• çocuk : ışığı kapamasana! korkuyorum…
    adam : ne var ki korkacak?
    çocuk : ya yatağın altından ölülerle cinler gelip beni yerlerse o zaman?
    adam : :) yemezler yemezler… güzel şeyler düşün, bi’şeycik olmaz.

    hava kararıp yatma vakti geldiğinde, 6 yaşındaki bir çocuk için en gerçek şey, yatağının altında onu yemek üzere bekleşen yaratıklardır. o an için hayatın en gerçek korkusu, inanılmış ya da akıl ardı edilmiş bu küçük yalandır. zombiler, çocuk yiyen ölüler, komşu hacı ümmühan teyze’nin anlattığı kırmızı alevden yaratılan cinler, çatal tırnak fredy kruger, kemalettin tuğcu ve bazen de hakan peker… pijamalı, küçücük bir çocuğa zarar verebilecek tüm hayal ürünü canavarlar, hayal gücünün imbiğinden geçerken ete kemiğe bürünür. mesela, çocukluk mesleğini ‘80’li yıllarda icra ettiyseniz, rüyanızda kenan evren’in yaşınızı büyütüp, olgunlaşınca sizi yediğini pekala görebilirsiniz. (hatta eğer yeterince talihsizseniz, kenan evren yaşınızı büyütüp, sizi gerçekten yiyebilir.)

    bana kalırsa çocuğu masum kılan en büyük yetisi, zihninin yalanı gerçeğe dönüştüren bir transformatör olmasıdır mütemadiyen. zamanla kişiyi yetişkin kılan en büyük alışkanlık edinilecek ve bu transformatör gerçeklere tahammül edemeyip, gerçeği yalana dönüştürmeye başlayacak. bu yetenek muhtemelen bir aile büyüğünden “dünya çok adaletsiz bir yer!” kronik saptamasını işittikten hemen sonra, dünyaya kahreden bir arif susam kasetinden hemen önce kazanılacak.

    zihin o kadar maharetli bir sahtekar ki; gerçeklere katlanamıyorsanız sizi alice’in geçtiği o küçük aralıktan tavşan deliğine; paralel evrendeki bir oyun kutusuna aktarıveriyor. her şeye rağmen mutlu olabilmeniz için, aklınız ve duygularınızla topyekun savaşıp, katlanamadığınız gerçekleri mağlup ediyor. mesela, en kötü gününüzde, hatta belki intiharı düşünürken üstelik, doz doz, şırınga şırınga yalan pompalayıp vücudunuza, ya da biriktirdiği harikulade anılardan bir buket derleyip, sizi ayakta tutabiliyor. gülümsetebiliyor hatta kimi zaman… akıllarını besleyip zihinlerini zapt edemeyenler, zihinlerine sarılıp akıllarına isyan ediyorlar. deliler… belki de dünyanın en mutlu insanları…

    zihin o kadar hamarat bir yalancı ki; kör edip gözlerinizi, dibinizdeki bir savaşı görmenizi engelleyebiliyor. önünüzde haksızlığa uğrayan birine sırtınızı dönüp yürüyebiliyorsunuz. siz gerçek sebzeler yiyerek hayatta kalırken, afrika’da yalanlarla emzirilien siyah bir çocuğun açlıktan ölmesini konu alan bir gazete yazısını bile okuyamayıp, spor sayfasını açıveriyorsunuz. ama gerçek, yiyecek ister. gerçek, acıkır. bilmezden geliyorsunuz.

    zihin o kadar maarif bir dolandırıcı ki; rüyanızda öldüğünü gördüğünüz babanızı gün boyu düşünüp, “acaba ne yapıyor şimdi ihtiyar?” diye hayıflanıp, akşam eve döndüğünüzde telefon rehberinden bilmem kaç yıl önce ölen babanızın numarasını bulmaya çalışabiliyorsunuz.

    aradığınız numara sistemimizde kayıtlı bulunmamaktadır...”

    ölüm çok yabancı ve kabul edilemez. e inanmıyorsun haliyle. o varmış gibi yaşıyorsun. hala önemsiyorsun terk-i diyar edenin fikrini. kafan karışıksa gidip zihninde yaşattığın ölüye danışıyorsun. onu soğuk bir cesetken görmek, üstüne tahta çakıp 80-90 kürek toprak atmak da ikna edemiyor zihnini. hatta, sanki sırf artık onsuz olacağımıza kendimizi inandırmak, ikna etmek için gömüyoruz onları. mezarlıklardan, ölenle aramızda sunni bir bağ kurmasını bekler bir halimiz var. ı-ıh... olmuyor yine. zihninde, anılarında yaşattığın birininin öldüğünü, mezarlıklar bile tescil edemiyor. ölmekten korktuğun halde, ölüme inanmadığından. yaşamak, yani ağır bastığından *; onlarsız yaşayamıyorsan, onlarla yaşıyorsun.
19 entry daha
hesabın var mı? giriş yap