10 entry daha
  • levinas ölmenin ben üzerindeki etkilerini ortaya koyarken, ölümün ben’in bütünlüğünü ve kesintisizliğini, bütün anlamların kaynağı oluşunu sarstığını belirtir ve ben’in ancak bu kesintiye uğramışlıkta kendi anlamını, biricik anlamını kazandığını savunur. bu yüzden başkasıyla ilişki kökenseldir ve aynı’nın birliğini ve anlamın odağı oluşunu bu kesintiye ve ölümün düşünce ve kavrayış geçirmezliğine, temassızlığına borçlu olduğunu ifade eder. başkasının ölümüyle ilişki böylece dışsal bir nedenle başlarken tamamen içsel bir duygu haline dönüşür. bu içsel duygu kendisini edilgenlik, etkilenme, ölçüsüzlük tarafından etkilenme olarak gösterir: mevcut olanın mevcut olmayan tarafından etkilenmesi. levinas’ın etkileyici ifadesiyle başkasının ölümü ile ilişki, bu deneyim olmayan deneyim her türlü a priori’den daha yaşlı bir a posteriori sunar.

    başkasının ölümüyle ilişkimiz sıra dışıdır ve bu sıra dışılık bilginin de bilincin de konusu değildir. levinas için bilincin burada kavrayabileceği yegâne bilgi o zamana kadar kendini ifade edebilen birinin tükenme sürecinin dış görünüşleridir, dış yokluktur. ben’in bu ilişkide dokunduğu, temas ettiği, sezdiği olay maruz kaldığı edilgenlik ve bu edilgenliğe ait yönelimsel olmayan duygu taşmasıdır, bir tür heyecandır.

    “ölüme bir saygı olan bu heyecan soru haline dönüşmüştür, yani soru konumunda olarak içinde kendi yanıtının ögelerini içermeyen bir heyecandır. soru, zamanı oluşturan daha derin bir sonsuzluk ilişkisine eklemlenir (zaman burada sonsuzlukla ilişki olarak ele alınır). başkasının ölümüyle heyecan ilişkisidir. çekinme de cesaret de vardır işin içinde, ama başkasına acıma ve dayanışmanın ötesinde – bilinmeyende başkasının sorumluluğunu almadır. bu bilinmeyenin sırası geldiğinde nesneleştirilip konu haline getirilmesi, hedeflenmesi değildir, bu sorgulama yanıta dönüştürülemez bir rahatsızlığın kendisini sorgulamasıdır.”

    başkasının ölümünün gerçekleşmesinin zamanın kendisini koyan olarak ele alınması levinas’ın belki de en köktenci önerilerinden birisidir. levinas, başkasının ölümü karşısındaki edilgenliğin zamanın edilgenliği olduğunu ve bunun sabrın kendisinden başka bir şey olmadığını belirtir. ölüm öyle bir noktadır, öyle bir andır ki zaman bütün sabrını sanki zamanın sınırı, sonu ve kurucu anlamı olan bu sonsuzluktan alır. işte zamanın sabrı olarak ölüm buradan ortaya çıkar. ölümü öylesine bekleriz ki yaşanacak olanın kendisi bizi bu beklemeden ayırır ve işte orada zamanın ufku görünür. ölüm ve zamanın daha giriş bölümlerinde levinas:

    “zaman varlığın sınırlandırılması değil, varlığın sonsuz olanla ilişkisidir. ölüm yok olma değil, ama bu sonsuzlukla ilişkinin ya da zamanın kendini üretebileceği zorunlu sorgulamadır.” der.

    böylelikle başkasının ölümüyle olan ilişkim bana sabrı, edilgenliği ve süreyi verir; bunlar da zamanın ta kendisini oluşturur. başkasının varlığı adeta ölümüne kadar zamanı ve sonsuzlukla ilişkiyi bekleyen bir deneyimde durur ve ben’in bütün teması, başkasının saf sorumluluğu olarak henüz görünmemiş olan zaman ile bütün ilişkiyi aşar, bu ilişkinin biçimi aşkındır ve ölüm anına dek ilk felsefe denilen etik sorumluluğu ortaya çıkarır. bu sorumluluk başkasının ölümüyle zamana karşı sorumluluk halini alır.

    levinas zaman anlayışını ölüm üzerinden daha da geliştirdiğinde, bunun sonsuz olanla, ayrı olanla bir ilişki olarak zamanın süresi olduğunu ifade eder. bu ilişki ayrı olanla bir kayıtsızlık ilişkisi değil, aynıda süreksizlik ve kesinti olarak süren başkasının varlığıdır. ben’de başkası zamanın kendisi olarak ve yitirilene duyulan ebedi bir saygı olarak yaşar. ben kendinde, kendi-olmayanı taşır ve bu kendinde-olmayan sabrın zamanıdır, edilgenliktir, ben’den kaçan ama onunla duran ben’sizliktir, başkasıdır. işte bu ben’sizlik, bu başkasının ben’de yarattığı endişe ve kesinti hali zamanın başka bir anlamıdır. buradan çıkan bir diğer sonuç da başkasının zaman olarak varlığının ben’in zorunlu koşulu olduğu, ben’in içinde ölümün yakınında olmayan zamanın taşınmasıyla ben’in kendi özdeşliğini kurduğudur. ben’in kendisi için de zamana ihtiyacı vardır. ben'in, başkasının ölümünün ve zamanın incelendiği ve aynı zamanda temel eser okumalarının olduğu -mantık, kant, heidegger, fink vs.- aynı kitapta, ölüm ve zaman'da, şöyle ifade edilir:

    “benlik -ya da benim tekilliğim içerisinde ben- kavramından kaçan birisidir. benliğin biricikliği ancak kaçışın mümkün olmadığı bir sorumluluğun, ödeşmiş olamayacağım bir sorumluluğun ortaya çıkmasıyla gerçekleşebilir. benlik – her türlü borcun ötesinde bir ödevde- kendisinin başka birisiyle yer değiştirebilmesinin imkansızlığıyla kendine özdeştir. bu aynı zamanda bir sabırdır ki hiçbir yüceltme bu durumun edilgenliğini değiştirmez.”

    benliğin biricikliği işte bu zamanın sabrında, zamana sabırda yatar. sabrın edilgenliğini koruması ve ben’in zaman olarak başkası karşısında salt alıcı konumunda kalması borç olarak ödenemeyecek ve kurtulunamayacak bir sabrın varlığı gerektirir. bunun biricik olanağı da ben’deki bir kesinti, bir süreksizlik, bir delilik riskidir. zamanın kendisi bu sabrın riskidir ve anlamsızlık olasılığını her zaman taze tutar. bu nedenle başkasının ölümü saygıyı açığa çıkarır, bir yere oturtulamayan, yeri saptanamayan, ölüme dönüştürülemeyen saygı. tam da bu saygı ve anlamsızlık riskidir ki, benliğin zamanla birlikte biricikliğine gönderir bizi. ben, ben olarak kendi içinde zamana karşı ve onunla birlikte durur, anlamını, birlik halini kazanır.
36 entry daha
hesabın var mı? giriş yap