ise; insanın payına düşen ya bilgilenmek ya da bilgisiz kalmaktır. o halde insan ne homo sapiens'tir ne de homo insipiens; çünkü insanoğlunun "kendi"sinden başka bu durumların geçerli olduğu -karşılaştırılabileceği- bir başka hâl yok. tanrı tasarımında bütün bilgiler toplanmış, hayvanlar ise zaten akletmiyor. o halde insandaki de ona özgü bir nitelik, onu fenomen kılan bir değerlendirme üstü. insanın bilgisi değerlendirilemeyebilir belki. bu çok derin bir analiz gerektirebilir.

    yapıyı bırakıp içeriğe dalalım. kimlik/#16439183 entirimde insanın kimliğinin dual yapıda bir yönelen ve yönelinen hafızasıyla oluştuğundan bahsettim. sözün özü, insan insanla ilişki halindeyken kimlik sahibi olmuş oluyor; yalnızın kimliğindeki "yalnız" ibaresi bile bir diğer insanın belirlenimine ihtiyaç duyuyor. yalnız olan insana "o yalnız" diyecek bir başkası lazım; hatta "o yalnız" diyen kişi de bunu bir üçüncü kişiye demiş olabilir. böyle böyle toplumu oluşturmuş oluyoruz; herkes bir diğerini kimliklendirirken, aynı zamanda kimliklenmiş oluyor. kimlik sahibi olan her insan, bir diğerine bu yüzden muhtaç. kimliklenemeyenin ya da genele aykırı bir biçimde kimliklenenin dışlanması da toplumun "sağlıklı" psikolojisinin neticesi. peki, toplumu oluşturan ve birbirini kimliklendiren bireylerin homo insipiens'liğini ortega y gasset'den daha dar bir kapsamda düşünerek kötümser bir tablo ortaya koyalım.

    homo insipiens'ler kültürel kimlikleri ön plana çıkaracaktır. teoman duralı üstadımız müthiş bir şekilde "insanı insana malzeme kılamazsınız" (http://www.teomandurali.com/node/42) demişti; homo insipiens'ler insanı insana, kültürel kimliklerini gözeterek, malzeme kılabilir. bana kalırsa bu tutumun şeytanı da homo insipiens'ler olmaz; zira onların öyle kalmasından nemalanan asıl kanaat önderleri vardır. hatta o önderler de tümüyle şeytanî değildir; onları da besleyip büyüten bir sistem vardır. bu sistem "kendi"nin (self) bekâsı adına bir dizi yasa belirler, bu yasanın zorunluluğu da şeytanca bir arzuya dayanmaz. çünkü "kendi" denilen şeyin bekâsı, sonucu her ne olursa olsun mutlak değer'ler mekanizması oluşturur. hocanın deyimi üzerinden söylersek "insanı insana malzeme kılan" bunu bekâsı adına yapar; yine hocanın dediği gibi "dünyayı kendimden hareketle belirlemeye başlıyorum. hepimiz bunu yapıyoruz." o halde insanı insana malzeme kılan da bunu bu şekilde yapmak durumundadır; "kendi"nin kutsal hale gelişi dikkatleri hemen çekmeli. burada "kendi"ler savaşıyor, tasarımlar göze batıyor. "kendi"yi iyi irdelemeliyiz. nedir bu "kendi", nedir ki homo insipiens'in bile bekâsı bir merkez-çevrede onu anlamlı kılıyor?

