142 entry daha
  • "altı ok ile simgeleştirilen kemalist ilkeler içerisinde, atatürk'ün en önem verdiği ilkelerin başında belki de "laiklik" geliyordu. mustafa kemal, ülkenin koşullarının daha hiç hazır olmadığı bir aşamada bile çok partili düzene geçiş için sakınca görmezken, tek bir koşul ileri sürmüştü: laiklikten ödün vermemek! serbest fırka'nın önderliğini üstlenecek olan fethi okyar'a yazdığı ve daha önce de sözünü ettiğimiz mektubunda şu satırlar dikkati çekiyordu: "memnuniyetle tekrar görüyorum ki, laiklik esasında beraberiz. zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur."

    bir çağdaşlaşma ideolojisi olarak kemalizm açısından laiklik, demokrasi anlamındaki cumhuriyetçiliğin de, milliyetçiliğin de, devrimciliğin de, ve hatta halkçılığın da ön koşulu olduğu için bu ölçüde önem taşımaktadır. demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü, gerçek bir özgür seçim olamaz. (bütün dünyada özgürlük ve demokrasi rüzgârları eserken, baskı rejimleri birbiri peşi sıra yıkılırken, bundan en az etkilenenin -laikliği kabul edememiş- müslüman ülkeleri oluşu raslantı mıdır?) milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öğe ulus değil, inananların oluşturduğu "ümmet"tir. (bu anlayış içinde örneğin arap ve iranlı, müslüman türk ile aynı toplumun bir parçası sayılırken, hıristiyan türk olan gagauzlar [gökoğuzlar], türkçe konuştukları ve çok daha ortak kültürel özellikler taşıdıkları halde "yabancı" sayılacaklardır.) devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışılması bile genellikle olanaksızdır. halkçılığın ön koşuludur; çünkü din temeline dayalı bir devlette ağırlığı ve önceliği olan halk değil, dinsel seçkinlerdir.

    tarih boyunca hemen tüm devrimciler, din ile değil, ama bir kısım din adamları ile karşı karşıya gelmişlerdir. çünkü "eski düzen"le çıkarları bütünleşmiş olan bir din adamları kesimi, köklü değişimlere hep karşı çıkmış, dini bir siyasal amaç için kullanarak kitleleri etkilemeye çalışmışlardır. kendilerinin etkisini ve ağırlığını azaltacak her girişimi de "dinsizlik" olarak nitelendirmekten çekinmemişlerdir. sultanın ve düşmanın çıkarları ile bütünleşerek, kurtuluş savaşı sırasında mustafa kemal'in idam fermanını çıkaranlar gene bu tür din adamları olmuştur.

    fransa'daki müslümanların manevi önderi şeyh abbas, türk toplumunun dışından bir gözlemci olarak, bu konuda şöyle diyor: "osmanlı imparatorluğu'nun çöküşünde din adamları çok olumsuz roller oynadılar. mustafa kemal din adamlarının hatalarını ve yarattıkları tehlikeyi anladığı için devrimine önce onlardan başladı. o, din adamlarının cehaletinden korkmakta, onların ülke için tehlike yarattıklarını düşünmekte haklıydı. onun savaş açtığı din adamlarının tanıttıkları, savundukları islam ile gerçek islam arasında dağlar kadar fark vardı. türklerin babası, dünyaya hakim bir osmanlı imparatorluğumu çökmüş, parçalanmış haliyle buldu. bu koca imparatorluğun çöküşüne de islam'ın yanlış tanınması, yanlış yorumlanması neden olmuştu. atatürk cehalete karşı savaştı, islam'a karşı değil..."

    bir konuşmasında "biz milliyetçiyiz ve dinimize saygılıyız" diyen atatürk din ile ilgili görüşlerini aslında açık bir biçimde ortaya koymuştu: "din lüzumlu bir müessesedir. dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. yalnız şurası var ki. din allah ile kul arasındaki bağlılıktır. softa sınıfın din simsarlığına müsaade edilmemelidir. dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir, işte biz bu vaziyete karşıyız ve buna izin vermiyoruz. bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur. eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı, mükemmel olmazdı, son din olamazdı."

    mustafa kemal, islam dininin zamanla özünden uzaklaştığını, birçok yabancı öğenin -yorumlar ve boş inançlar olarak- işin içine girdiğini düşünüyordu. çağdaş olmanın inançsızlıkla hiçbir ilgisi bulunmadığı kanısındaydı, ama bilerek, mantığını kullanarak inanmalıydı. şöyle diyordu: "türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. bunun için kuran türkçe olmalıdır. türk kuran'ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor. benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta ne olduğunu türk anlasın."

    "laiklik" ile ilgili bölümde anlattığımız gibi, müslüman türk halkı, kuran'ı kendi dilinden okuyup anlama olanağına ancak laik cumhuriyet rejimi sayesinde kavuştu. türkçe ezan gene aynı ortamda gerçekleşti; ama çok partili siyasal sisteme geçildikten sonra, tutucu, kemalizme karşı güçlere verilen bir ödün olarak ortadan kalktı.

    kemalizm, sırasıyla siyasal sistemi, hukuk sistemini, eğitim sistemini ve kültürü laikleştirdi. bir islam ülkesindeki ilk laik devlet böylece doğdu. çok sayıdaki müslüman ülke içinde tek çağdaş demokratik bir hukuk devletine sahip ülke türkiye ise, bunun laiklikle bağlantısı olmadığını öne sürmek elbette ki olanaksızdır. petrol gibi büyük ve kolay gelir kaynaklarına sahip olmadığı halde, türkiye'nin müslüman ülkeler içinde en sanayileşmişi, en ileri teknolojiye ve çağdaş ekonomiye sahip bulunanı oluşu da ayrıca düşündürücüdür!"
    ___
    ahmet taner kışlalı - siyasal sistemler- siyasal uzlaşma ve çatışma adlı kitaptan alıntıdır
    başı ve devamı için (bkz: kemalizm/#18267896)
    (bkz: milliyetçilik/#18267887)
    (bkz: cumhuriyetçilik/#18267834)
    (bkz: laiklik/#18267878)
    (bkz: devletçilik/#18267857)
    (bkz: halkçılık/#18267843)
    (bkz: devrimcilik/#18267848)
947 entry daha
hesabın var mı? giriş yap