    john locke'a sorarsanız "kendi" denilen şey, "zevk ve acıya duyarlı, mutlu ya da sıkıntılı olmaya yetkin ve kendinden bilincin ulaştığı yer kadar sorumlu... bilinçli bir şekilde düşünen şey"dir (john locke, essay concerning human understanding [london: george routledge, 1948], p.247). biraz kafa karıştırıcı görünebilir ama homo insipiens'in de "kendi"sinin bir "zevke ve acıya duyarlı", "mutlu ya da sıkıntılı olmaya yetkin", "kendinden bilincin ulaştığı yer kadar sorumlu" ve "bilinçli bir düşünmenin ürünü" olduğunu söyleyebilir miyiz? aklını kullanmayan insan için sorumluluk kendi bilincinin ulaştığı yere kadar sürer. bu sorumluluğun "aslında" nereye kadar ermesi gerektiğine dair bölümlemeler yapılabilir, belirlenimler sunulabilir; o ayrı: ancak burada homo insipiens'in de "kendi" sapiens'i vardır, diyebilmek güç değil. içinde bulunulan o durumun "kendi"lik bilinci bizzat o durumu duyarlı kılar. sadık müritler, ideolojinin esiri olan tipler (benim evvelce homo insipiens dediğim kişiler) genelde salt kabullerinin "kendi" duyarlılıklarını üstlenmiş oldukları için, bir kimliklerinin olduğunu düşünürler. oysa kimlikleri, içinde bulundukları durumların (ideolojini, dinin vs. belirlediği) duyarlılığından; bilinçleri de yine bu duyarlılığın savunma ve saldırma mekanizmalarından oluşur. burada homo sapiens'e yer yoktur; burada arzulanan "aklını kullanmayan" bir tiptir; çünkü "aklını kullanan", latincedeki sapere fiilinin aktardığı diğer anlamdan (sapere iki anlamı verir: "tat almak" ve "aklını kullanmak") hareketle söylediğim gibi bilgiden tat almasını bilir. böyle bir tip için de her dogma yerin dibine batırılasıdır; cengiz çakmak üstadımızın da dediği gibi "felsefede de dogma vardır, ancak yerin dibine sokulur" o halde "oğlanın güzeli hamama, homo sapiens de felsefeye yakışır" diyebiliriz.

    homo insipiens, felsefenin oyuncağı, eğlencesi olur. çünkü felsefe en başından beri öğrenmenin sadece öğrenmenin kendisi için, bilginin de sadece bilginin kendisi için olduğu bir sahadır. oysa insipiens olan için soru yoktur, ki bu yüzden öğrenme ve bilgi de yoktur. aziz paulus'a homo insipiens lâzımdır; o felsefeciyle anlaşamaz. çünkü kabullerini aktarabildiği ölçüde "aziz" kalabilecektir. o yolu bulmuştur, ona biat edecek olanlar da onun izinde yolu bulacaktır. çok yönlü arayış anlamını yitirmiştir; ışığı görmüştür paulus (ama ışığı görmenin, bizim için "en iyi şey" olduğunu söyleyen kim? sahi "en iyi" nedir? karanlık, ışıktan daha az mı "iyi"?): "böylece artık insanların kurnazlığıyla, aldatıcı düzenler kurmaktaki becerileriyle, her öğretinin rüzgarıyla çalkalanıp öteye beriye sürüklenen çocuklar olmayacağız" (novum testamentum, ad ephesios iv.14: "ut iam non simus parvuli fluctuantes et circumacti omni vento doctrinae in fallacia hominum, in astutia ad circumventionem erroris;") oysa homo sapiens'ler öteye beriye sürüklenir, aldatıcı düzenlere kanar ("kanmak", "aldatılmak" bunların başlı başına kötü olduğuna kim karar veriyor? ışığı görememek gibi aldatılmak da insanı anlamlı kılabilir kimi durumlarda), çünkü arayışın bizzat kendisini anlamlandırmış olur. homo insipiens ise dilediği gibi aramaz, arayamaz. çünkü onun "kendi"si, içinde bulunduğu durumun, ideolojinin veya dinin "kendi" kaygılarından oluşur. o homo insipiens'tir; çünkü kimliğinde özgürce rüzgâra kapılmak yoktur, ağırlıktan bir köşeye çökmek vardır. aziz paulus'un ya da lenin'in istediği köşeye çökenlere bakın, bunu kendileri istemişçesine mutludurlar; iş mutlu olmaya geldi mi, zaten insanın fazla çaba harcamasına gerek yoktur. arayışta fazla çaba harcayanlar, akıllarının esiri olur, içinde bulundukları durumun değil; belki de "en iyi"si budur.
hesabın var mı? giriş yap